BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Girit ile ilgili Raporlar ve İnfo Grafikler Bildiriler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:29


“Hay o benim canımdır. O aslandır. Hay o benim iki gözümün ışığıdır” (Kemal, 2017: 270).

Poyraz ve Hasan Çavuş’un diyalogu da Mustafa Kemal’e dair kurgulanan olumlu imgeyi
pekiştirmektedir:

“Savaş bitti. Ne savaşı be! Savaş bitti diyorum. Bitti işte!” “Sana öyle geliyor, savaş hiçbir zaman bitmez kardaşım.
“Yahu Hasan, savaş bitti diyorum sana, padişah kaçtı, yerine cumhuriyet geldi, cumhur reisi
de Mustafa Kemal Paşa oldu. Artık savaş yok” (Kemal, 2017: 506).

Sadece Müslüman Türk topluluğun değil adaya gelen mübadillerin de Mustafa Kemal’e duydukları güvenin altı çizilmektedir. Kendilerini kimsesiz hissettikleri anda Mustafa Kemal’in varlığı ile rahatladıkları ve onu kendilerine yakın hissettikleri görülmektedir. Örneğin, Musa Kazım Ağaefendi kızı Zehra’yı teselli ederken “ ağlama kızım, yakında memleketimize gideceğiz. Az kaldı (…) Gerekirse Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine giderim. O beni Girit’e geri gönderir. Paşa Hazretleri Selaniklidir biliyorsun, bizdendir” (Kemal, 2017:337).

Mustafa Kemal’in dürüst bir lider olduğunun altını çizen anlatıcı, rüşvetin onun sayesinde sona erdiğini vurgular. Romanda İsmail, Elia Efendi’nin her valiye her paşaya at başta olmak üzere çeşitli hediyeler vererek işlerini yürüttüğünü söylediğinde Mustafa Kemal Atatürk döneminde bu durumun değiştiği belirtilir: “Geçti o devir şimdi. Mustafa Kemal Paşa gözlerini oyar rüşvetçilerin. Ona Mustafa Kemal Paşa demişler” (Kemal, 2017: 408)

2. Toplumsal Cinsiyet, Savaş ve Bellek

Romanda savaş ve göç deneyiminin kadın karakterler tarafından nasıl hatırlandığı ve nasıl aktarıldığı meselesi de toplumsal cinsiyet hususuna dikkat çekmektedir. Savaşlardan sonra dul kalmış kadınlar başta olmak üzere şiddet kültürünün zayıflattığı kadının bireysel ve toplumsal kimliğini korumak üzere mücadele etmek zorunda kaldığı görülmektedir. Dul kadınların yalnızlaştığı ve kimsesizliği karakter tasvirlerine yansımaktadır. Örneğin Hatçe kimdir sorusuna verilen cevap kadınların yaşamını alt üst eden savaşa dikkat çekmektedir: “Hatçe dul. İki çocuğu var. (…) Kocası Çanakkale’de kalmış, kardeşleri de çölden dönmemiş. Hiç kimsesi yok. Soyu sopu kurumuş, ocağı sönmüş” (Kemal: 2017:110).

Romanda Nişancı Veli, Sultan’ı istemeye gittiğinde “hiç kimsen yok mu” sorusuna cevap verirken savaşta kaybettiği yakınlarını tek tek sıralar. Dedesinin babası ve dedesi başta olmak üzere ailede pek çok erkeğin savaşlar nedeniyle bir daha evlerine dönemediklerini üzüntüyle anlatır. Ailesinde kadınların yapayalnız kaldığına işaret eder. Nişancı Veli, yaşlı Müslüm Ağa’dan kız isterken evde her işe koşturan kadınları gözlemler. “Ağır ağır, yüklerinin altında iki büklüm, kan ter içinde, salt kayalık çiğirden’’ yukarı çıkan Nişancı Veli, ağır küfeler taşıyan Sultan’a acıyıp kadınların çok çalıştığını söyler. Müslüm Ağa savaş dönemlerinde kadın öznelere düşen rolleri ona anlatmaya başlar. Üç oğlunun da yakın zamanda askere çağrılacağını belirtir. Müslüm Ağa, “Sen de yakında asker olacaksın. Her yıl o toprağı kim taşıyacak” (Kemal: 2017: 122) diye sorar. Sultan, kardeşleri ve eşi askere alındığında evin tüm yükünü kendi omzunda taşır. Kardeşleri askerde şehit olurlar. Son kardeşinin künyesi geldiğinde babası bu acıya dayanamayıp vefat eder. Eşi Nişancı Veli yıllar sonra eve döndüğünde Sultan onu tanımakta güçlük çeker.

Romanda çocuklarını savaşa göndermiş kadın karakterler “konuşamadan, taşın üstünde uzun bir süre oturan” halleri ile tasvir edilirken adeta taşlaşmış olduklarına işaret edilir. Kadının eril iktidarların savaş hırsı karşısında pasifliğini ve çaresizliğini düşündüren bu tasvir, tarih boyunca kadına “bekleme’’ rolünü atfeden ataerkil zihniyetin yansımasıdır. Kadın karakterlerin göz pınarlarından tek damla yaş akıtmadan çok acı çektiklerinin altı çizilir. Savaşa dört oğlunu göndermiş Zeynepli adlı kadının oğullarının hepsinin künyesi gelmiştir. Zeynepli, oğullarını umutla bekleyen
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:31

Sultan, Fatma ve Zarife’ye “savaş bitmiş, bizimkiler tezkerelerini almış, geliyorlarmış” (Kemal, 2017:134) diye sevinçle bağırdığında gerçek ile gerçek dışının kadın karakterlerin zihninde iç içe girdiği düşünülmektedir. Kadınların ortak sevincinin tasvir edildiği tabloda da onların inanmak istedikleri gerçeklik karşısında duydukları sevinç adeta onları çıldırtacak düzeydedir. Çocuklarının savaştan döneceğine inanan ve onları beklemekten vazgeçmeyen Fatma, Zeynepli ve Zarife köyleri savaş nedeniyle bomboş kaldığında ne kadar zor şartlar altında hayata tutunduklarını şu sözlerle anlatırlar:

“Biz de ekmeksiz aşsız kaldık. Dağdan otlar, çiçekler topladık, kökler çıkardık, kaya aralarında koskocaman her birisi bir sahan kadar ağısız mantar bulup yedik. (…) Hiç yağmur yağmadı. Yağmur yağmayınca da mantar bitti. Biz gene otlar toplayıp kaynattık. Otlardan da hepimizin karnı ağrıdı. Sonunda, işte böyle hepimiz de aç kaldık. Kasabaya inemiyoruz ki, bir tanıdık bulup bir lokmacık yiyecek isteyelim. Ya kasabaya indiğimizde çocuklar döner de bizi bulamazlarsa? Birimiz gitse de ikimiz burada kalsak, dedik. Hiçbirimiz razı gelmedi. Biz de ölünceye kadar burada… Oğullarımız geldiğinde hiç olmazsa ölümüzü bulsunlar da görsünler, dedik” (Kemal, 2017: 136).

Romanda Nişancı Veli, Poyraz ile konuşurken Lena’nın da Sultan gibi oğul hasreti ile yanıp tutuşan bir anne olduğunu, Yunanistan’dan kaçıp adaya oğullarını beklemek üzere döndüğünü öğrenir. “Oğullarını şimdi Mustafa Kemal Paşanın yanında mı biliyor, vay fıkara Lena bacım vay! Bizimki de Sultan da köye mi kaçtı dersin?” (Kemal, 2017: 137) sorusu ile kadınların ortak yazgılarına işaret etmektedir.“Taa Yunanistan’dan kaçmış da gelmiş Lena dört oğlunu burada bekliyor. Bekledikleri kiminde dört, kiminde iki oğul oluyor, hangisi doğru?” (Kemal, 2017: 212) diye sorgularken savaşın yarattığı acı karşısında gerçekliğin kırıldığına işaret edilir. Bergson’a göre duyularımızın dolaysız ve mevcut verilerine geçmiş deneyimlerimizin binlerce ayrıntısını katarız. Genellikle bu anılar bizim gerçek algılarımızı yerinden eder. (Bergson, 2015:27). Romanda savaş ve göç deneyimine dair anılar, karakterlerin algılarını şekillendirme gücüne sahiptir.

Birlikte kilim dokuyan göçmen kadınların dayanışmasının anlatıldığı bölümde de toplumsal cinsiyet vurgusu dikkat çekmektedir. Kadın karakterler kilimlerine kendi savaş ve göç deneyimleri karşısında yaşadıkları acıları ve hüzünleri dokurlar. Sadece sanatsal eserler, sanatsal değeri olan şeyler değil, giysiler, pullar, görenekler de kolektif bellekte yer işgal etmektedir. (Akay, 2005: 110) Kültürel belleğin inşasında kadın öznenin rolü bu bakımdan önemlidir. El işleri ile duygu, düşünce ve deneyimleri kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Savaş ve göçler nedeni ile sürekli yurt değiştirmek zorunda kalan kadın öznelerin ağır dokuma tezgahını taşıma çabaları da dikkat çekmektedir. Kimliklerinin bir parçasına dönüşen tezgahlarda geçmişi, şimdiyi ve yarını inşa ettikleri inancı onlara güç vermektedir. Romanda dokuma tezgâhları kurulurken Şerife Hatun, Zehra’ya “Ne kadar güzelsin sürgün kızım, Allah seni övmüş de yaratmış. Vah kızım vah! O kadar yoldan tezgâhı nasıl sırtında taşıdın?”diye sorar. Zehra en ince ayrıntısına kadar göç macerasını anlatmaya başlar. Söz Zehra’nın annesinin ölümüne geldiğinde Şerife Hatun ve Zehra aynı anda ağlamaya başlar. Zehra yorulduğunda Şerife Hatun kendi öyküsünü anlatmaya başlar. O yorulunca sözü öteki alır. Kadın karakterler için aktarım bu noktada adeta bir sağaltıma dönüşür. Yemek yemeyi su içmeyi unuttukları belirtilir. Duygularını sürekli bastıran kadın özne için konuşma edimi, varoluş mücadelesi ile bağlantılıdır. Yaşamlarını alt üst eden savaşlara dair şu sözleri söylerler:

“Ben kendimi bileli bu erkekler hep harp ediyorlar, ölüyor, öldürüyorlar. Köyleri, kasabaları, şehirleri, dağı taşı yakıyorlar. Bebeleri, çocukları yakıyorlar. Yurtlarından, yuvalarından ediyorlar insanları.”

“Biz” dedi Zehra, “yakında memleketimize geri döneceğiz. Sandıklarımızı açmadık. Babamın atları da çiftliğimizde bizi bekliyor.”

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:32

“Bizim köyümüzü yaktılar yıktılar ya güzel kızım, taş üstünde taş bırakmadılar ya güzel kızım, biz gene köyümüze gideceğiz. Ben kilim dokuyacak, çorap örecek, yol parası kazanacağım, gelecek yıl köyümüze gideceğiz..” (Kemal, 2017: 333)

Konuşarak çınarların altına indiklerinde iki kadın karakterin de ruh hali değişmiştir. Şerife Hatun’un yüzü geldiği günkü gibi acılı, yorgun değildir. “Yüzü açılmıştı, mutluydu’’ (Kemal, 2017:334) çünkü duyguların aktarımı iyileştirici etki sağlamıştır. Kadınlar arasında kurulan “kız kardeşlik’’ onların savaş ve göç karşısında yaşadıkları dramda önemli bir role sahiptir. Kadın karakterler dayanışmanın gücü ile kendilerini “görünür’’ kılmaktadır.

3. Dayanışma Ruhu ve Savaş Karşıtlığı

Romanda anlatıcı, savaş ve göçün etnik ve dini kimliği farklı topluluklar arasında dayanışma kültürü oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Savaş, “öteki’’ ile sınırları değiştirmiştir. Bu noktada hatırlama, kimlik ve kültürel süreklilik arasındaki ilişkiyi sorgulayan Jan Assman’ın altını çizdiği “sembolik anlam dünyası” oluşmaktadır. Ortak deneyim, beklenti ve eylem mekânları bireysel ve kültürel unsurlar üzerinde büyük etkiye sahiptir. Önemli deneyim ve anıları biçimlendirip canlı tutarak, ilerleme halindeki şimdiki zamanın ufkuna bir başka zamanın görüntülerini ve öykülerini katarlar (Assman 2015: 23). Romanda dilleri ve dinleri farklı olan insanlar savaşın acı deneyimleri sonrasında zulüm karşısında birbirlerine tutunup ayakta kalmaya çalışmaktadır. Dünün duyguları bugünün anlam dünyasının inşasında etkili olmuştur. Birlik beraberlik içinde düşmanın saldırılarına karşı koyanların varoluş mücadelesi geleceğin inşasında da önemli role sahiptir.

Savaşta ordu bozulup doksan bin asker karlar üstünde kaldığında Baytar Cemil Ruslara tutsak olmuştur. Sağ bacağından kurşun yiyen Baytar Cemil’i Karsta bir Rus doktor binbaşı ameliyat etmiştir. Tutsaklıktan kaçtığında da göçebe Kürtler ona yardım etmiştir. Göçebe Kürtler onu bir dağın yaylasında bir deri bir kemik olarak bulmuş onun iyileşmesini sağlamışlardır. Baytar göçer Ermenilerle de bir hafta kadar kaldığını ona“ askerden yeni dönüş çocukları gibi baktıklarını, atına yem verip her akşam da tımar ettiklerini, heybesinin gözünü yiyeceklerle doldurup kendisini yola kadar uğurladıklarını” (Kemal, 2017: 142) anlatır. Yezidi Kırımı yüzünden Bendimahi çayı günlerce kan aktığında Ağrıdağı’na kaçıp saklanan Yezidileri İran’a göçerlerin götürdüğünü onların canlarını kurtardıklarını belirtir. Yezidi Kıyımı, Baytar Cemil’e çocukluk yıllarında Rusların Van işgali sırasında yöre halkına yaşattığı acıları hatırlatır. Korkunç kıyıma uğramış, “yanmış yıkılmış, kan içinde kalmış şehri” (Kemal, 2017: 143) gözünün önünden gitmez.

Baytar Cemil çocukluğunda altın gümüşü ipek gibi dokuyan, işleyen Ermenilerin hünerini de dile getirir. Van’da “Müslüman, Hıristiyan, Asuri, Yezidi hiçbir ayrım gözetmeden kardeşcesine, yürek yüreğe yaşarlardı” (Kemal, 2017: 146) Baytar Cemil’in babasına göre “eski şehirlerde insanın insana saygısı, sevgisi bir kuraldır. Bir insanın bir insanı aşağılaması büyük suçtur” (Kemal, 2017:
147). Şehrini taparcasına seven babasını hatırladığında Baytar Cemil, savaş yüzünden kurulamayan yuvalara adeta ağıt yakar. “Ah, ah anam, babam, ah, Gazele! Aaaah! Bu sonbahar düğün olacaktı savaş olmasaydı” (Kemal, 2017: 147) diyerek derin derin iç çeker.

Geçmiş zamanı hatırlatıp birlik ve beraberlik dolu günleri özlemle ve sevgiyle anan bir başka isim Doktor Salman Sami’dir. Çanakkaleden gelen yaralıları adanın kilisesinde tedavi ettikleri günlerin dayanışmasını sıkça anımsar. Kilisede adanın kızları, kadınları hastabakıcılık yapıyor, kimi günlerde de sabaha kadar ağır yaralıların başını bekliyorlardı. Bazı günler o kadar çok yaralı gelmiştir ki kilise ve mektebi boşaltıp yaralıları oraya koymak zorunda kalmışlardır. Sonunda bir gün adanın evlerinin hepsi yaralılarla dolmuş ve yiyecekler tükenmiştir. Bunu duyan kıyıların Türkmen, Rum köylüleri, yörükler teknelerle yiyecek, giyecek taşımışlardır. Doktor Salman Sami, çokkültürlü yapıyı överken yazarın duygu ve düşünce dünyasına da ayna tutmaktadır:

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:34

“Ben bu adada iyilik gördüm, insanın insana sevgisini gördüm, dostluğunu, bir insanın başka bir insana sevecenlikle nasıl sarıldığını, sıcaklığından sıcaklık, canından nasıl can verdiğini gördüm. O insanların buralardan sürüldüklerini biliyordum. Bu ada güzel ada, cennetten bir köşe, bu adayı onlar güzelleştiriyorlardı. Burada birlikte, insan sıcaklığını, tabiat sıcaklığını birlikte yaşamaya geldim (Kemal, 2017:485).

Yaşar Kemal’e göre “insanlığın mayasında güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak vardır (Kemal, 2015: 87). Bu düş dünyalarını yıktığı için savaşlara yaşamı boyunca açık bir dille karşı çıkan Yaşar Kemal’in duygularına roman karakterleri tercüman olur. “Bu savaş bize neler etti, bizi insanlığımızdan çıkarttı. İnsanlığımızı, onurumuzu, neyimiz varsa hepsini elimizden… Yüreğimizi de kopararak aldı götürdü. Yürek koymadı insanlıkta. Yüreklerin yerinde taş kaldı. Hem de birer buz parçası” (Kemal, 2017: 54) diyen Hüsmen yazarın duygu ve düşüncelerini yansıtır. Savaşta yüzüne yerleşen bir acının onun fiziksel görünüşünün bir parçasına dönüştüğüne işaret edilmektedir. Bu tasvir savaş travmasının etkilerinin boyutunu vurgulamaktadır. Poyraz Musa, Hüsmen’in bu sözlerini dinlerken karşısındaki acılı yüz onu tepeden tırnağa ürpertir. Poyraz Musa’nın şu sözleri de savaş karşıtlığını ortaya koymaktadır:

“Savaş, en büyük suç değil miydi, o daha dünyasına doymamış gencecik insanları zorla birbirlerini öldürmeye göndermek insan soyunun icat ettiği iğrenç, en alçak, insan soyuna hiç yakışmayan, insanı insanlıktan çıkaran en büyük bir suç değil midir? Gariban Poyraz, Allahuekberde donan, bitlerin yediği askerleri anlatırken başını kaldırıp da insanın yüzüne bakamıyordu. Sanki savaşı kendisi icat etmişti, sesi o kadar utanç doluydu, acılıydı” (Kemal, 2017: 228).

Romanda savaşa yürekli bir şekilde karşı çıkan bir diğer isim Nişancı Veli, üç ayrı ülkede
üç ayrı savaşa girmek zorunda kalmıştır. “Arkadaşlarını çöllerin kızıl kumuna veren” (Kemal, 2017:
123) Nişancı Veli, uzun yıllar sonra evine geri dönebilmiştir. Eşi Sultan onu tanıyamamış, büyürken yanlarında olamadığı üç oğlu da ona yabancı gibi davranmıştır. Bu sahne, ailelerin yok oluşuna ve savaşın farklı kuşaklara etkisine işaret etmektedir. Nişancı Veli’nin şu sözleri savaş karşıtlığının açık ifadesidir:

“Bu savaş ne, bu birbirlerini yeme, aşağılama, bu akan suya, uçan kuşa, yaprağın üstüne konmuş kelebeğe düşmanlık niye? Deli mi bunlar, deli mi? Bu yaşa geldim, çok savaşlardan, ölümlerden, zulümlerden, dostluklardan, sevgilerden, mutluluklardan, ölümüne sevdalardan geriye kaldım, şu insanoğlunu anlamadım gitti. Ne tuhaf, ne çılgın bir yaratık” (Kemal, 2017: 107).

İnsan ne kadar yozlaşırsa yozlaşsın, insanları insan yapan koşullar değil mi? Onları toprak, gök, deniz, hava, güneş yaratmadı mı? Onların kültürel, sosyal kalıtımları yok mu? Öyleyse, insanlar kaldıkları yerden kendilerini yeniden yaratmaya başlarlar (Kemal, 2015: 161). diyen Yaşar Kemal, insanlık tarihi göç ve savaşlarla dolu olsa da umudun yitirilmemesi gereken en önemli hazine olduğunu savunur. Roman karakterleri de geçmişin travmalarına rağmen bireysel ve toplumsal kimliğin yeniden inşası için umutlarını tazeleyerek yaşama tutunurlar.

SONUÇ

“Karıncanın Su İçtiği’’ romanında göç ve savaşların farklı etnik ve dini kimliğe sahip öznelerin yaşamında yarattığı yıkım etkisi şiirsel ifadelerle anlatılmaktadır. Mübadele sonrasında Karınca adasında yaşananlar dile getirilirken kimlik ve bellek inşasına odaklanma söz konusudur. Romanda tek sesliliği merkeze alan hakim bakış açısının yerine çoğulcu tavrı destekleyen bir tutumla alternatif tarih söylemi tercih edilmektedir. Yaşar Kemal, kaydedilmiş resmi tarihin hakim söylemi yerine bireylerin iç dünyasının derinliğine odaklanmıştır. Hıristiyan Rum Vasili ve Müslüman Türk Poyraz Musa başta olmak üzere travmalarının üstesinden gelmeye çalışan karakterlerin geçmiş zaman algısı savaş deneyimleri üzerinden çözümlenmektedir. Ada, mübadiller için yaralı benliklerin sığınağına dönüşür. Roman, “Anadolu’nun çokkültürlü yapısına yakılmış hümanist bir ağıt” tır.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:36

(Mignon 2014:170) Kimlik farklılıklarına rağmen ben ve öteki’nin ortak acılarda buluşması ile adanın varoluş öyküsünün yeniden kurgulanması Anadolu coğrafyasının da umut ışığına dönüşmektedir.

İnsanın insanla, doğayla, devletle ilişkisini ele alan Yaşar Kemal, ev/yuva, vatan/yurt kavramlarının anlam dünyasının insanın öznel deneyimleri ile yeniden şekilleneceğine işaret etmektedir. Farklı kimliklere sahip olup aynı cephede omuz omuza çarpışan karakterler yaşadıkları yeri yurtlaştırmıştır. Yazar, yurttaş kimliği için mücadele eden öznelerin savaş ve göçlerle savrulma öykülerini hem bireysel hem de toplumsal belleğe odaklanarak yansıtmaktadır. Tarihsel bir dönüm noktası olan nüfus mübadelesi sonrasında adaya gelenler düne dair her şeyi kendi zihinlerinde canlı tutmaktadır. Duygu ve düşünce dünyalarında bitmemiş bir savaşın tahribatı sürerken kendilerini ve çevrelerini iyileştirme çabaları umut dolu bir öykü ile dile getirilmektedir. Yazar, basmakalıp söylemlerle ben ve öteki arasındaki sınırlara işaret etmek yerine bu sınırları kaldıran çokkültürlülüğün dayanışmacı ruhundan yola çıkmaktadır.

Çanakkale ve Sarıkamış başta olmak üzere toplumsal bellekte önemli yer edinmiş simgesel mekanların ev sahipliği yaptığı anılar, karakterlerin yeni kimlik inşasında önemli rol oynar. Yaşar Kemal, cepheden sağ çıkmalarına rağmen benliklerinin farklı parçalarını orada bırakıp karabasanlanlarla yaşamak zorunda kalan karakterlerin ruh hallerini samimi bir üslupla dile getirmektedir. Savaşta sakatlanan sadece bedenler değil ruhlardır. Romanda isimleri ile değil eksik organları ile hatırlanan ve çağrılan karakterlerin trajedisi aynı zamanda bir milletin yıllar boyunca yaşadığı büyük trajedinin parçasıdır. Kişilik duygusu ile bellek arasındaki önemli ilişkiyi merkeze alma söz konusudur. Her bireyin kendi geçmişine dair öznel deneyimlere (Daniel L. Schacter, 2010:
59) sahip olduğu gerçeği, Yaşar Kemal’in tarih malzemesini ele alma yöntemini şekillendirmiştir. Yazar, karakterlerin öznel deneyimleri ile geçmişi tasarlama biçimlerine odaklanır. Onların geçmişi algılayış biçimini yaralı benliklerinin birer parçası olarak görmektedir.

Romanda “ben’’ ve “öteki’’ ilişkisi irdelenirken hümanist bir tutum sergileyen yazar, kadın dayanışmasına da dikkat çekerek toplumsal cinsiyet-savaş ilişkisinin sorgulanmasını sağlamaktadır. Sessiz, silik, suskun kadınların ortak acıları paylaşıldığında kadın öznenin bireysel ve toplumsal kimlik kazanım mücadelesi de ortaya konulmaktadır. Paylaşım yoluyla belleğin yani kişisel tarihin ve kimliğin yeniden inşası gerçekleşir. Anlatma ihtiyacı ve mitlerle pekiştirilen bu insanlık durumu, aynı zamanda “tahayyül edilmiş bir cemaat”in oluşmasına katkıda bulunur. (Cebe, 2015: 14) Ada topluluğunun kendi kimliğini dilsel, dinsel ya da etnik kategorilerden uzaklaşarak inşa etmesini sağlayan güç, paylaşım ve anlatma ihtiyacıdır.

Roman karakterlerinin anılarını, umutlarını, acılarını ve hayallerini aktarırken türkülere, efsanelere, hikayelere yer veren yazar, bireysel ve toplumsal bilinç altının zenginliklerini keşfetmeyi amaçlamaktadır. Sözlü kültür ürünleri toplumun kolektif bilinç altının derinliğini yansıtmaktadır. Bu bakımdan Yaşar Kemal, savaşlara ve göçlere rağmen düş gücü sayesinde umudunu koruyan karakterleri kurgularken yazarlığının zengin kaynakları olan mitleri kurmaca dünyasına taşır.“Dünyanın en iyi davranışı, en kutsal güzelliği, insanın insana cömert bir sevgiyle yaklaşımıdır” (Kemal, 2017: 224) diyerek hümanist bakışını yansıtan Yaşar Kemal, romanda tarihin ve kimliğin yeniden inşasının bu sevginin gücü ile mümkün olduğunu savunmaktadır.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: BİR ADA HİKÂYESİ’NDE TARİH VE BELLEK Alev ÖNDER

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 26 Kas 2019, 19:38

KAYNAKÇA

Akay, R. (2005). “Kültürel Kimlik ve Kültürlerarası İletişim”. Bilgi, 11: 108-120.

Altuğ, F. (2007). ‘‘Bir Ada Hikâyesinde Travma, Deneyim, Özne’’. Kitap-lık, 101: 83-89. Assman, J. (2015). Kültürel Bellek. Ayşe Tekin (Çev.). İstanbul: Ayrıntı.
Bergson, H. (2015). Madde ve Bellek. Işık Ergüden (Çev.) Ankara: Dost.

Cebe, A. G. (2015). ‘‘Bir Adanın Hikâyesini Anlatmak: Yaşar Kemal’de Tarih, Bellek, Doğa’’.
Erdem, 68: 5-22.

Güzel, N. S. (2014). ‘‘Yirminci Yüzyılda Türk Toplumunun Yaşadığı Travmaları Açık Oturumlar Çağı Karakterleriyle Okumak’’ Erendiz Atasü Edebiyatı (Yay. Haz. Günseli Sönmez İşçi) İstanbul: Can Yayınları.

Irzık, S. (2013). ‘‘Yaşar Kemal’s Island of Resistance’’. Resistance in Contemporary Middle Eastern
Cultures, Literature, Cinema and Music, Londra: Routledge: 49-63.

Kemal, Y. (1993). Ağıtlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Kemal, Y. (2015). Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor / Alain Bosquet ile Görüşmeler, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.

Kemal, Y. (2017). Karıncanın Su İçtiği, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Köroğlu, E. (2015). “Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikâyesi Dörtlüsünde Eleştirel Tarih, Kolektif Anlatı
ve Toplumsal İmgelem” Monograf, 3: 219-247.

Mignon, L. (2014). Dictionary of Literary Biography Turkish Novelists Since 1960. Vol. 373. (Edit.
Çimen Günay Erkol, Burcu Alkan) Gale: Cengage Learning.

Önder, A. (2011). “1980 Sonrasında Türk Edebiyatında Çokkültürlülük” Yaba Edebiyat, S. 73-74:
43-44.

Öztürk, İ. (2018). Milli Mücadelede İşgal ve Zaferlerin Niğde’deki Yansımaları, Turkish Studies

Volume 13/8, Spring 2018, p. 231-246 DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.13611 ISSN: 1308-2140, Ankara-Turkey.

Schacter, D. L. (2010). Belleğin İzinde. (Çev. Eda Özgül ) İstanbul: Yapı Kredi.

Tepeköylü, İ. (2016). Halk Edebiyati Anlatı Türlerinin Uygulamalı Halk Bilimi Bağlamında Türk Sinemasindaki İzdüşümleri, Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/4 Winter 2016, p. 1001-1014 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9420 ISSN: 1308-2140, Ankara-Turkey.

Zariç, M. (2012). Axel Olrik’in Epik Yasaları ve Lord Raglan’ın Kahraman Kalıbı Açısından Ağrıdağı Efsanesi Romanı, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall 2012, p. 3337-3349, Ankara- Turkey.

Alev ÖNDER



Turkish Studies
Volume 13/20, Summer 2018
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir