Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Girit konulu Makaleler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:42

Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme1

Yonca CİNGÖZ



Özet

1990’lardan bu yana mübadelenin arka planı ve etkileri üzerine Türkçe akademik literatür hızla genişlemiş olsa da, mübadil anlatılarından yola çıkarak mübadelenin psikolojik ve kültürel etkilerini irdeleyen çalışmaların sayısı halen sınırlıdır. 1. kuşağın üyelerinin büyük çoğunluğunun hayatını kaybettiği bu yıllarda 2. ve 3. kuşaklar- la derinlemesine görüşmelere ağırlık vermek Türkçe mübadele literatürüne hem yeni mikro-tarihsel bilgiler hem de belleğin aktarımıyla ilgili yeni perspektifler kazandıracaktır. Mübadeleyi daha iyi anlamak için, bu literatürü bellek çalışmalarıyla ilişkilendirecek disiplinler arası ve karşılaştırmalı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Bu makalede, Kavala’dan göç ettirilerek İstanbul’un bugün Bağcılar’a bağlı olan Mahmutbey köyüne iskan ettirilen bir mübadil aile olan Ergelen ailesinin 2. ve 3. kuşak üyeleriyle yapılan sözlü tarih görüşmelerinin bellek sonrası, göç ve mülksüzleşme bağlamında bir analizi sunulacaktır. Böylece Türkçe mübadele olgusunun psiko kültürel boyutuna dikkat çekmek ve mübadele literatürü ile bellek çalışmaları arasında bir köprü kurmak amaçlanmaktadır.

Giriş
İstanbul’un o tarihte Bakırköy ilçesine bağlı bir nahiyesi olan Mahmutbey’e iskan ettirilen Ergelen ailesinin 2. ve 3. kuşak üyeleriyle görüşmeler üzerinden, aile içinde aktarılan belleğe mülksüzleşme bağlamında bakmayı amaçlamaktadır. Öncelikle çalışmanın teorik arka planında yer alan bellek çalışmaları ve mübadele literatürleri arasın-

1 Bu çalışma için bana uzun saatlerini ayıran, evlerini ve hayatlarını açan Ergelen ailesine, yönlendirme ve destekleri için Lozan Mübadilleri Vakfı’na çok teşekkürler.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:44

daki ilişkiye değinilecek, bellek-sonrası ve mülksüzleşme kavramları açıklanacaktır. Ardından görüşmecilerin 1. Kuşakların kendilerine göç süreci ve devamında hayata tutunma çabalarıyla ilgili anlattıklarını ve kendi ortak yaşamlarından hatırladıklarını içeren anlatıları değerlendirilecektir. Bu zengin malzemenin yalnızca makalenin amacına uygun kısıtlı bir bölümüne değinilecektir. Anlatılar değerlendirilirken özellikle şu sorulara yanıt aranacaktır: Ailenin 1. kuşakları göç ve mülksüzleştirilme deneyimini sonraki kuşaklara hangi anlatılar yoluyla aktarmıştır? 2. ve 3. kuşaklarda, kendilerine aktarılan anılarla kendi deneyimlerinin bileşiminde nasıl bir bellek-sonrasından söz edilebilir?
Bellek çalışmaları ve mübadele
Bellek üzerine düşünce Homeros, Platon ve Aristoteles’e kadar geri götürülebilir ancak ilk bilimsel çalışmalar 19. Yüzyılda psikoloji alanında ortaya çıkmış ve bellek uzun bir süre bireysel bir fenomen olarak ele alınmıştır (Erll 2011: 13). Belleğin toplumsal yönünü ilk vurgulayan, 1920’lerde “kolektif bellek” kavramını yaratan Fransız felsefeci ve sosyolog Maurice Halbwachs’tır. Halbwachs bireysel ve kolektif belleği belirleyenin toplumsal bağlam ve yapı olduğunu, bireysel belleğin aslında kolektif belleğin bir ürünü olduğunu söyler. Bellek çalışmalarının tarih, antropoloji, sosyoloji, felsefe, psikiyatri gibi çeşitli alanlardan beslenen disiplinlerarası bir akademik alana dönüşmesi 1980’lerde gerçekleşir ve özellikle Yahudi soykırımı ve toplumsal travma üzerine çeşitli disiplinlerden araştırmalarla beslenir. Bellek çalışmalarında araştırma odağı olarak karşımıza “kollektif bellek”in yanı sıra “toplumsal bellek” (Connerton 2019), “kültürel bellek” (Assmann 2015) gibi farklı kavramsal tercihler çıkar ancak bu kavramların kesişimindeki ortak görüş, belleğin bireyin sınırlarını ve yaşam süresini aştığı, birey ile toplum arasındaki ilişkisellikle kurulduğu, kültürel ve toplumsal olarak aktarıldığıdır.
Bellek çalışmalarında kültürel bellek ve kolektif bellek arasındaki ayrıma değinmek faydalı olacaktır. Marian Hirsch’ün aktardığı gibi, Aleida ve Jan Assmann Halbwachs’ın kolektif bellek ikiye ayırarak incelerler: Birey, aile ve topluluk ölçeğinde aktarılan “iletişimsel bellek” ile ulusal/politik ve kültürel/arşivsel olarak aktarılan “kültürel bellek” (2008: 109-10). Bellek araştırmacılarının yaklaşımlarını da bu şemaya göre ikiye ayırmak mümkündür. Kültürel belleğe odaklanan teorisyenlerden Paul Connerton Toplumlar Nasıl Anımsar? (2019) adlı kitabında “transfer edimleri” kavramı etrafında anlatıları, anma törenlerini ve bedensel pratikleri inceleyerek kolektif hafızanın kültürel ve toplumsal olarak aktarımına mercek tutmuştur. Kolektif belleğin iletişimsel boyutuna bakanlar ise ev, aile ya da küçük topluluklar içindeki yakın ilişkilerle, aynı kuşağın üyeleri arasında ve kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığına odaklanırlar.
Bu ikinci yaklaşımın ağırlıkla görüldüğü bir literatür, bellek çalışmalarıyla travma çalışmalarının kesişiminde yer alan Yahudi soykırımı çalışmalarıdır. Travmatik toplumsal olayların kolektif belleği nasıl oluşturduğuna ve travmatik belleğin nasıl ak-

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:47

tarıldığına ışık tutan bu literatürde uzun yıllar yalnızca 1. kuşağın deneyimlerine ve belleğine odaklanılmıştır. Onların çocuklarının, diğer deyişle bir sonraki kuşağın ya da
2. kuşağın nasıl bir kuşak olduğuna, travmadan sağ kalan büyükleriyle sürdürdükleri ortak yaşamlarının kendi bellekleri ve deneyimlerinin şekillenmesini nasıl etkilediğine odaklanan çalışmaların örneklerine 70’lerin sonlarından itibaren rastlarız. Eva Hoffmann’ın özgeçmişine dayandırdığı çalışması (2004) bu anlamda öncü sayılabilir. Hoffmann’ın “menteşe kuşak” ve “soykırımın gardiyanları” olarak da nitelediği 2. kuşak, olayların bilgisini devralır ve bu bilgilerin bir tarihe dönüşmesinde rol alır. 1. kuşakla bir arada büyüyen ve onların travma sonrası yaşamlarına hem tanıklık edip hem de bu yaşamı onlarla paylaşan 2. kuşağın üyeleri, 1. kuşakla ve travmalarıyla, bizzat yaşamadıkları halde, “bir tür yaşayan/canlı bağlantı” kurar. Hoffmann’a göre
2. kuşakta travmanın belleği yoktur, bu onlar için “derinden içselleştirilmiş ama tuhaf bir biçimde bilinmez bir geçmiş”tir (Hoffmann 2004: 6). 2. kuşakların kişisel bellek- leri bu büyük travmatik tarihe bağlanmıştır, bu zorlu ve ürkütücü geçmişin mirasını taşırken kendilerini “sonradan gelmiş”, “gecikmiş”, “ikincil” durumda hissederler. 2. kuşak hem kendisine miras bırakılan bilginin hem de bu bilgiden kendi çıkardığı veya çıkarabileceği bilginin yükünü taşımaktadırlar. Hoffmann, 1. kuşaktan büyüklerinin ömürlerinin sonlandığı yıllarda 2. kuşağın, onlardan aldıkları ve yaşadıkları bu bedenlenmiş bilgilerin kaybolup gitmemesi, bir kültürel belleğe dönüşmesi için bunları arşivlemek, estetik ve kurumsal yapılara dönüştürerek saklamak için çok güçlü bir aciliyet duyduğunu anlatır. Hoffmann’a göre 2. kuşağın hikayesinin özgünlüğünü fark etmek, travmatik tarihsel olayların derin ve uzun vadeli etkilerini anlamak açısından önemlidir.
Hoffmann’ın çalışmasını takip eden yıllarda pek çok araştırmacı yüzünü 2. kuşağa dönmüş, onların ebeveynleriyle kurdukları bu özel ilişkiye dikkat çekmişlerdir. Bun- lardan biri de travma sonrası bellek aktarımına yeni bir yaklaşım getirerek “bellek- sonrası/post-bellek” (postmemory) kavramını ortaya atan Marianne Hirsch’tür (Hirsch 1992 vd). Bellek-sonrası “travmatik bilginin ve deneyimin kuşaklar arası ve kuşaklar aşırı aktarıldığı bir yapı”dır. [K]ültürel veya kolektif travmaya tanıklık edenlerden sonra gelen kuşağın bir önceki kuşağın deneyimleriyle kurduğu ilişkiyi tarif eder. Bunlar aslında onların ancak büyürken çevrelerini saran hikayeler, imajlar ve davranışlar aracılığıyla “hatırlayabildikleri” deneyimlerdir ama onlara öylesine derinden ve duygulanımsal bir biçimde aktarılmıştır ki, kendi başlarına anılar oluşturmuş gibi görünürler. Bu kadar baskın anılarla büyümek, kişinin kendi doğumundan ve bilincinden önce gelen anlatıların kişiye hâkim olması, kişinin kendi hikayelerinin ve deneyimlerinin önceki kuşağınkiler tarafından yerinden edilmesi, hatta içinin boşaltılması riskini de barındırır. Bunlar anlatı yoluyla yeniden inşa edilmeye karşı koyan ve kavrama ye- tisini aşan travmatik olaylarca halen dolaylı da olsa şekillendirilmeye tabidirler. Bu olaylar geçmişte olmuştur ancak etkileri bugün de sürer (Hirsh 2008: 106-7).
Kolektif bellek ve belleğin kuşaklar arası aktarımına yükselen ilginin Türkiye’deki
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:49

tezahürlerine baktığımızda, öncü çalışmalardan biri olarak Esra Özyürek’in derlediği Türkiye’nin Toplumsal Hafızası kitabından söz edebiliriz. Özyürek, bir “büyük silme”nin ardından 1990’larda Türkiye’de ivmenin unutmaktan hatırlamaya kaydığını, bugünün kuşaklarının “hem kendi [geçmişleri] hem de tarihin nasıl şekillendiği”ne merak duyduklarını saptar, “Önce tarihini silen, sonra da ona büyük bir hevesle sarılan Türkiye toplumu, geçmişin kurgulanması ve hatırlanması konularında araştırmacılara eşsiz bir kaynak sunuyor” diye yazar. Bu bakımdan Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin başındaki travmatik anıların aktarımında 2. kuşaktan daha çok, silinmiş geçmişini keş- fe çıkma imkânı bulan 3. kuşağın rol oynadığını, Hoffmann’ın 2. kuşağın taşıdığı yük ve sorumlulukla ilgili vurgularının 2. kuşaktan daha çok 3. kuşakla uyuştuğunu ileri sürebiliriz.

Göç çalışmaları ve mübadele

Bellek çalışmalarıyla birlikte son yıllarda hızla genişleyen bir başka disiplinler arası literatür göç çalışmaları literatürüdür. Bu alanda göç fenomeninin kategorizasyonu ve tarih yazımındaki hakim varsayımlara getirilen eleştiriler göze çarpar. Örneğin 19. yüzyıldan itibaren Ortadoğuda yaşanan zorunlu göçler, yerinden edilmeler, mülk- süzleşmeler ve baş etme stratejilerini tarihsel ve antropolojik açıdan inceleyen Dawn Chatty, göç araştırmalarına hakim olan “neoklasik ekonomik” ve “tarihsel-yapısal” yaklaşımlara karşı çıkar. Birinde tarihsel nedenler unutulmakta, diğerindeyse sermayenin çıkarlarına odaklı bir analiz yapılıp bireylerin edim ve motivasyonları gözardı edilmektedir. Her ikisi de günümüz göçlerinin karmaşıklığını açıklamada yetersiz kal- maktadır. Burada gönüllü göç ile zorunlu göç arasında bir ayrımdan yola çıkılmakta ve ekonomik göçmenlerin hareketlerinde bir miktar düzenlilik olduğu, oysa politik ve zorla dayatılan göçlerin spontane olarak gerçekleştikleri ve tahmin edilemez oldukları iddiası savunulmaktadır. Sonuç olarak ekonomik sebeplerle yapılan göçlerin incelenmesine ağırlık verilmiştir. Chatty zorunlu göçle ilgili tahmin edilemezlik iddiasına karşı çıkar, gönüllü göç ve zorunlu göçü ikilik içinde değil, “bir nüfus hareketinin sürekliliği içindeki ayrık fenomenler olarak” ele almayı, benzerlikleri görmeyi ve ihmal edilmiş zorunlu göç meselesine özel dikkat göstermeyi önerir (Chatty, 2010: 11-12, 14). Son yıllarda bellek çalışmaları ile göç çalışmalarının kesişiminde (Creet & Kitzmann 2014, Palmberger & Tošić 2015 vd), zorunlu göçlerde travma, yerinden edilme, göçmenliğin sürekli hale gelmesi, küreselleşmenin etkisiyle belleğin hareketli hale gelmesi gibi yeni araştırma konularının peşinden giden çalışmalar üretilmeye başlanmıştır.
Bir zorunlu göç örneği olan mübadeleyi Türkiye’de de artan bir ilgiden söz edebile- ceğimiz bu iki disiplinlerarası literatürle ilişkilendirerek yeniden düşünmek faydalı olacaktır. Özyürek’in dile getirdiği, geçmişimizle yüzleşme ve hatırlama açılımımızın bir vehçesi de kuşkusuz mübadil kimliğinin kamusallaşması, görünür kılınmasıdır. Türkiye’de bu yönde akademik ve edebi yayınların, kültür ürünlerinin çok büyük bir kısmı Lozan Mübadilleri Vakfı’nın mübadillik kimliğini görünür kılmak ve mübadele

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:52

deneyimini çok boyutlu biçimde topluma aktarma çabalarının etkisiyle 2000’lerde üretilmiştir. Vakıfla birlikte kimi yerel mübadele derneklerinin ve gazeteci İskender Özsoy’un 1. kuşaktan mübadillerle yaptıkları sözlü tarih görüşmelerinin bir bölümü kitap veya video formatlarında yayınlanmıştır. Mübadele olayını eleştirel bir bakışla ele alan romanlar, tiyatro oyunları, filmler, belgeseller yapılmıştır.
Öte yandan Türkçe mübadele literatüründe Hoffmann’ın soykırım çalışmalarında gördüğüne benzer ve bu yazının konusu açısından önemli bazı eksiklerden söz edilebilir. Birisi, olayın psiko kültürel boyutlarının sosyopolitik boyutlarına nazaran daha az incelenmesi, diğeriyse bu tür incelemelerde disiplinler arası ve karşılaştırmalı perspektiflere pek rastlanmamasıdır. Mübadil bireylerin ve toplulukların deneyimlerine ve anlatılarına dayanan az sayıda çalışma 1. kuşağın anlatılarını kayda geçmekte, mübadilliğe Hoffmann’ın deyimiyle “monokültürel” (xiii) bir noktadan, tekil bir kültür olarak bakılmaktadır. Dolayısıyla Türkçe mübadele literatüründe yapılabilecek önemli katkılar arasında şunlar sayılabilir: 1. kuşakların deneyimini psikokültürel boyutlarıyla ele alınması, mevcut akademik çalışmaların, sözlü tarih kayıtlarının ve kültür ürünlerinin bir arada değerlendirilip bellek ve göç teorilerinden beslenerek disiplinlerarası veya karşılaştırmalı biçimlerde okunması, 1. kuşağın büyük çoğunluğunun hayatta olmadığı şu yıllarda 2. ve 3. kuşaklarla görüşmelere hız verilerek belleğin aktarımının ve temsilinin incelenmesi. Bu tür çalışmalar, mübadele literatürünü olduğu kadar bellek ve göç literatürlerini de zenginleştirecek, ülkemizin en önemli gündem maddelerinden biri haline gelen göç ve mültecilik meselesini göçün bu coğrafyadaki tarihselliğiyle bağ kurarak anlamlandırmada da araştırmacılara farklı bir ışık tutacaktır.

Mülksüzleşme ve mübadele

Mübadillerin hikayelerinde ilk bakışta elbette yoksun bırakan maddi ve gayri maddi mülksüzleşmeler göze çarpar. Mübadiller evlerini, ekip biçtikleri topraklarını, sevdiklerinin mezarlarını, yanlarına alamadıkları hayvanlarını, tarım aletlerini, kaydı tutul- mayan veya vardıkları yerde belgeleri kabul edilmeyen taşınmazlarıyla ilgili hakları- nı kaybetmişlerdir. Bu maddi zenginliklerin yanı sıra mübadele ve iskan süreçlerinin çetinliği, açlık, soğuk ve hastalıklar nedeniyle genç yaştaki yakınlarını yitirmişlerdir. Mübadele sonrasında da arkada bıraktıkları coğrafyayla ilişkili toplumsallık tarzlarını ve adetlerini yavaş yavaş yitirmeyi sürdürürler. “Halkların ayrılması” politikasının ilk bakışta tespit edilemeyen ve halen hesaba dökülememiş uzun vadeli sonuçları da vardır: ortak deneyimlerin kaybı, ötekilerin yaşam biçimine dair bilginin kaybı, anlayış ve saygı getiren tanıdıklığın kaybı, toplu yabancılaşma ve çatışma/sürtüşme/şiddet anlatıları üzerine inşa edilen ulusal kimliklerin içinde taşıdığı gelecek çatışmaların riskleri gibi (Hirschon 2007: 14-15).
Mübadelenin yarattığı mülksüzleşmeyi yalnızca kayıplara odaklanmadan, daha geniş bir perspektiften ele alabilmek için Judith Butler ve Athena Athanasiou’nun Mülk-
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:55

süzleşme isimli kitaplarındaki kavramsallaştırmaya başvurulacaktır. Bu kitap göç ve bellek çalışmalarından ayrışık durmakla birlikte; zorunlu göç, yerinden edilme, vatandaşlık haklarından mahrum bırakılma, kültürel tanınmama, aşağılayıcı çağrılmalar gibi kavramları ve tarihsel göndermeleriyle mübadele anlatılarına bakmaya elverişlidir. Butler ve Athanasiou hem liberal hem de otonomist Marksist mülkiyet ve mülksüzleşme anlayışlarına bir alternatif sunmaktadır.
Liberal teorilerde mülkiyet sahipliği ile “var olmak” ve “özgür olmak” arasında temel bir bağ kurulurken, mülksüzleşme bir varlık, özgürlük ve faillik kaybı olarak anlaşılmıştır (Fraley 2017, Butler & Athanasiou 2017: 39). Otonomist Marksistler Marks’ın “ilksel birikim” teorisini gözden geçirerek mülksüzleşmeyi yeniden kavramsallaştırmışlardır. Onlara göre mülksüzleşme, tarihsel olarak aktarılan ve geç kapitalizmin özelleştirme dinamikleriyle ortak kaynakların satılmasına, kiralanmasına kadar varan, insan dışı yaşamı geri dönüşsüz biçimde tahrip eden ve hepimizin direnmesi gereken bir dinamiktir ve bununla mücadele etmek için müşterekleri, ortak yaşamı ve kaynakları devletin veya kişilerin sahipliğine vermeden korumak ve ortaklaşa kullanmak gerekir (Harvey 2004, Hardt & Negri 2011).
Butler ve Athanasiou ise modernist, hümanist, liberalist görüşlerin tamamına mesafe alıp, “mülksüzleşme”yi mülkiyetin gölgesinden çıkararak kavramsallaştırma- ya çalışırlar. Bu yoruma göre, varlık ile sahiplik arasında bir denklik olmadığı gibi, mülksüzleşme salt olumsuzlamayla yaklaşılabilecek ve alt edilebilecek bir süreç de değildir. Varlık ile yokluk arasında bir diyalektik ilişki söz konusudur ve bu ilişki içinde “mülksüzleşme” iki farklı anlamı barındırır. İlk anlamıyla mülksüzleşme, “bizi ilişkisel ve karşılıklı bağımlı varlıklar olarak tesis eden”(31) şeydir. İkinci anlamı ise “dayatılan zararı, acı veren çağrılmaları, ket vurulmayı ve engellenmeyi, yani ele alınması ve telafi edilmesi gereken boyun eğme biçimleri”ni, toprağını, vatandaşlığını, geçim kaynaklarını kaybetmeyi, askeri ve yasal şiddete maruz kalmayı ifade eder (30).
Bu iki anlamın sırt sırtalığını göz ardı edemeyeceğimiz gibi, Butler ve Athanasiou’ya göre, ilişkiselliğimizi sağlayan mülksüzleşmeyi zorlayıcı, mahrum bırakan mülksüz- leşmeden daha öncelikli bir yere koymamız da mümkündür. “Haklarımız olduğunda bile bu hakları bahşeden ve devam ettiren bir yönetim tarzına ve yasal rejime bağımlıyızdır. […] daha haklarımızı, toprağımızı ve aidiyet tarzlarımızı yitirmek suretiyle mülksüzleşmemiz söz konusu olmadan önce bile zaten kendimizin dışındayızdır. [...] daha en başından haz ve acılarımızın süreklilik gösteren bir toplumsal dünyaya, sürerliğimizi sağlayan bir çevreye bağlı olduğu, karşılıklı bağımlı varlıklarız. [...] Mülksüzleştirilebilir olmamızın tek sebebi halihazırda zaten mülksüzleştirilmiş olmamızdır” (Butler & Athanasiou 2017: 30-32). Bu iki yönlü mülksüzleşme tarifi, göçmeni veya mübadili aynı anda hem öznellik hem tabiyet üzerinden düşünmemize olanak verir.
Mübadele anlaşmasını imzalayan Lozan görüşmecilerinin tahayyülündeki mübadil

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 19:59

imgesi de hem tebaa hem özne olarak düşünülebilir. Bu mübadil bir yandan, ailesinin nesillerce yaşadığı topraklardan devşirdiği dil, kültür, alışkanlıklar, toplumsallaşma tarzlarına bağlanmış, böylece “kendi üstündeki malikiyetini” yitirmiştir. Bir kolektif- liğin içindedir yani “henüz mülksüzleştirilmeden mülksüzleşmiş” durumdadır. Diğer yandan, kış gelmeden hemen ve “sağ salim” göç etmesinin ve ertesi kış hızla “üretici duruma gelmesinin” zorunlu kılınmasıyla, ve yeni kurulan Türkiye’nin ekonomisini şahlandıracak bir emek gücü konumuna atanmışlığıyla da mülksüzleştirilmiş durum- dadır (Temel 2014).

Ergelenlerin mübadelesi

Bu bölümde, bellek-sonrası ve mülksüzleşme kavramları üzerinden mübadil Ergelen ailesinin 2. ve 3. kuşaktan üyeleriyle yaptığım görüşmeleri inceleyeceğim. Esat Halil Ergelen, kardeşi Nizami Ergelen, eşi Birgül Ergelen, annesi Fatma Ergelen ve ba- bası Niyazi Ergelen ile hem kendi hayatlarını hem de 1. kuşaktan, Fatma’nın annesi Ayşe Öziş, babası Halil Öziş, Niyazi’nin annesi Gülsüm ve babası Halil’in aktardıkları anıları kapsamaya çalıştığımız sözlü tarih görüşmeleri yaptım.

m1.png
m1.png (72.38 KiB) 2195 kere görüntülendi
Mübadele öncesinde Ergelen ailesinin büyükleri Kavala’nın Naipli köyünde yaşıyor ve geçimlerini tütün işçiliği ve küçükbaş hayvancılıkla sağlıyorlardı. Mübadele anlaş- ması kapsamında 1924 mayısında topluca göç ettirildiler ve köy nüfusunun büyük bir kısmıyla birlikte İstanbul’un Mahmutbey nahiyesine yerleştirildiler. Mübadelenin 1. kuşakğı olan annesi Gülsüm Ergelen ve babası Halil Ergelen Kavala’da doğmuşlardı ve mübadele sırasında savaş yıllarında doğan pek çok çocuk gibi babasızdılar. Gül- süm’ün babası savaşta, Halil’inki ise hastalıktan hayatını kaybetmişti. Mübadele sıra- sında 6 ila 9 yaşlarındaydılar. Tek çocukları olan Niyazi, eşi Fatma Ergelen, torunları Esat Halil Ergelen ve Nizami Ergelen Mahmutbey’de doğup büyümüştür. Esat Halil
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:02

Ergelen’in eşi Birgül ise çocukluğunu köyde geçirdikten sonra taşınmalarıyla ortao- kuldan evlenene kadar Bakırköy’de yaşamıştır.

Sözle ve sessizlikle anlatmak

Görüşmeciler Ergelen ailesinin 1. kuşak üyelerinin mübadil olmakla ilgili duyguları, mübadele öncesindeki anıları ve mübadele olayıyla ilgili az konuştuklarını söylerler:
Nizami Ergelen: İşin kötü tarafı, çok fazla bir şey anlatılmıyordu. Herkes sanıyorum ki kendi içinde yaşıyordu mübadeleyi… Bakıyorsun ki, yani zorluğu niye anlatacaksın? Ben bunu yaşadım, anlatmaya gerek var mı? Ama güzel şeyler anlatılıyordu bir tek, yaşadıkları yerin güzel olduğundan bahsediliyordu…
Fatma Ergelen: Bir şey anlatmadılar ki, hiçbir şey anlatmadılar. Benim annem 6 yaşında gelmiş ama çok zekiydi, her şeyi hatırlayabilirdi.
Esat Halil Ergelen: aslında bunlar ortak anılar hani, çok şey değildi, bunlar aynı köyde, aynı yerde. Bu sohbetlerde tabii kimse bir çocuğa anlatmıyor bunu aslında, kendi aralarında konuşmalar...
1. kuşakların travmatik olay ve öncesi hakkında çok az konuşması, travmatik bellek üzerine çalışmalarda yaygın bir tespittir. Ancak söze dökülmeyenlerin aktarılmadığını düşünmek doğru değildir. Hoffmann, 1. kuşağın pek fazla şey anlatmadığını doğrulamakla birlikte, tamamen sessiz kalanlar dışında büyük çoğunluğun yaşadıklarını bir miktar dile döktüğünü, biraz olsun anlaşılacaklarını umdukları, güvendikleri insanlarla, diğer hayatta kalanlarla ve aile bireyleriyle, kardeşler, eşler, çocuklarla konuş- tuklarını dile getirir (31). Burada anlatılanlar tam anlamıyla “anılar değil, sızıntılar
- savaş zamanı deneyimlerinin, ansızın, parçalanmış kalıplar, tekrarlayan, kırık dökük nakaratlar halinde imgelemin şimşeklerinde çakıp durması”dır (32). Bunun yanında kendilerini “ailenin dili, bedenin dili”yle de ifade ederler. “[S]özlü olmayan ve bilişsel olmayan aktarım edimleri en açık haliyle ailevi mekan içinde ve çoğu zaman semptomlar biçiminde ortaya çıkar” (Hirsch 2008: 112). Carol Kidron da hayatta kalanlar- dan sonraki kuşakla etnografik yaklaşımla çalışır ve travmatik geçmişin ev mekanında “sessiz, bedenlenmiş pratikler, kişi-nesne ilişkileri ve kişilerarası ilişkilerde” mevcudiyetini patolojik olmayan bir biçimde sürdürdüğünü söyler. Travma deneyiminden kalan “bu sessiz izler geçmişin ailevi ‘yaşanan bellek’ini sürdürür ve geçmişin sözsüz bilgisini gündelik hayatın özel toplumsal mecrasına taşır” (2009: 5).
Mahmutbey’deki 1. kuşaklar da çoğunlukla kendi kuşaklarından köylülerin eve misafirlik, kahvehane sohbetleri gibi buluşmalarından anı parçalarını aktarmışlardır. Ergelen ailesi içindeki aktarımlar tüm aile bireylerinin evde olduğu akşam oturmalarında nadiren yapılmıştır. Kuşaklar arası aktarımda daha çok dikkat çeken, daha uzun saatler birlikte vakit geçiren 1. kuşak ile 3. kuşak yani babaanne ile torunlar arasındaki diya- logdur. Bu sohbetlerde çağrışımlarla bir an için dile gelen anı parçalarının yanı sıra,

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:06

mübadele öncesi yaşamdan taşınan bazı hayat kurtaran bilgiler ve öğütler de aktarılır. Ergelen ailesinde bellek, ortak yaşam içinde, kuşaklar arası ortak yaşam içinde 1. kuşakların anı nesneleriyle ve diğer 1. kuşaklarla ilişkilerinin, bedensel pratiklerin ve sessizlik anlarının gözlemlenip yorumlanmasıyla da aktarılabilmiştir.
Sonraki bölümlerde 1. kuşağın tekrarlayan başlıca anı parçaları, “sızıntılar” belli temalar çerçevesinde alıntılanarak yorumlanacaktır.

Yolculuk ve genç ölümler

Görüşmecilerin 1. kuşağın akatardıklarına, Naiplililer mübadele haberini aldıklarında hazırlanmak için bir ay kadar süreleri olmuş, basit ev eşyalarını, sürülerini ve tarım aletlerini taşınmak için köyce iki öküzlü bir araba alıp eşyalarını parça parça Kavala limanına götürebilmişlerdir ancak tüm köylülerin mallarının çoğunu taşıyamadıkları da söylenir. Kavala limanından Trabzon isimli mübadele gemisine binerler. Gemi birçok mübadele seferinde olduğu gibi tıklım tıklımdır, yolculuk uzun ve risklidir. Gemide hiçbir kazadan söz edilmese de, çok sayıda genç insan yolculuğu takip eden aylarda hastalanır. Çoğunlukla tedavi edilebilir nitelikteki hastalıklar, sağlık hizmetine ulaşılamadığı için kısa sürede can kayıplarına dönüşür. Genç yaşta ölen köylüler arasında Ergelen ailesinin 1. kuşak üyeleri için büyük önem taşıyan, köyün ileri gelenlerinden, Halil’in abisi Hasan da vardır. Naiplililerin savaş yıllarında Bulgar çetelerinden ve sonra mübadeleden az zararla kurtulmasını sağladığı söylenen Hasan, yolculukta hayvanların başını beklerken kaptığı şarbon hastalığına yenik düşmüştür:
Fatma Ergelen: Memlekette “Husninin Hasanı olmasaydı biz çok çekerdik, Allah onu nur etsin” derdi... Bütün herkese çalı harmanı dövdürmüş gavurlar. Çalıları serermiş de, onun üzerinde gezdirirmiş. “Bizim hiç hiç burnumuzu
kanatmadan getirdi” derdi. Çok gavurca biliymişti, onların dilinden çok anlarmıştı… Amcanın bir halası varmıştı, Şerife hala. “Çok altınlarını yedirdi hep gavurlara Hasan amcan” derdi... Bir zarar gelmesin kimseye diye... O da bir şarbondan ölmüş hiç, gencecik.

Naipli’de varlık, Mahmutbey’de yokluk

Mübadeleden önce Naipli köyünde ekonomik koşulların iyi olduğu, arazileri geniş, ürünleri bol olduğu ve köylülerin çalışkanlıkları sayesinde açlık ve yoksulluk çekmedikleri anlatılır. Mübadele sonrasında can kayıpları kadar mal kayıpları da yakıcı olmuştur. Mahmutbey’de kişi başına verilen toprak arkada bırakılandan çok daha azdır, yoksulluk başgösterir. Ekonomik düşüşte sınıfa ve cinsiyete bağlı eşitsizlikler de dikkat çeker. Naipli’de daha varlıklı olan, mallarının çoğunu Türkiye’ye getirebilenler birikimleri sayesinde daha az zorluk çekmişlerdir. Aile reisi erkek (“asker kaçağı”) olan haneler de mal dağılımını erkeklerin düzenlemesinin avantajını yaşamış ve daha iyi yerden mal alabilmişlerdir:

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Bir Mübadil Ailenin Bellek-Sonrası: Mübadele ve Mülksüzleşme Yonca CİNGÖZ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 29 Eyl 2021, 20:09

Fatma Ergelen: Annemin babası, “Ya” diyordu, “Asker kaçakları en güzel evlere yer- leşti, biz dul kadın çocuğuyuz diye en kötü evleri aldık” diye. Bu önemli bir şey yani çünkü erkeğin sesi daha fazla çıkıyor. Adam gitti, köyün en güzel yerini, bütün evleri asker kaçakları aldı… O zaman, ekersen yerdin anacığım, ekmezsen bir şey yok. Şimdiki gibi değil. Çeken çok yokluk çekti de biz görmedik Allaha bin şükür… herkes mesela hayvanını hayvanatını, koyununu kuzusunu bırakmış oradan, getirememiş… [Dedesi] Her şeyini orada bırakmış, buraya adam hiçbir şeysiz gelmiş. Mesela köylerden yumurta toplarmıştı sırtında köfü/sepet. Gider onları pazarda satarmıştı, yani o varlıklı insan. Ama buraya gelince tabii zahmet çekmişler.
1. kuşaktan aktarılan anlatılarda, Naipli’de ve Mahmutbey’de içinde yaşanan evler ve fiziki koşullar arasındaki büyük farklar; sahip olunan ve kaybedilen zenginliklerin, mücadele edilen yoksulluğun, mülksüzleşmeyi durdurma ve yeniden refaha kavuş- ma arzusunun güçlü bir sembolü olarak göze çarpar. Naipli’deki evlerinin genişliği, rahatlığı ve kalitesi vurgulanır. Fatma’nın annesi Ayşe, mübadeleden kısa süre önce babasının inşa ettirdiği evin büyüleyiciliğini birçok kez anlatmıştır:
Nizami Ergelen: Mesela anneanne, şeyden bahsediyordu daha fazla, evlerin bahçe duvarından. “Bizim evin bahçe duvarı 4 metreydi ve mermerdendi” diyordu. “Ya anneanne, yapma gözünü seveyim, mermerden bahçe duvarı mı olur?” diyordum. Ama gittiğimde gördüm ki doğal taş mermer oluyormuş… Belki ora- daki daha fazla zenginlikten dolayıydı. Babasının evi yeni yaptırdığından bahsediyordu. Belki de orada çok fazla yaşayamadığından da olabilir bu… Genelde zorluk çektiklerinde, zorluktan sonra hemen bunları anlatırlardı, “Biz memleketteyken böyle böyleydi” şeklinde.
Fatma Ergelen: Mesela benim annem anlatırdı. Rahmetli dedem yeni ev yapmış 3 katlı. Kavala’ya… böyle deyerdi, bahçe duvarından bir uçan kuş görünü- yor, deyerdi.
Fatma Ergelen Mahmutbey’de kendilerine verilen Rum evlerini küçük, eski, “döküntü”, rahatsız, karanlık olarak betimlerken, sonradan inşa ettirip taşındıkları evlerinden geniş, aydınlık, rahat, “saray gibi” diye bahseder. Rum evleriyle Naipli’de bırakılan evler arasındaki varlık/yokluk, rahatlık/rahatsızlık karşıtlığının benzeri, Rum evleriyle yeni inşa ettirilen evler arasında da vardır. Bu karşıtlık bellek-sonrasında tersyüz ol- muş bir biçimde tekrar eder. 1. kuşağın belleğinde evden eve taşınma göçü ve zenginlikten yoksulluğa geçişi imlerken, bu anlatıların 2. kuşağın deneyimiyle harmanlandığı bellek-sonrasında evden eve taşınma göçmenlikten yerleşikliğe, yoksulluktan yeniden zenginliğe geçişin ifadesi olarak okunabilir:
Fatma Ergelen: Anacım, ilk doğduğum ev, 7 yaşında çıktım oradan a, eskiydi. 7 yaşında bir ev yaptırdık, o ev ayrı ayaktı... çok güzeldi. Ahşap binaydı ama çok temizdi içi… O ev [Rum evi] nasıl bir evdi, hatırlarım. Bir odası güzel- di, dışa bakardı ama bir odası hiç camı yoktu. Bak hesap et, 7 yaşında oradan

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 11 misafir