GİRİT MERSİN GÜLCEMAL DÜN BUGÜN BİR MÜBADİL TORUNUNUN GÖZÜYLE Fazıl Tütüner İlk önce Aydın Oğulları Beyliği ile baş

Girit anıları ve söyleşileri
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

GİRİT MERSİN GÜLCEMAL DÜN BUGÜN BİR MÜBADİL TORUNUNUN GÖZÜYLE Fazıl Tütüner İlk önce Aydın Oğulları Beyliği ile baş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 11 Ağu 2019, 11:30

11007747_1572214383049357_830411590493253674_n.jpg
11007747_1572214383049357_830411590493253674_n.jpg (29.97 KiB) 1398 kere görüntülendi
GİRİT MERSİN GÜLCEMAL DÜN BUGÜN


BİR MÜBADİL TORUNUNUN GÖZÜYLE


Fazıl Tütüner


İlk önce Aydın Oğulları Beyliği ile başlayan, 1469 yılında Osmanlıların ilk kuşatmasıyla, sonra iki yüzyıl boyunca birçok Osmanlı kuşatmasıyla süren Girit’i alma isteği, Osmanlıların 1669 yılında adayı Venediklilerden almalarıyla sonuçlandı. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu 167 gemi ile 6 ay 21 gün süren kuşatma sonunda sekiz bin şehit vererek adayı almıştı. Bazı Giritli Türkler arasında Girit’i Osmanlı ülkesine katabilen Fazıl Ahmet Paşa’ya bir şükran ve saygı işareti olarak çocuklarına Fazıl ismini verdiler.

1669–1830 yılları arasında adada Rumlarla Türkler birlikte yaşıyorlar. Fetihten önce de Anadolu’dan gidip adaya yerleşmiş Türkler var. Örneğin, fetihten çok önce bir Mevlevi tekkesi kurulmuş adada. Osmanlı Devleti 19. yy.da güç yitirip geri çekildikçe, Balkanlar’da ve Girit’te Türklerin yaşamı zorlaşıyor. Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar kendi ulusal devletlerini kurmadan önce ve kurduktan sonra topraklarını genişletmek ve Türk nüfusu göçe zorlamak için, bugün pek hatırlanmayan büyük kıyımlar gerçekleştiriyorlar. Milyonlarca Balkan Türkü yüzlerce yıldır yaşadıkları, kök saldıkları memleketlerinden, her şeylerini geride bırakarak, yok edile edile Anadolu’ya sürülüyorlar. 1830 yılında Londra Protokolu ile çok cephede çarpışan Osmanlı Devletinden bağımsızlığını elde eden Yunanistan 1840 yılından başlayarak Girit’i kendine bağlama ve adada ayaklanma çıkartma girişimlerine başlıyor. Girit’te Türklere Rum çeteler saldırıyor ve kıyımlar düzenleniyor. Can derdiyle ve gelecek endişesiyle Girit’ten Türklerin Anadolu’ya göçü başlıyor. Osmanlı Devleti gelen göçmenleri (muhacir) çeşitli yerlere yerleştiriyor. Sultan gelenlere Anadolu’da arazi, bağ, bahçe, ev veriyor. ( ihsan ediyor) Bu nedenle göçle gelenlerin yerleştiği bazı mahalle veya köylerin adı İhsaniye oluyor. Mersin’de de Girit’ten gelenlerin yerleştirildiği bir mahallenin ve köyün adı İhsaniye olmuştur.

Osmanlının yaşadığı Balkan savaşı felaketinden sonra, 1913 yılında Girit Yunanistan egemenliğine geçiyor. 1860 yılında başlayan, Türk ailelerin bir kısmının adada kendileri için bir gelecek görememelerinden ötürü kendi istekleriyle Anadolu’ya gerçekleştirdikleri göçlerden sonra, Yunanistan kara yarımadasında ve diğer Ege adalarında yaklaşık 380.000 ve Girit adasında yaklaşık 120.000 Türk ve Müslüman nüfus kalıyor. Rum çetelerce Türklere, camilerine yapılan saldırılar durmuyor. Girit Türkleri bu saldırıları durdurmanın belki de artık tek çaresi olarak Atina’ya, artık adada egemen devlet olan Yunanistan’ın Kralı’na içinde bulundukları zor durumu anlatacak, birisi Tütüncüzade Fazıl Bey olmak üzere iki temsilci göndermeye karar veriyorlar. Yunan Kralı gelen iki temsilciyi dinliyor, sorumluların bulunması için (belki de göstermelik) temsilcilerin yanına iki müfettiş vererek adaya gönderiyor. Müfettişler adada soruşturma yapıyorlar, hazırladıkları raporla Atina’ya dönüyorlar. Krala yapılan şikâyet adada Rumların Fazıl Bey’i hain olarak algılamasına ve açık hedef olarak göstermelerine yol açıyor, saldırılara uğruyor ve kurtuluyor, öldürüleceği söyleniyor. Ada Yunanistan egemenliğine geçtiği için Osmanlı Devleti artık Atina’da elçilik düzeyinde Galip Kemali tarafından temsil ediliyor. Atina’ya giden Fazıl Bey ve diğer temsilci Osmanlı Devleti Elçisi Galip Kemali’yi ziyaret ediyor. Girit’te karşı karşıya bulundukları sindirme, göçe zorlama eylemlerini anlatıyorlar. Tercüman gazetesinin 1977 yılında yayınladığı 1001 Temel Eser serisinde Tahmisci-zade Mehmet Macit’in yazdığı “Girit Hatıraları” kitabında yer alan mektubunda Galip Kemali: “Kandiye ileri gelenlerinden Tütüncüzade Fazıl Bey ve arkadaşları geldiler, görüştük. İnşallah mesele iyi bir şekilde halledilecektir. Sabrediniz” demekten başka bir şey diyemiyor, çünkü artık Osmanlı devleti Yunanistan sınırları içinde kalmış Türk ve Müslüman nüfusu koruyabilecek durumda değil.

Birinci dünya savaşının patlaması nedeniyle Osmanlı Devleti elçisi Galip Kemali Yunanistan’ı terk etmek zorunda kalıyor. Korunması ve dokunulmaması gereken Osmanlı Elçiliği binası yağmalanıyor; elçilik arşivi, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Yunanlılar tarafından açılıyor ve belgelere el konuluyor. Oradaki makbuzlardan Fazıl Bey’in, Girit Yunanistan egemenliğine geçtiği için, artık zorunlu olarak Yunanistan vatandaşı olmuş olmasına rağmen, Osmanlı Ordusuna para yardımı yaptığının makbuzları ortaya çıkıyor. Fazıl Bey’in ayrıca Müslümanlara: “kurban kesmeyin, onun parasını Osmanlı Ordusu’na gönderin” propagandası yapmış olduğu da anlaşılıyor. Saldırılara uğruyor, İtalya’ya gidiyor, sonra gizlice Girit’e dönüyor, iki sene evinde gizleniyor. İtalya’da olduğu, dönmediği söyleniyor çevreye. Yunanistan ile artık kurulmakta olan yeni Türkiye’nin ordusu Anadolu’da savaşıyor. Girit’teki Türkler umutlarını Anadolu’daki savaşı Türk kuvvetlerinin kazanmasına bağlamış durumda. Anadolu’daki kurtuluş mücadelesini büyük bir heyecan ve endişe ile izliyorlar.

Savaş Yunanistan ordusuna karşı Anadolu’nun kesin zaferi ile sonuçlanınca, Girit Türkleri evlerinde bayram ediyorlar, fakat dışarıya korkudan yansıtamıyorlar. Anadolu’da yitirilen ve esir alınan Yunan askerlerin ailelerinin ve Rum çetelerin kendilerinden intikam almasından ve karşılaşabilecekleri yeni kıyımlardan korkuyorlar. Fakat Ankara hükümeti zaferden sonra hızlı davranarak İsmet İnönü imzasıyla yabancı ülke temsilciliklerine telgrafla kesin uyarı vermiş; “şayet Girit’te Türk nüfusa intikam için bir saldırı veya kıyım olursa, sağ kalan esir düşen yunan askerlerinin can güvenliğini sağlayamayız.” Bunun üzerine adadaki tüm kiliselerden günlerce anonslar yapılmış: “Türklere dokunmayın, yoksa Anadolu’da esir düşen evlatlarınız geri gelemeyecek.” Anadolu’da verilen kurtuluş savaşından sonra, Yunanistan ve yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Lozan Antlaşması çerçevesinde Müslüman Türkler 1924 yılında gerçekleştirilen nüfus değişimi (mübadele) ile Yunanistan egemenliği altında bulunan, yüzyıllardır üzerinde yaşamış oldukları memleketlerini kıyım, yitim, endişeli zor zamanlardan sonra zorunlu olarak terk etmek zorunda kalıyorlar. Anadolu’da yaşayan yaklaşık 1.200.000 Hıristiyan Rum da zorunlu olarak Yunanistan’a göç ediyor.

Büyükbabam Tütüncüzade Fazıl Bey ve babaannem Müveddet Hanım ve annesi Melek Hanım, onsekiz yaşındaki oğulları Sami (sonradan Sami Tütüner), kızları Ruhidil (sonradan Ruhidil Toluner) ve üç yaşındaki Necati (sonradan Avukat Necati Tütüner)kendilerinin ve atalarının yaşamış olduğu Girit’i zorunlu nüfus değişiminin parçası olarak terk etmek zorunda kalıyorlar. Yalnız din ve isim değiştirenlerin kalmasına izin verilmiş. Mübadele komisyonunda belgelerini onaylatacakları taşınmazlarının dörtte bir oranında kendilerine yeni ülkelerinde, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz verileceği açıklanmış. Anadolu’yu terk edecek Rum mübadillerin mallarının Anadolu’ya gelen yeni vatandaşlara dağıtımı öngörülmüş.

Yunanistan’dan geleceklere Anadolu’da yerleşecekleri yeri önceden seçme hakkı tanınmış ve Fazıl Bey, hakkında hiçbir şey bilmediği, duymadığı Mersin’i seçmiş. Çünkü kendisine mübadele komisyonu üyesi dayısı öğretmen Nuri Odabaşı: “Herkes İzmir’i İstanbul’u, Ege kıyılarını seçecek, oralarda yığılma olacak, Girit’teki mallarınızın karşılığını, dörtte bir bile olsa oralarda pek alamazsınız, pek bilinmeyen bir yeri seçin” önerisine kulak vermiş ve haritada deniz kıyında olduğunu gördüğü Mersin’i seçmiş. Onun o zamanki seçimi ailemizi Mersinli yaptı. Yazgımızı belirledi. 90 yıldır Mersinliyiz.

Tütüncüzade Fazıl Beyin son anda bile saldırıya uğramaması için, kendisini limana Kandiye’nin Rum Belediye başkanı arabası ile götürmüş. Fazıl beyin tanışıklık içinde olduğu bazı konsoloslar refakat etmiş. Mersin’e götürecek Gülcemal gemisine binmişler. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Nilüfer, Giresun, Mersin, Akdeniz, Rize, Bahrıcedit, Gülcemal adlı gemileri seferber ederek Türkleri Yunanistan’dan ve Girit’ten Anadolu’ya taşımaya başlamış. Bu arada Kurtuluş savaşında Sovyetlerden Karadeniz kıyılarına silah taşımış 55 yaşındaki emektar Ümit Gemisi Girit kıyılarında yolcularını almadan önce batmış. Herkes binlerce mübadili almadan battığı için şükretmiş. Binlerce insan az kalsın Akdeniz’in sularına gömülecekmiş. Bu olay göçün de tehlike ve risklerle karşı karşıya olduğunu düşündürtmüştür insanlara.

Gülcemal gemisi transatlantik olarak yapılmış, Avrupa’dan Amerika’ya göçmenler taşımış İki bacası, dört yelken direği varmış. 1875 yılında İngiltere’de yapıldığında adı Germanic. 1905 yılında satılıyor ve adı Ottawa oluyor. 1911 yılında Osmanlı Hükümeti tarafından 36 yaşında satın alındığı zaman devrin padişahı Sultan Reşat’ın, lakabı Arnavut Sofi olan annesinin adı Gülcemal veriliyor gemiye. 1720 yolcu kapasitesi var, fakat 1915 yılında İstanbul’dan Gelibolu’ya asker taşırken bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillenip yaralandığında içinde 4000 asker var, yüzme bilmeyen askerlerin çoğu boğulmuş. Gülcemal onarılmış ve uzun süre hizmet vermiş, kurtuluş savaşında asker ve cephane taşımış. Gülcemal Türk denizcilik tarihinin efsaneleşmiş gemilerinden. Manilere, şiirlere, türkülere konu olmuş. Bir Karadeniz manisinde:

Gülcemal dedikleri
Denizi elekleyi
Bacaları dumanli
Kıyıları bekleyi

Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanini
Aldın gittin yarimi
Yoktur senin imanin

Bedri Rahmi Eyüboğlu İstanbul Destanı adlı şiirinde:

İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
Bir varmış, bir yokmuş.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu’da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
Direklerinde güller tomurcuklanır.

Anadolu’da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemal’le gider İstanbul’a, Gülcemal’le gelir

Gülcemal hareket ederken küçük oğul Necati ağlamaya başlıyor ve “eve dönelim” diyor. Fazıl Bey ”dönemeyiz, dönersek bizi öldürecekler “diyor. Mersin’e gelecek gemi fırtına nedeniyle Marmaris’e sığınıyor. Yolculukta hastalananlar, ölenler var. Fazıl Bey karaya çıkmış, toprağı öpmüş, mülki amirin yerini sormuş, kaymakama götürmüşler, tabancasını çıkarmış, kaymakamın masasına koymuş, “benim artık buna ihtiyacım yok, artık vatana geldik, artık güvendeyiz.” demiş. O zaman Mersin’de liman yok, gemiler açıkta demir atıyor, yolcular sandallarla, mavnalarla kıyıdaki Alman İskelesi’ne taşınıyor. Mersin’e ayak bastıkları gün 24 Şubat 1924. Ceketlerinin, paltolarının ceplerinden çıkarttıkları Türk bayraklarını sallayarak karaya çıkıyorlar. İşte yaşayacakları yer, işte yeni vatan. İşte uzaktan büyük hayranlık ve saygıyla izledikleri, mücadelesini kazanması için dışarıya göstermeden dua ettikleri Mustafa Kemal’in ve milletinin kurtardığı topraklar. Mersinliler merakla kıyıya dizilmişler yeni hemşerilerini izliyorlar. Gelenlerin Türk olduğu söyleniyor, fakat çoğu Türkçe bilmiyor, bilenler bozuk bir Türkçe konuşuyorlar. Terk edilmiş eski İngiliz Yağ Fabrikası’na götürülüyorlar toplu olarak; orada büyük kazanlarda pişirilen kuru fasulye ve pilav ikram ediliyor. Hiç bilmedikleri Mersin’de, yeni bir hayata başlıyorlar. O zamanlar Mersin küçücük bir Akdeniz kasabası gibi.

Mersin’e gelen Giritlilere mal dağıtımı gecikmiş. Otellerde veya geçici yerlerde kirada kalarak zorlanmaya başlamışlar. Çocukluğumda babamın bana anlattığına göre Fazıl Bey çare olarak Ankara’ya giderek Atatürk’le görüşmüş ve Atatürk’ün Mersin mal müdürlüğüne hitaben yazılmış,”Girit’ten Mersin’e gelen Türklerin mallarının acilen teslimi” içerikli mektubunu getirmiş ve mallar teslim edilmeye başlanmış. Kuzinim Sevin Toluner’in ifadesine göre Fazıl Bey Ankara’ya gitmemiş, Atatürk Mersin’e geldiğinde onunla Mersin’de görüşmüş. Fazıl Beye, bugün Mersin Merkez Bankası’nın arkasındaki büyük bir ev veriliyor. Semihi Vural’ın yaptığı araştırma sonuçlarına göre mimar Mr. Ligor tarafından Rum kökenli İskitoğlu ailesi için kesme taştan yapılmış bir bina. Onun yanında Rum tüccarlar Bodosaki veya Pandelli’den kalan çırçır fabrikası ( fabrikalar caddesinde, Bereket Fabrikası adını veriyor aile) ve babamın üzerinde portakal bahçesi yetiştireceği arazi verilmiş. Girit’teki mallarının çok küçük bir karşılığını aldıklarını söylerlerdi. Çok büyük arazileri varmış Girit’te; babaannem Müveddet Hanımın babası Sami Bey’in, ürünlerini Avrupa’ya ihraç ettiği bir sabun fabrikası varmış.

Anadolu’dan ve Mersin’den gitmek zorunda kalan Rumların da çektikleri acıları, onların da yeni ülkelerinde çektikleri sıkıntıları, Yunanistan’da Anadolu özlemiyle yazılan kitaplar anlatıyor. Ailelerimize verilmiş olan evlerini ve nesillerdir içinde yaşamış oldukları kentlerini bir daha dönmemek üzere terk etmek zorunda kalırken, onlar da büyük olasılıkla tarifsiz kederler içindeydiler. Belki onların torunları da atalarının yaşamış olduğu Mersin’deki evleri arıyorlardır şimdi, benim de Kandiye’de büyüklerimin evini arayıp bulamamış olduğum gibi. Fakat Sadık Boltaç buldu Girit’te büyüklerinin evini. İçinde yaşayan aile konuksever davrandı, ikramda bulundu. Sadık Bey diz çöküp bahçede, ellerini dayayıp toprağa, gözlerini kapatıp kaldı bir süre, toprak aldı bahçeden sonra, getirip büyüklerinin mezarına serpti.

Evlerini ve memleketlerini etnik çatışmalar, savaşlar, kıyımlar, yitimler, sürgünler, kaçışlar nedeniyle terk etmek zorunda kalan insanları anlatan filmler, belgeseller, romanlar, bugünün ve dünün trajedileri, bugün Suriyelilerin yaşadıkları beni teğet geçemiyor, hüzne boğuyor. Ben yaşamadım böyle acılar, fakat babamdan küçük yaşlarımda dinlediklerimle o neslin acısı bana da geçti. Amcam Necati Tütüner hiç konuşmazdı bunları. “Boş ver, geçmiş şeyler bunlar” derdi. Eniştem Ercan Atakan bir gün “vedalaş artık Girit’le” dedi. Artık anlıyorum ki vedalaşamayacağım, bilakis köprüler kurma peşindeyim: sanat köprüsü, kültür köprüsü, turizm köprüsü, dostluk köprüsü.

Mübadele ile büyüklerimizin Türkiye’ye gelişi üzerinden 90 yıl geçti. Her yıl 24 Şubatta Girit kökenlilerin çocukları ve torunları olarak Mersin Cumhuriyet Meydanı’nda toplanıyoruz. Atatürk anıtına çiçek bırakıyor ve dernek başkanı Dr. Hüseyin Şendağ ağzından yıkımlar ve yitimler içinden hepimize yeni vatan Türkiye Cumhuriyeti’ni başta Atatürk olmak üzere kuranlara, yok edilme tehdidi altında yaşayan büyüklerimizi bu yeni vatana kabul edip taşıyanlara, milletimize teşekkür ediyoruz. Ulusumuzun esenliği, mutluluğu ve refahı için dileklerimizi dile getiriyor, büyüklerimiz iyi ve sadık vatandaşlar oldular, biz de iyi ve sadık vatandaşlar olmak için çaba sarf ediyoruz.

Anadolu’ya getirilen Girit Türklerinin üçüncü nesilindenim. Çocuklarımız dördüncü, torunlarımız beşinci nesil. Geçmiş 90 yıla karşın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma ana ve üst kimliği yanında bir alt kimlik olarak Girit kökenli olma kimliğimiz yitip gitmemiş gibi görünüyor. Vakıflar, dernekler kuruluyor, gazeteler, kitaplar yayınlanıyor. Bir zamanların Girit’inin Türk Müslüman nüfusunu ve Anadolu’ya göç etmişleri ve göçü anlatan, araştıran bilimsel araştırmalar artıyor. Binyıllar boyunca Akdeniz’in ortasındaki ve Akdeniz’in ikinci büyük bu adasında M.Ö. 4.000 yıllarındaki neolitik bir kültürden başlamak üzere Minos kültürünün, Akaların, Dorların, Romalıların, Abbasilerin, Bizanslıların, Venediklilerin, Osmanlıların, Yunanlıların egemen oldukları dönemlerle farklı bir Akdeniz kültürü oluşmuş ve bu ada halkı yönetenlerine hep isyan etmiş. Bu Akdeniz kültürü yaşamlarımıza bir boyut daha, bir zenginlik daha katıyor ve büyüklerimizin acılarla, zorluklarla, endişelerle ve yitimlerle dolu ortak geçmişi bizi birleştiriyor. Ulusumuza ve vatanımıza güçlü bağlarla bağlanmamıza, onun değerini bilmemize, onun esenliği için çalışmamıza yol açıyor.

Girit tarihinin kırımlarının, kıyımlarının bizi nefrete, yeni kırım ve kıyımlara, düşmanlıklara yöneltmemesini; insanlarımızın ve dünya insanlarının barışı, dostluğu, kardeşliği yaşam erekleri arasına almasını; insanlararası, soylararası, kültürarası, dinlerarası, uluslararası barış ve mutluluğun kurulmasını düşlüyoruz. Geçmişin acılarını unutmamak, fakat onların yinelenmemesi için, hiçbir topluluğa nefret söylemleri ile yaklaşılmamasını, nefret söylemlerinin cezalandırılmasını, tüm dünyada barışı kurmanın amaçlanmasını ve bunun için her bireyin çalışmasını ve hep barışın dile getirilmesini istiyoruz. Ne yazık ki büyüklerimizin Girit’te yaşadığı acılar bugünün dünyasının geçmişinde kalmamıştır. Bugün dünyanın birçok yerinde ve yanı başımızda, bir zamanlar vatandaşlarımız olan Suriyelilerin ülkesinde bu acılar, kırımlar, kıyımlar en kötü şekliyle ve inanılmaz ölçülerde sürmektedir. Barış çağrılarımız soyut değil, somuttur ve her yerde barışı kurmaya davet ve geleceğe dönük uyarıdır.

Mersin Girit Türkleri olarak doksanlı yıllarda dernek kurduk. Girit’e gittik. Kandiye Limanı’nda ablam Figen Tütüner ile rıhtımı seyredebileceğimiz kahvehanede oturduk, büyüklerimizin kurulu düzenlerinden bir daha dönmemek üzere bilinmez bir geleceğe doğru o rıhtımdan yeni ülkelerine Gülcemal gemisi ile hüzünle ayrılışlarını gözümüzün önüne getirmeye çalıştık. Kandiye’de yaşamış soylarımızın bugünkü çocukları ve torunları olarak belediyeyi ziyaret ettik, Ege’nin hepimizin yararına bir barış gölü olması arzumuzu dile getirdik. Türkiye’den göç etmiş veya ataları mübadele ile Anadolu’dan ayrılmak zorunda kalmışların bugünkü nesillerinden Giritlilerle tanıştık, sohbet ettik. Bir tanesi kaldığımız oteli bulup, bizi ziyaret etti ve otelin yemek salonunda bize Türkçe şarkı söyledi. Bir Yunanlı sanatçı topluluğunu Mersin’e davet ettik, Mersin’de onlarla Türkiye Yunanistan Dostluk Geceleri düzenledik. Bir gecede Yunanlı sanatçılarla Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçıları aynı sahnede yer aldılar ve kentimizin valisi ve belediye başkanı bizimle birlikte barışı ve dostluğu vurgulayan konuşmalar yaptılar. Türkiye-Yunanistan Barış Komitesi üyesi Zaharo Papadopulu Mersin’den döndükten bir iki yıl sonra Girit’te yapılacak bir festivale sanatçılarımızı göndermemizi istedi. Mersin Devlet Opera ve Bale sanatçılarından bir grubun Girit’e gitmesini sağladık. “Onlar bizim dedelerimizi kesti, siz onları davet ediyorsunuz” demişti bir dernek üyesi. Yunanlı sanatçılarla gerçekleştirilen etkinliklerden sonra gördük ki, toplumumuzun da, yöneticilerimizin de, devletimizin de ortak arzusu artık nefret etmek değil, yeni nesillerin kucaklaşması, geçmişin acı ve yaralarından ders alınması, insanlığın ortak mutluluğunun gerçekleştirilmesi ve refahının arttırılması için çalışılmasıdır. Dr. Asım Güngör, Dr. Hüseyin Şendağ, Sadık Boltaç Giritçe bildikleri için sık sık gidiyorlar artık Girit’e, yeni dostlar edindiler orda. Buluşuyorlar, konukseverlikle karşılanıyorlar ve ağırlanıyorlar. Günün birinde yolcu gemileri çalışacak Mersin Girit arasında, insanlar, guruplar gidip gelecekler; tüccarlar, işadamları yeni işbirlikleri, yeni yatırımlar gerçekleştirecekler, belki de Kandiye (yeni adıyla Heraklion) ile Mersin kardeş olacaktır. Bunlar dilek ve özlemlerimiz, dünya barışına katkımız bizim.

Tütüncüzade Fazıl Bey’in evi Kandiye’nin merkezinde, müzenin çok yakınındaymış, aradım, bulamadım. Söylentiye göre jandarma karakolu olarak kullanılıyormuş. Ne büyükbabam, ne babam yaşamları boyunca Girit’e gitmediler; zaten Yunanistan Hükümeti Giritli Türklerin eski memleketlerini ziyaret etmelerine izin vermiyordu. Babama bir gün: “baba ziyaret etmek istemez misin, mümkün olsa” diye sordum. “Hayır” demişti, “gidersem ağlarım.” Bunu söylediğinde 60 yıldan fazla, doğduğu ve onsekiz yaşına kadar yaşamış olduğu topraktan uzaktı, özlem ve acısı bitmemişti. Fakat nefret ve intikam duygularıyla dolu değildi. Diğer Girit kökenli dostlarımın da büyük çoğunluğunda bu durumu gözlemledim, nefret etmiyorlardı. Bunun üzerinde düşündüm, herhalde ada Rumlarının büyük kısmı ile yüzlerce yıl dostça bir arada yaşadıkları için ve en kötü günlerde bile dostluklara ihanet etmeyen, hatta Türkler adayı terk ederken arkalarından ağlayan komşuları Rumlar da olduğu için. Kandiye çarşısında alışveriş yaptığımız gümüş satıcısı demişti ki: “Anneannem anlatırdı, onların evlerinde ne pişerse bir tabak Türk komşularına götürülürmüş, Türk komşularından da her yemekten bir kap kendilerine gelirmiş.” Yunanistan’dan sanatçılarla birlikte Mersin’e davet ettiğimiz Türkiye- Yunanistan Barış Komitesi üyesi Zaharo Papadopulu’ nun mübadelede Foça’yı terk edip, Yunanistan a göç etmek zorunda kalan babası da, kızına yaşadığı sürece, Türklerin ve Yunanlıların dostluğu için çalışmasını vasiyet etmiş ve Zaharo’dan söz almış.

Atalarımızın Mersin’e gelişlerinin 90. yılı olan 2014 yılının ocak ayının 23.ve 24. günlerinde İçel Sanat Kulübü iki gün sürecek etkinliklerle bu yıldönümünü kutluyoruz. İçel Sanat Kulübü’ne ve doksan yıl birlikte ve mutluluk içinde yaşadığımız ve onların parçası olduğumuz, Akdeniz’in uygar, barışsever, dost Mersinliler’ine teşekkür ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve ulusumuza esenlikler diliyoruz.



Fazıl Tütüner

İlk önce Aydın Oğulları Beyliği ile başlayan, 1469 yılında Osmanlıların ilk kuşatmasıyla, sonra iki yüzyıl boyunca birçok Osmanlı kuşatmasıyla süren Girit’i alma isteği, Osmanlıların 1669 yılında adayı Venediklilerden almalarıyla sonuçlandı. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu 167 gemi ile 6 ay 21 gün süren kuşatma sonunda sekiz bin şehit vererek adayı almıştı. Bazı Giritli Türkler arasında Girit’i Osmanlı ülkesine katabilen Fazıl Ahmet Paşa’ya bir şükran ve saygı işareti olarak çocuklarına Fazıl ismini verdiler.

1669–1830 yılları arasında adada Rumlarla Türkler birlikte yaşıyorlar. Fetihten önce de Anadolu’dan gidip adaya yerleşmiş Türkler var. Örneğin, fetihten çok önce bir Mevlevi tekkesi kurulmuş adada. Osmanlı Devleti 19. yy.da güç yitirip geri çekildikçe, Balkanlar’da ve Girit’te Türklerin yaşamı zorlaşıyor. Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar kendi ulusal devletlerini kurmadan önce ve kurduktan sonra topraklarını genişletmek ve Türk nüfusu göçe zorlamak için, bugün pek hatırlanmayan büyük kıyımlar gerçekleştiriyorlar. Milyonlarca Balkan Türkü yüzlerce yıldır yaşadıkları, kök saldıkları memleketlerinden, her şeylerini geride bırakarak, yok edile edile Anadolu’ya sürülüyorlar. 1830 yılında Londra Protokolu ile çok cephede çarpışan Osmanlı Devletinden bağımsızlığını elde eden Yunanistan 1840 yılından başlayarak Girit’i kendine bağlama ve adada ayaklanma çıkartma girişimlerine başlıyor. Girit’te Türklere Rum çeteler saldırıyor ve kıyımlar düzenleniyor. Can derdiyle ve gelecek endişesiyle Girit’ten Türklerin Anadolu’ya göçü başlıyor. Osmanlı Devleti gelen göçmenleri (muhacir) çeşitli yerlere yerleştiriyor. Sultan gelenlere Anadolu’da arazi, bağ, bahçe, ev veriyor. ( ihsan ediyor) Bu nedenle göçle gelenlerin yerleştiği bazı mahalle veya köylerin adı İhsaniye oluyor. Mersin’de de Girit’ten gelenlerin yerleştirildiği bir mahallenin ve köyün adı İhsaniye olmuştur.

Osmanlının yaşadığı Balkan savaşı felaketinden sonra, 1913 yılında Girit Yunanistan egemenliğine geçiyor. 1860 yılında başlayan, Türk ailelerin bir kısmının adada kendileri için bir gelecek görememelerinden ötürü kendi istekleriyle Anadolu’ya gerçekleştirdikleri göçlerden sonra, Yunanistan kara yarımadasında ve diğer Ege adalarında yaklaşık 380.000 ve Girit adasında yaklaşık 120.000 Türk ve Müslüman nüfus kalıyor. Rum çetelerce Türklere, camilerine yapılan saldırılar durmuyor. Girit Türkleri bu saldırıları durdurmanın belki de artık tek çaresi olarak Atina’ya, artık adada egemen devlet olan Yunanistan’ın Kralı’na içinde bulundukları zor durumu anlatacak, birisi Tütüncüzade Fazıl Bey olmak üzere iki temsilci göndermeye karar veriyorlar. Yunan Kralı gelen iki temsilciyi dinliyor, sorumluların bulunması için (belki de göstermelik) temsilcilerin yanına iki müfettiş vererek adaya gönderiyor. Müfettişler adada soruşturma yapıyorlar, hazırladıkları raporla Atina’ya dönüyorlar. Krala yapılan şikâyet adada Rumların Fazıl Bey’i hain olarak algılamasına ve açık hedef olarak göstermelerine yol açıyor, saldırılara uğruyor ve kurtuluyor, öldürüleceği söyleniyor. Ada Yunanistan egemenliğine geçtiği için Osmanlı Devleti artık Atina’da elçilik düzeyinde Galip Kemali tarafından temsil ediliyor. Atina’ya giden Fazıl Bey ve diğer temsilci Osmanlı Devleti Elçisi Galip Kemali’yi ziyaret ediyor. Girit’te karşı karşıya bulundukları sindirme, göçe zorlama eylemlerini anlatıyorlar. Tercüman gazetesinin 1977 yılında yayınladığı 1001 Temel Eser serisinde Tahmisci-zade Mehmet Macit’in yazdığı “Girit Hatıraları” kitabında yer alan mektubunda Galip Kemali: “Kandiye ileri gelenlerinden Tütüncüzade Fazıl Bey ve arkadaşları geldiler, görüştük. İnşallah mesele iyi bir şekilde halledilecektir. Sabrediniz” demekten başka bir şey diyemiyor, çünkü artık Osmanlı devleti Yunanistan sınırları içinde kalmış Türk ve Müslüman nüfusu koruyabilecek durumda değil.

Birinci dünya savaşının patlaması nedeniyle Osmanlı Devleti elçisi Galip Kemali Yunanistan’ı terk etmek zorunda kalıyor. Korunması ve dokunulmaması gereken Osmanlı Elçiliği binası yağmalanıyor; elçilik arşivi, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Yunanlılar tarafından açılıyor ve belgelere el konuluyor. Oradaki makbuzlardan Fazıl Bey’in, Girit Yunanistan egemenliğine geçtiği için, artık zorunlu olarak Yunanistan vatandaşı olmuş olmasına rağmen, Osmanlı Ordusuna para yardımı yaptığının makbuzları ortaya çıkıyor. Fazıl Bey’in ayrıca Müslümanlara: “kurban kesmeyin, onun parasını Osmanlı Ordusu’na gönderin” propagandası yapmış olduğu da anlaşılıyor. Saldırılara uğruyor, İtalya’ya gidiyor, sonra gizlice Girit’e dönüyor, iki sene evinde gizleniyor. İtalya’da olduğu, dönmediği söyleniyor çevreye. Yunanistan ile artık kurulmakta olan yeni Türkiye’nin ordusu Anadolu’da savaşıyor. Girit’teki Türkler umutlarını Anadolu’daki savaşı Türk kuvvetlerinin kazanmasına bağlamış durumda. Anadolu’daki kurtuluş mücadelesini büyük bir heyecan ve endişe ile izliyorlar.

Savaş Yunanistan ordusuna karşı Anadolu’nun kesin zaferi ile sonuçlanınca, Girit Türkleri evlerinde bayram ediyorlar, fakat dışarıya korkudan yansıtamıyorlar. Anadolu’da yitirilen ve esir alınan Yunan askerlerin ailelerinin ve Rum çetelerin kendilerinden intikam almasından ve karşılaşabilecekleri yeni kıyımlardan korkuyorlar. Fakat Ankara hükümeti zaferden sonra hızlı davranarak İsmet İnönü imzasıyla yabancı ülke temsilciliklerine telgrafla kesin uyarı vermiş; “şayet Girit’te Türk nüfusa intikam için bir saldırı veya kıyım olursa, sağ kalan esir düşen yunan askerlerinin can güvenliğini sağlayamayız.” Bunun üzerine adadaki tüm kiliselerden günlerce anonslar yapılmış: “Türklere dokunmayın, yoksa Anadolu’da esir düşen evlatlarınız geri gelemeyecek.” Anadolu’da verilen kurtuluş savaşından sonra, Yunanistan ve yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Lozan Antlaşması çerçevesinde Müslüman Türkler 1924 yılında gerçekleştirilen nüfus değişimi (mübadele) ile Yunanistan egemenliği altında bulunan, yüzyıllardır üzerinde yaşamış oldukları memleketlerini kıyım, yitim, endişeli zor zamanlardan sonra zorunlu olarak terk etmek zorunda kalıyorlar. Anadolu’da yaşayan yaklaşık 1.200.000 Hıristiyan Rum da zorunlu olarak Yunanistan’a göç ediyor.

Büyükbabam Tütüncüzade Fazıl Bey ve babaannem Müveddet Hanım ve annesi Melek Hanım, onsekiz yaşındaki oğulları Sami (sonradan Sami Tütüner), kızları Ruhidil (sonradan Ruhidil Toluner) ve üç yaşındaki Necati (sonradan Avukat Necati Tütüner)kendilerinin ve atalarının yaşamış olduğu Girit’i zorunlu nüfus değişiminin parçası olarak terk etmek zorunda kalıyorlar. Yalnız din ve isim değiştirenlerin kalmasına izin verilmiş. Mübadele komisyonunda belgelerini onaylatacakları taşınmazlarının dörtte bir oranında kendilerine yeni ülkelerinde, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz verileceği açıklanmış. Anadolu’yu terk edecek Rum mübadillerin mallarının Anadolu’ya gelen yeni vatandaşlara dağıtımı öngörülmüş.

Yunanistan’dan geleceklere Anadolu’da yerleşecekleri yeri önceden seçme hakkı tanınmış ve Fazıl Bey, hakkında hiçbir şey bilmediği, duymadığı Mersin’i seçmiş. Çünkü kendisine mübadele komisyonu üyesi dayısı öğretmen Nuri Odabaşı: “Herkes İzmir’i İstanbul’u, Ege kıyılarını seçecek, oralarda yığılma olacak, Girit’teki mallarınızın karşılığını, dörtte bir bile olsa oralarda pek alamazsınız, pek bilinmeyen bir yeri seçin” önerisine kulak vermiş ve haritada deniz kıyında olduğunu gördüğü Mersin’i seçmiş. Onun o zamanki seçimi ailemizi Mersinli yaptı. Yazgımızı belirledi. 90 yıldır Mersinliyiz.

Tütüncüzade Fazıl Beyin son anda bile saldırıya uğramaması için, kendisini limana Kandiye’nin Rum Belediye başkanı arabası ile götürmüş. Fazıl beyin tanışıklık içinde olduğu bazı konsoloslar refakat etmiş. Mersin’e götürecek Gülcemal gemisine binmişler. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Nilüfer, Giresun, Mersin, Akdeniz, Rize, Bahrıcedit, Gülcemal adlı gemileri seferber ederek Türkleri Yunanistan’dan ve Girit’ten Anadolu’ya taşımaya başlamış. Bu arada Kurtuluş savaşında Sovyetlerden Karadeniz kıyılarına silah taşımış 55 yaşındaki emektar Ümit Gemisi Girit kıyılarında yolcularını almadan önce batmış. Herkes binlerce mübadili almadan battığı için şükretmiş. Binlerce insan az kalsın Akdeniz’in sularına gömülecekmiş. Bu olay göçün de tehlike ve risklerle karşı karşıya olduğunu düşündürtmüştür insanlara.

Gülcemal gemisi transatlantik olarak yapılmış, Avrupa’dan Amerika’ya göçmenler taşımış İki bacası, dört yelken direği varmış. 1875 yılında İngiltere’de yapıldığında adı Germanic. 1905 yılında satılıyor ve adı Ottawa oluyor. 1911 yılında Osmanlı Hükümeti tarafından 36 yaşında satın alındığı zaman devrin padişahı Sultan Reşat’ın, lakabı Arnavut Sofi olan annesinin adı Gülcemal veriliyor gemiye. 1720 yolcu kapasitesi var, fakat 1915 yılında İstanbul’dan Gelibolu’ya asker taşırken bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillenip yaralandığında içinde 4000 asker var, yüzme bilmeyen askerlerin çoğu boğulmuş. Gülcemal onarılmış ve uzun süre hizmet vermiş, kurtuluş savaşında asker ve cephane taşımış. Gülcemal Türk denizcilik tarihinin efsaneleşmiş gemilerinden. Manilere, şiirlere, türkülere konu olmuş. Bir Karadeniz manisinde:

Gülcemal dedikleri
Denizi elekleyi
Bacaları dumanli
Kıyıları bekleyi

Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanini
Aldın gittin yarimi
Yoktur senin imanin

Bedri Rahmi Eyüboğlu İstanbul Destanı adlı şiirinde:

İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
Bir varmış, bir yokmuş.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu’da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
Direklerinde güller tomurcuklanır.

Anadolu’da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemal’le gider İstanbul’a, Gülcemal’le gelir

Gülcemal hareket ederken küçük oğul Necati ağlamaya başlıyor ve “eve dönelim” diyor. Fazıl Bey ”dönemeyiz, dönersek bizi öldürecekler “diyor. Mersin’e gelecek gemi fırtına nedeniyle Marmaris’e sığınıyor. Yolculukta hastalananlar, ölenler var. Fazıl Bey karaya çıkmış, toprağı öpmüş, mülki amirin yerini sormuş, kaymakama götürmüşler, tabancasını çıkarmış, kaymakamın masasına koymuş, “benim artık buna ihtiyacım yok, artık vatana geldik, artık güvendeyiz.” demiş. O zaman Mersin’de liman yok, gemiler açıkta demir atıyor, yolcular sandallarla, mavnalarla kıyıdaki Alman İskelesi’ne taşınıyor. Mersin’e ayak bastıkları gün 24 Şubat 1924. Ceketlerinin, paltolarının ceplerinden çıkarttıkları Türk bayraklarını sallayarak karaya çıkıyorlar. İşte yaşayacakları yer, işte yeni vatan. İşte uzaktan büyük hayranlık ve saygıyla izledikleri, mücadelesini kazanması için dışarıya göstermeden dua ettikleri Mustafa Kemal’in ve milletinin kurtardığı topraklar. Mersinliler merakla kıyıya dizilmişler yeni hemşerilerini izliyorlar. Gelenlerin Türk olduğu söyleniyor, fakat çoğu Türkçe bilmiyor, bilenler bozuk bir Türkçe konuşuyorlar. Terk edilmiş eski İngiliz Yağ Fabrikası’na götürülüyorlar toplu olarak; orada büyük kazanlarda pişirilen kuru fasulye ve pilav ikram ediliyor. Hiç bilmedikleri Mersin’de, yeni bir hayata başlıyorlar. O zamanlar Mersin küçücük bir Akdeniz kasabası gibi.

Mersin’e gelen Giritlilere mal dağıtımı gecikmiş. Otellerde veya geçici yerlerde kirada kalarak zorlanmaya başlamışlar. Çocukluğumda babamın bana anlattığına göre Fazıl Bey çare olarak Ankara’ya giderek Atatürk’le görüşmüş ve Atatürk’ün Mersin mal müdürlüğüne hitaben yazılmış,”Girit’ten Mersin’e gelen Türklerin mallarının acilen teslimi” içerikli mektubunu getirmiş ve mallar teslim edilmeye başlanmış. Kuzinim Sevin Toluner’in ifadesine göre Fazıl Bey Ankara’ya gitmemiş, Atatürk Mersin’e geldiğinde onunla Mersin’de görüşmüş. Fazıl Beye, bugün Mersin Merkez Bankası’nın arkasındaki büyük bir ev veriliyor. Semihi Vural’ın yaptığı araştırma sonuçlarına göre mimar Mr. Ligor tarafından Rum kökenli İskitoğlu ailesi için kesme taştan yapılmış bir bina. Onun yanında Rum tüccarlar Bodosaki veya Pandelli’den kalan çırçır fabrikası ( fabrikalar caddesinde, Bereket Fabrikası adını veriyor aile) ve babamın üzerinde portakal bahçesi yetiştireceği arazi verilmiş. Girit’teki mallarının çok küçük bir karşılığını aldıklarını söylerlerdi. Çok büyük arazileri varmış Girit’te; babaannem Müveddet Hanımın babası Sami Bey’in, ürünlerini Avrupa’ya ihraç ettiği bir sabun fabrikası varmış.

Anadolu’dan ve Mersin’den gitmek zorunda kalan Rumların da çektikleri acıları, onların da yeni ülkelerinde çektikleri sıkıntıları, Yunanistan’da Anadolu özlemiyle yazılan kitaplar anlatıyor. Ailelerimize verilmiş olan evlerini ve nesillerdir içinde yaşamış oldukları kentlerini bir daha dönmemek üzere terk etmek zorunda kalırken, onlar da büyük olasılıkla tarifsiz kederler içindeydiler. Belki onların torunları da atalarının yaşamış olduğu Mersin’deki evleri arıyorlardır şimdi, benim de Kandiye’de büyüklerimin evini arayıp bulamamış olduğum gibi. Fakat Sadık Boltaç buldu Girit’te büyüklerinin evini. İçinde yaşayan aile konuksever davrandı, ikramda bulundu. Sadık Bey diz çöküp bahçede, ellerini dayayıp toprağa, gözlerini kapatıp kaldı bir süre, toprak aldı bahçeden sonra, getirip büyüklerinin mezarına serpti.

Evlerini ve memleketlerini etnik çatışmalar, savaşlar, kıyımlar, yitimler, sürgünler, kaçışlar nedeniyle terk etmek zorunda kalan insanları anlatan filmler, belgeseller, romanlar, bugünün ve dünün trajedileri, bugün Suriyelilerin yaşadıkları beni teğet geçemiyor, hüzne boğuyor. Ben yaşamadım böyle acılar, fakat babamdan küçük yaşlarımda dinlediklerimle o neslin acısı bana da geçti. Amcam Necati Tütüner hiç konuşmazdı bunları. “Boş ver, geçmiş şeyler bunlar” derdi. Eniştem Ercan Atakan bir gün “vedalaş artık Girit’le” dedi. Artık anlıyorum ki vedalaşamayacağım, bilakis köprüler kurma peşindeyim: sanat köprüsü, kültür köprüsü, turizm köprüsü, dostluk köprüsü.

Mübadele ile büyüklerimizin Türkiye’ye gelişi üzerinden 90 yıl geçti. Her yıl 24 Şubatta Girit kökenlilerin çocukları ve torunları olarak Mersin Cumhuriyet Meydanı’nda toplanıyoruz. Atatürk anıtına çiçek bırakıyor ve dernek başkanı Dr. Hüseyin Şendağ ağzından yıkımlar ve yitimler içinden hepimize yeni vatan Türkiye Cumhuriyeti’ni başta Atatürk olmak üzere kuranlara, yok edilme tehdidi altında yaşayan büyüklerimizi bu yeni vatana kabul edip taşıyanlara, milletimize teşekkür ediyoruz. Ulusumuzun esenliği, mutluluğu ve refahı için dileklerimizi dile getiriyor, büyüklerimiz iyi ve sadık vatandaşlar oldular, biz de iyi ve sadık vatandaşlar olmak için çaba sarf ediyoruz.

Anadolu’ya getirilen Girit Türklerinin üçüncü nesilindenim. Çocuklarımız dördüncü, torunlarımız beşinci nesil. Geçmiş 90 yıla karşın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma ana ve üst kimliği yanında bir alt kimlik olarak Girit kökenli olma kimliğimiz yitip gitmemiş gibi görünüyor. Vakıflar, dernekler kuruluyor, gazeteler, kitaplar yayınlanıyor. Bir zamanların Girit’inin Türk Müslüman nüfusunu ve Anadolu’ya göç etmişleri ve göçü anlatan, araştıran bilimsel araştırmalar artıyor. Binyıllar boyunca Akdeniz’in ortasındaki ve Akdeniz’in ikinci büyük bu adasında M.Ö. 4.000 yıllarındaki neolitik bir kültürden başlamak üzere Minos kültürünün, Akaların, Dorların, Romalıların, Abbasilerin, Bizanslıların, Venediklilerin, Osmanlıların, Yunanlıların egemen oldukları dönemlerle farklı bir Akdeniz kültürü oluşmuş ve bu ada halkı yönetenlerine hep isyan etmiş. Bu Akdeniz kültürü yaşamlarımıza bir boyut daha, bir zenginlik daha katıyor ve büyüklerimizin acılarla, zorluklarla, endişelerle ve yitimlerle dolu ortak geçmişi bizi birleştiriyor. Ulusumuza ve vatanımıza güçlü bağlarla bağlanmamıza, onun değerini bilmemize, onun esenliği için çalışmamıza yol açıyor.

Girit tarihinin kırımlarının, kıyımlarının bizi nefrete, yeni kırım ve kıyımlara, düşmanlıklara yöneltmemesini; insanlarımızın ve dünya insanlarının barışı, dostluğu, kardeşliği yaşam erekleri arasına almasını; insanlararası, soylararası, kültürarası, dinlerarası, uluslararası barış ve mutluluğun kurulmasını düşlüyoruz. Geçmişin acılarını unutmamak, fakat onların yinelenmemesi için, hiçbir topluluğa nefret söylemleri ile yaklaşılmamasını, nefret söylemlerinin cezalandırılmasını, tüm dünyada barışı kurmanın amaçlanmasını ve bunun için her bireyin çalışmasını ve hep barışın dile getirilmesini istiyoruz. Ne yazık ki büyüklerimizin Girit’te yaşadığı acılar bugünün dünyasının geçmişinde kalmamıştır. Bugün dünyanın birçok yerinde ve yanı başımızda, bir zamanlar vatandaşlarımız olan Suriyelilerin ülkesinde bu acılar, kırımlar, kıyımlar en kötü şekliyle ve inanılmaz ölçülerde sürmektedir. Barış çağrılarımız soyut değil, somuttur ve her yerde barışı kurmaya davet ve geleceğe dönük uyarıdır.

Mersin Girit Türkleri olarak doksanlı yıllarda dernek kurduk. Girit’e gittik. Kandiye Limanı’nda ablam Figen Tütüner ile rıhtımı seyredebileceğimiz kahvehanede oturduk, büyüklerimizin kurulu düzenlerinden bir daha dönmemek üzere bilinmez bir geleceğe doğru o rıhtımdan yeni ülkelerine Gülcemal gemisi ile hüzünle ayrılışlarını gözümüzün önüne getirmeye çalıştık. Kandiye’de yaşamış soylarımızın bugünkü çocukları ve torunları olarak belediyeyi ziyaret ettik, Ege’nin hepimizin yararına bir barış gölü olması arzumuzu dile getirdik. Türkiye’den göç etmiş veya ataları mübadele ile Anadolu’dan ayrılmak zorunda kalmışların bugünkü nesillerinden Giritlilerle tanıştık, sohbet ettik. Bir tanesi kaldığımız oteli bulup, bizi ziyaret etti ve otelin yemek salonunda bize Türkçe şarkı söyledi. Bir Yunanlı sanatçı topluluğunu Mersin’e davet ettik, Mersin’de onlarla Türkiye Yunanistan Dostluk Geceleri düzenledik. Bir gecede Yunanlı sanatçılarla Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçıları aynı sahnede yer aldılar ve kentimizin valisi ve belediye başkanı bizimle birlikte barışı ve dostluğu vurgulayan konuşmalar yaptılar. Türkiye-Yunanistan Barış Komitesi üyesi Zaharo Papadopulu Mersin’den döndükten bir iki yıl sonra Girit’te yapılacak bir festivale sanatçılarımızı göndermemizi istedi. Mersin Devlet Opera ve Bale sanatçılarından bir grubun Girit’e gitmesini sağladık. “Onlar bizim dedelerimizi kesti, siz onları davet ediyorsunuz” demişti bir dernek üyesi. Yunanlı sanatçılarla gerçekleştirilen etkinliklerden sonra gördük ki, toplumumuzun da, yöneticilerimizin de, devletimizin de ortak arzusu artık nefret etmek değil, yeni nesillerin kucaklaşması, geçmişin acı ve yaralarından ders alınması, insanlığın ortak mutluluğunun gerçekleştirilmesi ve refahının arttırılması için çalışılmasıdır. Dr. Asım Güngör, Dr. Hüseyin Şendağ, Sadık Boltaç Giritçe bildikleri için sık sık gidiyorlar artık Girit’e, yeni dostlar edindiler orda. Buluşuyorlar, konukseverlikle karşılanıyorlar ve ağırlanıyorlar. Günün birinde yolcu gemileri çalışacak Mersin Girit arasında, insanlar, guruplar gidip gelecekler; tüccarlar, işadamları yeni işbirlikleri, yeni yatırımlar gerçekleştirecekler, belki de Kandiye (yeni adıyla Heraklion) ile Mersin kardeş olacaktır. Bunlar dilek ve özlemlerimiz, dünya barışına katkımız bizim.

Tütüncüzade Fazıl Bey’in evi Kandiye’nin merkezinde, müzenin çok yakınındaymış, aradım, bulamadım. Söylentiye göre jandarma karakolu olarak kullanılıyormuş. Ne büyükbabam, ne babam yaşamları boyunca Girit’e gitmediler; zaten Yunanistan Hükümeti Giritli Türklerin eski memleketlerini ziyaret etmelerine izin vermiyordu. Babama bir gün: “baba ziyaret etmek istemez misin, mümkün olsa” diye sordum. “Hayır” demişti, “gidersem ağlarım.” Bunu söylediğinde 60 yıldan fazla, doğduğu ve onsekiz yaşına kadar yaşamış olduğu topraktan uzaktı, özlem ve acısı bitmemişti. Fakat nefret ve intikam duygularıyla dolu değildi. Diğer Girit kökenli dostlarımın da büyük çoğunluğunda bu durumu gözlemledim, nefret etmiyorlardı. Bunun üzerinde düşündüm, herhalde ada Rumlarının büyük kısmı ile yüzlerce yıl dostça bir arada yaşadıkları için ve en kötü günlerde bile dostluklara ihanet etmeyen, hatta Türkler adayı terk ederken arkalarından ağlayan komşuları Rumlar da olduğu için. Kandiye çarşısında alışveriş yaptığımız gümüş satıcısı demişti ki: “Anneannem anlatırdı, onların evlerinde ne pişerse bir tabak Türk komşularına götürülürmüş, Türk komşularından da her yemekten bir kap kendilerine gelirmiş.” Yunanistan’dan sanatçılarla birlikte Mersin’e davet ettiğimiz Türkiye- Yunanistan Barış Komitesi üyesi Zaharo Papadopulu’ nun mübadelede Foça’yı terk edip, Yunanistan a göç etmek zorunda kalan babası da, kızına yaşadığı sürece, Türklerin ve Yunanlıların dostluğu için çalışmasını vasiyet etmiş ve Zaharo’dan söz almış.

Atalarımızın Mersin’e gelişlerinin 90. yılı olan 2014 yılının ocak ayının 23.ve 24. günlerinde İçel Sanat Kulübü iki gün sürecek etkinliklerle bu yıldönümünü kutluyoruz. İçel Sanat Kulübü’ne ve doksan yıl birlikte ve mutluluk içinde yaşadığımız ve onların parçası olduğumuz, Akdeniz’in uygar, barışsever, dost Mersinliler’ine teşekkür ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve ulusumuza esenlikler diliyoruz.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir