ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Giritli Tanınmış şahsiyetler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:28

Hayatta geriye dönüp de baktığınızda hiç keşkekleriniz var mı?

88 yıllık ömrümde dönüp de geriye baktığımda güzel bir hayat yaşadığımı görüyorum. Gözüm tok olduğu için keşkelerim yok. Hiçbir şeyin değil ama bir şeyin olmasını çok isterdim: “Keşke eşim yaşasaydı.” Hayatta birçok problemle karşılaştım dışarıda sorunlardan çıldırıyordum, ama eve gelip kapıyı çalınca eşim karşılıyordu. İşte o an bütün problemlerim kapının önünde kalıyordu.



Sizce hayat nedir?


Hayat ot gibi yaşamak değil, mutlu yaşama imkânlarını bulmaktır. Zaten mutsuz hayatın hiçbir anlamı yok ki. Çocukluğumdan 2002 yılına kadar mutlu yaşadım. En mutlu yıllarım çocukluğumdan 1996’ya kadar olan zaman dilimidir. Çünkü eşim 1996 yılında ameliyat oldu.

Sevgi Nedir?


İçten gelen bir duygudur. Karşıdan yankı bulacak bir duygunun size yansımasıdır.



Duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz


(1) Kaynak: www.cundadan.com
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:39

ALİ ONAY- OĞUZ SAVAŞ UYSAL ROPÖRTAJI –II (2)

Tarihe olan ilginiz nerden geliyor?

Maden işlerinden elimi çektikten sonra yörenin tarihiyle ilgilenmeye başladım. Ama bir araştırma yapılırken herhangi bir olayı bir sefer görmekle bir konuyu da bir sefer okumakla iş bitmiyor. Büyük bir özveriyle üzerinde durmak gerektirmektedir. Bu araştırmalarım sonunda okuduğum Yunanca kitaplarda Ayvalık köyünün o zamanki siyasi şartlarla Rumlar tarafından kurulması ihtimalini olanaksız buldum yaptığım incelemelerde Ayvalık’ın ilk temelini oluşturan unsurların Türk balıkçıları olduğu kanaatine vardım.



Osmanlı arşivlerinde Ayvalık’ın kuruluşuna ilişkin ne gibi kayıtlar var?


Ayvalık’ın kuruluşuna ilişkin Osmanlı arşivlerinde bir kayıt mevcut değildir. Hocam Hıfzı Erim bütün arşivleri karıştırdı ama Ayvalık’ın kuruluşu hakkında bir kayıt bulamadı. Hatta verilen özerkliğe ait bir kayıt da bulamadı. Ve 1942 yılında Macit Uygur’la beraber Ayvalık tarihine ilişkin yayınladıkları kitap iki bölümden teşekkül etmiştir. Macit Uygur Bey Yorgi Sakkari’nin kitabının bir bölümünü tercüme ederek Hıfzı Erim Beyle beraber yayınladılar. Yorgi Sakkari’nin Ayvalık tarihine ilişkin yazmış olduğu kitap Yunan ordusunun Anadolu’da bulunduğu dönemin en parlak devresine rastlar. Onun için aşırı derecede Türklere karşıdır.

Hıfzı Erim ve Macit Uygur’un kitabı ile Gündüz Ata’nın (Doğrusu Doğan Aka olacaktır T.K.) 1944 yılında yayınladığı Ayvalık İktisadi Coğrafyası isimli kitabı Ayvalık hakkında yazılan ilk kitaplardı. Ama ne yazık ki bu her iki kitap Ayvalık hakkında araştırma yapan birileri tarafından Ayvalık kütüphanesinden kaldırılmıştır. Doğan Aka’nın Ayvalık İktisadi Coğrafyası kitabı Ali Güreli tarafından Ayvalık kütüphanesine hediye edilmiştir.



Nasos hakkında bilgi verir misiniz?


İ.Ö. 1500 yıllarında Yunanistan’dan gelenler Anadolu sahillerinde ve adalarında bir şehir kurmuşlardır. Bu kavme Aiol deniyordu. Bunlar Çanakkale’den Gediz’e kadar Midilli dahil 12 kent kurmuşlardır. Bu 12 kentten biride Yunt adasının doğusundaki sahilde kurulmuştu. Ve bu kent M.Ö. Büyük İskender’in Anadolu’yu zapt ettiği tarihe kadar kentin ayakta olduğu 1900’lerde bulunan bir yazıttan anlaşılmıştır. Ama Ayvalık ve Yunt köyü kurulurken oradaki taşlar talan edildi. Şimdi ise traktörle derin sürüldüğü zaman bazı taşlar meydana çıkmaktadır, ama ne yazık ki o bölgede bilimsel bir araştırma yapılmadan inşaat müsaadesi verilmiştir.

Piri Reis buraya niçin Yunda demiş? Yunda ne anlama geliyor?


Benim anladığım kadarıyla Piri Reis yörenin ismini bilmiyordu. Ama bir hassa büyük adanın üzerinde başıboş gezen kısrak at görmesi ile bunlardan esinlenerek Yunt Adası ismini vermiştir. Çünkü sarayın kısrak ve atlarına bakanlara Yunt oğlanları deniyordu.


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:42

Moshonis hakkında bilgi verir misiniz?

1530’lu yıllarda büyük adanın batısında, içinde suyu bulunan daha küçük bir ada varmış. Bu adada Moshas adında kötü ün salmış bir korsan ailesi ve ortağı ile beraber yaşıyordu. Osmanlı donanması yöreye gelince adayı terk etmek zorunda kaldı. O tarihten sonra adanın ismi Moshonisos ve bölgedeki adalar grubuna da Moshonisia denmeye başlandı, o isim bütün adalara hâkim oldu. Bu fikre Yunanlı tarihçi yazar Hariklia Stavridu da iştirak etmektedir. Yöreye korsan Moshas’ın Kılıç Ali Paşa’dan evvel, Piri Reis’ten sonra geldiği anlaşılıyor.



Kokulu Ada ismi nerden geliyor?


Mosho sözcüğü Türkçede mis anlamındadır. Tarihi olayları inceleme zahmetinde bulunmayan halk o sözcüğü dile dolayarak bu ismin mis sözcüğünden geldiğini kabul etti. Hâlbuki tarihi olayları incelediğimizde Mosho sözcüğü ortada yokken kötü ün salmış korsan Mosha’nın adaya yerleştiğini görüyoruz.

Ada ve yöre bu ismi korsan Moshas’tan aldığını ve o tarihten sonra adanın ve yörenin o isimle anıldığını görüyoruz.



Cezayirli Hasan Paşanın donanmasını Çeşme’de yakılması ve İkonomos ile
yakınlaşmaları hakkında bilgi verir misiniz?


Çeşme deniz savaşında gemilerin limana yerleştirilmesi esnasında gemilerin çok yakın bağlandığını gören Hasan Paşa itiraz eder, ama gemiler bağlanmıştır. (Hasan Paşa bu savaşta ikinci komutandır.) Bunu dikkatli izleyen Rus donanması gece yarısından sonra limana bir yangın gemisi sokar ve Türk donanmasını ateşe verir. Hemen çatışma başlar, Türk donanması limandan çıkarabildiği gemilerle Çanakkale’ye doğru yola koyulur. Hasan Paşa hafif yaralı olarak üç arkadaşı ile beraber kurtulur. İzmir limanını tahkim ettikten sonra Foça Dikili yolu ile Ayvalık’ın güney kısmına gelir. Tesadüf olarak Papaz İkonomus’un çiftliğine gelirler. Çalışan işçilerden konuşurlar ve yatacak yer ararlar. Bunları oturduğu yerden gören papaz yabancıları çağırtır yiyecek ve yatacak bir yer aradıklarını öğrenince Papaz bunları konuk olarak kabul eder ve karısına dört kişilik yer hazırlamasını söyler. Kadın itiraz eder: “Bıktım sizin tanımadığınız insanları misafir edip hürmet etmenizden der.” Bunun üzerine papaz: “Kadın iyilik yap denize at. “ der. Papaz yabancıları misafir eder, akşam yemeğinden sonra üç kişi çekilir. Hasan Paşa ile Papaz yalnız kalırlar, o zaman Çeşme çatışmasında gemisinin battığını ve donanmaya Çanakkale’de yetişmek istediğini söyler. Yardımlaşmalarından bahsederler. Papaz: “Siz istediğiniz kadar dinlenin günü gelince ben sizi Çanakkale’ye ulaştıracağım” der. Hasan Paşa, dinlendikten sonra Papaz elli silahlı gençle Hasan Paşa ve arkadaşlarını Balya kazası üzerinden Çanakkale’ye ulaştırır. Ve Hasan paşa İstanbul’a varır. Hasan Paşa İstanbul’a vardıktan sonra Kaptan-ı Derya veya Sadrazam olur. Siyaseti çok yakından takip eden Papaz bu bilgiyi alınca hemen İstanbul’a gider. Tabi anladığımız kadarıyla programlı ve neler isteyeceğini bir liste halinde hazırlamış vaziyette gider. Papaz Hasan Paşa ile görüşmek ister. Oradaki muhafızlar güçlük çıkarınca Papaz bağırıp çağırmaya başlar: “Hasan Paşa benim dostum, onunla görüşmeye geldim” der. Bu gürültüler Hasan Paşanın odasına ulaşır: “ Nedir bu gürültüler?” diye sorduğunda: “Sizi görmek isteyen bir kesiş var ve sizin dostunuz olduğunu söylüyor” derler. Hasan Paşa hemen dışarı çıkar. Papazla sarmaş dolaş olurlar. Hasan Paşa: “İyilik yap denize at” der ve taşı gediğine koyar. Dile benden ne dilersen der o zaman Papaz önceden hazırlamış olduğu liste halindeki taleplerini anlatır. Hasan Paşa Papazın bütün istediklerini kapsayan bir ferman hazırlatır ve Papaza verir.



Kidonia iddiası nedir?


Kidoni kelimesinin Türkçesi Ayva, Kidonia kelimesinin Türkçesi ise Ayvalık demektir. Kidonia Ayvalık’tır. Kidonia şehri ise Girit Adasında bulunmaktadır. Ayvalık ise bizim yaşadığımız bölge ve kazamıza ilk kuruluşunda verilen isimdir. Rumlara özerklik verildikten sonra kasabadaki Türkler civar köy ve şehirlere dağıtıldı.

Kasaba tamamen Rum kontrolüne geçince ilk önce ilkokullar kuruldu. Daha sonra Papaz İkonomos’un tasarısı olan Akademi kurulur, 1803 yılında bu akademiye bir isim vermek gerekiyordu. Ayvalık Akademisi diyemezlerdi, bunun üzerine Türkçe sözlük olan Ayvalık Yunancaya çevrilerek Yunan Akademisi, Kidonia Akademisi denmiştir. Ve o tarihten sonradır ki şehrin ismi hem Ayvalık hem de Kidonia’da denmeye başladı. Ayvalık’ın eski fotoğraflarına baktığımız zaman hiçbirinde Kidonia yazmamaktadır. Fotoğrafların üzerinde Asia Ayvalik ismi geçmektedir. Ve eski ansiklopedilerin hiçbiri Ayvalık’ı Kidonia olarak göstermemekte Kidonia şehrinin Girit’te olduğunu yazmaktadırlar. Osmanlı bölgede zayıf kalınca bölgeyi Rumlaştırma felsefesi doğrultusunda Kidonia ismini ön plana çıkarmaya başladılar. Hatta Ayvalık’ın Yunanistan’a bağlanmasını istiyorlardı. Ve onun içindir ki Ayvalık Rum halkı yani İkonomos’un gününden 1922 yılına kadar halk ikiye bölünmüştür. Bir kısmı Osmanlı yanlısı ve Osmanlıya karşı çıkmamak gerektiğini savundu. Diğer bölüm ise bilhassa gençler Yunanlılığı ve Hıristiyanlığı savunarak Ayvalık’ın Yunanistan’a
bağlanmasını istiyorlardı. Ve Yunan askerinin Anadolu’da bulunduğunun en parlak günlerinde 1920 yılında ısmarlama ile Yorgi Sakkaris’e Ayvalık tarihi yazdırılmıştır. Yani Yunan ordusu Anadolu’da kalıcı olmayı başarabilseydi Sakkaris tarafında yazılmış olan ısmarlama tarihe dayanarak Ayvalık’ın Yunanistan’a bağlanmasını isteyeceklerdi.



Girit’in Yunanistan’a bağlandığı dönemde neler yaşandı?


Çünkü Girit İslamı vatanlarına çok sadık bir topluluktu. Ne zamanki Rumlar Türklere karşı çatışma bayrağı açtılar o zaman huzur ortamı bozuldu. Ve Türklerde karşılık vermek zorunda kaldılar. Osmanlı Devleti, Girit Rum yöneticileri ile birçok temaslar kurdu birçok tavizkar anlaşmalar yaptı.

Ama Rumları memnun etmeye muvaffak olamadı. Ve sonunda büyük devletlerin işe karışması ile Girit Adası yapılan anlaşmalar ile Yunanistan’a bağlandı. Büyük devletler işin içine girince Türk halkı muallâkta kaldı. Ve ciddi bir tabiiyet telaşı başladı. Bölgede yaşayan Girit İslamından hiçbiri İngiliz tabiiyetini kabul etmedi, çünkü İngilizler adaya geldikten sonra ciddi katliamlar yaşandı. Özellikle bu katliamlar Hanya şehrinde daha çok yaşandı. V. Berard’ın Girit meseleleri isimli Rumcaya çevrilmiş olan kitabında yaşananlar resimlerle beraber detaylı olarak anlatılmaktadır.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:44

Venizelos’un Anadolu’ya çıkmasına kimler karşı çıktı? Kimler niçin tenkit
edildi?


Venizelos’un Anadolu’ya çıkmasına en çok General Mitaksas karşı çıktı. Mitaksas kurmaydı. Anadolu’nun yapısını iyi biliyordu. Anadolu’ya çıktıkları takdirde başarılı olamayacaklarını biliyordu. Ve Anadolu’ya çıkmaya karşı çıktığı için tenkit edildi. Eğer işgal İzmir ile sınırlı kalsaydı eminim 10–15 yıl İzmir’de kalabilirlerdi ama büyük idea amaçları doğrultusunda bütün Batı Anadolu’yu işgal etmeye kalkıştılar. Ve tarihte görüldüğü gibi büyük bir yenilgiyle çekilmek zorunda kaldılar.



Venizelos Girit Türklerinin mübadeleye dâhil edilmesine neden karşı çıkıyordu?


Venizelos’un kendisi de Girit Hanyalıdır. Karşı çıkıyordu, çünkü Anadolu Rumlarının Girit’e gelip de yerleşmesini istemiyordu. Anadolu Rumlarını sevmiyor, Türkleri halletmek ise daha kolay geliyordu. Girit’teki Türkleri Rumlaştırabileceği düşüncesi hâkimdi. Venizelos’un başbakanlığı döneminde Türk cemiyetleri Venizelos’a başvurarak Türklerin öldürülmemesini isterler. Venizelos başbakan olarak meclise çıkar ve derki: “Türkleri öldürmeyin onlara Hıristiyan kızları verin evlensinler.” bu konuşma bazı çevrelerde şok etkisi yapar. Babamın anlattığına göre ertesi gün bir gazete Başbakan Venizlos’u başında kırmızı bir fesle tam sayfa olarak yayınlar. Venizelos bu hadiseden sonra tekrar meclis kürsüsüne çıkar ve der ki; “Öncelikle ben Hıristiyan’ım ve Girit'liyim, ama Türkleri öldürmekle bir yere varacağımıza inanmıyorum, eğer biz bunlara evlenmeleri için kız verirsek doğacak çocuklarını evde anne eğitecektir ve elli sene sonra İslam kendiliğinden bitecektir.” Sadece bu sözleri bile Türklerin adadan gitmesine neden karşı çıktığını anlatmaya yeter. Nitekim Anadolu’dan giden I. kuşak Hıristiyan çok çekti ancak II. kuşak rahat etmeye başladı.



Fransız gözlemcilerin raporlarına göre Yunan askerleri İzmir’den kaçarken kendileri ile birlikte kaçmak isteyen yerli Rumları beraberlerinde götürmemişler hatta gemilere binmek isteyen Rumlara karşı gemilerden sıcak su sıkmışlar. Niçin?

Gemilere binmemeleri için su sıktılar. 1919–1922 yılları arasında Fransız gözlemciler tarafından kendi ülkelerinin basınına aksettirmiş oldukları bilgilerle, yerli Rumların ve Yunan askerinin Anadolu İslamına karşı yaptıkları kötülükler herkesin gözü önüne serilmiştir. Ecnebi vapur personelinin Anadolu’dan kaçan Rum halkını gemilerine almamasının tek nedeni Fransız neşriyatının kendilerini etkilemiş olmalarına bağlanmaktadır. Fransız neşriyatının Anadolu Rum’u ve Yunan ordusunu hakkında yaptığı yayınlar için Venizelos bu neşriyatın Türkler tarafından güzel organize edilmiş bir propaganda olduğunu söyleyerek zamanın kötülüklerini örtmeye çalışmaktadır.



Atatürk İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Cusyon mübadeleden bahsedince niçin
başka bir konuda görüşmeyi kabul etmedi. Neden?


Çünkü Yunan ordusu Anadolu’da bulunduğu süre içerisinde yerli Rumlar yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Türklere karşı Yunan ordusu ile birleşerek yerli İslam’a çok büyük kötülükler yaptılar. Harbin Türklerin lehinde bitmesi ile Yunan ordusu çekildikten sonra Türklerin kalan yerli Rumlardan öç alma yoluna başvuracaklarından korktuğu için tek çarenin değişimde olacağını düşünüyordu. Bu nedenle başka bir hususu görüşmek istemedi.



II. Dünya Savaşı sırasında Ayvalık ve Cunda’da ne gibi tedbirler Alındı?


Sivillerden gruplar halinde sahil koruma grubu oluşturuldu. Sahil boylarına askeri gruplar tahkim edildi. Sahiller askerin kontrolü altındaydı. Milli Savunma Bakanlığı halkı bilinçlendirmek için kampanyalar başlattı. Asker çağı geçmiş olanlara Profit İlia Tepesinde pasif korunma yöntemleri öğretildi. Tehlike anında halka tehlikeyi haber vermek için Alibey Adasındaki Panayia kilisesinin çanını Ayvalık Profit İlia tepesindeki kilisenin çan kulesine yerleştirdiler.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:45

1944 Ayvalık depreminde neler yaşadınız?

4 Ekim 1944’te fabrikamı faaliyete koydum. Ve yağ çıkarmaya başladık. İşten çıktıktan sonra kardeşim, Mehmet Ülgen Bey ve Enis Damar Beyle okula kadar yürüdük. Zannedersem saat 10-11 civarıydı, şimdiki Hizmet Eczanesinin bulunduğu meydana geldiğimizde ben bir sarsıntı hissettim. Arkadaşlarım bunu fark etmediler. Hiç birimizde bunu önemsemedik. Herkes evine gitti. O gece sabaha karşı 05.00’te çok şiddetli bir deprem oldu. Öyle ki biz kıyamet oluyor zannettik. Karşımızda bulunan eski bir eczanenin saç sundurması sarsıntıyla bütün duvarı içeri aldı ve evin terası çöktü. Karşımızdaki evlerde de hasarlar meydana geldi. Bizim evde büyük bir hasar olmadı. Ancak ön cephedeki mermer balkon kaldıraç vazifesi görerek ön üst cepheyi biraz ileriye çekti. Evimizde başka bir hasar yoktu. Ama şehirde yıkıntılar olmuştu. Sahile indiğimizde bütün rıhtım baştanbaşa yarılmış ve zifiri siyah sular ortaya çıkmıştı. Bu dönemde devlet halka çadır dağıttı.

Ve biz de Enis Beylerle beraber halılarla pratik bir çadır yaparak içine yerleştik. Ama
15 Ekim gecesi yağan yağmurla yukarıdaki sokaklardan gelen sular çadırımızı istila etti. Ondan sonra sahilde bir baraka yaptık ve orada iki kış geçirdik. İkinci kışın sonunda annemin isteğiyle evlere girdik. Adada ölüm olmadı. Yalnız İbrahim Bodin adında bir dostumuz deprem esnasında balkona çıkmış. Çok geniş olan mermer balkon aniden çökünce İbrahim de balkonla aşağıya düşmüş ama tesadüfe bakın ki mermerler çadır şeklinde düşmüş. Ve İbrahim yaralı olarak ölümden kurtuldu. Ayvalık’ın sahil yöresinde ölümler oldu(zemin sağlam olmadığı dolgu olduğu için) çöküntülerden ölümler meydana geldi. Ama 62 yıl önce cereyan eden bu olayda kaç kişinin öldüğünü hatırlamıyorum.



Maden Adasındaki maden ocakları hakkında bilgi verir misiniz?


Buradaki maden ocakları Balya Karaydın Kurşun Maden Şirketinin bir kolu tarafından işletildi. Yaptıkları kazılarda M.Ö. açılmış olan bir galeri buldular. Galeride bulmuş oldukları o döneme ait bir ağaç merdiveni şirketin sahibi Mösyö Ralis’e götürdüler. Şirketin Balya’da izabe ve filetasyon tesisleri vardı. Burada çıkarmış oldukları kurşun madenini gemilerle Akçay’a götürüp oradan da demiryolu ile Balya’ya sevk ediyorlardı. O zamanlar Akçay’dan Balya’ya demir yolu vardı. Balya’daki tesislerde erittikleri kurşun madenini yurt dışına ihraç ediyorlardı. Ocaklar 1937 yılına kadar bu şirket tarafından işletildi.



Adadaki camiler hakkında bilgi verir misiniz?


Adanın ilk camisi şimdiki Taksiyarhis Kilisesinin bulunduğu yerin karşısındaki büyük arsanın doğu kısmındaydı. 1915 Kasım’ında Rumların adaya yapmış oldukları baskında baskıncılar tarafından yıkılmıştır. Bu cami Taksiyarhis Kilisesinden çok önce inşa edilmiştir.

İkinci cami (şu anki cami) 1906 yılında Midilli kökenli kaymakam Mehmet Bekir
Bey tarafından yaptırılmıştır.


(2) Kaynak: www.cundadan.com
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:48

ALİ ONAY- “Tarihe 1000 Canlı Tanık Projesi” ROPÖRTAJI (3)

1918 yılı Girit-Resmo doğumlu Ali Onay, 1924 yılında Büyük Mübadele ile gelip yerleştikleri Ayvalık Cunda (Alibey) Adası’nda yaşıyor. Çocuk yaşlarda babasının kurduğu yağhanede başlar çalışmaya. Askerlik sonrası yağ fabrikasını kurar, maden işletmeciliğiyle uğraşır bir süre. 1942 yılında Fatma Hanım’la evlenir. Bu evlilikten üç çocuk olur. Fatma Hanım’ın ölümünün ardından derin bir yalnızlık hissettiği Ayvalık-Cunda’daki evinde görüştük kendisiyle…

Anılarla dolu bir ev… Aile yadigârı fotoğraflar ve eşyalarla bezenmiş eski, şirin bir Ayvalık evindeyiz. 2003 yazının en sıcak günlerinden biri yaşanıyor. Karşımızda 85 yaşında gözlerinde ve sözlerinde ‘Büyük Mübadele’nin izlerini taşıyan Ali Onay… Duvar saatinin gonkları eşlik ediyor yaşam anlatısına. Her gongun vuruşuyla tersine akıyor zaman. 22 Mayıs 1924 günü Girit Resmo Limanı’ndan kalkan Türkiye gemisinin güvertesinde buluveriyoruz kendimizi, 6 yaşlarında küçük bir çocuk ilişiyor gözümüze…

Girit Adası Yunanistan’a ilhak olduktan sonra oradaki halk himayesiz, ortada kaldı. Ticaret hayatı sona erdi, baskılar arttı. Babam 1896 ve 1906 yılında iki sefer Ayvalık’a gelmişti ve bilhassa adaya (Cunda Adası) geleceğimizi haber aldığı zaman çok sevindi. 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra yaşanan büyük mübadele ile pek çok insanın hayatı değişir. Yunanistan’da yaşayan Türkler buraya, burada yaşayan Rumlar da Yunanistan’a gönderilirler. İşte onlardan biri de o tarihlerde beş-altı yaşlarında olan Ali Onay ve ailesidir:

“O zaman Girit’te komisyonlar kuruldu. Herkesin malları ve bu malların değerleri tespit edildi. Sefere çıkacağımız zaman hazırlıklar yapıldı, denkler toplandı, sandıklar tanzim edildi. O arada babamın paraları nasıl geçireceği endişesi başladı. Bizim çok yüksek bir karyolamız vardı, hiç unutmam sarıydı rengi, ayakları bu kadar (eliyle karyola ayaklarının genişliğini göstererek). Babam onların alt tekerleklerini çıkarttı ve bunların içine altınları doldurdu. Karyola ayaklarını hususi bir kasa yaptı, çemberlerle bağladı, çaktı. Onları hep yanında taşıdı Türkiye’ye gelene kadar. “Annem, babam, iki kardeş, halam, halamın eşi ve kızı; yedi kişi Cunda’ya geldik. Yolculuk iki-üç gün sürdü. Türkiye sahillerinde ışıklar göründüğünde, herkes geminin sahil tarafına hücum edince gemi yalpaladı.
Kaptanın yolcuları uyardığını hatırlıyorum.” (*)

Adaya ayak bastığımızda 1924 yılının mayıs ayı cumartesi günüydü, ikinci Türkiye Vapuru’yla geldik. Adaya geldiğimizde, bizden altı ay evvel birinci Türkiye seferiyle gelenler ve Midilli’den göçenler bizi rıhtımda davullarla karşıladılar. Ve dediler ki: “Siz 15 gün karantina altına alınacaksınız.” Sahilde o zaman ayakta duran bir fabrika vardı. Rumlardan kalma, papazın sarayı denen metruk bir bina. Bütün mübadillerin eşyaları oraya kondu. Babam o 4 karyola ayağını en dibe sakladı ve sandıkları onların üzerine yığdı. Orada 15 gün kaldık. Ondan sonra bize bir ev verdiler. Öyle bir ev verdiler ki sandıklarımız bile sığmadı eve.

Bir türlü sığdıramazlar eşyalarını bu eve. Kısa bir süre sonra yola çıkmadan doldurdukları mal beyanlarının ışığında verilen yeni evlerine taşınırlar: “Hükümet oradaki mallarımızı beyan ettiğimiz formüllere (belgelere) bakıp bin kök zeytin ağacı, beş-altı dönüm arazi ve hala oturduğumuz evi uygun gördü. Tüm bunlar Girit’te bıraktığımız malların %40’ı kadardır. Kalanı devletin uhdesinde, devletin kasasına kaldı.”



Yağhaneden fabrikaya


Babası Hasan Bey Girit’teki gibi ticaretle uğraşmaya karar verir burada da. Kurduğu sabunhanede dönemin en iyi ustalarını bir araya getirir. Bir süre sonra da yağhanesini kurar. “O zaman yağhanede atla dönüyordu taşlar.” Binayı maliye bakanlığından satın alan Hasan Bey makinelerini de dışarıdan getirir. Bu arada babasıyla çalışmaya başlayan Ali Onay eğitimine devam edemez: “İlkokulu bitirdim, paralı ortaokula gittim ama babam okulu bırakmamı istedi. Çünkü yaşlıydı. ‘İşlerimizi kim idare edecek?’ dedi. Ama çok iyi yetiştim onun yanında. Piyasa adamı oldum.” 1938 yılında babasını kaybeder Ali Onay. “O günlerde babam çağırdı, ‘Bak oğlum ben öleceğim. Annen, kardeşin sana emanet, sen evin büyüğüsün’ dedi ve vefat etti. Tabii annem çok akıllı bir insan, hemen bize sarıldı ve ondan sonra 1940’ta benim askerliğim başladı. O zaman işin başına (babasından kalma yağhane) bir müdür koydum ve askere gittim.” Askerlik dönüşü zeytinyağı fabrikası kurar ve kardeşini de yanına alır.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:50

Bozulan Ekonomi

“Efendim, ben Cumhuriyet Halk Partisi’ne 1944 yılında iktisap ettim, başkan seçildim. Ama 1946 yılından sonra, İnönü’nün verdiği kararla Demokrat Parti kuruldu. Memleket demokrasiye kapıyı aralamaya başladı.” İkinci dünya savaşı yıllarının ardından bir türlü düzelmeyen ülke ekonomisinin olumsuz gidişinden Ali Onay da etkilenir. “İşimizi çeviremedik. Bizim evde olaylar ancak yemekten sonra gündeme gelirdi. Masada annem “Çocuklar dikkat ediyorum sizin bu şartlarda borçlarınıza son vermeniz mümkün değil. Onun için mal satacağız ve borçlarınızı ödeyeceksiniz. Bir insanın onuru zedelenirse piyasada bir daha tutunamaz.” dedi. Ve anneciğim hiçbir şey demeden tıkıt tıkır malını sattı ve biz borçlarımızı kapattık. O zamanın parasıyla 350 bin liraydı borcumuz. Şimdi bir ayakkabıcıya versen almaz. O zaman büyük bir servetti.” Yine bu tarihlerde madencilikle de ilgilenir Ali Bey: “Yine işlerimiz tıkandı. 1949’la 1951 arasında bir ortak bulduk ve haksızlığa uğradım. Madencilikten vazgeçtim.”

1999 yılında doğduğu topraklara Girit’e gider Ali Bey:


“Doğduğum evi, çiftliği aradım. Resmo’da çocukluğuma ait iz bulamadım. Bu beni çok üzdü. Doğrusu doğduğum evi görmek istiyordum. Lozan’da Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi imzalandıktan sonra benim orada bir hakkım olmadığını anlayan biriyim. Girit benim doğduğum anam, ama yine de Girit’e en ufak bir nostalji duymuyorum (**)

“Cunda değil Yunda”


Yıllarını verdiği, 80 yıldır yaşadığı Ayvalık ve Alibey Adası’nı çok sever Ali Onay: “Alibey Adası ve Ayvalık, dört başı mamur iki tane küçük şehir. Rumlar 35 bin nüfus diyor, ama ben bunu tenkit ettim. Araştırdım, 20 bindi Ayvalık’ın nüfusu. Alibey Adası’nda büyük sabunhaneler vardı. Bir sürü yağ depoları, beş tane büyük kilisesi, iki tane aile kilisesi vardı ve bunların hepsini hatırlıyorum, içlerine girdim, biliyorum. Eğer o kiliseler ayakta kalmış olsaydı, bugün Alibey Adası bir müze şehir olacaktı. Ayvalık’tan bahseden kitaplarda diyorlar ki, Rumlar kurdu. Benim yaptığım araştırmalarda Ayvalık’ı Türkler kurmuş. Bildiğiniz gibi 1968’den sonra turizme açıldı burası ama şimdi her yer betonlaşıyor. Bir de Cunda Adası var! Türkler buraya Yunda Adası diyorlardı. 1513 yılında Piri Reis buraya geldiği zaman civar adaları gezer. Piri Reis’in neşrettiği kitabında, Yund Adaları der buraya. O günden 1924 yılına kadar Osmanlı’nın bütün yazışmalarında adı böyle geçer. Buraya gelen mübadillerden bir akıllı yahut bilgisiz, oradaki yazışmları yahut belediyedeki kayıtlarda “Yunda”yı “Cunda” okudu. Cunda’yla adanın hiçbir ilgisi yok. Bu bir cehaletin, bir Türk cahilinin ortaya çıkardığı bir sözcük…”

Giritliler daha medeniydi…


“Zirvede yaşadık biz çocukluğumuzu. Mesela karşı komşularımız vardı. Babam hususi çinko tabaklar aldı ve anneme yemek pişirtiyordu, onlara her gün yemek veriyordu. Eğlenceler tertip edilirdi. Vals, polka, sirto. Bunları hep Girit’ten getirdik biz. Bu kültürleri İtalyanlar bizimkilere öğretti Girit’te. Biz çok medeniydik. Mesela buraya gelen Midillililerden yalnızca bir tane aile pantolonluydu, diğerleri poturlu (yöresel özellikler taşıyan şalvar). Mesela Birinci Büyük Millet Meclisi’nde çok Giritli vardı. Neden? Medeniydiler, yüksek tahsilleri vardı. Şimdi bakınız, ben hep şunu müdafaa ediyorum, Yunanlar ve Türkler aynı bölgede yaşadıkları için biz aynı taabiyete mensup insanlarız. Kanlarımız karışık, bütün huylarımız benziyor, suratlarımız benziyor. Onun için bu bölgenin insanları mutlaka aralarındaki ihtilafları halledip kardeş gibi geçinmek zorundadırlar. Ve bakınız kardeş gibi geçinmeyi sağlarlarsa harp malzemesine verdikleri trilyonlar halka kalacaktır, bünyede kalacaktır ve bölgenin en kuvvetli iki halkı olacaktır.”

(*), (**) Bu iki bölüm Ali Onay’la yapılan bir söyleşinin de yer aldığı, İskender Özsoy’un derlediği Bağlam Yayınları’ndan çıkan “İki Vatan Yorgunları” kitabından alınmıştır.

Not: Bu yazı 7 Eylül 2003 tarihinde Milliyet Gazetesi’nin Pazar Eki’nde yayınlanmıştır. Ali Onay ile yapılan söyleşi Türk Tarih Vakfı’nın “Tarihe 1000 Canlı Tanık Projesi” kapsamında gerçekleştirilmiştir.

Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Proje Koordinatörü: Gülay Kayacan
Görüşmeyi Yapan: Hakan Koçak Görüşme Kayıt Süresi: 3 saat Deşifre Redaksiyon: Sevil Üzrek Görüntü Kaydı: Tamer Üstel Yayına Hazırlayan: Tuba Çameli.


(3) Kaynak: www.ayvalikhatirasi.wordpress.com
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:52

BRUCE CLARK- “İki Kere Yabancı” kitabında Ali Onay (5)

Fiyakalı, konuşkan, ufak tefek seksenlik Ali Onay, 2004 başlarında Cunda Giritlileri arasında yaşayan yaşlı ve saygın bir beyefendidir. Giritli coşkusuyla bu çelişkilerin bazılarını şahsında barındırmaktadır. Babası Rethimno (Resmo - Ç.N.) limanının zengin
tüccarlarındandır. Ailesi ana dili Rumca olan sadık, seçkin Osmanlı nüfusunun mensubudur. Bu durumu kendi mantığıyla şöyle izah ediyor: Ana dili Yunanca değildir, Kritika'dır ( Giritli ağzı). Gerek kendisinin gerekse Giritli topluluğunun geliştirdikleri tarih versiyonuna göre 1669 yılında Girit'in Osmanlılar tarafından fethi bir "kurtuluş"tu çünkü Osmanlı hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara bir önceki Venedik idaresine oranla çok daha merhametli bir rejim getirmişti. Kritika meselesine gelince, Osmanlı döneminin daha başlarından itibaren pratik nedenlerle kullanılmaya başlanmıştı. Girit, Osmanlı
Müslümanlarının -ki bunlar Arap, Slav, Arnavut ya da Türk olabilirdi- idaresi altında bir ada olup bu Osmanlılar sıklıkla Yunanlı Hıristiyan kadınlarla evleniyorlardı. Kritika da böylelikle faydalı bir uluslararası dil olup çıkmıştı. Girit Müslümanları Türk değildiler (çünkü o zaman bu kavram henüz yoktu) ama Rum da değildiler. Onlar sadece Kritika konuşan Osmanlılardı.

Ali Onay kendi aile hikâyesini anlatırken zaman zaman hırçınlaştı, zaman zaman muzaffer bir edaya büründü, zaman zaman duygulandı, gözyaşı döktü. "Resmo'dan dışarıya en çok parayı çıkaran aile benim ailem" derken kıkır kıkır gülüyor Ali Bey ve babasının pirinç karyolanın demirlerinin içine altın liraları nasıl tıkıştırdığını, mis kokulu servi ağacından yapılma nefis sandıklara süs eşyalarını, dantelleri, arşiv malzemelerini nasıl doldurduklarını anlatıyor. "Ölünceye kadar bu sandıkları saklayacağım, bana Girit'i hatırlatıyorlar" diyor ve ekliyor: "Ama eminim ki öldüğüm gün çocuklarım eskiciyi çağıracaklar ve kurtar bizi bu pisliklerden diye verecekler sandıkları."

Sevgi dolu anılarla Yunan milliyetçiliğine yönelttiği sert eleştirilerin karışımı Girit hakkındaki sözleri, Cunda'nın merkezinin biraz uzağına düşen iki katlı taş evinin içindeki eşyalarla dokunaklı bir uyum içinde. Sadece sandıklar değil, halılar, el işlemeleri, soluk bir gelinlik, dikkatle çerçevelenmiş bazı belgeler, içinde yüksek siyah çizmeler giymiş pos bıyıklı adamların yer aldığı sepye fotoğraflar ve Girit adasının eski bir haritası; bütün bunlar Girit’te bırakılan yaşama hem selam yolluyor hem de yasını tutuyor. En değerli evladiyelikleri arasında büyük büyük anneannesi tarafından bir yerden kopya edilmiş içinde romantik şiirlerin yer aldığı seksen sayfalık defter var. Osmanlıca yazılmış Arap alfabesiyle, ama dili Yunanca.

Ailesinin Resmo'da yakın görüştüğü Yunanlı komşuları olduğunu çocukken farkında Ali Onay. Ama dediğine bakılırsa ailesi aynı zamanda Hıristiyan cemaatin siyasi niyetlerine de ihtiyatla yaklaşıyor. Ali Bey, mübadeleden on yıl önce bile iş adamı babasının pusulanın ucunun nereyi işaret ettiğini açıkça görebildiğini söylüyor. İşlerinin çoğunu tasfiye edip varlığının büyük bölümünü paraya çevirmiş. "Babam Girit Müslümanları için Yunan idaresi altında hiçbir umut olmadığını görmüştü, haklıydı da."


(4) Bruce Clark –İki Kere Yabancı –Çeviren: Müfide Pekin - İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları – 2008 (Ali Onay’la Bruce Clark’ın söyleşisi “Ayvalık ve Hayaletleri” maddesindedir. Sayfa:72-74)
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:53

Ali Onay, Türklerle Yunanlıların bir arada süren yaşamlarına ölümcül darbenin 1919 Mayıs'ında İzmir'e Yunan ordusunun girmesi ve giderek Anadolu içlerine yayılmasıyla vurulduğunu söylüyor. Bu tespitini doğrularcasına anne ve babasının henüz Resmo'da yaşarlarken Yunan birliklerinin Anadolu'da giriştikleri vahşete dair anlatılan hikâyelerle nasıl dehşete kapıldıklarını anımsıyor yaşlı beyefendi. Komşuları Rum kasabın oğlu Yunan ordusunda Anadolu cephesinde savaşıyormuş. Oğlan yaralı olarak geri döndüğünde asker arkadaşlarının Türk kadınlarını nasıl dövdüğüne, taciz ettiğine dair korkunç hikâyeler anlatmış. Oğlanın annesiyle babası şok olmuşlar; elbette Ali Onay'ınkiler de. Muharebe alanlarından gelen bu hikâyeler Ali Bey'in ebeveynlerinin, artık Yunanlılarla herhangi bir yerde bir arada yaşamanın imkânsız olacağı konusundaki önsezilerini doğrular nitelikteymiş. "Aslında bu çok acıydı çünkü Hıristiyanlarla Müslümanlar yüzyıllardır bir arada yaşıyorlardı" diye ısrarla sürdürüyor konuşmasını Ali Onay. Standart Türkçe terminolojiye sadık kalarak Rumlarla –yani Ortodoks inanca sahip Osmanlı uyruklarıyla- Yunanistan devleti arasındaki farkın altını çiziyor. Yunanistan 1919'da işgal ordusunu Türkiye'ye yolladığında, Ayvalık gibi Rum yerleşimlerinde yerel halkın orduyla suç ortaklığı yapması kaçınılmaz bir durum değildi ama yaptılar ve bedelini de ödemek zorunda kaldılar. "Maalesef Rumlar 1919'dan sonra Müslüman-Hıristiyan dostluğunu çabuk unuttular. Yunan ordusu Anadolu'ya gelmeden önce Rumlar milliyetçi değillerdi; devletlerine sadık Hıristiyan Osmanlılardı. Ama buraya Yunan ordusu gelip de Müslümanlara çok feci şeyler yapınca, bir de üstelik Rumlar onlarla işbirliği yapınca, her şey bitti. Eğer bu korkunç olaylar olmasaydı, şimdi burada Rumlar hala yaşıyor olacaklardı." 1922'de ölen yerel Rumların ve Piskopos Grigorios'un hayaletlerine karşı Ali Onay'ın bir çırpıda dile getiriverdiği özlem dolu cümleleri işte bunlar.

Girit'te ve Yunanistan'ın herhangi bir yerinde Müslümanlara yaşam hakkı olmadığı sonucuna varan babası haklı mıydı öyleyse? Esasında Ali Onay'a göre ailesi daha önceden gelmeliydi. Mübadeleden çok önce Girit'ten gelip İzmir'e ya da Anadolu'nun başka yerlerine yerleşen kuzenlerinin tavsiyesine uysalar ne iyi olurmuş. Ama Girit'ten ayrılmanın doğru olduğuna bunca ısrar da etse Ali Onay oraya hala hayli bağlı görünüyor.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ALİ ONAY SÖYLEŞİLERİ Taylan KÖKEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 18:55

BAY ONAY- BİR MÜBADİL / OĞUZ SAVAŞ UYSAL (5)

Mutlu göç yoktur diyor bir yazar ve ekliyor “her göç kişisel bir trajedidir; sonu iyi de
bitse kaybetmenin, geride bırakmanın, eksilmenin öyküsüdür aynı zamanda…

Ali Onay, Cundalıların deyimiyle Bay Onay 15.01.1918 yılında Girit Resmo’da tüccar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Henüz altı yaşındayken bir gün kapıyı çalan inzibatlar hiç beklemedikleri haberi vermişler. “Toplanın Türkiye’ye gidiyorsunuz.” “Ben daha çocuktum bunun ne anlama geldiğini kısa bir süre sonra çok iyi anlayacaktım.” Bizim evde ve arkadaşlarımın evlerinde büyük bir hareketlilik başladı. Eşyalarımızı topluyor. Bir kısmını denklere yerleştirirken bir kısmını da Rum dostlarımıza emanet ediyorduk. Bir gün mutlaka donup gelecektik. O zamana kadar teslim ettiklerimize göz kulak olmaları gerekiyordu. Şimdi o günleri gözümün onunu getiriyorum da ne kadar masumane bir düşünceymiş. Oysa zamanla öğrenecektim sadece bizler değil Ege’nin her iki kıyısında yer alan ve bu mübadeleye dahil olan yaklaşık bir milyon yedi yüz bin insanın hepsi aynı duygularla hareket ediyordu. “Bir gün eve geri döneceğiz.”

Sanırım Limana yanaşacak olan o gemiye, geri dönüşe ve eve kavuşmaya duyulan özlemdir Ege’nin her iki kıyısındaki insanları uzun yaşatan. Beklenen o gemi gelmese de umut hep vardır. Her iki kıyıda da evlerin pencereleri limanı ya da boğazı görecek şekilde inşa edilmiştir. Ola ki bir gün vapur gelirse görmek, koşup ta vapura yetişmek ve de eve dönmek için… Her pencere limana bakmıştır.

Vapur limana yanaştığında eşyalarımız maunalarla vapura taşındı. Hepsi tek tek kontrol edilmiş çok fazla bir şey almamıza izin verilmemişti. Ve ayrılık vakti geldiğinde Rum komşularımız, dostlarımız biraz çekingen ve ürkekçe olsa da hepsi limana bizi göndermeye gelmişlerdi. Kolay mıydı öyle çocukluk arkadaşından dostundan ayrılmak. Her sarılışta bir daha görmeceymiş hissi olsa da hepsi yüreğindeki umudu korumak için komşusunun kulağına usulca fısıldıyordu “emanetini merak etme sen gelene kadar gözüm gibi bakacağım” Gemi limandan ayrılmaya başladığında kıyıda kalan Niko’nun da gemideki Hasan’ında kalbinde hep aynı hüzün vardı. Ne Neden Niçinler de kendi payları olmasa da sonuçlarına kendilerinin katlanmak zorunda oldukları bir ayrılıktı bu… Evinden, yurdundan, dostundan, kimisi de yavuklusundan koparılışın isyanını bir yanardağ şiddetinde sessizce akıp giden gözyaşlarında yaşıyordu.

Biz Türkiye vapurunun ikinci seferi ile yola çıkmıştık. Yol boyunca hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Gönlümüz yüreğimiz Ege’nin her iki kıyısı arasında gidip gidip geliyordu. Bir tarafta bıraktığımız evimizin topraklarımızın dostlarımızın hüznü diğer tarafta ise anavatanımıza kavuşmanın sevinci gözyaşlarımıza karışıp duruyordu.

Boğaz dar olduğu için ara vasıtalılarla çıkarıldık Cunda Adasına. Rıhtıma çıktığımızda Midilli ve Girit’ten bizden evvel gelenler davul ve zurnalarla karşıladılar. Gelenlerin hepsini hemen orada aşıladılar. Despotun sarayında on beş gün karantinada tutulduk. Karantina süresi bittikten sonra ellerimizdeki formüllere göre (Yunan hükümetince verilen mal beyanları) varlıksız ailelere kişi başına 35 ağaç zeytin varlıklı ailelere ise 20 şer ağaç zeytin bir ev ve birer buçuk dönümde tarla verildi.

Kolay olmadı alışmak çünkü oradan gelenlerin çoğu varlıklı ailelerdi ve burada ki
ekonomik şartlara uyum sağlamaları çok zor oldu. Bazıları ise maalesef uyum sağlayamadılar.

Tam 81 yıldır bu evde yaşıyorum bundan birkaç yıl evvel Girit’e gittim. Çocukluk hayallerimde sakladığım her şey yerli yerinde duruyordu. Birbirimizi hatırlamasak ta kendi yaşımdaki arkadaşlarımı, doğduğum evi yürüdüğüm sokakları pencerelerimizi her şeyimiz bir yetişkin gözüyle görmek çok farklıydı benim için…

Ben 81 yıldır doğduğum yerden uzakta yaşıyorum. Burayı seviyorum çünkü burası benim ülkem ama bazen farkında olmadan da olsa pencereden acaba gemi geliyor mu diye baktığım zamanlarda olmuyor değil…



(5) Kaynak: www.fotogezgin.com / 05 Ocak 2009
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir