Etnik Kimlik Üzerine: İzmir’de Yaşayan Girit Mübadilleri Hakkında Araştırma

Girit ve Girit Türkleri ile ilgili Haberler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Etnik Kimlik Üzerine: İzmir’de Yaşayan Girit Mübadilleri Hakkında Araştırma

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 25 Eyl 2019, 19:46

Etnik Kimlik Üzerine: İzmir’de Yaşayan Girit Mübadilleri Hakkında Araştırma

Giriş


a. Göç
1. (isim) Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret.
2. Evden eve taşınma, nakil.
3. (hayvan bilimi ) Kuşların, geyiklerin, yarasaların, bazı balık ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarı vb.ne göre çevre değiştirmeleri.
4. Taşınma sırasında götürülen ev eşyaları.
Yukarıda verilen göç tanımları TDK’nin Güncel Türkçe Sözlüğünden alıntılanmıştır. Bu tanımlamalara baktığımızda göçün çoğu zaman istenen bir şey olduğunu düşünebiliriz. Fakat ilk tanımda görüldüğü üzere göç bazen ekonomik, toplumsal ve siyasi sebeplerle gerçekleşiyor ve her zaman istenerek yapılmıyor.
Diğer anlamlarına baktığımızda göçün taşınma sırasında götürülen ev eşyaları anlamına geldiğini görüyoruz. Bu tanım bize göçün genellikle planlı işleyen bir nakil işlemi olduğunu çağrıştırıyor.
Göçün altında o bir kavram olan mübadele ise esasında ‘’değişim’’ anlamına geliyor. Girit mübadilleri ele alındığında bu değişimin insanlar arasında yapıldığını görüyoruz. Bir gecede göç etmeleri istenen Giritli Müslümanlar geri dönecekleri evlerinden eşyalarını, birikimlerini alamadan yola çıkmaya zorlanıyorlar ve ülkemizde göçmen olarak görülüyorlar. Yukarıda yapılan tanımlara göre mübadeleyi göç olarak ele almak doğru mudur diye düşündürüyor.

b. Etniklik/Etnik kimlik/Kimlik
Bugün tüm dünyada yaşayan tüm insanlar üzerinde adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum yerlerinin yazdığı ve onları kendi sistemleri içinde numaralandırıp kim olduğunu anlamamızı sağlayan kartlar taşıyorlar. Kimliğimiz kendimizi tanıtmanın en kestirme yolu ve kendimizi tanıtmak bir gereklilik. İnsanlar tanımlanamayandan ürker, öyle ki bugün sadece kendimizi değil evcil hayvanlarımızı bile tanımlamak, onlara bir kişilik kazandırmak için kimlikler veriyoruz.
Kimlik her zaman bir tane olmaz, herkesin bir çok kimliği olur. Bazı kimlikler doğuştan gelir ve değiştirilemez; hangi aileden geldiğimiz, yaşımız, nereli olduğumuz gibi. Bazı kimliklerse kişinin kendi seçimlerine bağlı şekillenir; anne veya baba olmak, cinsel kimlik, meslek vb. gibi.
‘’Öncelikle belirtmelidir ki, kimlik insana özgü bir kavramdır. Kimliğin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan ilki tanımlama ve tanınma, ikincisi aidiyettir….Toplumsal ve kültürel dünyanın oluşumu, bu dünyayı tanımlayan, açıklayan ve aktaran bir dil aracını gerektirir. Kimlik, kaba bir tanımla, kısaca, kişilerin ve çeşitli büyüklük ve nicelikteki grupların ‘kimsiniz, kimlerdensiniz?’ sorusuna verdikleri cevaplardır.’’(Emiroğlu-Aydın, 2009:469)
Etniklik ve etnik kimlik ise çok daha farklı bağlamlarla ilişkilidir. ‘’…, bireyin duygusal olarak bir gruba olan aidiyet demek olan duygu-tonlu bir temele dayanır. Buna, ilaveten ortak tarih veya toprak üzerine de geniş bir vurgu vardır.’’(Lewellen, 2011:216) ‘’Etnik ve ulusal grupların tarihsel melez doğalarına rağmen, özkimlik her zaman değilse bile çoğu zaman bir tür ilksellik ile meşrulaştırılmaktadır. Bu, kimliğin, tarihin ve hatta tarihöncesinin derinliklerine uzanan belirli bir ırk veya öz bir kültür ve hatta dine dayandığı fikridir. Böylelikle kimlik, kana, şehitliğe, ruha ve belki de duygusallıkla yüklü bir dille sarmalanmış olan etkili bir anlam bütünüyle dopdolu hale gelmiş olmaktadır.’’(Lewellen, 2011:210)
‘’Belirli bir dinsel, dilsel, mekânsal ve/veya kültürel özellikler bakımından hem kendisini diğerlerinden ‘ayrı’ gören hem de diğerleri tarafından ‘başka’ sayılan, bütünlüklü bir kimliğe ve kendine özgü kültürleme sürecine sahip, içerden evlenme suretiyle bu grup kimliğini koruyan ve grubun sürekliliğini sağlayan toplumsal/kültürel ve bazen de siyasal oluşum… kendini farklı olarak algılamakla ilgili bulunan, etik ve emik boyutlara sahip, yani kültürel kimliğe bitişik, ayrı bir halk olma, ayrı bir kültürel varlık olma bilinciyle, bu bilincin simetrik algısı olan ötekiler ile araya çizginin çekildiği noktada başlar.’’ (Emiroğlu-Aydın, 2009:277)
Tarihsel Süreç
Girit, M.Ö. 67 yılında Roma İmparatorluğunu tarafından işgal edildikten sonra M.S. 395 yılında Roma’nın yıkılmasıyla Bizans İmparatorluğunun karakollarından biri oldu. Dördüncü haçlı seferleriyle Girit Latinlerce fethedilip Bonifacio Monferato tarafından saf gümüş karşılığında Venediklilere satıldı. Venediklilerin koydukları ağır vergiler yüzünden halkın bir çoğu İslam ülkelerine, bir çoğu Mısır’a göçtü. Osmanlı devletinden bir çok bey, -Fatih Sultan Mehmet de dahil- adayı işgal altına almaya çalıştı fakat başarılı olamadı. Bu işgaller M.S. 1341’den başlayarak M.S. 1644’e kadar sürdü.
1644 yılında Kaptanı Derya Yusuf Paşa tarafından işgaller başlatıldı.
1645’te Hanya işgal edildi. 1656’da Köprülü Mehmet Paşa işgallerin tamamlanması için çalışmalarını sürdürdü.
1666 Fazıl Ahmet Paşa Hanya’ya geldi ve işgale yeniden başladı.
1669 yılında Girit adası, Osmanlı devletinin hakimiyeti altına girmişti. Osmanlı devleti ada yerlilerini dinsel ve dilsel olarak özgür bırakmıştı ve adaya Müslümanları yerleştirmişti.
1675 yılında Girit idaresi, Kandiya, Hanya ve Resmo olarak üçe bölündü.
1821 yılında Yunan kurtuluş mücadelesi sırasında Hanya’da bulunan Rum köyleri kışkırtılarak Türk köylerine saldırdı. Buna bağlı olarak ayaklanmalar başladı.
1830’da Yunan Krallığı Girit’i istedi.
1865’te Yedi adaların Yunanistan’a verilmesiyle Hristiyan Rumlar isyan ederek Türk halka zarar verir. İsyanlar uzun bir süre devam etti, bu sırada Osmanlı bayrağı indirilip Yunan bayrağı asıldı. Resmi işler için dil Rumcaya döndü.
1908’de Balkanlar Savaşında Osmanlının yenilmesiyle Girit adası Yunanistan’a bağlandı.
1919’da İzmir’in işgaliyle Girit’te yaşayan Türkler için hayat çekilmez bir hal almaya başladı.
İlki 1924’te olmak üzere iki büyük mübadele gerçekleştirilerek Girit coğrafyasında Müslüman nüfusu sıfıra indirildi.

Girit’te Yaşam
Girit’te yaşam Yunan Krallığı’nın kurulup Osmanlı Devleti’nden Girit’i isteyinceye kadar hem Rum hem de Müslüman vatandaşlar için kolaymış. Yapılan nüfus sayımlarına göre1 1821 ve 1911 yılları arasında neredeyse yarı yarıya olan Rum-Müslüman nüfusu 1911’de nüfusun onda birine kadar düşmüş. Özellikle 1900 yılından sonra adadan 10.000 kişi göçmüş. Mübadeleden önce yapılan bu göçler, bize mübadelenin sebeplerinin aslında 100 yıl öncesinden ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor.
Girit ada olması bakımından coğrafi özellikleriyle tarımdan çok hayvancılığa müsait bir yer olarak görülüyor. Özellikle ada sakinleri keçi yetiştiriyor. Buna bağlı olarak keçi sütü üretimi çok fazla ve peynircilikte çok gelişmişler. Ayrıca bir Akdeniz adası olmasıyla zeytincilik ve zeytinyağı imalatında da çok gelişmişler.
Girit’e Türklerin gelişinden sonra adanın anadilinde değişim olmamış. Resmi kurumlarda Türkçe de konuşuluyormuş. Fakat halkın dili Yunanca’nın bir lehçesi olan Giritçeymiş. Yine de Giritçe bazı şarkılarda kullanılan nidalara baktığımızda veya bazı kelimeleri izlediğimizde Türkçe’den izler taşıdığını görmekteyiz.
Adanın kentlerine bakıldığında Müslüman ve Ortadoks halkın içiçe yaşadığı bilinirken, köylere gittiğimizde ayrı köylerde yaşamayı tercih ettiklerini görüyoruz.2 Ada halkının komşuluk ilişkileri çok iyiymiş. Tarım ve hayvancılıkla uğraşılan adada bir liman kenti olmasıyla ticarette çok yaygınmış fakat Türkler Rum nüfusa göre ticaretle daha az uğraşmışlar. Daha çok rençberlik ve küçük çapta esnaflık yapmışlar.3
‘’Girit’te çoğunluk Rumların yanında çalışıyor. Türkler tarımda, Rumlar satışta iyi. İzmir’deki hanlarda, çarşılarda Rumlar etkin. Bana kalırsa mübadeleden önce de Türklerin geçim kaynağı Rumlar, bizi kullanıyorlar gibi bir sevmeme durumu var bu yüzden. Mübadeleden sonraysa Türkler de Rum topraklarını yağmalıyor mesela.’’[B.C.]
Birlikte ortak bir üretim geliştirmişler. Bu sayede Ortadoks ve Müslümanlar birbirleriyle sosyal ve ekonomik anlamda içiçe bir durumdaymış.
1 Sepetçioğlu, Aydın-2007, sf.22
2 Sepetçioğlu, Aydın-2007, sf.23
3 Sepetçioğlu, Aydın-2007, sf.24
Adanın Müslüman nüfusunda Bektaşilik fazlaca görülüyor ve dini inançlarını özgürce yaşadıklarını ifade ediyorlar. Farklı açılardan bir çok ilişki geliştirerek birlikte yaşayan ada halkı birbirlerinin dini bayramlarına ve kutlamalarına katılıyor ve yardımlaşıyorlarmış.
‘’Ne zaman bizim dergahlarda şey olduğu zaman şimdi Cem yapıyoruz diyorlar. Bu tür toplantılarda Rum komşularda saygıyla gelip ne yapılacaksa, yemektir falan, ikramdır destek olurlarmış. Aynı şekilde Müslümanlar da, hepsini kastetmiyorum arada bazı yobazlar varmış- Rumlarında Paskalyaları olduğu zaman Türkler de onlara yumurta yapar, boyarmış.’’ [M.B]
‘’Yunanistan Krallığı’nın kurulması sonrası, her iki devlet arasında bitmek bilmeyen savaşlar sırasında, özellikle sınır bölgelerinde ve toprak olarak sürekli büyüyen Yunanistan’a ilhak olmuş eski Osmanlı topraklarında, karşılıklı katliam ve zorbalıklar, 19.yüzyılın ortalarından itibaren söz konusu yerlerin olağan görüntülerindendi. Çetelerin baskınları sonucu, var olan hoşgörülü ortam bozulmaya yüz tutmuş, süregelen kargaşalık da mübadele ile sonlanmıştı. Katliam ve baskınlar esnasında birbirlerine yardımlarda bulunan birçok Rum ve Türkün anıları kayıtlarda yer almasına karsın, artık birbirlerine karsı kırgınlıklar ve düşmanlığın tohumlarının yeşerdiğine de tanık olmaktayız.’’(Sepetçioğlu,2007:28)
‘’Neyse, bir gün babam oynarken havuza düşmüş, sırılsıklam. Babaannem Mihriban hanım kızmış bağırmış, dedem Mustafa kızmış bağırmış. Hemen Rum komşular babamı divanın altına saklamış, sırılsıklam su akıyor. Dedem gelmiş sormuş, ‘mori si nerde bu çocuk İbramaçi nerde’, komşu ‘yok’ demiş ‘İbramaçi burda yok, gelmedi görmedik.’ O, onu kolluyormuş yani, babam hep anlatırdı. Ne zamanki Rumlar Türklere saldırdığı zaman, Rum komşularının evlerine gidip sığınmışlar çetecilerden kaçmak için. Ne kadar inkar etsek de Türk çeteciler de vardı Girit’te. Türkler saldırdığı zaman, bu sefer bizimkiler Rum komşularını kendi evlerine saklarlarmış zarar gelmesin diye. Çok iyi komşulukları varmış, yardımlaşırlarmış. O kadar iyi bir komşulukları varmış ki.’’[M.B.]

Mübadele
Yunanistan 1821 yılında bağımsızlığını ilan ederek yayılmacı bir politika sergilemeye başlar. Buna bağlı olarak Yunan soyundan gelen insanlar devlet tarafından kışkırtılmaya ve silahlandırılmaya başlanır. Ayrıca sadece politik duruş olarak değil, askeri teçhizatla da Rum çetecilere destek verilir. Buna bağlı olarak Türkler ada hayatı içerisinde zorluklarla karşılaşmaya başlarlar. Böylelikle mübadele öncesi göçler 19. Yüzyılın sonlarına doğru başlar.
‘’Annemin amcası Girit’te yaşıyormuş, beş oğlan kardeşlermiş, bir kız. Yanındaki Rum komşusu gelmiş kapıyı çalmış, bu gece kız kardeşini köyün meydanına götürecekler başınızın çaresine bakın, demiş. Bunun üzerine amca, orada ne kadar genç kadın, kız varsa çuvallara koyuyor, üzerine de değişik örtüler koyuyor. Onları Kandiya’dan-orada yaşıyorlarmış- Bodrum’a getiriyor. Bunun dışında eşimin anneannesinin kız kardeşi tek oğlu varmış, Resmo’lu anneanne. Diyorlar ki, tüm malını ver canını ve oğlunu kurtar. O da diyor ki, ne isterseniz alın, oğlumu verin gideyim. Ama oğlunu öldürüyorlar, kolunda bilezikler varmış çıkartmaya gerek görmüyorlar. Kolunu da kesiyorlar. Kolu kesikti, ben gördüm birebir. O da mübadelesiz geliyor.’’[E.]
Mübadele döneminde her iki tarafın halkına bilgilendirme yapılır fakat o kadar az zaman verilmiştir ki yeterli bilgilendirme yapılamaz. Giritli Müslümanların bazıları gideceklerine inanamaz ve tedbir için sakin davranmaya acele etmemeye çalışır. Bir kısmı elindekileri satmaya çalışsa da yeterli zaman yoktur, ya satamaz ya da yok pahasına satar. Yine de mübadeleden önce giden Giritli arkadaşlarının kendilerine yol göstereceğini düşünürler.
‘’Girit’te Türk köylülerin köylerinde kalması mümkün değildi; şehirlere göç etmişlerdi.
Buradaki Rumlar terk edilmiş bağ ve bahçelere el koymuşlardı. Drama ve Sarısaban
gibi bazı yerlerde Türkler öldürüldü. Türklerin aşamalı olarak göçmesi
öngörülmesine karsın, onlar bir an önce yerlerini terk etmeye zorlandılar ve Yunan ve
Türk sahilleri böylelikle göçmenlerle dolmuş oldu.’’(Sepetçioğlu,2007:46)
Türkler mübadeleye karşı isteksiz davrandılar çünkü yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan evlerinden, dostlarından ayrılmak istemediler. Fakat yine de karşı çıkmaya çalışmadılar; Mustafa Kemal Atatürk’ün politikasını doğru buluyorlar ve ona bağlılık hissediyorlardı.
‘’Giritliler Atatürk’ü, nasıl ki Türkiye’de seven var, onların çok çok üstünde seviyor. Neden? Çünkü hürriyeti Atatürk verdi. Başka kimse vermedi, mübadeleyi o sağladı. Gerçi çoğu Rum döndüğü için, ben bir kez İstanbul’da şahit oldum. ‘Ahh İstanbol, İstanbol’ yapıyordu, bizi kovdunuz buradan. E bizi de kovdunuz dedim.’’[E.]
‘’Ben bir kitaptan okudum, Atatürk’e bir mesaj gidiyor zaten. O gece çok büyük bir katliam planı kuruyorlar. Atatürk’e de bu bilgi gelince burada olan birkaç önemli kişiyi Atatürk diyor ki ben de onları keseceğim, onlar için çok önemli ya kendi insanları da, yani bu durumu düzeltelime getiriyorlar. Hemen mübadele anlaşmasına oturuyorlar. Yoksa çok büyük katliam olacakmış yani. Zaten Müslümanların kapılarına işaretler koymuşlar.’’[S.]
Ayrıca mübadillere gittikleri yerde bıraktıkları hayatı tekrar kurabilmeleri için yer ve tarla verilecekti. Bunun için belgeler düzenlendi.
Adada kalabilmenin tek yolu ise din değiştirerek Yunan tebaasına katılmaktı.
‘’Mübadele çok acıdır ki aileleri çok bölmüştür. Kimi ailelerin bir bölümü Girit’te kalmıştır. Aşkı uğruna falan…Mesela Karabağlar’da bir aile vardır mermercilik yapar, onun amcaları 1924’te ve 1927’de iki sefer geldiler. 1927’de bitti zaten mübadele. İlk gelenlerden aile toplanıyor tabii, Kandiyalılar orada toplanıyorlar yanılmıyorsam Kurtuluş gemisi geliyor. Babaları yani büyük dedeleri hepsini topluyor, yani amcası da bir Giritli Rum kızına aşkı var. Onu da alıyor, gel kal büyük ısrar. Limana geliyorlar Kandiya’ya, gemiye biniliyor. Bakıyorlar çocuk yok. Araştırıyor kardeşleri, limanın bir köşesinde onlara bakıyor. Tam gemi hareket ederken çocuk limanda el sallamaya başlıyor, evleniyor. Din değiştirmek zorunda kalıyor. İsim değiştirmek zorunda kalıyorlar çünkü Yunan tebaasına geçecekler. 40-45 yıl sonra aile kardeşler ancak birbirlerini bulabiliyorlar. Zaten mübadele başladığı sürede bir kanun vardır, beş yıl süreyle ne buradan oraya ne oradan buraya dönemezler. Buluştular ama aile Girit’i bırakmış Atina’ya yerleşmişler. Orada buluştular, şimdi görüşüyorlar.’’[M.B.]
Deniz yoluyla başlayan mübadele sürecinde hava şartları, açlıkla yüzleşen günlerce geminin gelmesini bekleyen insanların içinde hastalananlar ve ölenler olur. Öyle ki mübadele döneminde ölüm sayısı doğum sayısından dört kat fazladır.1
Mübadiller Marmaris, Bodrum, Kuşadası, İzmir’e dağıtılır fakat öncesinde Karantina adasında bekletilirler. Ada da sağlık kontrollerinden geçerler ve nüfus işlemleri yapılır. Hasta olan insanlar için sağlık hizmetleri verilir. Fakat bu dönemde zorlu bir süreçtir. Hala açlık ve yoklukla baş etmeye çalışmaktadırlar.
1 Sepetçioğlu, Aydın-2007, sf. 54
‘’Karantina dedikleri yerde, akıl hastanesinde kalıyorlar ve Urla’dan oraya tek bir yol var o da kapalı. On gün bekliyorlar, soğuk. 1800’lere dayanan bir hastane. Surları hala görünüyor.’’[B.C.]
Mübadele Sonrası
Mübadele sürecinde Rumlar tüm eşyalarını bırakarak resmen kaçarak gitmek durumunda kalıyorlar çünkü vakitleri yok. Devlet görevlileri Rumlardan kalan ev ve eşyaları gelen mübadillere dağıtarak barınma ve iş ihtiyaçlarını karşılamayı düşünüyorlar. Ancak Rumların gidişinden sonra Türkler Rum evlerini yağmalıyor. Mübadiller geldiklerinde bir çoğu zarar görmüş evlere taşınıyor ve kullanılmaz durumda eşyalarla karşılaşıyorlar.
‘’Mübadele öncesi Kandiya’da olan olaylardan dolayı Rumlarla olan sürtüşmeden dolayı İngilizlerin kışkırttığı, 1897 yılında daha önceden gelen vatandaşlar vardı. Onlar mübadeleden önce geldiler, yerleştiler. Artık Giritçe’nin yanında Türkçe de konuşmaya başladılar. Kendilerine bir yer ettiler. Fakat bunlar mübadeleden önce kaçarak geldikleri için gemilerde kendi eşyalarını da, komedin, konsol getirip yerleştirdiler. Tabii her topluluğun içinden bir çürük çıkıyor. Onlardan da bizden de çıktı. Mübadeleyle gelen atalarımız buradan çoğunu dil bilmedikleri için Giritçe bildikleri için oradaki edindikleri tapularını, çünkü devlet orada bıraktıkları mallara karşılık burada da yer verdi onlara, her türlü hileyle buraya gelen vatandaşlarından tapuları toplamaya başladılar. Dil bilmiyorsun, yer bilmiyorsun, senin toprağından, dil biliyor, senin anlatamadığın şeyi anlatabiliyor. Bu da çok acı bir olaydır, kendi vatandaşımızın bize attığı kazık çok acıdır.’’[M.B.]
Devlet politikasına göre gelen mübadiller Girit’te yaptıkları işlere devam edebilsin diye uygun yerlere yerleştiriliyorlar. Ancak ticareti çok iyi bilmedikleri için alım-satım yapmakta zorlanıyorlar. Bu sebeple bir kısmı yer değiştirme ihtiyacı duyuyor.
Ayrıca tam durumları düzelecekken tüm dünyada ortaya çıkan ekonomik kriz Giritli mübadillerin Anadolu içerinde tutunmasını ve geçimini zorlaştırıyor. Bir süre çok fazla açlık ve yoksulluk çekiyorlar.
‘’Babaannem, babam anlatıyor, oradan buraya geldikleri zaman yokluk var ya. Bir şey olmasa bile pişirecek, bacası tütmüyor demesinler diye ocağa tencere, tencereye taş koyar kaynatırmış. Mihriban hanım ocağın yanıyor derlermiş ne pişirirsin, aslında yok.’’[N.]
‘’Bir kucak dolusu acı. Mesela eşimin anneannesi orada el bebek gül bebek yaşarken, Türkiye’ye geldiğinde tütün mağazasında işçi olmuş. Türkiye’ye geliyor, orada fabrika sahibi, burada bir aile evine yerleşiyorlar ve tütüne gidiyorlar. Bizler bugüne geldik şükür, ama onların acılarını annemin amcasından dinledim. Eşimin annesinden dinledim. Bizi toplardı annemin amcası etrafına, anlatırdı. Çok zorluklar yaşamışlar.’’[E.]
Giritçe
İlk geldiklerinde Giritli Türklerin dil bilmemesi yerli halk ile aralarında büyük bir iletişim sorunu oluşturdu. Bu sorun bir çok çatışmalara yol açtığı için meclislere taşındı. Dilin uyumlu olması için çalışmalar yapıldı. Giritliler dil bilmedikleri için zaman zaman haksızlıklara uğradılar ve Türkçe öğrenmedikleri sürece toplumsal hayattan uzaklaştırıldılar.
‘’Türkçe biliyorlarmış ama çok az, aksan hala varmış. ‘’Haydeee’’ nidası benzerdi mesela. Babaannem sinirlenince Giritçe küfrederdi, dili unutmamak için Yunan radyosu takip ederlerdi.’’ [B.C.]
‘’Abim ilk okula gittiğinde Türkçe bilmiyordu. Öğretmeni de Cundalıydı fakat yine de zayıf vermiş abime. Giritli çocuk ne yapsın. Cunda’da yasaktı bir ara Giritçe, kahvehanelerde falan konuşanı tutukluyorlardı. Konuşma yasağı gelmişti. Abim şimdi Selanik’te iş yapıyor ve konuşabiliyor. Yine de kalmış yani aklında.’’[G.]
‘’Babaannem öldü gitti, ama hala Türkçeyi düzgün konuşamıyordu.’’[N.]
‘’Konuştukları dilde şu an o kadar çok Türkçe kelime var ki… ‘’Of aman’’ dan tutun, onlarda zaten bütün şarkılarında bizim Türkiye’deki gibi böyle nağme yapıyorlarsa, of aman aman derler. Çok Türkçe kelime var, bizde karpuzdur; mesela orada karpuzi derler. Cacık var, cacıki derler. Bir –i harfi ekleyerek yani.’’[M.B.]
‘’Geçenlerde bundan bir sene iki sene önce çok yaşlı bir adam geldi. Onun ataları da oradan gelmiş, hatta adam böyle hem ağladı. İkiçeşmelik’ten aşağıya inerken iki kadın Rumca konuşuyorlarmış. Yanlarından bir adam geçmiş böyle omzuna vurmuş hanım hanım demiş ne konuşuyorsun, burası Türkiye demiş. Girit değil demiş Türkçe konuş Türkçe. Ben senin ne söylediğini anlamıyorum. Ama şimdi bütün herkes rahat, dilini konuşuyor ama. Biz de bu yüzden öğrenemedik zaten. Benim babam, kendi amcası, oğlan kardeşi, halası geldiği zaman babam Rumca konuşuyordu. Bize konuşmuyordu öğrenmeyelim diye. Yarım gavur denip dışlanmayalım diye. Hep bunları gelip anlatıp ağlıyordu insanlar. Bizim atalarımıza dilini unutturdular. Ancak evlerinde konuşmuşlar. Hepsi onurlu gururlu insanlarmış. Yengem geliyordu, amcam geliyordu, halam geldi mi tamam. Babam konuşurdu, kaybediyorlardı kendilerini, bir de babam Yunan televizyonunu sürekli seyrediyordu. Ama biz bir şey söyledik mi, kızım ben hem size söyleyip hem onu takip edemem diyordu. Öğrenmeyelim diye yaparmış.’’[N.]
Evlenme
‘’Göçmenlerin karşılaştıkları başlıca sorunlar arasında, yeni sosyal çevreye kültürel
uyum sağlama önemli yer tutar. Göçmenin sahip olduğu kültürel geçmiş, var olandan
farklıdır. Bu yüzden yadırganır, hatta aşağılanır.’’(Sepetçioğlu,2007:75)
Giritli mübadiller geldiklerinde uzunca bir süre farklı konuştukları, farklı şeyler yedikleri için alay konusu olup aşağılanıyorlar. Yeri geldiğinde ‘’yarım gavur’’ lafını duyuyorlar, yeri geldiğinde yeşillik tüketmeyi sevdikleri için inek veya eşeklere benzetiliyorlar. Yalancı olduklarına dair rivayetler ortaya atılıyor. İbadet etmek için gittikleri camilerden yarım gavur diyerek kovuluyorlar. ‘’Rum dölü’’ deniyor.
Bu sebeple Giritli mübadiller yaklaşık 1950 yıllarına kadar sadece kendi aralarında kız alıp veriyorlar ve toplu yerleşim yerleri oluşturuyorlar. Mübadiller mübadillerle evlenmeyi tercih ediyor. Sonrasında Arnavut ve Boşnak göçmenlerle de evlilikler yapıyorlar. 1970’lerden sonra ise yerli halkla da evlilikler yapmaya başlıyorlar.1 Hatta yerli halk Giritli mübadiller için ‘’Giritli’den kız alma, Giritli’ye kız ver.’’ gibi laflar ortaya atıyorlar.
‘’Anadolu kültürü bizim Girit kültüründen biraz daha baskındır, biz daha özgürüzdür, bizim kadınlarımız biraz daha özgürdür Anadolu kadınına göre. Bir de düşünün 1924 yıllarına göre. Onlar evden çıkmazken bizim kadınlarımız pazara, çarşıya, kafeteryalardı rahatlıkla oturan insanlardı. Yemek kültüründen, yaşam kültürüne kadar ev düzeninden tutun her gittikleri şehre kültürlerini götürmüşlerdir. Titizlikleri, misafirperverlikleri, kadınların özgürlüğü, biraz çapkın olsalar da erkeklerin evine çok sadık olması. Giritli kız alma derler, baş eğmez, dediğim dediktir, tamamdır sen bilirsin demez.’’[M.B.]

Dinsel Yapı
‘’Girit’te yaşayanların yüzde sekseni Bektaşi’ydi ve sadece kendileri değil Rumlar da Bektaşi kültürüne daha yakınlardı. Mevlevilik bir devlet tarikatıdır. Sünniliğe yaklaştırmak için. Bektaşiliği ikinci plana atar, Türkiye’de Bektaşilik Alevilik olarak algılandı. Yok Tahtacı dendi, garip garip hikayeler anlatıldı Aleviler hakkında ve insanlar kimliklerini saklamak zorunda kaldılar. Şimdi Bektaşi Dergahlarımız var. Bektaşilerin şu anda tabii, burada İzmir’de de var ama dedeliğin en çok yapıldığı yer Manisa Turgutlu kasabası. Orada Dergahımız var ve belirli zamanlarda Post giyilir, o şeye ermiş olanlar artık, o bilgiye erişenler Post giyerler, yemekli bir törendir o ve her zaman açıktır yani. Yurdun dört bir yanından gelirler yani. Adana, Mersin, Tarsus, Hatay’dan özellikle. Belirli bir zamanı yok mesela en son geçen ay bizim Nejdet giymişti post giymiş, yemekler yapılır sohbetler yapılır. Cem yapılıyor tabii, Sema yapılıyor. Sünnilere göre Bektaşi kültürü almış olanlar daha kültürlüdür, tutucu değillerdi yani, hayata daha farklı bakarlar. Hoş sohbettirler, rakısını şarabını içerler.
Girit’in köylerinde yaşayan eski nesil 65 yaş üstü insanlar bilirler daha çok orada da, artık kalmadı o kültür. Zaten Girit vatandaşı biraz zor bulursunuz. Hep Yunanlılardır, onlar da pek bilmezler. Gerçi Selanik’te de vardı Bektaşi Dergahı. Yeni nesil bilmez.
Devletle ilgili biraz da, sindirilmeye çalışıldı.’’[M.B.]
Yemek Kültürü
Giritli mübadiller sofra düzenine ve adabına çok önem verirler. Daha 1920’li yıllarda Anadolu’ya geldiklerinde tek tabak kullanılıyorken, sofralarında herkes için ayrı tabak çıkarırlarmış. Çatal kaşık kullanımına özen gösterir, elle yemek pek yemezlermiş.
Zeytincilik ve zeytinyağı üreticiliği Giritlilerin mutfak kültürüne de işlemiş. Anadolu mutfağına zeytinyağlı bir çok sebze yemeği ve yabani otlardan hazırlanan yemekler katmışlar.
‘’Biz eti de severiz, otu da severiz, balığı da severiz. Ama herkes sanıyor ki sadece ot yiyoruz. Ben küçükken annem ıspanağı kuzu etli pişirirdi. Arapsaçı falan.’’[K.]
‘’Şevketi bostan, arapsaçı. Bakla çok yerlermiş. Babaannemler, tabii yoksulluk varmış bir de kendi çocuğu hariç gemiden iki çocukta almış bakmış. Çok çocuk, dedem zaten çok çalışamıyormuş. Tok tutar diye, bakla çok pişirirmiş.’’[N.]
‘’Baklaya Maçista derdi bir de babaannem, siyahını çıkartıyordu böyle, haşlıyordu, süzer ve zeytinyağıyla ezerdi.’’[G.]
‘’Annem kuru börülceye kopanista derdi.’’[K.]
Ayrıca çok güzel şarap yaparlar, yemeğin yanında bazen alkol tüketirlermiş.
‘’Alkol tüketir bizimkiler. Girit mutfağı, rakı, balık, ahtapot falan da meşhurdur. Her ottan yemek yapmasını severiz biz. Haftada üç gün mutlaka ot yeriz. Kuru bakliyat biraz zor tüketilir. Balık günümüz vardır haftada bir gün. Arapsaçı meşhurdur mesela bizde marasa derler ona, şevketi bostana da askliprus ve muhakkak bütün Giritli kızları bilir pişirmesini. Biz de salyangozda vardır mesela. Oklus deriz biz ona. İlk gelindiği zaman burada çok yapılırdı. Şimdilerde pek bilen kalmadı ama. Ve adımızda yarım gavura çıktığı için burada ancak kabuklarını gece yarısı kırıp da öyle yenirdi. Zaten adımız çıkmıştı o zaman. Kabukları ezip, çakıl yapıp öyle atarlardı. Salyangozun yahnisi de çok güzel olur. Pek bilindik değildir. Herkesin yiyemediği bir şey. O canlı olarak kaynar suya atılır. Tencerenin içinde ses çıkartır biraz bağırır.’’[M.B.]
İçecek olarak Türk kahvesini çok severlermiş. Sütlü tatlılarda genellikle tarçın kullanırlarmış.
‘’Bir tür üzüm olan ve meyvesi “koruk” olarak adlandırılan asmanın salkımları
toplanır, koruklar sıkılıp şişelere doldurulur. Koruk suyu yemeklerde -ekşimtırak tat
vermesi için- kullanılır, koruk şerbeti de yapılıp misafirlere ikram edilir. Asmanın taze
yapraklarından da sarma (dolma) yapılır.’’(Sepetçioğlu,2007:87)
‘’Keçi peynirleri meşhur. Oğlak eti, zeytinyağlı, arapsaçı, şevketi bostan, deniz ürünleri ahtapot falan tüketiliyor. Keçi yetiştirme çok fazla. Keçi peyniri yapılıyor oğlağın kursağında.’’[B.C.]

Etnik Kimlik İnşası-Giritlilik
Etnik bir grup olmanın koşulları Anthony Smith’e göre-hepsi bulunmak zorunda olmasa da- altı madde altında toplanabilir;
Öncelikle grubun kendilerine verdikleri bir ismi olmalıdır. Bu isim kabullenme yoluyla da geçebilir.
Grup ortak ataları olduğuna inanmaktadır. Bu biyolojik bağlardan daha bağlayıcıdır.
Grubun paylaştığı bir bellek, bir anı zinciri olmalıdır. Bu sözlü kültürle de aktarılabilir.
Ortak paylaştıkları bir dil veya din yada her ikisi de görülebilir.
Grubun belli bir toprak parçasına yaşamasa dahi bağlılık hissetmesi gerekir.
Gruptan bireylerin uzaklaşması ihtimalinde uzaklaşmasına rağmen kendini o gruptan hissetmesi ve grubunda onu kabul etmesi gerekir.
Tüm bunlar ispatla değil, inançla gelişir.
Giritlilik göçten sonra bugüne kadar varlığını koruyan bir kimlik olmuştur. Giritli göçmenler kendilerini Giritli olarak ifade ederler. Giritlilerin Anadolu’daki diğer göçmenler gibi ortak bir soy mitleri yoktur. Soy tanımlarını yalnızca göç üzerinden oluşturmuşlardır. Fakat Giritliler dışındaki halk özellikle anadillerine vurgu yaparak onların Rum soyundan geldiklerine orada ‘karıştıklarına’ vurgu yaparlar. Fakat Giritliler kendilerini Türk olarak nitelendirirler.
Dillerinin değişmesiyle birlikte Anadolu’da Giritlileri diğer gruplardan ayıran en önemli unsur yemek kültürleri olmuştur. Bu kültürü yaşatmak için çeşitli festivaller düzenlerler.
Giritliler diğer göçmen gruplarına nazaran en çok mekân vurgusu yapan gruptur. Giritliler arasında dayanışma çok yüksektir; siyasette, ticari faaliyetlerde, düğün, sünnet, ölüm gibi durumlarda birbirlerini yalnız bırakmazlar. Bunun en büyük sebebi yaşadıkları dışlanma sebebiyle içe kapanmak zorunda kalmalarıdır. Bu onların etnik bir cemaat oluşturmasında önemli rol oynar.
Giritliler kimliklerini tarihselleştirerek yaşatırlar. Bunu ‘’Adadan kovulma miti’’ tarihsel metni üzerinden Rumların baskılarıyla oluşan ortak bellek ve kolektif hafızalarıyla yazılı kültüre dökerler.
Giritlilerde Girit’e dönüş isteği yoktur, ancak mekânsal bağlılıkları sebebiyle ziyaret ederler. Bunu da kimliği güçlendirme ve koruma isteğiyle yaparlar. Kimliğe ve aidiyetlerine tehdit olabilecek unsurlar geri dönüş isteğine yol açabilir. Bu sebeple Girit’ten göçen birinci kuşakta geri dönüş isteğinin bulunduğunu anlatılardan yola çıkarak gözlemleriz. Bunun isteğe; anavatanlarının en az iki çevreye dağılmış olması, anavatanlarıyla ilgili anı ve söylencelerin hala sürüyor olması, geldikleri yerde tam bir kabul görmediklerine dair inanç, eve dönüş fikirlerinin sürekli canlı tutulması, azınlık olma bilincini bir mekânla bağdaştırmaları sebep olmaktadır.
Ancak ikinci ve üçüncü kuşaklarda bu isteği göremeyiz. Göçmen çocukları ezilmişlik duygusuyla hareket ederek kendilerini eğitim, iş hayatında geliştirerek yeni yerlerindeki yaşama adapte olmuşlardır. Hatta yeni ülkeye daha fazla sorumluluk ve bağlılık hissedebilirler. Fakat kültürlerini yaşatmak ve korumak adına bir çok özel yardımlaşma ve dayanışma derneği ve müze açmışlardır. Bu derneklerde Giritçe öğretmektedirler.

Son Söz
Araştırmaya başlarken amaçlanan Giritli kimliği ve kültürü üzerine fikir sahibi olabilmektir. Bu sebeple araştırmada göç kavramının yanı sıra etnik kimlik kavramına odaklanılmıştır. Araştırma Giritli nüfusunun dağınık fakat fazla olduğu İzmir’de yapılmıştır.
Araştırmanın sonucunda etnik bir grup olarak Giritlilerin; dini yapılarından çok dil üzerinden kimliklerini şekillendirdikleri,
ortak ata değil ortak bir mekana vurgunun daha çok yapıldığı,
yardımlaşma dernekleri ve müze kurarak bir çok etnik gruptan daha aktif olarak öne çıktıkları,
Giritli Rum ve farklı şehirlerde yaşayan diğer Girit mübadilleriyle iletişim halinde ve dayanışma halinde oldukları,
geri dönüş istekleri olmasa daha bir çoğunun Girit’i gidip gördüğü hatta düzenli olarak ziyaret ettikleri,
kültürlerini dillerini öğreterek ve konuşarak ve mutfak kültürleri üzerinden paylaşmaya çalıştıklarını gözlemleyebiliriz.


Kaynakça
BANOĞLU N. Ahmet, Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, Kırmızı Beyaz Yayınları, 2005, İstanbul
EMİROĞLU Kudret – AYDIN Suavi, Antropoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, 2009, Ankara
LEWELLEN Ted C., Siyasal Antropoloji, Birleşik Yayınları, 2011, Ankara
SEPETÇİOĞLU Tuncay Ercan, Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Girit’ten Söke’ye Mübadele Öyküleri, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005, Aydın

SEPETÇİOĞLU Tuncay Ercan, Girit’ten Anadolu’ya Gelen Göçmen Bir Topluluğun Etnotarihsel Analizi: Davutlar Örneği, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011, Ankara

Görüşmeler İzmir Girit Mübadilleri Derneği/Üçyol üyleriyle kayıt altına alınmıştır.
https://folk-portal.org/doga-ve-evren-i ... irma/.html
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 9 misafir