Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Girit ile ilgili Kitaplar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:42

Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar
Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen ,
Özet

TBMM Hükümetiyle Yunan Hükümeti arasında 30 Ocak 1923’te, Lozan’da imzalanan sözleşme gereğince Yunan topraklarında yaşayan Müslümanlarla Türk topraklarında yaşayan Hıristiyan Rumlar karşılıklı olarak zorunlu bir göçe tabi tutulmuş; din esaslı bu nüfus değişimi, iki ülkede de demografik ve sosyo-kültürel yapıda önemli değişiklikler yaşanmasına neden olmuştur. Tarihsel ve toplumsal olayların bir tür tutanağı olan edebiyat bu konuya da duyarsız kalmamış; özellikle 90’lı yıllarla birlikte bütünüyle mübadeleyi ele alan birçok roman yazılmıştır. Ahmet Yorulmaz 1997-2010 yılları arasında yayımlanan dört romanıyla Türk edebiyatının bu konudaki birikimine katkısı olan yazarlardan biridir. 1932’de, mübadillerin yoğun olarak yerleştirildikleri Ayvalık’ta doğan ve yaşamını burada geçiren yazar, mübadillerin Girit’ten Ayvalık’a uzanan hikâyesini, mübadele öncesinde ve sonrasındaki yıllarda yaşananları tanıklıklardan da yararlanarak kurmaca yoluyla anlatmıştır. Yorulmaz’ın romanlarında mübadillerin Girit ve Ayvalık yaşantıları ve bu farklı iki coğrafyada yaşadıkları, sosyo-kültürel çatışmalar ve uyum sorunları canlı bir şekilde yansıtılır. Bu çalışmada, Yorulmaz’ın romanlarında mübadele olgusu, sözü edilen çatışmalar boyutuyla ele alınıp değerlendirilecektir.

1. Giriş

Tarihsel ve toplumsal olayların edebiyata yansıdığı gerçeği Lozan Mübadelesi konusunda da etkisini gösterir. Türk toplumunda derin izler bırakan ve bugün de unutulmamış olan bu zorunlu göçün yol açtığı sorunlar edebiyat ürünlerine yansırken mübadele öncesinde ve sonrasında yaşananlar, sarsıcı boyutlarıyla ve insanı merkeze alan bir yaklaşımla ele alınmış; özellikle son yıllarda bu konuya eğilen birçok roman yayımlanmıştır. Feride Çiçekoğlu’nun Suyun Öte Yanı (1991), Kemal Yalçın’ın Emanet Çeyiz / Mübadele İnsanları (1998), Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık (2003), Sabâ Altınsay’ın Kritimu / Girit’im Benim (2004), Yılmaz Gürbüz’ün Mübadiller (2008), Handan Gökçek’in Ah Mana Mu (2010) romanlarıyla Sefa Taşkın’ın Pembe Sardunya (2012), Yılmaz Karakoyunlu’nun Mor Kaftanlı Selanik (2012), Akın Üner’in Çalı Harmanı (2013) ve Belgin Karabulut’un Mübadele Günlerinde Aşk (2014) romanı bu yapıtlardan yalnızca birkaçıdır.
Türk edebiyatının Lozan Mübadelesi ve sonuçlarıyla ilgili birikimine katkısı olan yazarlardan biri de 1932’de Ayvalık’ta doğan ve 2014’te yaşamını yitiren Ahmet Yorulmaz’dır. Ortaokulu bitirdikten sonra öğrenimini sürdürmeyen Yorulmaz, 33 yıl yönettiği Geylan Kitabevi ve Ayvalık üzerine yazdığı kitaplarla Ayvalık’ın simge değerlerinden biri olduğu gibi, Yunancadan yaptığı çevirileri, yayıncılık faaliyetleri ve romanları ile de tanınır. İlk romanı Savaşın Çocukları / Girit’ten Sonra Ayvalık (1997), ikinci romanı Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı (1999) ve Girit’ten Cunda’ya ya da Aşkın Anatomisi (2003) adlı romanı “ırmak roman” olarak değerlendirilebilecek bir yapıdadır. Yorulmaz’ın Ulya / Ege’nin Kıyısında (2010) adlı son romanı da Girit-Ayvalık hattında yaşananları anlatmakla birlikte diğerlerinden bağımsız bir kurgudadır.
Hasanaki’nin çocukluktan yetişkinliğe, Girit’ten Ayvalık’a uzanan yaşamının önemli olaylarını bulduğumuz Savaşın Çocukları / Girit’ten Sonra Ayvalık, Hasanaki’nin yaşadıklarına odaklanmakla birlikte Türk ve Yunan halklarının mübadele öncesindeki ilişkilerini ve gittikçe artan Yunan zulmünü yansıtması açısından dikkati çeken bir romandır. Bu romanın devamı niteliğindeki Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı’nda mübadeleden bir kesit sunan Yorulmaz, Girit ve Midilli’den gelen mübadillerin Ayvalık’taki yaşamlarına eğilir. Göçmenlerin ekonomik ve sosyal sorunları, uyum sürecinde yaşananlar, iskân - tefviz olaylarında gözlenen haksızlıklar, Hasanaki ile iş ve özel yaşamıyla olduğu kadar intihar edişiyle de farklı bir portre çizen Doktor Şekip merkezinde ele alınır. Üçlemenin son kitabı olan Girit’ten Cunda’ya ya da Aşkın Anatomisi romanında Hasanaki ile Marigo aşkı ve bu ilişkinin ayrıntıları yer alır. Hasanaki, ilk romanda Girit’te bıraktığı Marigo’dan bir oğlu olduğunu bu romanda öğrenir. İkinci Dünya Savaşı yılları içindeki Yunanistan ve Cunda’dan görüntüler sunan roman, Haralambos aracılığıyla din, kimlik, aidiyet konusuna yönelir. Ahmet Yorulmaz mübadeleyi konu edinmekle birlikte diğer romanlarından bağımsız bir nitelik taşıyan Ulya’da ise kocası Türk olduğu için Girit’ten Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Ulya’nın yaşamından kesitler aktarır. Berber Hüseyin Usta’ya dek üç evlilik yapmış olan Ulya’nın serüveni, geri dönüşlerle romana yansırken göçmenlerin; bu arada Ulya’nın Ayvalık’taki yaşamı anlatılır.
Bu çalışmada, Ahmet Yorulmaz’ın romanlarında mübadele olgusu, mübadillerin göç öncesinde ve sonrasındaki yaşamları, terk ettikleri topraklarda ve yerleştikleri yerdeki çatışmaları irdelenecektir. Sosyo-kültürel çatışma, Yorulmaz’ın romanlarının temel izleklerinden biridir. Bu izlek; ayrımcılık, uyum sorunu, yerini yadırgama, dinsel çatışmalar, gündelik hayatı sürdürme biçimindeki farklılıklarla karşımıza çıkar.




Anahtar Kelimeler: Ahmet Yorulmaz, Girit, Mübadil, Çatışma, Roman
Kocaeli Üniversitesi, Kandıra Meslek Yüksekokulu, Halkla İlişkiler ve Tanıtım efdervisoglu@gmail.com
Kocaeli Üniversitesi, Kandıra Meslek Yüksekokulu, Halkla İlişkiler ve Tanıtım tuncay.bilecen@kocaeli.edu.tr
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:44

2. Terk Edilen Topraklarda Yaşanan Çatışmalar
Bakewel’e göre (2010, s. 1705) klasik göç yazını “zorunlu” ve “gönüllü” göçü açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Nitekim yer değiştirme, göçün sebebine ve göçü oluşturan koşullara bakılmaksızın insanî güvenlik arayışı olarak ifade edilmektedir. Güvenlik ihtiyacı “çatışmaya” girmeme isteği şeklinde de tezahür edebilir. Bu da kişiyi daha güvenli alanlara doğru göç etmeye sevk eder. Yorulmaz’ın romanlarında göç etme isteği / eylemi ahali arasında vuku bulan huzursuzluklar, başka bölgelerden gelen iç çatışma haberleri, yerel halkla ya da çetelerle çatışmaya girme ve nihayet devlet kararı ve baskısıyla söz konusu olabilmektedir. İnsanî güvenlik arayışı A noktasından B noktasına gitmekle sona eren bir olgu değildir. Dolayısıyla göçmenler önce terk edecekleri topraklarda bir güvenli bölge arayışına girerler. Örneğin Yorulmaz’ın romanlarında bu toplanma bölgesi genellikle Hanya’dır. Ardından da yerleşilen topraklarda güvenli bölge arayışı başlamaktadır.
Girit’te yüzyıllardır iç içe yaşayan Rum ve Türklerin birbirine düşmesi ve Türklerin adayı terk etmek zorunda kalması, Yorulmaz’ın tüm romanlarında karşımıza çıkan ortak izlektir. İlk roman Savaşın Çocukları’nda Hasanaki’nin babası Ali Ağa adeta yaklaşan göçü sezmiştir. Nitekim kısa süre içerisinde zeytinliklerini yok pahasına elden çıkararak yollara düşerler: “Kendimi bildim bileli selamlaştığım, konuştuğum insanlar beni gördüklerinde susuyorlar, gittikçe selam vermez oluyorlar Hanım! İyi şeylerden söz etmiyorlar. Barut ve kan kokuyor söyledikleri!” (Yorulmaz, 2006a, s. 31)
Özellikle Savaşın Çocukları romanında Hasanaki’nin ailesinin üzerinden Girit’te yaşayan Türklerin karşı karşıya kaldıkları tehditler ve saldırılar dile getirilir:
Sokakta kimi Türklerin feslerini kapıp parçalıyorlar, Türklük ve Müslümanlık için en ağır küfür ve aşağılamalarda bulunuyorlar, eşek, kedi, köpek gibi hayvanlara da bizlerin isimleriyle sesleniyorlardı. Minarede ezan okuyan müezzine taş atmalar doğallaşmaya başlamıştı. Müslümanların kapıları şiddetle çalınarak, terör havası estiriliyordu. Kendi haksızlıklarını bizimkilere yüklemek, Türklerin zeytin tarlalarını, bahçelerini yağmalamak, ramazan ayında Müslüman’a zorla şarap içirmek ve istavroz çıkarttırmak gibi vicdansızlıklar hızla artıyordu. (Yorulmaz, 2006a, s. 92)

Fazla uzağa gidilemiyordu, çünkü Rumlar tenhada kıstırdığı Türk’ü, kafasını gövdesinden ayırarak öldürüyordu. Bu korkunç cinayetleri işleyenler, Rum çetelerinin başlarıydı ve bunlara ‘kapetan’ diyorlardı. Kapetan Frangiskos, Kapetan Kamaryanos, bu kuşatma yerinde duyduğum ünlü kanlı çetelerin başlarıydı. İnsan doğramak, onur duyulacak bir işmiş gibi! (Yorulmaz, 2006a, s. 48)

Yorulmaz, sadece Girit göçmenlerinin yaşadıklarını anlatmaz, ileride değineceğimiz gibi Midilli ve Selanik göçmenlerinin yaşadıklarına da yer verir romanlarında. Yazar bu kıyaslamaları yaparken Giritli göçmenlerin çok daha ağır bedeller ödediğini sürekli vurgular: “Girit’te de şehir içlerinde, köylerde, tarlalarda her Allah’ın günü Türk doğruyorlardı. Venizelos’un adamları, kitaplar dolduracak cinayetler işlemişlerdir! Midilli olayları ise, çok seyrek ve azdır!” (Yorulmaz, 2006b, s. 77-8)

Ulya’da Kuzey Yunanistan’dan Anadolu’ya göç etmek üzere yollara düşen Rumeli göçmenlerinin yollarda maruz kaldıkları saldırılarsa şu şekilde ifade edilmiştir:

Kuzey Yunanistan’dan, Drama’dan, Kavala’dan, Serez’den, Yanya’dan, Florina’dan gelenler de son Yunan çetelerinden ne büyük sıkıntılara düştüklerini, can ve mal güvenliklerinin kalmamış olduğunu anlata anlata bitiremiyorlardı: Hele o başıbozuk çeteler, hele onlar!.. Çiftlikleri, evleri basıyorlar, istediklerini zorla alıyorlar; alamadıkları yerleri ise ateşe veriyorlardı (Yorulmaz, 2010, s. 52-3).

Ahmet Yorulmaz göç edenlerin ruh halini, göçle oluşan görüntüleri canlı betimlemelerle yansıtır romanlarında. Göçün trajik yönünü gözler önüne seren bu betimlemelerle yazarın bütün romanlarında karşılaşırız. Örneğin Girit’ten Anadolu’ya gidecek olanların limandaki bekleyişleri -yaşadıkları çatışmalarla birlikte- Ulya’nın daha ilk sayfasında çıkar karşımıza:

Kimisi çetelerden, kimisi kentteki gözü kara bağnazlardan canını kurtarmak; kimisi anavatan denilen yeni yerde yaşamını sürdürebileceği bir olanak yakalamak için; kimisi, dinini değiştirmeye yönelse de -sırf yerinde kalsın diye- isteği reddedildiğinden; kimisi mademki büyüklerimiz böyle istediler, biz emir sayar gideriz inancıyla; büyük kesimi, hatta hemen hepsi vapura ilk kez binecek olmanın heyecanıyla; çoluk çocuk yüzlerce, yüzlerce insan sahile yığılmıştı… (Yorulmaz, 2010, s. 5).

Konu edindiğimiz romanların ortak özelliklerinden biri de Türklerle Rumların çatışmaları kadar iki halk arasındaki kültürel benzerliklere ve dayanışmaya da yer vermiş olmalarıdır. Sözgelimi Ulya’da da karşımıza çıkacak olan Rumlara mezar emanet edilmesi hususu, Savaşın Çocukları romanında da dikkati çeker. Göç yollarına düşen Hasanaki ve ailesini uğurlamaya gelenler arasında Rum komşuları da vardır:

Bir Cuma sabahı, gün ağarırken yola çıktık. Köyde kalmakta direnen Türklerden bir grup insanla, Rum komşularımız uğurlamaya geldiler bizi. Şişman Hilmi’yi annesi elinden tutuyordu. Erkekler babamla sarmaş dolaş oldular. Annemse sürekli ağlıyor, Mahmut Ağabeyimin mezarını, sıkı sıkıya Evangeliki Teyze’ye emanet ediyordu (Yorulmaz, 2006a, s. 38).
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:47

3. Göçmenlerin Yaşadığı Sosyo-Kültürel Çatışmalar
Göçmenlerin bulundukları ülkeye uyum sağlamalarında; yaş, eğitim, kültürel yatkınlık, dil yeterliliği gibi faktörlerin yanı sıra yerleşilen toplumun etnik yapısı, sosyo politik durumu, ulusal politikaları ve yaşanan ayrımcılık deneyimi de etkili olmaktadır (Hugo, 2014, s. 257; Alexander vd., 2007, s. 784).
Geldikleri yeri yadırgama, umduğunu bulamama, sürekli terk edilen topraklara özlem duyma, yerel halkla kültür çatışması yaşama, göçün ilk zamanlarında yoğun hissedilen duygulardır. Yeni dâhil oldukları sosyal çevreye ayak uydurmakta zorluk çeken göçmenler doğal olarak ilkin yerleşik halkla karşı karşıya gelmiştir. Bunda, karşılıklı önyargıların etkisi şüphesiz önemlidir. Yorulmaz’ın roman kişileri de çeşitli boyutlarda ve çeşitli şekillerde ayrımcılık ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalırlar, dâhil oldukları yeni sosyo-kültürel çevreyi yadırgarlar.
3.1. Yarım Gâvurluk
Girit, coğrafî, kültürel ve tarihsel olarak diğer Osmanlı yerleşim yerlerinden ayrılmaktadır. 1521’de Rodos’u, 1571’de Kıbrıs’ı ele geçiren Osmanlıların Akdeniz’de egemenlik kurması için Girit’i de topraklarına katması gerekiyordu. Venedik yönetiminde olan Girit’e ilk seferler 1645’te başladı. Ada ancak 1669’un sonbaharında Osmanlı topraklarına katılabildi (Adıyeke & Adıyeke, 2007, s. 15). Girit’in coğrafî olarak Osmanlı başkentine uzak olması -nitekim romanlarda bu defalarca dile getirilmektedir- Rumların zaman içerisinde adadaki nüfuslarının artması, burada yaşayan Türklerin yüzyıllar içinde adada baskın hale gelen Rum kültürünün etkisi altında kalmalarına yol açmıştır. Dolayısıyla Giritli göçmenler Anadolu’ya göç ettiklerinde pek çok kültürel çatışma yaşamışlardır. Yerli halkın nazarında Girit’ten gelip yerleşenler, Türk/Müslüman değildir. Bunun dildeki karşılığı ise “yarım gâvur”luktur: “Yakıştırılan bu yarım gâvurluğu, Yunan tohumluğunu şaka yollu olunca, yüzlerine; çekiştirmek istediklerinde ise arkadan yüksek sesle söyleyerek alaya aldılar. Yarım gâvurluktan sonra açık - saçık benzetmeler yapıldı” (Yorulmaz, 2010, s. 26-7).
Anayurt Anadolu’ya geldik. Bu kez buradakiler, ırktaşlarımız, dindaşlarımız, “Yarım gâvur!”, “Gâvur tohumu!” diyorlar bize. Beslenmemiz bol sebzeli, dağdan bayırdan toplanan türlü otlarla olunca, bunu da hazmedemiyorlar, alay ediyorlar bizimle: “Eşeklerin hakkını yiyor bunlar,” diyorlar. Horluyorlar, ilişkilerini sınırlı tutuyorlar. (Yorulmaz, 2006a, s. 21)
Yerel halk tarafından dışlanan, “yarım gâvur” olmakla itham edilen roman kişileri elbirliği etmişçesine kendilerinin Türk ve Müslüman olduklarını ispatlama çabası içerisine girerler. Yorulmaz’ın “Girit göçmenleri” Türk ve Müslümanlıklarını ispatladıkları ölçüde toplumda kabul görmektedir. Yazar, bir taraftan Giritlilerin farklı kültürel, sosyal çevreden geldiklerini vurgularken bir taraftan da Anadolu insanıyla öz olarak benzediklerini vurgulamak için çaba sarf eder; burada farklılıklara değil etnik ve dinsel birlikteliğe yapılan vurgu önemlidir:
Oysa ayrıldıkları o küçük yurtlarında, onca baskı, kuşatılma, dövülme, öldürülmelere karşın, Türklüklerinden ve dinsel inançlarından zerrece kaybetmemişlerdi. Başlarına gelen olaylardan sonra sığındıkları yine dinleri oluyordu. Anayurt dedikleri burada, bağıra basılacaklarına itelenmeleriydi ağırlarına giden, ağlatan (Yorulmaz, 2010, s. 29).

Yorulmaz, Girit göçmenlerinin Türkçeyi doğru dürüst konuşamamalarına, dinî uygulamalardaki farklılıklarına rağmen kimliklerini ve değerlerini kaybetmemelerini, esasında dinlerine olan bağlılıklarıyla açıklar:

En önemlisini eklemeyi unuttum: Din duygumuz. Biz Girit Türklerinin, tek tek ya da toplu biçimde işlenen cinayetlerden yılmamızı önleyen, bu din duygusu olmuştur. Köylerimizin kuşatılması, ırktaşlarımızın öldürülmesi, papazlarla ve okullarla yapılan Rumlaştırma girişimleri, temelde hep boşa çıkmıştır. Gerçi, yaslarımızda onlara bakarak karalar giydik; Rumcayı anadilimiz yerine koyduk, ama dinimizle Türklüğü hiçbir zaman unutmadık. O denli ki, Girit Türkü’ne, hem de Rumca olarak sorarlar: ‘Türk müsün Mehmet?” Yanıtı hem Rumcadır, hem de hazindir: “Meryem adına yemin ederim ki Türk’üm.” Bu iki şeye sarıldık hep. Siz dilediğiniz kadar, bir ulusu ulus yapan niteliklerin ilki dil birliğidir, deyin. Genel olarak elbette ki böyledir. Ama biz Giritliler, bu kuralın -olumlu anlamda- dışında kalmış bir topluluktuk. “Biz Türküz!” diyor da başka bir şey demiyorduk (Yorulmaz, 2006a, s. 15).

Yazar zaman zaman da Giritlilerin Türk / Müslüman olduklarını tarihten örnekler vererek ispatlamaya girişir. İskân memurlarının, yerel halkın Giritli göçmenlerin Türkçeyi doğru dürüst konuşamamalarını yadırgamaları ve onlara kızmaları hep boşunadır; çünkü Girit göçmenleri Türkçeyi konuşamasalar, Rumların birçok ritüelini tekrar ediyor olsalar da gerçekte Türk ve Müslüman’dırlar. Yorulmaz, bu vurguyu yaparken patriyarkal bir dil kullanarak ataerkilliği adeta bir delil olarak ortaya koyar:

Bu memurlardan bazıları Giritlilere, Türkçeyi tam bilmeyişleri nedeniyle kızdıklarından, onların tarihsel gelişim çizgisine ters, kasıtlı hikâyeler uyduruyorlardı. Örneğin onlara göre Giritliler, aslında Hıristiyan olup, sonradan Müslümanlaştırılmışlardı. Oysa Girit’in fethinden sonra orada bırakılan Osmanlı askeri, Kuzey Afrikalı Berberi Müslüman, Bizans kalıntısı Rum ve Venedik asıllı kadınlarla evlenerek, birleşerek çoğalmıştı. Bu durum, Anadolu ve Rumeli’den Osmanlı kadınları, aileleri Girit’e gönderilinceye dek devam etmişti. Hem Osmanlı Türkü ataerkildi. (…) Bu tarihsel gerçeğe göre Girit Türkü’ne Hıristiyanlık atfetmek, en hafif söylemiyle vicdansızlıktı. Üremede ve üretmede önemli olan tohumdu. Tohumu hangi tarlaya serperseniz serpin, doğa çıkacak olanı canlandırıp şekillendirme işlemlerini yaparken, tohumun içerdiklerine hayat verirdi. Yeni sürgünler; hep o tohumda saklı kişiliği, benzerliği yansıtırdı. Kısacası Girit’te kalıp evlenen askerin ataerkilliğini, nedense görmezden geliyorlardı (Yorulmaz, 2010, s. 29-30).

Soyda önemli olanın erkek tarafının kimliği olduğunu Osmanlı hanedanında da padişah eşlerinin Türk olmadıkları örneğine dayandıran Yorulmaz’ın roman kişilerine sıkça bunu söylettiği dikkati çeker:

Efendim, böyle saçmalıkları Girit Türküne yamamaya çalışmak ayıptır. Mesela Padişah II. Ahmet’in annesi, Girit muhasarası sırasında yakalanıp saraya gönderilen Giritli bir gayrimüslimdir, savaş ganimetidir. Saraya götürüldüğünde sülün örneği kusursuz güzelliği karşısında, Fatma Gülnûş Sultan adını yakıştırmışlar, zamanın padişahının koynuna vermişlerdir! II. Ahmet bu birleşmeden dünyaya gelmiştir. Bu hale göre II. Ahmet Hıristiyanlıktan mı gelme oluyor? Saçma efendim, saçma! (Yorulmaz, 2010, s. 30).
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:49

3.2. Dilsel Çatışmalar
Dil yeterliliği göçmenlerin sosyal entegrasyonunda anahtar rol oynar (Alexander, 2007, s. 786). Göçmenlerin bulundukları çevreye adapte olmalarında aynı dili konuşmak ya da dil yeterliliği son derece önemlidir. Çeşitli göçmen gruplarıyla yapılan araştırmalar dil bilmeyen göçmenlerin sosyal çevreye daha zor adapte olduklarını, daha fazla ayrımcılığa maruz kaldıklarını göstermektedir (Cohen, Chavez, 2015; Dedeoğlu, 2015, s. 162). Yeni yerleşim yeri, yeni barınma koşulları, yeni iş ve geçim biçimleri, yeni imkânlarla tanışan göçmenler aynı zamanda içine dâhil oldukları sosyal çevrede dil ve iletişim sorunlarıyla da karşı karşıya kalmaktadırlar (Kümbetoğlu, 2012, s. 61).

Girit’in yukarıda sözünü ettiğimiz tarihsel, coğrafî ve kültürel yapısı nedeniyle göçmenlerinin sınırlı sayıda Türkçe sözcükle anavatana geldikleri görülür; okuryazarlık oranı çok düşüktür. Hasanaki’nin Türkçeyi Yüzbaşı Kemalettin Bey’den, üstelik baba yerine koyduğu patronu Vladimiros’un yardımıyla, Yunan harfleriyle yazarak öğrenmesi, bunun en belirgin örneğidir. Yorulmaz tüm romanlarında Giritlilerin Türkçe bilmemeleri nedeniyle zorluklar yaşadıklarını belirtir: “… öyle ki, bir avuç kalburüstü Türk hariç, bu insanların çok büyük kesimi dillerini bile unutmuşlar: “Türküm, elhamdülillah Müslümanım!” biçimindeki kalıplaşmış cümlenin bile yarısını Türkçe yarısını Rumca söylüyorlardı. Halkın çoğunun Türkçe sözcük haznesi, yirmi-otuz sözcüktü” (Yorulmaz, 2003, s. 33).

Sosyal dışlanma, ayrımcılık deneyimi, dil yetersizliği çoğu zaman göçmenlerin içine kapanmalarına, benzerleriyle birlikte bir sosyal çevre oluşturmalarına neden olur. Böylece göçmenler yeni yerleştikleri yerde terk ettikleri yere benzer bir sosyo-kültürel çevre oluştururlar (Bilecen, 2016, s. 383).

Oradaki Hıristiyanın; Turkos, Muhammetyanos, Musulmanos diye küçümsediği Giritliler’le, buradakiler de, aynı ırktan, aynı dinden olanlar da alay ettiler… Bu dışlama, Giritli’nin içedönük yaşamını daha da pekiştirdi. Mahalle kahvesinde, Giritli Giritli’yle oturmaya özen gösterdi; sohbetini hemşehrisiyle yaptı; sorunlarını onunla halletmeye çalıştı. Anayurda geldikleri halde, böyle itilip kakılmaları yüzenden gurbette gibiydiler (Yorulmaz, 2006b, s. 30).

Girit göçmenlerinin baskın olarak Rumca konuştukları ancak Türkçe ve Arapçadan da bazı sözcükleri dillerine kattıkları romanlarda sürekli ifade edilir. Girit göçmenleri Anadolu’ya ayak basar basmaz ilk olarak iskân görevlileriyle temas ettiklerinden bu sorunu da ilkin onlarla yaşamışlardır:

Görevlilerin önüne sırayla gelen mübadiller, örneğin “Kahvecis Ali, Tu Reşit’i yos” diyerek işlerinin biteceğini sanıyorlardı. Memurlar bu kadarını anlıyorlardı anlamasına, “Reşit oğlu kahveci Ali”yi, bu söyleme biçimiyle anlıyorlardı, ama ötesi yoktu! Türkçeyi tam bilmeyişlerinin sıkıntısını çekiyorlardı. Bu nedenle, Mübadele Komisyonu’nun Tuzla’daki memurları, sinir içindeydiler (Yorulmaz, 2010, s. 11).

Yorulmaz’ın romanlarında dil konusunda dikkat çekici bir başka husus ise göçmenlerin zaman zaman Girit ağzıyla zaman zamansa tamamen İstanbul Türkçesi ile konuşturulmalarıdır.

3.3. Dinî Çatışmalar

Dinî kimlikleri, göçmenlerin yeni yerleştikleri yerlerdeki uyum süreçlerini son derece etkilemektedir. Farklı dinî aidiyetler uyum sürecini zorlaştırmakta, çatışmaları artırmakta ve göçmen gruplarının içine kapanmasına yol açmaktadır. Din, entegrasyonu doğrudan etkileyen bir faktördür (McAndrew & Voas, 2014). Yorulmaz’ın dört romanında da dinî çatışmalar sıkça karşımıza çıkar. Bu çatışmalar; Giritli göçmenlerin Müslüman olduklarını ispatlama çabası, Rumların bazı ritüellerini (cenaze merasimi gibi) tekrar etmeleri, din değiştirme, farklı dinlere sahip kişilerin evlilikleri ve sosyal ilişkileri ve bunlardan dolayı yaşadıkları zorluklar şeklinde özetlenebilir.

Yorulmaz’ın romanlarında din değiştirme hem Rum tarafında hem de Türk tarafında alışılagelmiş bir olgudur. Bu, iç çatışmalar karşısında güvenlik ihtiyacından gerçekleşebildiği gibi aşk ilişkisi nedeniyle taraflardan birisinin (genellikle kadın) dinini değiştirmesi şeklinde de tezahür edebilir; ayrıca toplumda kabul görme ya da bazı muafiyetlerden yararlanmak için de din değiştirmelere rastlanır. Sözgelimi Savaşın Çocukları’nda Ferit Bey, Venizelos’un, “Türkler dışarı!”, “Büyük Yunanistan!” diyerek başlattığı hareketin ardından “hem postu hem çifti çubuğu güvenliğe almak için, Fransız uyruğuna geçmiş”; (Yorulmaz, 2006a, s. 12) başındaki fesi de şapkayla değiştirmiştir.

Her iki toplum için de dışlanmayı beraberinde getiren din değiştirme olgusu, her zaman çözümleyici olmaz. Özellikle çatışmanın arttığı dönemlerde din değiştirmenin cezası ölümdür. Bu durumda güvenlik saikiyle din değiştirmek tersine güvencesizliği artırır.

Mübadele hazırlıkları sırasında böyle olaylar olmadı; önceki zamanlarda sevgisi uğruna az sayıda din değiştirenler çıktı ve öldürüldüler… Bu yola sapanlar, çoklukla köylerden çıkmışlardı. Fakat daha sonraları: “Molla İbrahim’in oğlu Bahri Bey Hıristiyan olmaya kalkmış! Deyyusa bak sen! Bereket versin Rumların despotu, din değiştirmek isteyenleri geri çeviriyormuş artık,” diyenler çıkmaya başlamıştı. Yani laf söyleyenler, küfredenler oluyordu olmasına, işi öldürmeye vardıramıyorlardı, çünkü ne hikmetse Hıristiyanların kendileri o yolu kapamışlardı. Yani giderayak irtidad vakaları gerçekleşmiyordu (Yorulmaz, 2010, s. 6).

Sözünü ettiğimiz romanlarda farklı dinlere mensup kişilerin yaşadıkları aşklar ve buna bağlı olarak karşılaştıkları zorluklar, Savaşın Çocukları’ndan itibaren önemli bir izlek halinde karşımıza çıkar. Girit’teyken Marigo ile büyük bir aşk yaşayan Hasanaki, Hıristiyan sevgilisinin tüm ısrarlarına rağmen dinini değiştirmez, Girit’te kalmak yerine Anadolu’ya göç etmeyi tercih eder. Mübadeleden yirmi beş gün önce İzmir’e, ardından da Ayvalık’a -burayı Marigo önermiştir- geçen Hasanaki oğlundan habersiz yeni bir hayat kurar kendine. Evlenecek, çocukları olacaktır. Ölene kadar kendisine sadık kalacak olan Marigo, Hasanaki’den doğan oğlu Haralambos’un Ayvalık’a gitmesini, dinini değiştirmesi korkusuyla istemez: “Tanrı affetsin beni. Ya gider babasını sever de orada kalırsa!... Hele hele benim yapmadığımı yapar din değiştirip Müslüman olursa?... Düşündükçe aklımı oynatacak gibi oluyordum” (Yorulmaz, 2003, s. 145).

Haralambos, babasının yaşadığı Ayvalık’a yerleşme kararı alınca dinî çatışmalar baş gösterir. Babası daha ilk karşı karşıya gelişlerinde bu soruna dikkat çeker: “Ne ki, böyle bir kararın birkaç yanlı zorlukları olacaktır. Hıristiyansın ve geldin, Müslüman bir toplumda yaşamaya çalışacaksın… Sonra…” (Yorulmaz, 2003, s. 175).

Gönül ilişkilerinde de farklı dinsel inançlara mensup olmak Girit’te de, Ayvalık’ta da hep bir sorun olmaktadır. Haralambos’un sevgilisi Elfide bu sorunu daha ilişkilerinin başında hisseder: “Sonra bu Hıristiyan, bense Müslüman… Olacağı yok ya, olursa da ben zerrece umursamam kimseyi, ne ki, böyle bir şeyde de bu toplum alimallah tefe kor bizi! Boş ver koysun yahu!... Koyabilirse tabii…” (Yorulmaz, 2003, s. 229).

Ayvalık’ta yaşamayı düşünen Haralambos din değiştirmeye karar verir. Bu kararında, toplum tarafından kabul edilme dürtüsü ağır basmaktadır. Böylece Türk vatandaşlığına geçme başvurusundan da daha çabuk sonuç almayı beklemektedir.

İlk kitapta, esir düşen Osmanlı askeri olarak romana giren Kemalettin karakteri de ikinci kitap Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı’nda bir Rum kızıyla evlendiği için yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalır. Terk etmesinin sebebi çevredekilerin karısına “dönme” diyecek olmalarıdır. “O kadar olacak… Başka çare yok. Hem bir şey daha söyleyeyim mi sana, burada kalıp da, çok iyi bir insan olduğunu kanıtlamış karıma ‘dönme’ dedirtmem ben arkadaş. Huzursuzluk sokmam yuvama…” (Yorulmaz, 2006b, s. 152).

Yazarın son romanı Ulya’ya adını veren Ulya da toplum tarafından kabul görmek için dinini değiştirip Müslüman olmuş gibi davranır. Dördüncü evliliğini yaptığı Hüseyin’le birlikte Anadolu’ya geçebilmek amacıyla “Müslüman olan” Ulya bunu Türklere kanıtlamak için çok uğraşır; halkın Ulya’ya tepkisi ise farklılıklar taşır. Farklı iki romanda karşımıza çıkan Ulya ve Haralambos karakterlerinin din değiştirmesi manevî bir ihtiyaçtan ziyade toplumun kabulünü görme, mübadeleye dâhil olma, vatandaşlık kazanma gibi araçsal niyetler taşır.

Yorulmaz’ın romanlarında dinî aidiyet toplumda kabul görmek ve toplumsal değerlerle çelişmemek bakımından önemli bir rol oynar. Marigo, Hasanaki’ye babasının Müslüman/Türk (Hasanaki) olduğunu açıkladıktan sonra istediği dini seçebileceğini söyler. Bunu söylerken dahi dini kimlik adeta bir zaruriyet olarak kendisini hissettirmekte, Müslümanlığı seçmesi durumunda yaşayacağı sıkıntılara ilişkin ipuçları ortaya konulmaktadır:

Sonunda ister gereklerini benim yerine getiremediğim Hıristiyanlıkta karar kıl, ister yüzünü görmediğin babanın dinini, Müslümanlığı seç… Karar senin olacak. Ne var ki Müslümanlıkta karar kılarsan, dar bir çevre olan Girit’te bunu açıklayamayacaksın! İçinde tutacaksın, gereklerini de yerine getirmek istersen, zorlanırsın… İlkin yakın çevrenden, sonra da toplumdan tepki görürsün, etrafın tenhalaşır, bir başına kalırsın” (Yorulmaz, 2003, s. 48).

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:51

3.4. Göçmenler Arasındaki Çatışmalar
Yorulmaz’ın romanlarında sadece Girit göçmenlerinin yaşadığı çatışmalar yer almaz, yanı sıra Ayvalık civarında iskân edilen Midilli ve Selanik göçmenlerinin de yaşamlarına yer verilir. Göçmenler, yaşadıkları sosyal çevre, sınıfsal konumları, birbirleriyle ve yerli halkla, bürokrasiyle ve siyasetle kurdukları ilişkiler içinde ele alınırlar. Bu da bize, farklı göçmen gruplarını, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik bakımlardan karşılaştırma imkânı verir. Göçmenlerin yoğun olarak yerleştirildikleri Ayvalık, Haralambos’a göre “bir kültür mozaği”dir. Hasanaki onaylar onu: “Evet, öyledir oğlum. Girit’ten Midilli’den, Kuzey Yunanistan’dan gelen mübadillerle, Anadolu’nun dört yanından gelip buraya yerleşenlerle kozmopolittir diyebiliriz. Yalnız servet ve gelir dağılımı fazla iç açıcı değil” (Yorulmaz, 2003, s. 179).

“Misafir misafiri sevmez” sözünü haklı çıkartırcasına Giritli göçmenler başta Midilli’den göç edenler tarafından ayrımcılığa maruz kalırlar; çünkü Midillili göçmenler Anadolu’nun yanı başında olmanın avantajını ziyadesiyle yaşamışlar, dil ve kültür olarak Anadolu’dan kopmamışlardır. Girit göçmenlerinin “yarım gâvur”, “Yunan tohumu” diye yaftalanmasında, Türkçeyi çok az sözcükle konuşmaları başlıca neden olarak gösterilir. Giritliye, yine “Giritli” anlamında Rumca “Kritikos” diyenlerin çokluğundan söz edilirken Giritlilerin resmî işlerde de aşağılandığı belirtilir:

Türkçesi olmayan, ancak sayılı sözcükle konuşabilen kimi Giritli mübadil ise, bazı görevlilerce horlanıyor, aşağılanıyor, hatta kovalanıyordu. Bu tür davranışlar, Giritlinin Türklük-İslamlık gururunu ağır biçimde yaralıyordu. Devlet dairesinden evine gözleri yaşlı dönenler eksik olmuyordu. Bu hakaretler karşısında başlarını birbirlerinin omzuna dayayarak ağlaşan yaşlı-başlı erkekler-kadınlar vardı (Yorulmaz, 2010, s. 28-29).

Ahmet Yorulmaz, Midilli’nin coğrafî ve kültürel avantajlarını sürekli vurgularken Midillili göçmenlerin de iskân edildikten sonra ayrıcalıklı muamele gördüklerini belirtir:

Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’a bir kurşun atımı mesafede olan Midilli Adası’ndaki Türkler’in durumu ise, bir hayli farklıydı. Dört yüz elli yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış olan Midilli, Osmanlı’nın, sefere çıkan donanmasına yataklık etmişti hep. İstanbul’a yakınlığı unutulmasını önlemiş, oradaki uyruğun, okulundan, yiyip içmesine kadar her gereksinimi karşılanmış; Midillili Giritli’ye oranla hiç mi hiç baskı görmemişti…(Yorulmaz, 2006b, s. 31).

Nitekim ikinci roman Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı’nın ana karakteri Midillili Doktor Şekip’e göre de Midilli göçmenleri varsıllığı, Giritli göçmenler yoksulluğu temsil etmektedirler:

“Bunlar bizim Midilli’nin nekes takımından,” diyordu kendi kendine, “Çok eziyet çekmiş Giritli garipler daha başka, mutlaka bir şeyler vermeye çalışıyorlar; kendilerine hizmet ettin diye de saygı duyuyor, el pençe divan duruyorlar! Bizimkiler oldum olası payitaht korumasındaydılar ya, padişah tohumu gibi davranmayı sürdürüyorlar!” (Yorulmaz, 2006b, s. 93).

Göçmenler arasında ayrıcalıklı muamelede Selanik göçmenleri öne çıkmaktadır. Mustafa Kemal’in Selanikli olması Selanik’ten gelenlerin bürokrasi kademesinde kayırılmasına yol açmıştır.

Girit’ten, Midilli’den Kuzey Yunanistan’ın değişik yerlerinden gelmişlerdi gelmesine, ne ki bunlardan Selanikliler, Mustafa Kemal Paşa’nın memleketlisi olmakla övünüyorlardı. Onlar övünüyor, kimi yöneticiler de Kemal Paşa’ya saygılarından, sevgilerinden, kimisi ise “bunlar Selaniklidir, şikâyet edecekleri tutar, aman başıma iş açılmasın!” korkusuyla kayırıcı bir ilgi gösteriyor, yardım ediyorlardı. O kadar ki sonradan mübadeleye dâhil edilerek mübadil sıfatını kazanan üstü başı düzgünce biri, herhangi bir işi için devlet dairelerinden birine girdiğinde, Selanikli olduğunu söylediğinde ya da oradan gelme olduğu anlaşıldığında, Mustafa Kemal Paşa’nın konu-komşusu, bir yakını gelmişçesine ilgi ve saygı görüyordu (Yorulmaz, 2010, s. 28).

Yorulmaz, Ayvalık özelinden bakıldığında Midilli ve Selanik göçmenlerinin kent yaşamında ayrıcalıklı konumda olduğunu romanlarında ya söylemekte ya da bunu roman kişilerine söyletmektedir: “Midillili, Selanikli olanlar ile Kuzey Yunanistan mübadilleri okumuş takımı ise, kent yaşamının başındaydılar. Bu bir gerçekti. Seçkin kesimi oluşturuyorlardı. Bu kişiye, yani okumuşlukla geldikleri yerin adı, bir kısmına üstünlük ve yarar sağladı…” (Yorulmaz, 2010, s. 31).

Ayrımcı muamele örnekleri sadece farklı yerlerden gelen göçmenler arasında değil aynı yerlerden gelen göçmenler arasında da görülmektedir. Örneğin romanların ana karakterlerinden Hasanaki, Girit’teki mal varlığına ilişkin bir belge sunamadığı için devletin verdiği kısıtlı kaynaklarla yetinmek zorunda kalmış, buna karşın elinde düzmece belgelerle gelenler ya da bürokrasi kademesinde tanıdıkları olanlar önemli ayrıcalıklar elde etmiştir:

Lozan kokusu çıkar çıkmaz da Ankara’ya koşmuş hemen, herkesten önce işini halletmiş. Olay bu kadar basit ve yalın. O Taş Kahve’yle daha sana göstereceğim Dereboyu’ndaki ahşap konak ve bir kısım zeytinlikler ona tahsis edilmiş. Belgelerden böyle anlaşılıyor. Ne diyebiliriz, akıllı adam. Mübadiller yerlerinde daha gelme hazırlığına başlarken, o herkeslerden önce gelerek Ankara’dan işini halledip, kenara çekilip çubuğunu tüttürecek! (Yorulmaz, 2006b, s. 110).
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:53

4. Ayvalık Yaşamına Uyum
Çalışma, barınma, sağlık, eğitim koşulları, ekonomik ve politik koşullar, göç veren ve alan ülkeler arasındaki ilişkiler, coğrafî yakınlık, sınır kontrolleri ve gidilecek yerde akrabaların bulunması ve sosyal ağların varlığı gibi faktörler göçmenlerin yerleşecekleri yeri seçmesinde oldukça etkilidir (Şimşek, 2017, s.14). Osmanlı Devleti’nde de göçmenlerin alışkın oldukları iklim koşullarına uygun yerlere yerleştirilmesi bir iskân politikası olarak uygulanmaktaydı. Bu sebeple Girit göçmenleri daha çok Ayvalık civarına iskân edilmekteydi.

Göç alan ve göç veren iki yer arasında kurulan göç köprüsüne ve karşılıklı göçmen akışına “göç kültürü” denir. Sosyal bağlantı ve sosyal ağlar göçmenlerin güvensiz alanlardan güvenli alanlara doğru hareket etmelerine olanak sağlar; böylece göçmenler etnik veya mezhepsel kimlik, akrabalık, yakınlık gibi ilişkileri kullanarak güvenli yerlere daha kolay erişirler; çünkü cemaat oluşturmak ve cemaatlerin yarattığı dayanışma ağı biçimleri göçmenleri güvensizlik ve yalnızlığa karşı daha dirençli kılar (Kaya, 2016, s.162). Benzer yaşam stratejilerine ve toplumsal yapılara sahip olanlar, benzer yerlerde yerleşmeyi tercih ederler. İlk yerleşenler sayesinde oluşan bu sosyal ağlar da yeni gelenleri, bu ağlardan yararlanmak anlamında daha şanslı kılar (Çakırer, 2015, s.45). Göç ettikleri yerde aralarında kurdukları dayanışma ağlarıyla yeni bir sosyal yapı oluşturan göçmenler dışsal koşullara karşı daha dirençli hale gelirler.

Yorulmaz’ın romanlarında Girit göçmenlerinin sıla özlemiyle -varılan yer, coğrafî açıdan benzer bir yer olsa da- yaşadıkları ruhsal çatışmalar sıkça yansıtılır. “Anavatan” neresidir? Doğup büyüdükleri yer mi, yoksa göç ettikleri yer mi? Roman kişileri sürekli bu soruları sorarlar. Mübadele hazırlığı sırasında yaşanan bu ikilem, etkisini yıllar yılı yitirmez:

Doğmadığım, bilmediğim bir yer, nasıl anavatanım olurmuş benim?.. Ama benim görüp bilmediğim cetlerimi düşünerek bunu söylüyorlarsa, bu lafa benim bir diyeceğim olamaz. Lakin unutulmasın, beni doğuranların da benim de vatanım burasıdır! Ben burada doğup büyüdüm; buranın havasını soludum, buranın suyuyla, sebzesiyle, meyvesiyle yaşadım. Daha ne lâzım ki vatan için? (Yorulmaz, 2010, s. 6).

Anayurt zaman zaman Girit olur, zaman zaman Anadolu. Ancak Girit’e duyulan özlem bir türlü dinmek bilmez. Bu sızının biraz olsun dinmesi için yıllar gerekecektir. Özlem duygusu, doğup büyülen Girit’in her özelliğini değerli yapmaktadır göçmenlerin nazarında. Muhacirlik, bir türlü iyileşmeyen bir yara gibidir ve bu yara zamanla kabuk tutsa da yerleşilen yerde karşılaşılan her sorunda yeniden ve yeniden kanamaya devam eder; en çok da yoksunluk ve güçlükler karşısında bırakılan topraklara özlem duymak şeklinde kendini gösterir. Arkada kalan ne varsa çok değerlidir artık. “Bizim oranın havası”, “bizim oranın suyu” diye başlayan gurbetlik psikolojisi bulunduğu yere uyum sağlayamayanların kendilerine şizofrenik bir evren yaratmalarına neden olur (Bilecen, 2017, s.141). Hasanaki, Ayvalık’ta -tüm doğal güzelliklerine rağmen- kendisini bir hapishanede gibi hisseder mesela: “Ben çektiğimiz bütün acılara karşın yine de isterdim. Oranın havasından, suyundan tut, aklına gelebilecek her şeyiyle büyülenmiştim ben. Bu binalar, bu zenginlikler -belki bana acıyacaksın ama- hapishane gibi geliyor! İçimi karartıyor yahu!...” (Yorulmaz, 2006b, s. 118).

Göçmenlerin yeni yerleştikleri coğrafyaya uyum sağlamaları zaman alır. Yorulmaz, göçmenlerin yaşadığı çatışmalara yer verdiği kadar uyum süreçlerini de canlı bir şekilde aktarır. Göçmenlik psikolojisine ilişkin somut saptamalara romanların olay örgüsü içerisinde sıkça rastlanır. Sıla özlemi nedeniyle topluma uyum sağlamaya direnilmesi, yapılan her işin eğreti olması, göçmenlerde baş gösteren kayıtsızlık hali, kadercilik, tevekkül, tembellik, parçalanmış kişilik, bu psikolojinin en somut göstergeleridir:

O zeytin ağaçlarını sürmeleri, budamaları, gübrelemeleri de eğretiydi. Ağaçların diplerini kazmayla açıp havalandırmaları eğretiydi. Zeytinciliklerinden arta kalan zamanda çapa işi, kazma işi, duvar işçiliği gibi akla gelebilecek gündelik işlerde çalışmaları eğretiydi. Bazılarının yaptığı kara işçiliğinde, kapıcılıkta, hamallıkta bile eğretiydiler. Doğup büyüdükleri topraklara özlem duyuyorlardı ama asla gerçeğe dönüşmeyecek bir özlemdi bu. Akılları fikirleri tohumlarının serpilip geliştiği, kök saldıkları yerlerdeydi. Kısacası bu kez buradan alınıp, geldikleri yere iade edileceklerini bekleyip durdular. Getirildikleri anayurda birden uyum sağlayamamalarının, sallanmalarının, uyuşuk uyuşuk oturmalarının temel nedeni buydu! Tam anlamıyla bir bölünmüşlük yaşıyorlardı (Yorulmaz, 2010, s. 31).

Yazar göçmenlerin yaşadıkları yere uyum sağlamalarının zaman aldığını, roman kişilerinin hayatları üzerinden örnekler. Bu süre kimi zaman on iki kimi zamansa yirmi yılı bulur. İskân sorunlarıyla birlikte geride bıraktıkları mallarına karşılık mal alma işlemlerinin geç sonuçlanması, uyum sürecinin uzamasında etkilidir. Göçmenlerin “yarım gâvurluğu”nun sona ermesi içinse tıpkı yerleştikleri yerdekiler gibi Türk ve Müslüman olduklarını kanıtlamaları gerekir:

Kaynaşma, en az yirmi yılını aldı mübadillerin. Türkçe’yi öğrendikleri, Müslüman ve dindar olduklarını kanıtladıkları ölçüde “yarım gâvur”lukları son buldu… Alışkanlıklarına, âdetlerine yönelik alaycı bakış zamanla silindi. Sebzeye ve yeşilliğe dayalı beslenme alışkanlıkları için söylenen “eşeklerin hakkını yiyorlar” sözü de unutulup gitti! Midilli’den, İç Anadolu’dan gelenler de alıştılar, sevdiler, Girit mutfağını başköşeye oturttular; hatta o kültürü daha geliştirdiler… (Yorulmaz, 2006b, s. 31).

Göçmenlerin dinî ve etnik kimliklerini kanıtladıkları ölçüde toplum tarafından kabul görmeleri, kendilerine ilişkin önyargıların ancak yerli halkla benzeştikleri ölçüde ortadan kalkması, toplumsal yapının farklılıklar değil benzerlikler üzerinden inşa edildiğinin kanıtı gibidir:

Bu insafsızlıkları yapanlar birkaç yılda, bu insanların ne denli Türk ve Müslüman olduklarını kavradılar, utanmaya başladılar. Hele kız alıp vermelerle, Girit mübadillerinin Türklükle Müslümanlıklarının, kendilerinin anlayışından farksız, hatta kimilerine oranla daha güçlü olduğunu, gerek Mevlevilik, gerek Bektaşilikleriyle kendilerinden ilerde olduklarını anlayınca, soğukluklar su misali dağıldı gitti, dostluklar doğup pekişti (Yorulmaz, 2010, s. 28).
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:54

5. Sonuç
Kaynağını tarihsel ve toplumsal olaylardan alan edebiyat ürünleri ele aldıkları dönemin koşullarını ve insan gerçeğini kurgu yoluyla ortaya koyarken sosyal bilimler disiplini içerisindeki çeşitli alanlar için de kıymetli malzemeler sunar. Ahmet Yorulmaz’ın romanları; mübadeleyle birlikte terk edilen topraklarda yaşananları, zorunlu göçün yol açtığı sıkıntıları ve göç edilen yerde yaşanan çeşitli sorunları anlatması bakımından adeta birer sözlü tarih çalışmasıdır. Romanlarda sadece göçün trajik yönü değil göçmenlik psikolojinin türlü görünümleri de sergilenir.

Çatışma ve uyum, göç olgusunun temel iki kavramıdır. Yorulmaz’ın romanlarında bu iki kavram farklı boyutlarıyla defalarca karşımıza çıkar. Göç öncesinde yaşanan çatışmalar, göç sürecindeki çeşitli insanlık durumları, dönemin sosyo-kültürel yapısı ve politik atmosferi içerisinde yansıtılır. Göçmenlerin iskânı, iskân sürecinin bürokratik yönü, göçmenlerin birbirleriyle, diğer göçmen gruplarıyla ve yerli halkla ilişkileri bu anahtar iki kavram etrafında ortaya konulur.

Giritlilerin farklı bir kültürel çevreden geldiklerine vurgu yapan yazar, göçmenlerin; yerleştikleri yerde kabul görmeleri ve sosyal dışlanmaya maruz kalmamaları için etnik ve dinsel kimliklerini kanıtlamak zorunda olduklarının altını çizer; bir başka deyişle yazar, Girit göçmenlerinin Türk ve Müslüman olduklarını ispatlama yoluna gider. Roman kişileri bu bakımdan “farklı” oldukları ölçüde değil “benzer” oldukları ölçüde toplumsal kabul görmektedirler. Dışlanmaya karşı koymanın en önemli dayanağı, sözünü ettiğimiz bu iki kimliktir.

Göçmenlerin “yarım gâvurluğu”nun sona ermesi, Ayvalık’taki yaşama uyum sağlamaları ancak yıllar sonra mümkün olabilmiştir. Bunda dil sorununu halletmeleri, geri dönüş psikolojisinden kurtulmaları, diğer göçmen grupları ve yerli halkla bütünleşmeleri ve kendi aralarında kurdukları sosyal ağlar etkili olmuştur.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmet Yorulmaz’ın Romanlarında Mübadele ve Sosyo-Kültürel Çatışmalar Efnan Dervişoğlu , Tuncay Bilecen

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Eki 2020, 09:54

6. Kaynaklar
Adıyeke, A.N. & Adıyeke N. (2007). Fethinden Kaybına Girit, İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.
Alexander, C., Edwards, R., Temple, B., (2007). Contesting Cultural Communities: Language, Ethnicity and Citizenship in Britain, Journal of Ethnic and Migration Studies, 33:5, 783-800.
Bakewel, O., (2010). Some Reflections on Structure and Agency in Migration Theory, Journal of Ethnic and Migration Studies, 36:10, 1689-1708.
Bilecen, T. (2016). Political Participation in Alevi Diaspora in the UK, Border Crossing, 6:2, 372-385.
Bilecen, T. (2017). Misafir misafiri sevmez: Balkan göçmenlerinin Trakya’da yaşadığı sosyo-kültürel çatışmalar, Aşrı Memleket: Trakya’nın Renkli Dünyası, (Der.)Tuncay Bilecen, İbrahim Dizman, İstanbul: İletişim, 133-144.
Cohen, J. & Chavez N. M. (2015). ABD, Ohio, Columbus’ta Latin Göçmenler, Ayrımcılık ve Uyum, Göç ve Uyum, (Der.) B.Dilara Şeker, İbrahim Sirkeci, M. Murat Yüceşahin, London: Transnational Press London, 131-142.
Çakırer, Y. Ö. (2015). Modern Göçebeler Olarak Göçmenler, Mekân ve Şehre Uyum, Sosyoloji Divanı, 3: 6, 41-54.
Dedeoğlu, S. (2014). Migrants, Work and Social Entegration, Women’s Labuor in Turkish Ethnic Economy, Basingstoke: Palgrave Macmillan.49-85.
Hugo, G., (2014). Migrants in Society: Diversity and Cohesion, Migration and Diversity, (Ed.) Stevin Vertovec, The International Library of Studies on Migration, An Elgar Research Collection, 243-294.
Kaya, A. (2016). İslâm, Göç ve Entegrasyon, Güvenlikleştirme Çağı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kümbetoğlu, B. (2012). Göç Çalışmalarında “Nasıl” Sorusu, (Der.) S.Gülfer Ihlamur-Öner, N.Aslı Şirin Öner, Küreselleşme Çağında Göç, Kavramlar, Tartışmalar, İstanbul: İletişim, 49-85.
Mc Andrew, S, Voas D.,(2014). Immigrant Generation, Religiosity and Civic Engagement in Britain, Ethnic and Racial Studies, 37:1, 99-119.
Şimşek, D. (2017). Göç Politikaları ve “insan güvenliği”: Türkiye’deki Suriyeliler örneği, Toplum ve Bilim, 147, 11-26.
Yorulmaz, A. (2003). Girit’ten Cunda’ya, ya da Aşkın Anatomisi, İstanbul: Remzi.
Yorulmaz, A. (2006a). Savaşın Çocukları / Girit’ten sonra Ayvalık, (8. Baskı), İstanbul: Remzi.
Yorulmaz, A. (2006b). Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı, (5. Basım)İstanbul: Remzi.
Yorulmaz, A. (2010). Ulya Ege’nin Kıyısında, İstanbul: Kırmızı Kedi.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir