ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Girit Konulu Filimler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:24

ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ
Aysel AY
Seher MİDİLLİ
Bahar TUGEN






ÖZET


'Buradayım, bak geldim işte...
Eline dokunabilmek için, gözümle görebilmek için kalanların en büyük sorusuna gidenlerin cevabının ne olduğunu bulabilmek için...'


Bu çalışmada, Türkiye’de yaşanmış ve toplumsal sorunlara yol açan Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin günümüze yansıyan yönleri Türk melodram sinemasının örneklerinden ‘Dedemin İnsanları’ filmi aracılığıyla anlatılacaktır. Bu bağlamda, ilk olarak Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin gelişimi ve sonuçlarına ‘kimlik’ ve ‘öteki’ kavramları çerçevesinde değinilecektir. İkinci bölümde ise ‘Dedemin İnsanları’ filmi, yukarıda anılan kavramlar çerçevesinde söylem analizi yöntemiyle ele alınacaktır.


Anahtar Kelimeler: Kimlik, Öteki, Göç, Dedemin İnsanları

IDENTITIES STUCK IN PURGATORY: DISCOURSE ANALYSIS OF MOVIE “DEDEMİN İNSANLARI”

ABSTRACT

This research aims to reveal the reflections of Turkish-Greek Population Exchange on contemporary lives of those people, which occurred in Turkey and created social issues, investigating the issue through a recent Turkish melodrama 'Dedemin İnsanları', in the scope of highlights and consequences of Turkish-Greek Population Exchange, focusing on the concepts such as 'identity' and 'the other'. Second section includes discourse analysis of the movie 'Dedemin İnsanları' within the frame of above mentioned concepts.

Key Words: Identity, The Other, Migration, Dedemin İnsanları

1. TÜRK-YUNAN NÜFUS MÜBADELESİ ve SONUÇLARI

 Arş. Gör., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Basın Yayın Tekniği A.B.D.
 Arş. Gör., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Sinema A.B.D.
 Arş. Gör., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon A.B.D.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:26

Toplumların tarihi oluşurken, her daim savaşlarla evrilmiş acılarla yoğrulmuştur. Ülkeler sınırlarını belirlerken insanların da zihinlerindeki sınırlar çizilir, yönetimin belirlediği ilkeler, yasalar koşulsuz şartsız toplumlara mal edilir. Kendi kaderini belirlemekten yoksun bırakılan ve zorunluluklar çerçevesinde hareket etmeye maruz kalan halklar ‘göç’e yeni bir tanım eklemiş olurlar: ‘Zorunlu Göç’. Tüm dünyada farklı biçimlerde gerçekleşen zorunlu göçler, Türkiye’de de I. Dünya Savaşı’nın etkilerinin fazlasıyla hissedildiği ve bir kurtuluş mücadelesinin ardından kurulan yeni bir ülkenin diyeti olarak karşımıza çıkmıştır.

Bu bağlamda Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, hem mübadiller hem de mübadeleyi gerçekleştiren ülkeler açısından önemli çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Türk-Yunan nüfus mübadelesi (nüfus değişimi), Lozan Konferansı’nda Türkiye ve Yunanistan arasındaki öncelikli sorunlardan birisi olmuş ve 30 Ocak 1923 yılında, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan ‘Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’ün imzalanmasıyla çözüme kavuşturulmuştur. Sözleşmenin 1. Maddesi uyarınca, Türkiye’de bulunan Ortodoks Rumlarla, Yunanistan’da bulunan Müslüman Yunan uyrukları, 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu göçe tabi tutulacaklar ve göç edenler Türk ve Yunan makamlarının izni olmadıkça geldikleri ülkelere yerleşmek amacıyla geri dönemeyeceklerdir. (Oran, 2002; 332). Bu sözleşme uyarınca, yaklaşık olarak 350.000 Müslüman Türk ve
200.000 Hıristiyan Rum zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır (Kayam, 1993; 1). Türk-Yunan nüfus mübadelesinin birkaç önemli özelliğine değinmek gerekir. Mübadelede kullanılan temel kriter öncelikle ‘din’ olgusudur. Mübadele sözleşmesinde, mübadeleye tabi olanlar arasında dil ya da etnik kökene dayalı bir ayrım yapılmamıştır. Buna örnek olarak, Makedonya’daki Müslümanların Yunanca ve Orta Anadolu’dan gönderilen Ortodoks Rumların çoğunluğunun da Türkçe konuşması gösterilebilir. Mübadelede dikkati çeken diğer bir özellik de, yukarıda belirtildiği gibi, göçün zorunlu kılınmış olmasıdır. Tarihte ilk defa, zorunlu göç Uluslararası Hukuk tarafından meşrulaştırılmıştır (Zürcher, 2003; 4).

1.1. Mübadelenin Sonuçları

Mübadele, hem mübadiller hem de iki ülke açısından psikolojik, sosyal ve ekonomik açıdan olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Mübadelenin ilk yıllarında Anadolu’dan göç eden Rumlar, Yunan hükümetinin beklentisinin aksine, barınma problemleri ile karşılaşmışlar ve bu göçmenlerin beslenme, giyim ve bakım masrafları zaten kötü durumda olan Yunan ekonomisine ek bir yük bindirmiştir. Yunanistan’ı terk eden Müslümanlardan kalan yerlere

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:27

sadece Rumların yüzde kırkı yerleştirilebilmiş, bu durum, göçmenlerin hayat şartlarının daha da kötüleşmesine yol açmıştır (Blanchard, 1925; 453).

Türkiye’ye göç eden Müslümanlar için de durum çok farklı değildir. Özellikle gelenlerin sayısının gidenlerden çok daha az olması, yerleşme konusunda Yunanistan’a nazaran daha az sorunla karşılaşılacağı beklentisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ancak bu istenildiği gibi bir düzenli yerleşimin olmasına yetmemiştir. Mübadele Antlaşması şartlarına göre, Türkiye’ye gelen göçmenlerin Rumların boşalttıkları alanlara yerleştirilmesi gerekmekteydi. Bu yerleştirme, göçmenlerin terk ettikleri yerlerin iklim ve hayat şartlarına uygun olarak yapılacaktı. Fakat bu süreç uzun ve detaylı bir çalışma gerektirmekteydi ve her iki devlet de mübadelenin bir an önce başlatılmasından yanaydı. Bu sebeple göçmen yerleşim yerlerinin “kıyı, kent, kasaba ve köylerden başlanarak, demiryolu ve diğer ulaşım araçlarının gidebildiği yerlere kaydırılması yoluna gidilmiştir” (Kodaman, 2008; 23).

Her iki ülkeye göç edenlerin, gittikleri yerlerde sosyal ve toplumsal hayata uyum sağlamaları pek de kolay olmamıştır. Geldikleri topraklar her ne kadar kendi dini inançları ile uyumlu olmasa da bu topraklarda büyümüş ve bu kültür içinde yaşamışlardır. Her ne kadar ‘Anavatan’ olarak anılan topraklara gelmiş olsalar da zorunlu göçe tabi olan kişiler yeni bir kültür ile tanışmışlardır. Burada aitlik sorunu her iki ülkeye göçen kişilerde de kendini göstermiştir. Zira Yunanistan’a göç edenler Yunan toplumundan ayrı bir kimlik oluşturmuş, uyum sağlayamayanların bir kısmı, Avrupa ya da Amerika’ya göç etmek durumunda kalmışlardır.

Türkiye’ye gelen göçmenler konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bir kısım yazar, Türkiye’nin uyguladığı iskân politikasının, Müslüman muhacirlerin Türk toplumundan ayrı bir kimlik geliştirmelerini önlediğini savunmaktadır (Öztürk, 2010; 152). Bazı yazarlar ise, Türkiye’ye gelen ve genel olarak “muhacir” olarak adlandırılan göçmenlerin gözle görülür bir farklılık oluşturduğunu ve ayrı köylerde veya şehirlerin farklı bölgelerinde topluca yaşadıklarını ve kendi gelenek/göreneklerini devam ettirdiklerini savunmaktadır. Özellikle, “birinci ve ikinci nesil muhacirler, hükümetin tüm çabalarına rağmen, aralarında Yunanca ya da Arnavutça konuşmaya devam etmişlerdir” (Zürcher, 2003; 5). Elbette dil kültürün yaşatılması açısından önemli bir unsurdur. Ancak dilin yaşamasını, kimliğe dair hiçbir sorunun yaşanmaması anlamında yorumlamak da oldukça yanlıştır. Çünkü kimlik öncelikle bulunulan toprağa, vatana, ait olma hissiyatı ile başlar ki bu da o toprağın kültürünü yaşamakla gelişebilecek bir unsurdur. Mübadillerin doğup büyüdükleri yerleri terk ederek

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:28

yeni bir ülkeye taşınmaları psikolojik ve ekonomik sorunların yanı sıra sosyolojik sorunlara da neden olmuştur. Özellikle de ayrıldıkları toprakların kültürüne ait unsurları bünyesinde taşıyan ve o topraklarda ‘Müslüman-Türk’ olan insanlar, Türkiye’ye geldiklerinde daha karmaşık bir kimlik alımlaması içinde bulmuşlardır kendilerini. Benzer toplumsal sorunlar yaşayan her toplumda olduğu gibi mübadele ile de yeni ‘öteki’ler ve kimlik tartışmaları ortaya çıkmıştır.

1.2. Yeni Kimliklerin Karmaşasında Yeni ‘Öteki’: Mübadiller


Türkiye’de farklı dönemlerde farklı koşullarla birlikte ortaya çıkan toplumsal sorunlar yaşanmıştır. Yukarıda da söz edildiği gibi Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi de bu toplumsal sorunlar içinde yer almaktadır. Halen de etkileri devam eden bu toplumsal sorunların çıkış noktası ise çoğunlukla ‘kimlik’ olmuştur. Kimlik, “Kimsiniz?” ve “Ben kimim?” (kişisel) ya da “Biz kimiz?” (toplumsal) sorularına verilen yanıttır. Bu anlamda kimliğin, kişisel ve toplumsal olmak üzere iki boyutu vardır. İnsan ya da topluluk burada kendisini diğerlerinden ayırt eden özelliklerin neler olduğu üzerinde durur. Bu anlamda kimlik bir bilinç sorunudur. Kişinin ya da topluluğun kendisi hakkındaki bilinçsiz algılayışının bilince çıkmasıdır (Assmann, 2001; 130-131). Castells ise kimliği şu şekilde tanımlamaktadır; “Kimlik insanların anlam ve tecrübe kaynağıdır” (Castells, 2006; 12). Bu bağlamda mübadele ile zorunlu göçe tabi olan insanların ‘anlam ve tecrübe’ kaynaklarını yitirdiklerini ve yeni geldikleri topraklarda yeni anlamlarını bulmalarının zaman aldığını söylemek mümkündür. Zira ‘tecrübe’ belli bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu zaman diliminden yoksun bırakılan mübadiller, belki de en çok bu sebeple geldikleri topluma ‘ait’ olmakta zorlandılar ve adaptasyon sorunları yaşadılar. Bu durumda günümüzde halen en büyük toplumsal sorunlar içinde yer alan ‘öteki’ ve ‘ötekileştirme’ tartışmaları karşımıza çıkmaktadır. Kimlik ‘ben’ ve ‘öteki’nin farkına varmakla ortaya çıkmaktadır. Bir başka kültürle yapılan karşılaştırma kimliği oluşturur. Avrupa’da yaşanan gelişmelerle birlikte “öteki”ne göre kendini tanımlama şeklinde ifade edebileceğimiz kimlik kavramı oluşmaya başlamıştır (Poyraz ve Arıkan, 2003; 62). Diyalektik kurgulanışta öteki, ben’in ya da kendi’nin benleşmesi/kendileşmesi sürecinde gerekli ve geçici bir yabancılaşmayı ifade etmektedir. Burada yabancılaşmanın ötekiliği ben’in benleşmesine içkindir. Diyalektiğin teleolojisi ötekiliği sömürgeleştirip asimile ederek onu ben’in gelişmesinin bir aracı olarak kurguluyor. Ötekinin ben’in benleşmesine içselliği nedeniyle, öteki her zaman zaten tanıdık ya da bildik bir şeydir (Spivak, 1988; 292). Hall’in, eski ve yeni kimlik anlayışlarını çözümlediği bir makalesinde, “Ben, Öteki’nin bakısında yazılıdır” derken kimliğin daima bir karsı karsıya gelişe, bir ötekine ihtiyaç duymasını
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:29

vurgular. Kimliğin bir süreç, bir anlatı, bir söylem olarak anlatımı Öteki’nin konumundan gerçekleşir (Hall, 1998;71).

Bu bağlamda Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi açısından bakıldığında, Yunanistan topraklarında ‘Yunan’ benliğinin ötekisi olan Türk soylu mübadiller, Türkiye’de de ‘Yerli Türk’ benliğinin ötekisi olmaktadır. Çalışmanın araştırma konusunda yer alan ‘Dedemin İnsanları’ filminde de ortaya çıkan tabloda, tam olarak vurgulanan da ötekileştirerek kendi kimliğini oluşturan milliyetçi düşüncenin etkisidir. Milliyetçi düşünce biçimi ‘bizden olmayanı’ da, yani ‘öteki’ kavramını içerir. Milliyetçi kimlik evrensel değil yereldir ve sınırlı bir toplulukla anlam kazanır. Sınırlı olması ‘öteki’nin varlığıyla açıklanabilir. İster gerçek ister muhayyel olsun, ‘bizden olmayan’ın var olduğu alanlar ‘bizim’ dış sınırımızı oluşturur ve ‘öteki’nin varlığı bu sınırla zımnen kabul edilir. Egemenlik kavramı da aynı biçimde ‘öteki’ kavramını yeniden gündeme getirir: bizden olmayanlar güç kazanıp ya da dış sınırlarımızı aşıp iç işlerimize karışmamalıdırlar. Yani ‘öteki’, milliyetçi ideolojinin, olmazsa olmaz, temel taşlarından birini oluşturur (Benedict, 1990; 15). Bu nedenle de Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından ortaya çıkan mübadele süreci ulus devlet oluşturmada önemli bir basamak olarak topluma yansımıştır. Elbette bu yansıma biçimi yukarıda da söz edildiği gibi oldukça sancılı olmuştur. Tüm uluslar birliklerini kurarken bu tür acı olaylara sahne olmuştur. Ancak bu durum yaşanılan acıları ve sıkıntıları meşru kılmamakla birlikte yeni sorunların doğmasına neden olmuştur. Halen kitaplara, akademik çalışmalara ve sinema gibi farklı alanlara bu toplumsal sorunların yansıması da bunun bir göstergesidir. Zira toplum bireylerden oluşur ve ifade edilen her insani durum yaşanılanın etkisinde gelişir.

Bunlarla birlikte toplumları var eden ve belirli bir alana ‘ait’ olma durumunun gerçekleşmesini sağlayan ise her zaman kültür olmuştur. Kültür; “kimliğin tanımlanması, ifade edilmesi ve geliştirilmesi için, kişinin kendini gerçekleştirmesi için bir önkoşuldur. Kimlik bağlamı olarak kültür, “üyeleri, ortak tarihi deneyim ve değer verilen (inanç, yasam biçimi, gelenekler, dil ve ortak vatan gibi) kültürel özelliklerin bir bileşimine dayanan ortak bir kimliğin sürekliliği duygusunu paylaşan ulusal, etnik ve dini grupların” kültürüdür (Jordon ve Weedon, 1995; 5). Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi açısından düşünüldüğünde ise; Yunanistan topraklarında Yunan kültürünü kendi dini kimliği ile harmanlayan Müslüman- Türk’ün Türkiye topraklarında yerli halk tarafından dışlanması da yerel kültürden ‘farklı’ olan ve ‘biz’leşmeyen muhacir kültürden kaynaklanmaktadır. Geldikleri toraklarda ‘biz’e dahil olamayan ya da oldurulmayan mübadiller, bunun doğal sonucu olarak bir kimliğe de sahip olamamakta ve aidiyet temelli bir toplumsal yaşamda yer alamamaktadırlar.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:30

Mübadelenin olup olmaması ya da gerekliliği üzerine tartışmalar için artık çok geç olmuşsa da doğru politik ve sosyal tedbirler alındığında bu tür entegrasyon durumları geçmişte olduğundan çok daha az sıkıntı çekilmesi sağlanarak gerçekleştirebilirdi. Kültür, kimlik ve aidiyet bu kadar iç içe gelişen bir süreç dahilinde gerçekleştiğine göre, ‘biz’ kavramının sınırları içine mübadiller ya da toplumun diğer ‘öteki’leri eklemlenebildiğinde sorun büyük ölçüde çözülecektir. Nihai olarak, insan sosyal yapı içinde kendini tamamlayan bir varlıktır ve ‘var’ olmak, ‘var’ sayılmak onun en temel ‘insani’ hakkıdır.

2. “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ


Filmin hemen başında ‘Yaşanmış bir hikâyenin yaşamış insanlarından.’ vurgusu yapılır. Mübadele sırasında ve sonrasında yaşanan hikâyelerden yalnızca biri olan Mehmet Bey, torunu Ozan ve ailesinin bu hikâyesinden izleyicinin daha fazla etkilenmesi adına yapılan bu küçük hatırlatma, mübadele olayının bireylerin yaşamlarını aslında ne kadar büyük oranda etkilediğini açığa çıkarmaktadır. Toplum genelde oluşturulan düzene uyar ve mevcut huzursuzlukları da hoş görme eğiliminde, güçlüden yana olur çoğunlukla. Komşusu hatta en yakını da olsa çok az kişi dışlananın yanında yer alır. Dedemin İnsanları filminde de ‘Araf’ın insanları dışlanırken kimse sesini çıkarmaz, doğru dahi olsalar 'ait'likleri olmadığı için ve onlara taraf olunduğunda da kendi aitliklerinde soru işaretleri konulacağı için kimse bu durumda sesli düşünmez.

Filmin ana karakterlerinden biri olan Ozan ve arkadaşlarının okuldaki son günlerinin ardından karnelerini alarak evlerinin yolunu tutmaları gerekirken izleyicinin de filmin hemen başında vuku bulması nedeniyle anlam vermekte zorlandığı bir mücadeleye girişmişlerdir. Önceki sahnede Türk milli marşı olan İstiklal Marşı’nı yan yana okuyan öğrenciler karnelerini aldıktan ve dağıldıktan sonra birbirlerine taş atar hale gelmişlerdir. Bu sahnede özellikle '- Gidin mahallemizden. -Gitmeyiz, sizin sanki. -Bizim tabi, size mi bırakacağımızı sandınız. - Burası herkesin' gibi çocukların birbirlerine taş atarken kullandıkları ifadeler dikkat çekmektedir. Bu ifadelerden bir tarafın diğer tarafı ötekileştirdiği, diğer tarafın ise içerisinde bulunduğu ve yaşamaya çalıştığı topraklara ait olma mücedelesi hissedilmektedir.

Ozan’ın dedesi,Ozan’ın karnesini incelediğinde arkadaşları ile geçiminin öğretmeni tarafından orta ile değerlendirildiğini fark etmiştir. Eğitim ve öğretimdeki not sisteminde orta ifadesi ne çok başarılı olmayı ne de çok başarısız olmayı ifade eder. Orta ifadesinden anlamamız gereken esasında bu notun verilmiş olduğu durumun ya da davranış biçiminin
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:31

daha iyi olabileceği ve olması gerektiğidir. Bu bağlamda yönetmen bu davranış biçiminin mübadil halklar arasında daha iyi olabileceği ve olması gerektiğini Ozan üzerinden açıklamaktadır. Mübadillerin daha çocuk yaştan itibaren ‘öteki’ ile olumlu ilişkiler geliştirmekte zorlandığı, geliştirse dahi bu ilişkilerin zedelendiği ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra bu not yalnızca öğretmeni tarafından Ozan'a verilmemiş aynı zamanda yönetmen tarafından az önce birbirlerine taş atan, birbirlerini olabildiğince ötekileştirmeye çalışan çocuklara; ayrıca mübadele döneminde taraflara ayrılan, birbirlerini anlama, empati kurma gibi konularda ne kadar eksik olduklarını göstermek amacıyla mübadeleden bir şekilde etkilenmiş bireylere verilmiştir.

Karne dönüşü Mehmet Bey ve torunu Ozan, Mehmet Bey'in manifatura dükkanına gelirler. Ozan tam dükkana girecekken dedesi onu dükkana ilk olarak sağ ayakla girmesi konusunda uyarır. Zira sol ayakla dükkana girmenin bereketi kaçıracağına inanır. Dede ile torun arasında geçen bu diyalog bizlere bölge halkının mevcut inanışı olan İslam inancını hatırlatmaktadır. Zira film metni bizlere ailenin inanç pratikleri konusunda bölge halkından etkilendiklerini ve mübadele sonrası kimlik kazanma sürecinde yerli halkın inancını benimsediklerini göstermektedir. Bu bağlamda mübadele sonrası taraflar her ne kadar iletişim kurmakta isteksiz gibi görünse de birbirlerini etkilemek ve birbirlerinden etkilenmek durumunda kamışlardır.

Filmde Mehmet Bey ve ailesinin yaşadığı bölgedeki esnafların arasında da Mehmet Bey ve ailesinin göçmen olmaları hususunda olumsuz söylemlerin üretildiği görülmektedir. 'Allah'ın gavuru bir de alay geçiyor benimle, salyangoz yediği günleri ne çabuk unuttu o adada.' ifadesi bir komşusu tarafından Mehmet Bey için söylenmiştir. Özellikle gavur ifadesi kendisi gibi olmayanı ötekileştirmek üzere kullanılan bir ifadedir. Karşısındakine kendisi ile alay ettiği için sitem eden kişi söz sırası kendisine geldiğinde aynı tavrı sergilemekten kaçınmamaktadır. Bu bağlamda 'gavur' ve 'salyangoz yiyor' ifadeleri tamamen karşısındakini ötekileştirmek için kullanılan ifadelerdir. Mübadele sonrası kendilerinin yaşadığı bölgeye gelen kişileri dini referans alarak ötekileştirmekte, kendilerinin Müslüman olduğu düşünüldüğünde, Müslüman olmadığını iddia ettiği kişiyi din üzerinden kendi düşüncesine göre yargılamaktadır.

'Deli Peruzat'a vereceğim şimdi seni, kulaklarını çeksin. -Öyle korkutmayın çocuğu, onlar da bizim bir insanımız.' Eşi ve Mehmet Bey arasında geçen bu konuşmadan Mehmet Bey'in ne kadar ılımlı ve karşısındaki her kim olursa olsun onu kucaklamak konusunda ne
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:32

kadar hassas ve anlayışlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Mehmet Bey'in bu ifadesinden ayrıca herkese eşit yaklaşmak konusunda daha dikkatli olması için eşini de uyardığı dikkatleri çeker. Sonrasında Mehmet Bey arabadan iner ve Peruzat'a selam verir. Bir müddet konuşurlar, Mehmet Bey tekrar arabaya biner; ailenin tüm üyeleri bu defa Peruzat'a elleri ile selam verirler. Neticede Mehmet Bey, ailesindeki herkese karşısındakini olduğu gibi kabul etmeyi öğretmiş gibi görünmektedir. Böylece hem ayrılık acısını hem de ayırımcılığa maruz kalma konusunda her türlü sıkıntıyı çeken ve bunu günlük pratiklerine ve bireylerle olan ilişkilerine olumlu yansıtan bir karaktere sahip Mehmet Bey’in, mübadil olan her iki tarafa da örnek oluşturacak şekilde davrandığı görülmektedir. Bu sahnede film metni bizlere insanların birbirlerini ötekileştirmesinin yanlış ve sosyolojik olarak hatalı olduğunu söylemektedir.

Ozan tüm aile ve komşuları ile birlikte yemek yerken birden masadan kalkar ve odasının yolunu tutar. Onu tam içeri girecekken babası yakalar ve neden böyle davrandığını sorar. Ozan da bunun üzerine 'Türküz biz, Türküz diyorum size...' diye tekrarlar. Bunun üzerine babası Ozan'a kendilerinin de Türk olduğunu hatırlatır ve oğlunun neden böyle bir şey söylediğine anlam veremez. Tam bu sırada Ozan tekrar 'Hayır siz gavursunuz, gavurların tarafını tutuyorsunuz' (Bu söylem filmin pek çok sahnesinde yeniden üretilmektedir) diye babasının verdiği cevabı kabul etmez ve masadaki herkesin özellikle duyması için masaya doğru dönerek İstiklal Marşı'nı okumaya başlar. Babası tarafından başına vurulan bir darbe ile susturulan Ozan bu defa odasına koşar. Mehmet Bey de bunun üzerine marşın hiçbir zaman yarım kalamayacağını söyler ve tüm aile marşı yüksek sesle okumaya başlar. Mehmet Bey bu noktada milli duygulara atıfta bulunarak bu duyguları yüceltmiştir. Aile içerisinde yaşanan bu durum, Ozan’ın toplumda sürekli karşılaşılan din ve ırk üzerinden ötekileştirilme fobisinin olduğunu ortaya koymaktadır. Ozan İstiklal Marşı'nı okuyarak göçmen ve öteki kimliğinden kurtulacağına, bu şekilde kendisinin yerel halk içerisinde daha kolay bir biçimde benimseneceğine inanmaktadır. Bu doğrultuda toplum içerisinde kabul görmek adına Müslüman olduğu, Müslüman inancına göre sünnet olduğu, Türk olduğu söylemlerini üretmektedir. Bu noktada İstiklal Marşı ve milliyetçilik anlayışının yönetmen tarafından daha keskin ifadelerle Ozan üzerinden ortaya koyulması bizlere bireylerin toplumda her türlü ötekileştirmeye karşı hem psikolojik hem de sosyolojik bir mücadele verdiklerini kanıtlamaktadır.

Mehmet Bey’in kıyının diğer tarafına gitmesi için denize bıraktığı şişeler, onun Batı Trakya topraklarına özlemini ve kendisini hala oraya bağlayan şeylerin mevcudiyetini hissetme durumuna atıfta bulunmaktadır. Ancak Ozan dedesinin bu durumuna kulak kapatır
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:33

ve dedesinin denize bıraktığı şişeleri pencereden dışarı atmakla kalmaz, onların bazılarını da kırar. Üstelik bu durum karşısında şöyle bir düşünce üretir 'Bilmiyorsunuz siz, herkes alay ediyor bizimle, Yunan gavuru senin deden. Şişelerle name yazıp haber gönderiyor, casusluk ediyor diyorlar. Hep o yüzüne gülenler var ya arkasından konuşuyorlar dedemin.' Bu da onun talep ettiği şeyin aslında ne milliyetçilik olduğu ne de 'sıla' özlemi olduğunu gösteriyor. Talep ettiği yalnızca yaşadığı toplumda herhangi bir olguya tutunmaksızın kabul görmek ve yaşamak...

Mehmet Bey, okul dönemi bittiğinde yanına çırak olarak torunu Ozan’ı ve Ozan’ın arkadaşlarından bir çocuğu alır. Ozan müttefiki arkadaşlarını toplayıp bu yeni çırağı 'gavur' olarak tanımlar ve bu söylemi sık sık tekrarlar. Bu durumda hiçbir koşulda yaşadığı yerde ötekileştirilmek istemeyen Ozan, bulduğu ilk fırsatta bir başkasını, arkadaşını ötekileştirmekten kaçınmamaktadır. Zira bu durum, Ozan’ın arkadaşını ‘arkadaşımı gavur diye tanımlarsam, yaşadığım yerde daha fazla kabul göreceğim, benimseneceğim’ inanışından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu durum Ozan’ın içerisinde bulunduğu ait olma konusundaki fobik bozukluğun bir göstergesidir.

Filmde ötekileştirme durumu yine küçük çocuk üzerinden devam etmektedir. Küçük çocuğu, Ozan’ın arkadaşları kendilerinden olmadığı, dahası kendilerinden kabul etmedikleri için taşlamaktadır. Ozan da içerisinde sakladığı 'öteki' hıncını başka birini 'öteki'leştirerek almakta ve bu taşlama sırasında arkadaşlarına destek vermektedir. Ancak bu durum, Ozan’ın yaşadığı bölgede kabul görmesi için kesin çözüm olmamıştır. Neden ise onun için devlet konumundaki dedesinin onu değil de bu 'öteki' çocuğu sevmesi, takdir etmesidir. Tıpkı Yunanistan’dan gelenlerin göç ettikleri yerdeki halkın onların varlıklarına, topraklarında ev ve iş yeri sahibi olmalarına kızdıkları ve onları dışladıkları gibi...

Aslında Mehmet Bey torununu sevmediği için değil, yalnızca diğer çocuğu dışladığı ve sürekli onu kabahatli hale getirmek için uğraştığı için torununa kızmakta ve diğer çocuğun tarafını tutar görünmektedir. Ayrıca himayesinde olduğu ve yanında çalışmasına izin verdiği için çocuğu kollamakta, kendini ona karşı sorumlu hissetmektedir. Dedesi ile Ozan arasındaki bu durum akla devletlerin aralarında yapmış olduğu anlaşma sonucunda gelen halkı koruma altına alması ve maddi olanaklar sağlamasını getirmektedir. Ancak bu durum yerli halkın hiçbir zaman hoşuna gitmemiştir. Mübadillerin, kendilerinin refah içinde yaşamalarına her zaman engel olduklarını düşünmüşler ve aynı toprakta doğmadıkları için onları kendilerinden

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: ARAFTA KALAN KİMLİKLER: “DEDEMİN İNSANLARI” FİLMİNİN SÖYLEM ANALİZİ Aysel AY Seher MİDİLLİ Bahar TUGEN

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Eyl 2021, 16:34

saymamışlardır. Bu durumda devletin Mehmet Bey’i, yerli halkın da Ozan’ı temsil ettiği sonucu çıkarılabilir.

‘Sizin sevdiklerinizi benim arkadaşlarım sevmiyor. Herkes böyle yapıyor, bir ben miyim sanki? Hep eskilerden konuşuyorsunuz, evleriniz insanlarınız varmış, benim hiç bir şeyim yok, ne yapayım ben yapayalnız mı kalayım?’ Bu sözleri söyleyen Ozan, aslında insanların toplumda var olabilmek için normal şartlarda takdir etmedikleri, onaylamadıkları şeyleri yapmak zorunda kaldığını göstermektedir. Anderson'un sözünü ettiği hayali cemaatin üyesi olmak, yalnız kalmaktansa bir grubun mensubu olmak yalnız hissetmekten alı koymaktadır insanı. Bir de kişi bunu fiili bir cemaatin, diğer bir deyişle grubun üyesi olma durumuyla gerçekleştirdiğinde bir kimliğe sahip olmakta 'aidiyet' hissetmektedir. Ozan’ın aidiyet sorunu bu sözleri ile açığa çıkmakta, yaşadığı toplum içerisinde kabul görme arzusu her şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bununla birlikte birey, ait olmak istediği toplum kendisinin varlığını inkâr edince yalnız hissetmenin yanı sıra daha saldırgan bir hal alabilir ve çevresindekilere zarar verebilir. Ancak birey, var olmak istediği daha doğrusu ait olduğunu hissettiği kimlikle kabullenildiğinde, onu benimseyerek aslında onu 'var etmiş' oluruz. Bu durum pek çok toplumsal sorunun çözümü için anahtar niteliğindedir. Film metnine baktığımızda, Mehmet Bey’in torununu dinleyerek, bir anlamda 'tanıyarak' kim olduğunu ve ne talep ettiğini öğrenmiş ve dolayısıyla ailenin tavrı da buna göre gelişmiştir. Mehmet Bey’in torununu ve arkadaşlarını toplayıp denize götürmesi de bu var oluşu kabullenmenin örneğidir.

Bu bağlamla incelenmesi gereken bir diğer söylem; Deli Peruzat karakterine aittir: ‘Temelli, ne güzel bir laf, temelli…’ Kadının ‘temelli’ kavramını sevmesi film içeriğinde hep özlemi çekilen bir yere tümüyle ait olma durumuna atıfta bulunmaktadır. Peruzat’ın temelli sözcüğüne bu şekilde anlam yüklemesi, bu karakterin olmak istediği yerden koparılmış olmasından ve kalıcı olarak hiçbir yere kendini ait hissedememesinden kaynaklanmaktadır. Filmdeki ana karakterlerin tamamının 'temelli' bir aidiyetleri yoktur. Özellikle de Mehmet Bey ve Deli Peruzat karakterleri tümüyle geçmişin izlerini ve acılarını taşımaktadırlar. Bu acıların kaynağı farklı gibi görünse de aslında hepsi ait olmak istedikleri yerlerden veya kişilerden çok uzakta bırakılmışlardır. Her ikisinin de acısı devlet erkinin kararlarından ortaya çıkmış ve olmaları muhtemel kişiliklerin dışında, herhangi bir yere ait olamayan bireyler haline gelmişlerdir.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 10 misafir