1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Girit Konulu Dergiler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:22

1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi, Yeni Türkiye Dergisi, RUMELİ BALKANLAR Özel Sayısı IV, Sayı 69 2015
HARUN DOĞRUYOL
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
İNGİLİZCE OKUTMANI
ÖZET
Türk Yunan nüfus mübadelesi çok boyutlu karmaşık bir olgudur. Bu nüfus değişimi dünya tarihinde farklı bir yere sahiptir ve kendisinden sonra birçok nüfus değişim programına örnek teşkil etmiştir. Yaklaşık 2 milyon insan kısa sürede yer değiştirmiş ve devletler arasında yapılan antlaşma geri dönüş imkânsız hale getirilmiştir.
Türk romanında mübadele konusuna değinen veya içinde mübadil karakter barındıran romanlar olmuştur fakat 1990’lara kadar mübadeleyi ana tema olarak ele alan Türk romanı neredeyse yoktur. 1990 yılından sonra Türk romancıları arasında Türk Yunan nüfus mübadelesi gittikçe artan bir ilgi görmüştür. Bu çalışma Türk Yunan Nüfus Mübadelesinin Türk romanında nasıl işlendiği inceler.


Anahtar Kelimeler: Göç, Edebiyat, Mübadele, Türk Yunan Nüfus Mübadelesi, Türk Romanı
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:22

THE POULATION EXCHANGE OF TURKS AND GREEKS IN TURKISH NOVEL AFTER 1990
HARUN DOĞRUYOL
CELAL BAYAR UNIVERSITY
LECTURER
ABSTRACT
The poulation exchange of Turks and Greeks is a multi dimentional, complex issue. This population exchange has a distinctive place in the world’s history, and has been a reference to different population exchange programs afterwards. Aproximatelly two million people change their places in a short time period and according to the treatry between the states, it is mandated that returning back homeland is impossible.
There have been novels among the Tukish novels which refers to the population exchange or there have been novels which has imigrant characters, but until 1990’s there was almost no novel focussing on the population exchange issue as a main theme. After 1990’s this issue has gained increasing popularity among the Turkish novelists. This study researches how the population exchange of Turks and Greeks is dealt in Turkish novel.
Key Words: Migration, Literature, Population Exchange of Turks and Greeks, Turkish Novel
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:23

I. GÖÇ VE EDEBİYAT
Göç; toplulukları, medeniyetleri ve yüzyılları şekillendiren önemli bir olgudur. Bu hareket insanlık tarihi boyunca sürmüştür ve daha da sürecek gibi gözükmektedir. İnsanlar, bulundukları topraklardan gönüllü olarak ayrıldıkları gibi zorunlu olarak da ayrılabilirler; eğitim, iş, sağlık gibi konularda daha yüksek bir standarda ulaşmak için gönüllü göç edebilirler. Açlık, kıtlık, savaş, doğal afetler, güvenlik boşluğu, dini, siyasi, etnik baskı ve yerinden sürülme, nüfus artışı gibi faktörler göçü zorunlu hale getirebilir. Göç, ülke sınırları içinde gerçekleşebildiği gibi ülke dışına da yönelebilir. İnsanlar mevsimlik işçi olarak göç ederler ve sonra yerlerine dönerler. Uzun süreli seyahatler de göç kapsamında değerlendirilir. Bu göçler kalıcı değildir. Bir daha dönmemek üzere topraklarından ayrılanlar kalıcı olarak göç etmişlerdir.
McKeown, (2004:1) dünyadaki göç dalgasının 18. yüzyılın ortalarında başlayıp 1920 yılında zirveye ulaştığını ileri sürer. Türk Yunan nüfus mübadelesi tarih olarak McKeown’un tezine uymaktadır, ayrıca söz konusu tarihler büyük imparatorlukların yıkılışları ile de uyumludur. Dünya çapındaki bu göçlerin tarım ve sanayinin işgücü ihtiyacı ile bağlantılı olduğu gözlemlenmektedir, göçlerin başlangıcı dikkate değerdir çünkü 1820 yılı dünyada köleliğin yasaklandığı yıldır ve iş kollarına gerekli işgücü göçler ile sağlanmıştır. Göçmenlerin sanayi ve tarım bölgelerinde toplandığı görülür. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkeler sınır kapılarını daha sıkı kontrol edince göç dalgasında bir azalış meydana gelir. Bazı ekonomistler ve tarihçiler göç dalgasının kesilmesinin dünya ticaretini olumsuz etkilediği ve 1929 Dünya Büyük Buhranının sebebi olduğunu öne sürer. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte azalan göç dalgası günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle tekrar yükselir.
“Göçmen, vatanı olmayan köklerinden kopartılmış biridir. Göçmenler referans noktalarını kaybetmiş kişilerdir” (Stelaku, 2007:290). Göçmenler bilinmezliğin getirdiği yabancılaşmayla başa çıkmak zorundadırlar. Bu ürkme duygusunu geldikleri yeri küçümseyerek, bulundukları yeri yücelterek aşabilirler. Sınır denilen somut nesne önce politik bir durumu anlatırken daha sonra soyut bir anlam kazanarak topluluklar arasında yabancılaşmayı, birbirini anlamamayı ve ardından düşmanlığı getiren bir engele dönüşür. Türkler ve Rumlar yüzyıl önce iç içe yaşarken siyasetin belirlediği sınırların arkasına çekilirler. Ulus devlet projesi kapsamında her iki devlet homojen bir millet oluşturma çabasına girer. İki ulus birbirini anlama noktasından uzaklaşırlar.
Göçmenler, topraklarından kopsa da; kimliklerini oluşturan geçmişlerinden ve anılarından kopamazlar. Geçmişi yaşatmak için bilinçli bir çabanın içerisine girerler. Rum mübadiller Yunanistan’da yerleştikleri yerlere Türkiye’de yaşadıkları yerlerin adlarını vermişlerdir ve adların önüne nea sıfatını koymuşlardır (nea, yeni anlamına gelmektedir): Nea Karvali (Yeni Gelveri), Nea Prokopi (Yeni Ürgüp) gibi (Stelaku, 2007:273). Türkiye’den giden Rumlar, Yunanistan’da Yunan harfleriyle Türkçe gazete çıkarmışlardır.
Brah (1996:192) “ev” fikrinin göçmenlerin algısında arzuların merkezinde olan mitolojik bir yer olduğunu öne sürer. Kendilerinin neşet ettikleri ve ziyaret edebildikleri bir yer olsa da geri dönüş umudu bulunmayan bir yerdir. Vatan, var olandan farklı; imaj olarak kurgulanmış bir nesneye dönüşmüştür. Yunan Edebiyatında Anadolu’nun çok bereketli ve çok güzel bir yer olarak anlatılması ve masalsı bir üslûp ile tasvir edilmesi buna örnektir. Said (1996:47) bir göçmenin aidiyet duygusunu kaybettiği için hayatı boyunca kendini evinde hissedemeyeceğini öne sürer.
Göçmenlerin yeni topraklarda nasıl karşılanacağı önemli bir sorundur. Göçmenlerin karşılaştıkları en büyük sıkıntı yabancılaşma ve kabul görmemedir. Yerleştikleri topraklar kültür, dil ve din olarak oldukça farklıdır, kabul görmek kolay olmayabilir. Göç ile ilgili en önemli süreç uyum sürecidir. Söz konusu topluluk uyum sürecini kısa süre atlatmış mıdır? Yoksa ana vatanı ile ilgili hatıralarını canlı tutup bir kültür adası mı oluştururlar? Yukarıdaki tespitler ışığında bakarsak Türk Yunan nüfus mübadelesi dünyadaki diğer göç örneklerinden bazı farklılıklar gösterir. Türkler, can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla resmi bir antlaşma çerçevesinde Yunanistan’ı terk etmişlerdir. Yunanistan, Türklerin yaklaşık 500 yıl yaşadıkları bir vatandır. Yunanistan’a Anadolu’dan gelmişlerdir ve uzun yıllar sonra ana vatanlarına geri dönmüşlerdir. Değişen siyasi atmosfer onları Yunanistan’da yabancı durumuna düşürmüştür. Türk mübadiller sıkıntılı bir göç süreci yaşamışlar fakat kabul görme ve uyum sağlama süreci çok zor geçmediği için (dünyadaki örnekleriyle karşılaştırırsak) mübadillerin ilk anda yaşadıkları sıkıntılar zamanla sona ermiştir. Belki de bu yüzden mübadele Türk romanına çok güçlü yansımamıştır.
Bir yerden uzaklaştırma durumu kişinin dünya algısında alışkanlıkları kırdığı için yaratıcılığı arttırıcı bir yönü olduğuna şüphe yoktur. Guillen (1976:3) bazı yazarların eserlerinde sürgünü ifade ettiğini, bazılarınınsa sürgünden bir şeyler öğrendiğini ileri sürer. Sürgün edebiyatını oluşturanlar ilk guruptakilerdir çünkü bu guruptakiler sürgünü duyarak anlatmışlardır. Sürgünün bir yazara ve bir edebi esere iki şekilde katkısı olur: İlki yazarın üzerinden bütün şartlanmışlıklar ve baskılar kalktığı için yazarın yaratıcılığını arttırır, ikincisi ise nostalji duygusunu işleyen eserler ortaya çıkartır (McClennen, 2004:2). Türk mübadele romanlarını ikinci kategoriye koymak isabetlidir. Romanlar; yaratıcılık, yenilik, çarpıcılıktan ziyade bir zamanlar var olan hayatı aktarma çabasındadır. Sürgüne uğramış kişiler ya güneşe bakar ya da ayaklarının altından kayan toprağı görür, bu bakış tarzı eserin evrensel mi yoksa yerel mi olacağını belirler (McClennen, 2004:2). Mübadele yazarlarımızın gökyüzüne bakıp bir tür evrensel sürgün temasını yakalayabildiklerini söylemek zordur, onlar daha ziyade ayaklarının altından kayıp giden toprağa bakmışlardır, bu durum eserlerin yerel boyutta kalmasına sebep olmuştur.
White (1995:5) geçen yüzyılı bir göç yüzyılı tanımlar ve edebiyata modernizmden postmodernizme geçişte göçmenlerin yazdıklarının önemini vurgular. Modernizm, Avrupa merkezli bir bakış açısıyla insanın parçalanmışlığını ele alırken ederken postmodernizm çok sesli, çok kültürlü, çoklu bakış açısına sahip bir akım oluşturmuştur. Bu geçişte göçmenlerin katkısı inkâr edilemez. Modernizm değişimi ele alırken, postmodernizm insan tecrübesinin sürekliliğine vurgu yapar (White, 1995:5). Modern metropoller ve liman şehirleri kimliklerin karıştığı, eski kimliklerin yok olduğu, yeni kimliklerin oluştuğu yerlerdir ve yeni edebi ve sanatsal akımlar buralarda ortaya çıkar (Kaplan, 1996:31). İnsanların yerlerinden edilmesi, sanatçılara olumlu etki eder zira yaşanan büyük duygu çalkantılarının sanatçının dehasına katkıda bulunduğu kesindir, sanatçı nesnelerden onları kafasında kurgulayabilecek kadar uzak kalır. Aynı durum Türk yazarlarının mübadele romanlarında görülmez çünkü mübadil Türkler yabancı bir ülkeye değil de ana vatana gittiklerini düşünürler. Mübadiller, Kurtuluş Savaşını kazanan bir devletin ve milletin parçası olmayı olumlu bulmuştur; bu durum mübadillerdeki yabancılaşma duygusunu azaltmıştır. Mübadil Türkler Anadolu topraklarında ayrı bir etnik unsur olarak algılanmamışlardır, dahası onlar da kendilerini bu şekilde görmemişlerdir. Bu durum dünyada etnik unsurların edebiyatlarında var olan yabancılaşma ve yalıtılma temasının niçin Türk romanında görülmediğini açıklar. Dünyadaki göçmen profili homojen değildir ve birçok etnik unsuru barındırır. Göçmenlerin iş ve barınma garantisi yoktur. Türk Yunan nüfus mübadelesinde böyle bir durum söz konusu değildir. Türk göçmenlere bir ev, arazi ve bir kimlik verilmiştir.
Türk Yunan nüfus mübadelesini göç kapsamında mı yoksa sürgün kapsamında mı incelemek gereklidir. Sürgün, göçmen ve mübadil kavramlarını ele alırsak: Sürgün; eski topraklarına dönerse yakalanmak, yargılanmak, idam edilmek gibi tehlikeler ile karşı karşıya iken göçmen eski vatanına dönme özgürlüğü olan kişidir. Bu noktada mübadele kavramı farklı bir boyut kazanır. Mübadil; sürgün gibi eski topraklarına dönerse yakalanmak, yargılanmak, idam edilmek gibi tehlikeler ile karşı karşıya değildir; diğer yandan bir göçmen gibi eski topraklarına dönme özgürlüğü de yoktur. Mübadiller bir şeyin karşılığı olarak değiştirilmişlerdir: insana karşı insan.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:25

White (1995:1) çağımızı bir göç çağı olarak adlandırır ve göçün yeni tecrübeler ile birlikte yeni bir kimlik oluşturduğunu söyler. Bu yeni kimlik kendini mutlaka edebiyatta ve diğer sanat dallarında gösterecektir. Yeni tecrübe ve yeni kimlik kendini birey veya toplum düzeyinde ifade edilecektir. White (1995:3) bir göçmenin gün içerisinde farklı dünyalar ve bunun tetiklediği farklı duygular yaşadığını ileri sürer; bu durum yaratıcı yazarlığı güçlendiren bir unsudur. White, bazı ikonların geçmişin tekrar ve tekrar yaşanmasına sebep olduğunu belirtir. Duygu dünyasındaki salınım bireysel düzeyde bir yaratıcılık geliştirecektir. Topluluk veya millet düzeyinde ifade bulan göçün edebi bir gelenek oluşturası kaçınılmazdır. Bu noktada Türk Yunan nüfus mübadelesinin bir edebi gelenek oluşturduğunu söylemek zordur, mübadele daha ziyade bireysel düzeyde ifade edilmiştir. Bunun sebebi Türk mübadillerin kimlik değiştirmelerini gerektirecek kadar farklı bir topluluğa dâhil olmamalarıdır.
Günümüzde eski sömürgelerinden Avrupa’ya doğru bir nüfus hareketi söz konusudur. Coğrafi keşiflerden sonra dünyanın değişik bölgelerinde Avrupalıların koloni kurma girişimi tersine dönmüş gözükmektedir, göç sürmektedir. Göçmenlerin kimlik inşası hala devam etmektedir. İlk göç edenlerin tecrübeleri sonraki göç edenlerin tecrübeleri ile zenginleşir. Bu noktada mübadele farklıdır çünkü Türk Yunan mübadelesi uzun yıllar sürmemiştir, çok hızlı cereyan etmiştir. Dünyada göçün sürmesinden dolayı göç edebiyatı zenginleşerek varlığını sürdürürken Türk Yunan nüfusu mübadelesi edebiyata yaptığı katkı istenen seviyede değildir.
Bir göçmen yazarken yaşadığı ve kimliğinin bir parçasının teşkil eden acıyı aktarmayı amaçlar, böylece bir arınma (karthasis) bir rahatlama duygusuna erişir. Yaşadığını aktarma güdüsü eserde kullanılan dili ikinci plana atabilir ve bu durum bazen zayıf romanların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Sürgünlüğün bir yazarın dünyasında eskinin tekrar yaratılmasını tetiklediği, bunun da hayal gücünü ve yaratıcılığı olumlu etkilediğini söyleyebiliriz. Sınırlar arasında kalan birey hayal gücü sayesinde sınırları aşabilir. Diğer yandan sürgün olan kişi ayrıldığı vatanının bir daha eskisi gibi olamayacağını, o bölgede kendisinin bir düşman olarak algılanma ihtimalinin farkındadır, bu durumda eski topraklarını hayalinde en güzel haliyle yaşatmak zorundadır.
Said, göçmenlerin duygusal dünyasını ifade etmek için contrapuntal terimini kullanır. Bu terim bir müzik terimdir ve iki ayrı melodinin aynı anda çalınması anlamına gelir. Göçmen aynı anda iki yerde birden bulunur, iki ayrı kültürü yaşar. Bu farkındalık durumu göçmenin kendi kimliğini daha güçlü olarak algılamasını sağlar. Diğer yandan bu farkındalık alınganlık düzeyine erişebilir. Yaşadığı toplumun parçası olamamak ve sürekli bunun bilincinde olma durumu. Başka bir açıdan farkındalık ve çift kimlik bireysel yaratıcılığı geliştirebilir. Göçmen, hep dışarıdaki insandır ve eve dönme ihtimali yoktur ya da çok zayıftır. Yaşadığı toplumun diline ve kültürüne de yabancı olduğu için dışlanmışlık duygusu içinde yaşar. Said, (2003:188) sürgün yaşayan kişilerin abartı, isteklilik, aşırılık gibi duyguları daha derin yaşadığını söyler. Bu duygular edebiyatta yaratıcılığı geliştiren unsurlardır. Yaşadığı toplumu kaybeden yeni topluma alışamayan birey duygularını aktarmak için-edebiyat da dâhil- farklı yollar deneyecektir. Yerleşik toplumların yıllar süren birlikteliğinden oluşan ve sorgulanmayan gerçekleri vardır, sürgün birey sınırlar ve kültürler arası seyahat ettiği için bu dogmaları kolaylıkla görebilir ve onları dile getirebilir. Edebiyat bu noktada sürgün için bir çıkıştır.
McClennen (2004:3) sürgünü kültürel kimlik, millet, zaman, dil ve mekân düzeyinde ele alır ve bu unsurların oluşturduğu çatışma noktalarını ve gerginlikleri inceler. Zaman, bir sürgün için süreklilik mi arz eder yoksa dairesel bir döngü içinde sürekli kendini yaratır mı? Dil onu yeni toplumunda özgürleştirebildiği gibi toplumla bağlantı kurmasını zorlaştırdığı için dışlanmasına sebep de olabilir. Sürgün yazarlarının yazdıkları postmodern bağlam içinde ele alınabilir. Postmodernizm bilginin temelini ve modermizmin zorladığı normları sorgular, sürgün yazarlar da bir diktatörün bir otoritenin varlığına karşı geldikleri için sürgüne ve takibe uğramışlardır.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:27

Milliyetçilik bir grup insanın belirli bir toprağa bağlı olarak geliştirdikleri bir kimliktir ve sınırların korunması noktasında önemli bir bilinç gelişmiştir. Sürgündeki yazar belirli bir coğrafya ile bağını sürdürür ve kimliğini bu şekilde korur, aksi takdirde kimlik oluşturamaz. Bu bağ fiziksel olmaktan ziyade ruhsaldır. Sürgündeki yazar kültürel milliyetçiliği öne çıkarır ve milletinin temel karakteristik özelliklerini eserlerinde yansıtır. Küreselleşen dünyada sınırların önemsizleşmeye başlaması sürgün yazarların diğer insanlarla ortak olan yönler aramaya iter: cinsiyet, yaş, ilgi alanları gibi. Bu durumda sürgün yazarlar günümüzde hem milli hem de milletler arası bir kimlik edinirler. Guillen (1976: 3) bu durumu sürgün ve karşıt sürgün kavramları ile açıklar. Sürgün, milli bir duruş gerektirirken karşıt sürgün milletler arası olmayı gerektirir. McClennen (2004: 39) diyalektik ile bir açıklama getirir: sürgün sürekli değişen zıtlıkların bütünlüğünü temsil eder. Sürgün yazar hem özgürdür hem mahkûm, hem bireysel davranır hem toplumsal, hem ruhsal boyuttadır hem materyalist boyutta.
20. yüzyıl göç olgusunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Küreselleşen dünyada milli sınırların göçleri engelleyemediği aşikardır. Göç ile yeni bir ülkeye yerleşen bireyler birey olarak kabul görmek ve yeni topluma uyum sağlamak için oldukça yoğun çaba sarf ederler. Çok boyutlu, çok katmanlı bir olgu olan göç edebiyatta kendini yabancılaşma ve yalıtılma temasıyla belirginleştirir.

II. TÜRK ROMANINDA MÜBADELE
Mübadele, 1923-1925 arası Rumeli’den Anadolu’ya göçen Türklerin hikâyesidir. Mübadele göç kavramının içinde bir olgudur, göçün bir çeşididir. Mübadelede karşılıklı bir nüfus değişimi söz konusudur. İki grup kendi istekleri dışında siyasî sebeplerden dolayı yer değiştirmişlerdir. Türk Yunan Nüfus Mübadelesi, Türk romanında başlı başına bir tema olarak ancak 1990’lı yıllarda yer alabilmiştir. Mübadeleye göndermeler yapan, temas eden, içinde mübadil karakterler barındıran romanlar olmuştur fakat mübadele salt bir tema olarak var olabilmek için 1990’lı yılları bekleyecektir. Türk Edebiyatında mübadele konulu romanların 1990’lı yıllardan sonra görülmesinin başlıca sebepleri şunlardır: 1980 askeri darbesi, 1990’lı yıllarda etkisini kaybeder ve Turgut Özal hükümetleri ile birlikte liberal politikalar öne çıkar; üretime dayalı ve dünyaya açılmayı hedefleyen sosyal, ekonomik, politik süreçler toplumda açılımcı ve özgürlükçü bir havanın oluşmasına yol açar. Özgürlükçü, dünyaya açılmayı ve dünya ile rekabet etmeyi öne çıkaran bu süreç, insanların geçmişlerini ve kimliklerini aramasını kolaylaştırmıştır. Levent Bilgi, Türk Romanında Savaş Sonrası Anadolu’ya Zorunlu Göçler adlı doktora tezinde konuya şöyle bir açıklama getirir: Batı ile iletişimimizin arttığı, liberal ekonominin ön plâna çıktığı, savaştığımız düşmana ilginin yükseldiği, Batılıya öteki olarak bakışın zayıfladığı 90’lı yıllarda, göç konulu romanların daha yoğun yazılıp okunduğunu öne sürer.
Mübadele konusunun Türk romanında bir tema haline gelmesinde Yunancadan Türkçeye çevrilen mübadele romanlarının önemli bir etkisi vardır. (Özkan, 2011:5). Yunancadan Türkçeye 1990-2011 arasında yüz doksan bir kitap çevrilmiştir, çeviri sayısında doksan dokuz sayısıyla romanlar birinci sıradadır. 1990’dan sonra artan çeviri miktarı Türk romanında mübadeleye olan ilgiyi açıklar.
Mübadelenin insanların hayatında gittikçe daha fazla yer almasının sebeplerinden birisi de dünya siyaseti ile ilgilidir. İki kutuplu dünya 1989 yılında Berlin Duvarının çökmesi ile değişime uğramış, dünyada özgürlük rüzgârları esmiştir. Dünya siyasetini NATO ve Demir Perde’nin belirlemesi yerel sorunların gündeme gelmesini engellemiştir. Türkiye’de unutulmaya


Bilgi Levent, Doktora Tezi, Türk Romanında Savaş Sonrası Anadolu’ya Zorunlu Göçler, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2006.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:28

yüz tutmuş mübadele konusunun bu yıllarda gündeme gelmesi dünya çapındaki bu dengenin değişmesi ile de ilgilidir. 1990’dan sonra ertelenen etnik sorunlar ve kimlik meselesi ortaya çıkmaya başlamıştır. ‘Göçmen Edebiyatı’ kavramının Almanya’da kendini kabul ettirme yılı 1990’dır (Fischer and McGowan, 1995:42). 1990 yılı Berlin Duvarının yıkıldığı ve Almanya’da ve dünyada özgürlük atmosferinin estiği yıllardır. 1985 yılında Göçmen Edebiyatı için Almanya’da Adalbert Von Chamisso ödülü konmuş, bu edebiyatın normlarını belirlemiştir (Fischer and McGowan, 1995:43).
McClennen (2004:1) 1990 yılının dünyada sürgün konusuna akademik manada bir ilgi artışının olduğu yıl olduğunu söyler. Akademisyenler sürgün konusunu sosyal yabancılaşmanın yeni bir aşaması başlığı altında ele alır. Bu noktada sürgün bir metafora dönüşür. 1990 yılından sonra sürgün konusuna dünya çapında bir ilginin oluşması Türk Romanında mübadeleye ilginin 1990 dan sonra armasıyla paralellik arz eder.
Tarihi roman türü yazarların ve okurların yoğun ilgi gösterdiği bir türdür ve söz konusu tür, günümüzün en çok okunan romanları arasındadır. 1980’li yıllarda başlayan ve 1990’larda zirveye ulaşan tarihi roman akımı tarihi konulara ilginin artmasına sebep olmuştur (Çelik, 2005:75). Mübadele yakın tarihi şekillendiren önemli bir konu olduğu için romancılar bu konuya ilgi duymuşlardır.
Mübadelenin 1990 yılından önce Türk romanında bir tema olarak var olamamasının bir sebebi de Türkiye Cumhuriyetinin Türk milliyetçiliği ideolojisi üzerine kurulması, Anadolu topraklarında tutunabilmek için homojen bir nüfusun hedeflenmesidir. Oluşan bu siyasi ve sosyal atmosfer mübadele konusuna olan ilgiyi azaltmıştır. Toplumsal çerçevede 1990’lardan sonra Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini ve erken dönemini sorgulayan bir akım ortaya çıkmıştır. O yıllardaki İkinci Cumhuriyet tartışmaları toplumsal hafızada tazeliğini korumaktadır, ulus devlet modeli ve devletin rolü tartışılmıştır. Mübadele konusu Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ait bir olgudur mübadelenin ortaya konacağı ve serbestçe tartışılacağı bir ortam oluşmamıştır. 1990’dan sonra mübadelenin ele alındığı cumhuriyetin temellerinin tartışıldığı eserler ortaya konmuştur .
“Mübadelenin tarihsel araştırmalar için elverişli bir konu olarak keşfedilmesi, ulus devletin gücü Türkiye’de sorgulanmaya başladığında oluşan yenilikçi eğilimlerin uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Türk devletinin kuruluş sürecini aydınlatmak için, mübadele gibi bazı özgül gelişmeleri temel alarak, Cumhuriyet’in temellerinin mercek altına alan birçok çalışma yayımlanmıştır” (Yıldırım, 2006:32).
Millas, Türk Edebiyatında mübadelenin keşfedilmesinin sebeplerinden birinin de iki ülke arasında gidip gelmelerin kolaylaşmasından ve iki toplum arasında 1980 sonrası meydana gelen doğrudan temaslardan olduğu ile sürer; ayrıca 1990’dan sonra bu konuda bilgi şölenleri, sergiler, bilimsel toplantıların arttığından bahseder (2007:334).
Yunanistan’dan gelen göçmenlerin okuma yazmalarının olmaması, olanların da sadece Rumca ve Osmanlıca bilmesi ve kendilerini uzun süre ifade edememeleri de mübadele konusunun üstü kapalı kalmasının sebeplerindendir.
İncelenen romanlar, tarihi roman kapsamındadır ve tarihi romanın alt sınıfları olan kronolojik ve anı-biyografi roman türü içinde incelenebilir. 1980 yılında Stephen Greenblatt tarafından Renaissance Self-Fashioning: From More To Shakespeare kitabında ortaya konan Yeni Tarihselcilik eleştiri yöntemine göre edebi eserleri tek başına incelemek yetersizdir, eseri


Kaplan, İsmail, Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi, İletişim Yayımları, İstanbul, 2000
Üstel, Füsun, İmparatorluktan Ulus Devlete Türk Milliyetçiliği, Türk Ocakları, (1912-1931), İletişim Yayımları, İstanbul, 1997
Sezer, Metin-Dizdar Cem, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayımları, Ankara, 1993
http://www.nisanyan.com/?s=onsoz, Nişanyan, Sevan, Yanlış Cumhuriyet, 1994, (18.10.2014)
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:30

anlamak için eserlerin yazıldığı sosyal, kültürel ve siyasî atmosferi de anlamak gereklidir, eser kadar diğer metinleri de incelemek gereklidir. Yeni Tarihselcilik terimini, aynı tarihsel döneme ait yazınsal ve yazınsal olmayan metinleri paralel okumaya dayanan bir eleştiri yöntemi olarak tanımlayabiliriz. Yeni Tarihselcilik yazınsal metinlere ayrıcalık tanınmasını reddeden bir eleştiri akımı olarak gündeme gelmiştir. Bu noktada metinlerin tarihselliği tarihin metinselliği kavramı öne çıkar.
Türkiye’de mübadele ile ilgili derin suskunluğu Millas iki sebeple açıklamıştır: “Birincisi: Göçmenlerin yaşadıkları başlı başına bir hikâye olarak ele alınmaz, daha çok siyasî tartışmalara temel teşkil eden bir araç olarak kullanılır. İkincisi: mübadillerin eski memleketlerindeki yani Yunanistan’daki yaşamları neredeyse hiç anlatılmaz” (2007:334). 1980 yılından sonra her iki ülkenin kanalları birbirine açılmış, gidip gelmeler başlamış ve 1990’dan sonra Yunan Edebiyatından Türkçeye yoğun bir çeviri faaliyeti başlamıştır. Bu faaliyetin de etkisiyle, mübadele temalı romanlar yazılmaya başlanmıştır. 1992 tarihinde basılan Feride Çiçekoğlu’nun Suyun Öte Yanı isimli romanı, bu akımın ilk temsilcisi olarak kabul edilir.
Türkler ve Yunanlıların ulusal kimliklerini, biz ve öteki üzerine inşa ettikleri söylenebilir. Ulus devletlerde kimlik inşasında ötekine ihtiyaç duyulur, Türk Yunan ilişkilerine bu noktadan değerlendirilebilir. Toplumsal algı ve yaratılan imajlar kelimelerin gerçek anlamlarından daha öte anlamlar taşıyabilir. Örneğin Rumlar, Osmanlı Devletine ilk isyan eden ve Osmanlı Devletinden ilk ayrılan ulustur. Bu durum edebi eserlerde, romanlarda yavaş yavaş yerini almıştır. Milli mücadeleyi anlatan romanlarda ise olumlu bir Rum karakterine rastlanmaz. Ömer Seyfettin’e kadar Türk romanında Rumlar için olumsuz imaj çizilmemiştir. Ömer Seyfettin Balkan Savaşlarında çarpışmış ve Yunanlılar tarafından esir alınmış bir subaydır dolayısı ile Yunanlılar için çizdiği imajın olumsuz olması doğaldır. Türkiye’de Mübadele bir tema olarak 1990 yılından sonra ancak yer alırken, Yunan romanında bu süreç hemen 1922’nin akabinde başlamıştır. Bu noktada Megalo İdea’ya değinmek gereklidir. Megalo İdea, Rumların yaşadıkları toprakları Yunanistan sınırları içinde görme, başkenti İstanbul olan bir devlet kurma isteğidir. Doğal hedefin Türkiye olduğunu ve kurulacak devletin Türkiye’ye doğru genişleyeceğini görülür. 1922 yenilgisi bu rüyanın sona ermesi demektir. Anadolu’yu kaybetmenin yanında Batı Ege’de yaşayan ve Yunan devletinin nüfusu içinde değerlendirilen 1.6 milyon kişi Yunanistan’a göçmüştür. Yaşanan hayal kırıklığı doğrudan edebiyata yansımıştır, bu olaya Küçük Asya Felaketi denmiştir.

A. 1923-1990 Arası Türk Romanında Mübadele.
1923 ile 1990 yılları arasında Türk romanında mübadeleyi ana tema olarak işleyen bir esere rastlamak mümkün değildir. Eserlerde, Rum karakterlerin bulunduğunu görülür fakat mübadeleden pek bahsedilemez. Aka Gündüz mübadeleyi ilk işleyen romancı olarak bilinir fakat Dikmen Yıldızı adlı romanda mübadele ile ilgili dişe dokunur herhangi bir bilgi yoktur. Romanda Kurtuluş Savaşı esnasında Türk Ordusu ilerlerken Rumların Ege denizi kıyısına toplandığını gözlemleriz. 1990’lı yıllara kadar, mübadele Türk romanında ancak karakter düzeyinde yer alabilmiştir. Yakup Kadri’nin Reşat Nuri Güntekin’in Ateş Gecesi adlı romanında (1942) Milas’a sürgün gönderilen Murat Bey’in Rumca konuşan mübadil bir kıza aşkı anlatılır. Rum ve Hıristiyanlık kültürüne büyük bir vurgu vardır Panaroma (1953) adlı romanında yer alan Yanyalı Fazlı Bey halk tarafından sevilmeyen bir tiptir. Yahudi veya Rum tüccarlarına benzetilir. Onlar gibi halkı sömürür ve sadece kendi çıkarını düşünür. Fazlı Bey haksız yere konutlara el koyar ve çeşitli hileler ile parti başkanı olur.. Hasan İzettin Dinamo Ateş Yıllarında (1968) anneleri Rum babaları Türk olan iki erkek kardeşin Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşadıkları çıkmazı anlatır ve Türk Rum ayrımının olumsuzluğunu bu karakterler aracılığı ile verir. Kemal Tahir Kurt Kanununda (1969) Rumlardan kalan malların yağmalandığını ve birilerine haksız biçimde peşkeş çekildiğini bahseder.
Sevgi Sosyal’ın 1974 yılında Orhan Kemal Roman Ödülünü alan Yenişehir’de Bir Öğle Vakti içinde mübadil bir karakter barındıran ve onu etraflıca işleyen bir romandır. Eser birbirine değen ama birbirlerinin hayatlarında çok yer tutmayan karakterlerin resmi geçidi gibidir. Derin bir toplumsal eleştiri yapan yazar, karakterlerini bu amaç için birer araç olarak kullanmıştır. Kamera açıktır ve Yenişehir’de belli bir mekânda ve zamanda yuvarlanan kişileri toplumsal bozulma, kofluk, çatışma, samimiyetsizlik, özenti, ilkel kapitalizm, köylülük, şehirlilik açısından satirik bir düzeyde kayıt altına alır. Karakterler ilk önce gerçekçi ve başarılı portreler olarak gözükse de ilerleyen sayfalarda birer parodi unsuruna dönüşürlerken bunların düz ve komik, karikatür karakterler (flat, mock hero) olduğu anlaşılır. Yazar her şeyi çatışma unsuru olarak kullanmıştır: Bunlar, gelenek-modernlik, kadın-erkek, Avrupa-Anadolu, asalet-yozluk, ev yemeği-fast food, mahalle-cadde, işporta-mağazadır. İç çözümlemeler dolgun ve hacimlidir. Yazar mübadil bir karakter olarak Necip Bey’e yer vermiştir. Mirasyedi ve yozlaşmış bir insan olan Necip Bey Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanındaki Bihruz Bey’i hatırlatır. Babası İzzeddin Bey Selanik’ten göçerken bürokrasiyi ve tanıdıklarını iyi kullanarak Anadolu’da hatırı sayılır bir mal edinmiştir. Oğulları bu malları satarak bitirememiştir. İncelenen romanlar arasında mirasyedi ve zengin bir mübadil karakter yoktur. Bu noktada Soysal’ın yarattığı Necip Bey tek örnek gibi durmaktadır.
Yılmaz Gürbüz tarafından kaleme alınıp 1975 yılında basılan Balkan Acısı adlı roman bu güne kadar pek ele alınmayan bir tipten bahseder: Bir Jöntürk. Doğan Bey Avrupa da eğitim görmüş ve hürriyet fikri ile Osmanlı Devletinin kurtulacağına inanan dramatik bir karakterdir. Avrupa kültürü onu örf ve geleneklerinden kopardığı için kendi toplumunda bir ayrık otudur, ailesinin baskısı yüzünden ticaret ile uğraşır fakat ticarette başarılı olamaz, Jöntürkler arasından da dışlanır. Selanik’te Genç Kalemler Dergisini desteklemek onun gurur duyduğu tek hareketidir. Gururunu ve kolunu kaybederek ailesi ile birlikte gemiye binip Anadolu’ya doğru yola çıkar. Yolda bir çocuğu olur bu çocuk yeni bir hayatı ve yeni Türk devletini ve umudu temsil eder. Doğan Bey hürriyet ve meşrutiyet fikirlerinin kendilerinin gerçeği görmelerini engelleyen bir batı tuzağı olduğunu itiraf eder. Yılmaz Gürbüz milliyetçi bir tonda yazdığı eserde birçok yere Türk mitolojisine göndermelerde bulunur. Mavi ışığın dünyaya inmesi Oğuz Kağan destanında sık sık tekrar edilen bir motiftir. Yazar Balkan milletlerinin Türk milletine yaptığı yıldırma hareketini ve zulmü ayrıntılı bir biçimde anlatır. Batı devletlerinin kışkırtmalarına, onların silah ve cephane tedariklerine değinir. Roman Peyami Safa başarı ödülü almıştır. Romanda tasvir, diyalog, içe bakış tekniği dengeli bir biçimde kullanılmıştır. Yılmaz Gürbüz aynı tema ve benzer karakterleri kullanarak 2007 yılında Mübadiller isimli çok daha hacimli bir eser yazmıştır.
Fikret Otyam: Pavli Kardeş (1985) isimli romanında Anadolu’dan göç eden Rumların Yunanistan’da kabul görmemelerini ve yaşadıkları ikilemi anlatır. Yazar anlatım “tekniği olarak mektubu kullanmıştır. Karakterlerden biri de Fikret Otyam’ın kendisidir. Otyam mektupları kullanarak romanın yazılış sürecini de önümüze serer. “Benim hakkımda bir kitap yazmak fikrindesiniz. Evet diyorum, her halde çok ilginç olur” (s. 67). “çünkü Türk ruhu Pavli’nin ruhundadır daima “ (s. 67). Pavlos bir kimlik bunalımının ortasındadır. “ Türkiye’de iken herkes gâvur söylerdi burada ise hepsi Türk derler” (s. 28). “Artık oturduğum yerdeki insanlar beni Türk diye çağırıyorlardı, bu adam Türkolos diyorlardı. Evet derdim, Türküm bir şey var? Söyleyin bakalım” (s. 59). Romanın adındaki ‘kardeş’ kelimesini aşağıdaki cümleler açıklar: “ Bizim milletin Türklerden bir ayrılığı yoktur kardeşim. Soyadları dahi hepsi Türk’tür. Yaptıkları işler dahi Türkvaridir. Adetleri hep aynıdır. Tabi, 4 koca asır Türklerin işgalinde yaşamışlar ama işte diyorum kardeşliğimiz buradan geliyormuş” (s. 73). Pavlos İstanbul’a Otyam’ı ziyarete gelir, kendini vatanındaymış gibi hisseder. Mektuplarda Kıbrıs Barış Harekâtından ve iki ülkenin siyasi atmosferinden bahsedilir
Mübadelenin insanlar üzerinde oluşturduğu baskıyı ve duygu yoğunluğunu vermekte Türk romancılarının başarılı olduğunu söylemek zordur. Ahmet Yorulmaz ve Yaşar Kemal mübadeleyi anlatan dörder adet roman yazmışlardır; fakat ayrılık, yeni vatana yerleşme duygu
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:33

iniş çıkışları ve çatışma konularını işlemede pek başarılı olduklarını söylenemez. Bunun sebebi mübadele konusunun uzun süre edebiyatımızda yer almaması ve yaşanan duygu yoğunluğunun artık unutulması ve sonuçta eserlerin bu noktada yavan kalmasıdır. Yazarlar tarihi gerçekleri aktarırken oldukça kuru bir dil kullanırlar.
Mübadeleyi anlatan Türk yazarların çoğu amatördür ve söz konusu eserleri ilk romanlarıdır. Yazarların birinci amacı, büyüklerinin başından geçenleri yeni nesle duyurmaktır. Yazarlar, teknik olarak ana temaya katkısı olmayan ve okuyucuyu sıkan birçok ayrıntıya yer verirler; bu etken bütüncül, örüntüsü sağlam bir solukta okunacak romanların ortaya çıkmasını engeller. Vatandan ayrılmanın hüznü, yeni topraklarda yaşanan belirsizlik, yalnızlık duygusu, bu esnada yaşanan duygu iniş çıkışlarını eserlerde bulmak pek kolay değildir. Romanlarda duygunun zirve yapması gereken düğüm noktaları çok yüzeysel işlenir. Birçok romancı romanlarının sonsözünde yaşananların gerçek hikâyelerden oluştuğunu söyler ve bu romanın yazdıkları ilk roman olduğunu belirtir. Güçlü kalemlerin mübadele konusunu işlememesi Türk romancılığında mübadele konusunun sönük kalmasına sebebiyet verir. Yaşar Kemal’in yazdığı mübadele romanları ise mübadeleye teğet geçer.
Yunan yazarlar, mübadele temasını 1923’lü yıllarda kaleme almışlardır ve yaşanan sürecin taze olmasından dolayı duygu yoğunluğunu işleme konusunda daha başarılı olmuşlardır. Örneğin Dido Sotiriyu’nun Benden Selâm Söyleyin Anadolu’ya (Kanla Sulanmış Topraklar) adlı eserini ele alırsak başkahraman Manoli Türk jandarmalarının Rumlara baskısından şikâyet eder fakat Yunan Ordusuna katılınca cinayet ve tecavüzlere karışır, Manoli’nin yaşadığı ikilem ve duygu yoğunluğu gerçekçi resmedilmiştir.
Türk romanında Rumlar, gerek Yunanistan’da olsun gerek Anadolu’da olsun gidilip gelinen yardımsever komşular olarak resmedilmiştir. Kötülük Batılı devlet politikalarından ve karanlık çetelerden kaynaklanmaktadır. Millas 1923 öncesi Türk romanında olumsuz bir Rum tipi bulunmadığı, Eski Yunan denince yüksek bir uygarlıktan bahsedildiğini söyler (Millas, 2000:33). Eleştirilenler batılı tipler değil onlara özenip, kimlik sıkıntısı yaşayan karakterlerdir. Balkan Savaşları’ndan sonra azınlıklar harp zengini ve sömürücü tiplere dönüşür. Ömer Seyfettin ile bakış açısı değişmeye başlar. “En üstün ulustur Türkler, bütün öteki uluslar düşmanımızdır, milliyetçilik kurtuluştur. Bu bağlamda Yunan/Rum da beşikten beri düşmanımızdır (Millas, 2000:47). 1919 yılından sonra Rum karakter sayısında belirgin bir artış göze çarpar (Millas, 2000:48). 1920’lerden sonra ise Türk ve Rum karakterleri iyi-kötü bağlamı içinde ele alınır. Rumlar eziyet eden ve sonuçta cezasını bulan karakterlerdir. Bu dönemde yazılan romanların Yunan işgalini anlattığı ve Yunan Ordusunun yaptığı aşırılıkları vurguladığını unutmamak gerek. “Samim Kocagöz’ün Doludizgin’inde (1963), Yunan erlerinin bir binanın içinde canlı yakılmaları ferahlatıcıdır çünkü milletin ahı alınır” (Millas, 200:83). Millas Kurtuluş Savaşı dönemini anlatan romanlardaki Yunan karakterlerin % 98,5 oranında kötü olduğunu belirtir (2000:85). Bu durum homojen bir ulus oluşturma projesinin edebiyata yansıması olarak görülebilir. Milliyetçilik kendini tanımlamak için ötekine ihtiyaç duyar. Türk toplumu için Yunan, Batılı devletlerin desteğini alarak vatan topraklarına saldırandır, işgalcidir, milletin topraklarında gözü olandır. Metinlerin bu kadar pervasız olmasının ardındaki diğer sebep zaferi kazanan ve psikolojik üstünlüğü elden eden tarafın Türkler olmasıdır. Romancılara göre barbar olan Türkler değil Rumlardır/Yunanlılardır. Türk romancılar eserlerinde gizliden Batıyı suçlarlar, bütün yaşananların ardında Batılı devletlerin Osmanlı Topraklarını paylaşma güdüsü vardır. Yunanlılar bu süreçte kullanılan bir unsurdur çünkü Türk romancılar Yunanlıların Anadolu’yu işgal gibi pervasız bir sürece kendi başlarına yeltenemeyeceğini düşünürler.
Her iki ülkenin romanlarında etnik benlik tamamen din üzerine kurulmuştur, romanlarda Hıristiyan bir Türk yoktur mesela ya da Müslüman bir Yunan bulunmaz. Mübadeledeki temel kıstasın da din olması bu sosyal gerçekliği ortaya koymaktadır. Her iki ülkenin edebiyatındaki olumlu karakterler ötekinin üstünlüğünü kabul edendir. Türk romanı Rumları iyi komşulardı, birbirimize giderdik gelirdik, dini bayramlarda birbirimize saygı
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:34

gösterirdik düzleminde ele alırken, Yunan romanı Türkleri yaşadıkları uzun esirlik döneminin mimarları olarak görür.
Türk yazarlar ikinci veya üçüncü kuşaklardan geldiği için romanlarında geçmişe özlem, geride bıraktıklarını anma gibi duygular yoktur, onların yazma motivasyonu aile büyüklerinin uğradığı haksızlığı dile getirmek ve aile hikâyelerini yeni nesle aktarma arzusudur.

B. 1990 Sonrası Türk Romanında Mübadele

Bu bölümde, Türk romancılarının 1990 sonrası Türk Yunan Nüfus Mübadelesini nasıl aktardıkları incelenecektir. Romanlar kronolojik bir sıralamaya tabi tutulmuştur. Bir yazarın birden fazla mübadele konulu romanı varsa sıralama o yazarın kendi eserleri içinde yapılmıştır. Sıralamada romanın ilk basım tarihi temel alınmıştır.
Romancının okuyucu ile paylaştığı bilginin ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu bilinemez. Romancılar kendi seçimlerini ve fikirlerini öne sürerek bir seçim yaparlar ve kullanacakları metinleri kolaj tekniği ile bir araya getirip bir terkip oluştururlar. Bu yeni terkip gerçeğin kendisi değil yazarın seçimidir ve yazar böylelikle tarihi yeniden kurgulamış olur. Yazar kendi seçimi ile okuyucunun ilgisini metin üzerine toplamaya çalışır. Tarih ve kurgu birbirinin içine geçmiştir artık. Stephen Greenblatt’ın öncülüğünü yaptığı Yeni Tarihselcilik anlayışına göre hiçbir edebiyat metni tarihi belgelerden bağımsız değildir, bu durum metinlerarası terimi ile anlatılır. Tarih ve edebiyat dilin, dolayısı ile insanın ürünü olduğu için bizi saf gerçeğe götürmeyecektir. Modern bilimin bize gerçeğin çok boyutlu ve çok katmanlı olduğunu göstermesi, bilhassa kuantum fiziğinin gerçeğin göreceli ve değişken olduğunu ispatlaması üzerine roman bize gerçeği sunacağı savından vazgeçer ve kendi içinde çok katmanlı ve kurgu oyunları ile bezenmiş bir yapıya bürünür. Bir edebiyat metni, kendi içinde kapalı durağan bir yapı değildir, aksine dış dünyaya ve diğer metinlere dil aracılığı ile gönderimler yapan ve böylece kendini tekrar var edebilen, tekrar yorumlanabilen ucu açık bir yapıttır. Tarih var olan olayları kurgulayarak aktarırken edebiyat bir hayali kurgulayarak anlatır. Tarihçi gerçekçi olmaya çabalarken sanatçının amacı estetik kaygılardan oluşur.
“Yeni Tarihselciler metinleri sürekli bir devinim içinde gördükleri kültürel oluşumlar olarak yorumlarlar. Tarihsel belgeleri metinsel özelliklerini dikkate alarak, edebiyat metinlerini de tarihsel özellikleri doğrultusunda incelerler. Burada dil hem kültürü oluşturan hem de kültür tarafından sürekli olarak yeniden biçimlenen bir kavram olarak ele alınır” (Opperman, 2006: 20).
“Bazı mübadele romanları otobiyografiktir, bazıları ise belgesel kurmaca arasındadır. Yazarlar, kitabın sonunda anlattıkları kişiler eğer aile büyüklerinden ise onları tanıtan bazı resimler, mektuplar, resmi belgeler ve bilgiler eklemiştir. Araştırma esnasında 1990 yılından sonra yayımlanmış fakat mübadeleyi ana tema olarak ele almamış, mübadeleye sadece değinmiş romanlar inceleme kapsamına alınmamıştır. Bu romanlar: Mario Levi, En Güzel Aşk Hikâyemiz (1992); Mehmet Eroğlu, Yürek Sürgünü (1994); Ertuğrul Aladağ, Maria-Göç Acısı (1999); Pervin Erbil, Anadolu’ya ağlıyordu Niobe (2001); Belkıs Öztin Koparanoğlu, Karşı Kıyılardan Bodrum’a (2006); Demet Altınyelekoğlu, Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan (2013). Aşağıda listesi verilen yirmi beş roman makalenin kapsamında incelenmiştir. Romanların sıralanmasında yayınlandıkları tarih temel alınmıştır. Bazı yazarların birden fazla romanı vardır, bu durumda sıralama yazarların kendi romanları arasında bir sıralama yapılmıştır. Makalenin hacmi gereği roman incelemeleri çok ayrıntılı olarak aktarılamamıştır.
1 Feride Çiçekoğlu, Suyun Öte Yanı, 1992
Feride Çiçekoğlu’nun Suyun Öte Yanı isimli romanı Türkiye’de mübadeleyi bağımsız bir konu olarak ele alan ilk roman kabul edilir. Roman birinci baskısını 1992 yılında Can Yayımları’ndan yapmıştır. Hikâye bir erkek ile bir kadın arasındaki ilişkiyi anlatır ve postmodern öğeler içerir. Örneğin, çoklu bakış açısı kullanılmıştır. Hikâyeyi Nihal, Ertan ve 3. tekil şahıs aracılığı ile dönüşümlü olarak dinleriz. Bu geçişler ani ve düzensiz olduğu için
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: 1990 sonrası Türk Edebiyatında Türk-Yunan Mübadelesi

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 24 Kas 2019, 18:36

okuyucunun olayı kimin anlattığını takip etmesi gereklidir. Postmodern romanın unsurlarından kurguyu öne çıkarma özelliği eserde kullanılmıştır. Eser çizgisel bir doğrultuda ilerlemez. Çağrışım zenginliği doğrusal anlatının kırılmasında kullanılan başlıca etkendir. Karakterler bir koku, ses, imaj ile geçmişe dönüp bazı olayları tekrar yaşarlar. Samyotisa (Sisamlı Kız) isimli Yunan şarkısı roman içinde ritmi sağlayan unsurlardan biridir. Nihal bu şarkıyı duyunca çocukluğunu, 6-7 Eylül olaylarını, mahallelerinden ayrılan Rumları hatırlar.
Roman Nihal ile Ertan’ın ilişkisini aktarır. Ertan 12 Eylül darbesinde fikirleri sebebiyle hapis yatmıştır. Nihal’de sık sık çocukluğuna döner ve Rum arkadaşlarını hatırlar. Ayvalık’ta bir pansiyonda kalırlar, pansiyonun sahibi Sıdıka Hanım bir Türk mübadildir, onun gençlik aşkı Arap Mustafa Cunda Adasının arkasında münzevi bir hayat yaşmaktadır ve onun da hayatını mübadele şekillendirmiştir. Romanın sonu düğümlü kalır. Olaylar, şahıslar, kurgu karmaşık bir halde bırakılmıştır, geleneksel bir son yoktur.
2 Ahmet Yorulmaz
a. Savaşın Çocukları, 1997
b. Kuşaklar Ya da Ayvalık Yaşantısı, 1999.
c. Girit’ten Cunda’ya, 2003
d. Ulya Ege’nin Kıyısında, 2010
Ahmet Yorulmaz Türkiye’de mübadeleyi romanlarında işleyen ilk yazarlarımızdandır. Savaşın Çocukları onun mübadele konulu ilk romanıdır. Ulya Ege’nin Kıyısında yazarın mübadeleyi konu olan son romanıdır. Modern romancılık tekniklerinden uzak ve sorunlu dille yazılmış bu dört eser mübadelenin sosyal boyutunu aktardığı için önemlidir. Semantik ve sentaks açısından problemli cümlelere romanlarda rastlamak mümkündür. Örneğin: “Hanya’daki dingin yaşamı dalgalandırıp bozan ara sıra da olsa kent içindeki Türklerin öldürülmesiydi” (Yorulmaz, Savaşın Çocukları, 2006:69). Romanlarda bir zirve (climax) ve ardından çözüm süreci (anti-climax) bulmak pek mümkün değildir, bu eksiklik romanları sürükleyici olmaktan çıkarır. Romancının yaşadığı veya duyduğu hikâyeleri birbirine ekleyerek bir hikâye oluşturduğu izlenimi ediniriz.
Dört romanda Yorulmaz ısrarlı bir biçimde şu iki fikri vurgulamaktadır: Girit Adasında yaşayan Türkler Türkçeyi bilmeseler de Türk kökenlidir ve ataları orayı fetheden Osmanlı askerleridir. İlki kadar vurgulu ve ritmik bir düzende tekrar eden ikinci fikir ise: Yunanlıların Anadolu’yu işgali, Anadoluluların da Yunanistan’ı işgali tarih boyunca tekrar eden ve kökü Truva’ya dayanan doğal bir süreçtir.
“Türklerin yayılmacılığından önce çok önce benim cetlerimin suçları var Hasanaki. Bizimkilerin sizlere yaptıklarına bakma sen. Benimkiler buralara kadar sarkan Osmanlı daha görünürde yokken küçük Asya’yı, yani Anadolu’yu geçtiler, Afganistan’ın kuzeyinden, Semerkant, Kabil, derken Çin’e vardılar. Oradaki bir kısım yere Yunan eyaleti dediler” (s. 82)
İlk üç roman devam romanıdır, kahramanı Aynakis Hasan’dır. Aynakis Hasan mübadele ile Girit’ten Ayvalık’a gelir, orada hayat kurar. Varlığından haberdar olmadığı Yunanistan’daki oğlu yıllar sonra Ayvalık’a gelir ve babasını bulur. Dördüncü roman mübadele romanları arasında farklı bir yere sahiptir çünkü kahramanı Rum bir kadın olan Ulya’dır. Ulya, Türk kocasından ayrılmamak için onunla birlikte Anadolu’ya göç eder ve hayatını Türkiye’de sürdürür.
3 Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz, 1998
Eser Türkiye de oldukça ilgi görmüştür. Olaylar gerçek yaşamdan alındığı için kurgu unsuru pek göze çarpmaz. Söz konusu durum, eseri romandan ziyade belgesel kitaba yaklaştırmaktadır. Romanın başkişisi yazarın kendisidir, karakterlerin ruhsal analizlerine rastlamayız. Roman tekniği açısından sıkıntı oluşturan bu duruma rağmen eser okuyucu
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir