CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 12:28

işitilmemiş bir adalet sağladı. Kültür yeniden doğdu” (Adıyeke, 1993:294).

Mehmet Ali Paşa’nın reformcu ve radikal politikası ile Osmanlı’dan ayrıcalıklar istemesi, 1840 Londra Anlaşması sırasında adanın Osmanlı’ya bırakılmasına neden olur. Bu kararın alınmasında Yunan müttefiklerinin, Mehmet Ali Paşa’nın Girit adasını atlama taşı yapıp Mora Yarımadası’na yerleşmesi endişesi rol oynamıştır. Bir anlamda, Avrupa Yunan bağımsızlığını korumuştur.61

Adadaki sükûnet ve her iki toplumun birlikte yaşamasını elverişli hale getiren siyasi ortam, yeni kurulan Yunanistan Krallığının uyguladığı yayılmacı siyaset, Girit’teki Rumları isyana teşvik etmesi ve asilere her çeşit yardımı yapması sebebiyle bozulmuştu. Adaya gönderilen din adamları ve öğretmenler vasıtasıyla Rum halkı isyana teşvik edilmiş ve 1866 yılının Ağustos ayında Girit ilk defa geniş çaplı bir ayaklanmaya sahne olmuştur.62 1866 isyanının en belirgin özelliği, bu olayın İmparatorluğun iç olayı ya da Türk-Yunan sorunu olmaktan çıkıp, devletlerarası bir mesele haline gelmiş olmasıdır.63 Adadaki hâkimiyetinin sallanmakta olduğunun farkına varan Osmanlı idaresi, bunun üzerine bir dizi reform hareketine girişmiş, Girit’in İmparatorluktan kopuşunu engellemeyi amaçlamıştır.

6 Ekim 1867’de açıklanan ve “Girit Vilayet Nizamnamesi” adı verilen ıslahat programınca, valinin yanında biri Müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki müşavir bulunacak; ada livalara bölünüp, livaların yönetiminden sorumlu olan mutasarrıfların yarısı Hıristiyan yarısı Müslüman olacak; mutasarrıf ve kaymakamların yönetimi altındaki idare meclislerinde ise Müslüman ve Hıristiyan memurlar eşit sayıda görev

60 Adıyeke, Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimindeki… s. 294.
61 Salâhî, Girid Meselesi 1866-1889, s. 15.
62 Beyoğlu, agm., s. 124.
63 Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, s. 22.


alacaklardı. Ayrıca vergiler önemli ölçüde azaltılacak ve resmi yazışmalar Türkçe ve Rumca yapılacaktı. Bu düzenlemeyle, Girit’te her kazadan iki üyenin seçilmesi ile oluşacak bir Genel Meclis oluşturulmuştu.64 Adıyeke (2000:25), bu nizamname ile Girit’in devlet içinde devlet haline geldiğini, nüfus oranı açısından Rumların çoğunluk olmaları nedeniyle mecliste çoğunluğun Rumların eline geçtiğini ve adanın Yunanistan’a katılımı sürecinde bu meclisin rol oynadığını belirtmektedir.



Bu şekilde Girit’e özerklik veren Osmanlı, kısa süreli de olsa isyanı yatıştırmayı başarmış, fakat akabinde gelen olaylar zincirine engel olamamıştır. 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı sırasında, Girit Rumlarının bu fırsattan yararlanarak yeniden isyan ettikleri görüldü. Bunun sonucunda, 23 Ekim 1878’de asiler ile Osmanlı idaresi arasında “Halepa Mukavelenamesi” imzalandı.65 49’u Hıristiyan, 31’i Müslüman üyeden oluşacak 80 üyeli Girit Meclisi’nin kurulması ve Rumca’nın da resmi dil olması gibi yeni haklar ile Hıristiyan memurların sayısının Müslümanlardan daha fazla olması ilkesi gibi düzenlemeler, Rumların Girit yönetiminde çok daha fazla etkili olmasını sağlamış ve adayı İmparatorluğun bağımsız bir eyaleti durumuna getirmiştir.66

Adadaki çatışma ortamı ve Yunan Krallığı ile sorunlar uzun yıllar devam etti ve Osmanlı idaresi 1897’de Yunanistan’a savaş açtı. 1897 Yunan Savaşı’nın nedeni ise Girit’tir.67 Atina Türklerin eline geçmek üzereyken Osmanlı, Avrupa devletlerinin barış yapılması baskısı üzerine ateşkes ilan etti. Osmanlı’nın devletlerarası görüşmelerdeki başarısızlığından ötürü savaşta kazanılanlar masada kaybedildi ve ada, tarafsız ve daha bir özerk yapıya kavuşturulmuş oldu. “Olağanüstü Komiser” sıfatıyla ada yönetiminin başına getirilen Yunan kralının oğlu Georgios, 1898-1906 yılları arasında yönetimi elinde tutmuştur.68 Bu tarihler arasındaki Girit idari yapılanmaya dair bilgiler, The Encyclopedia of Islam’da (1913:878-879) şu şekilde belirtilmektedir:

Günümüzde [20.yüzyılın başları; 1913] Girit, Osmanlı idaresi altında otonom bir bölge konumuna getirilmiştir. Fakat 1906 senesine dek, Yüksek [ya da Olağanüstü]

64 Adıyeke, age., s. 23-24.
65 Beyoğlu, agm., s. 125. Adıyake, bu sözleşmenin tarihini 25 Ekim 1878 olarak vermektedir, Osmanlı
İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, s. 28.
66 Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve… s. 29; Ak, Girit’ten İstanbul’a Bahaettin Rahmi Bediz, s. 20.
67 Ak, Girit’ten İstanbul’a Bahaeddin Rahmi Bediz, s. 20.
68 Banoğlu, Tarihte Girid ve Osmanlılar Dönemi, s. 96-107.


Komiser Yunan Prensi George’un başkanlık ettiği ve Britanya, Fransa, İtalya ve Rusya temsilcilerinin bulunduğu dört garantör devletin idaresindeydi. Yüksek Komiser’e, üç üyeli Yönetim Konseyi yardımcı oluyor ve Hukuk, Finans, Eğitim ve İçişleri idare ediliyordu. Bu üyeler, Yüksek Komiser tarafından atanıyor ya da azlediliyorlardı. Yüksek Komiser, adada varolan Meclise karşı sorumluydu. 16-28 Nisan 1899’da oluşturulan ve 8-12 Şubat 1907’de tekrar düzenlenen Anayasaya göre, adada halkı temsilen oluşturulan Temsilciler Meclisinin her bir üyesi, beş bin kişiyi temsilen seçiliyor; Meclis her yıl 1 Mayıs’ta iki-üç aylığına toplanıyor; iki yılda bir seçimler gerçekleştiriliyordu. Bu Parlamento Ekonomi ve vergi işlerini kontrol ediyordu. Dört garantör devlet ise, adanın dışişlerinden sorumluydu.69

Girit’teki durumun görgü şahitlerinden Macid (1977:23-47), Meclis’in çoğunluğunu oluşturan Rumlar’ın sürekli olarak Müslüman halkın aleyhine kararlar aldığını ve onlara karşı sistemli bir yıldırma politikasının uygulandığını; Girit Meclisinin, Yunan Hükümeti ve adada bulunan Avrupalı güçlerle işbirliği içinde, adanın Yunanistan’a bağlanması yönünde faaliyet içinde olduğunu; Rum çetelerinin baskınlarla can aldığını belirtmektedir.

6 Kasım 190870 tarihinde Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhak ettiği ve Bulgaristan’ın bağımsızlığını açıkladığı vakit Girit Meclisi, Müslüman üyelerin şiddetli karşı çıkmalarına rağmen, adanın Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Osmanlı Devleti bu kararı her ne kadar tanımasa da Balkan Savaşları yenilgisi, Londra ve Bükreş Anlaşmalarından sonra bu durumu kabul etmiştir.71

Girit askeri, coğrafi ve ekonomik gibi birçok yönden büyük önem arz etmekteydi. Boğazların, Doğu Akdeniz’in ve Ege’nin kilit noktasında olması ve barındırdığı yoğun Hıristiyan nüfus ile uzun yıllar bazı büyük devletlerin ve Yunanistan’ın dikkatini çekmiştir. 19.yüzyılın sonu ve 20.yüzyılın başlarında adanın Rum ahalisinde gelişen milliyetçi düşünceler, Türk-Rum çatışmaları, çete faaliyetleri ile kıyım ve işgaller neticesinde ada Osmanlı yönetiminden çıkmış ve mübadele ile adadaki Müslüman varlığı sona ermiştir.



69 Çev: TES
70 Beyoğlu bu tarihi 5 Ekim 1908 olarak vermektedir, agm., s. 133.
71 Ak, age., s. 22; Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve… s. 292-294.


2.4. SÖKE


2.4.1. İdari Yapılanma, Sosyo-Ekonomik Hayat ve Nüfus Yapısı


1864 tarihli vilâyet nizamnamesine göre mülkî taksimat, vilâyet-sancak (liva)- kaza- nahiye-köy olarak bölünüyordu. Aydın vilayeti ise, Aydın, İzmir, Saruhan (Manisa), Menteşe (Muğla) ve Denizli sancaklarından oluşmaktaydı. Aydın Vilâyetinin merkezi İzmir’di. Söke, merkezi Güzelhisar olan Aydın sancağının bir kazası konumundaydı.72

Büyük ve Küçük Menderes ile Gediz nehirlerinin suladığı geniş coğrafya, verimliliği ile ünlüdür. Aydın Vilâyeti, Osmanlı’nın en seçkin bölgesiydi. Kıyıları, dağları, ovaları ve bağlarının emsalsiz güzelliğiyle, dillere destan bereketi her tarafa ün salmıştı. Havzanın ‘dağlarından yağ, ovalarından bal akıyordu’. Ve bu tekerleme Kafkaslar’dan Trablusgarp’a, Yemen’den Tuna’ya dek biliniyor, söyleniyordu.73 Söke kasabası da Büyük Menderes’in yakınlarında, sulak ve verimli arazilere sahip, 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başlarında birçok etnik kökenden toplulukları barındırması dolayısıyla kozmopolit yapıya sahip bir kasabaydı.

Söke, mübadeleden önce de hayli göç almıştır. Balkanlarda ve Girit’te patlayan olaylar sebebiyle, bu yörelerden kaçıp buraya yerleşenler olmuştur.74

Giritli mübadillerin anlaşma sonrası yerleşim yerlerinden biri olan Söke’nin nüfus değişimi öncesi kısa tarihine bakmak, göçmenlerin savaş, kıyım, kargaşa ve yıkım gibi geçmişe sahip bir Anadolu kasabasında, yeni hayatlar kurma öncesi yaşadıkları zorlukları anlamak açısından yararlı olabilir.




72 Osmanlı’nın Tanzimat ve sonrası siyasi ve idari yapılanması için bkz. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s. 10-50, 208-240.
73 Anadol, Büyük Ayrılık, s. 133.
74 Girit’ten Söke’ye, mübadele öncesi göçler olduğu, IV. Bölüm’de kaynak kişilerin anlatımlarında yer verilmiştir. Bu göçün gerçekleştiğini, birçok kaynakta belirtildiği üzere, Milli Mücadele safhasında görev almış ve Yunan işgalinden etkilenen kişilerin ön adlarına getirilen “Giritli” lakabından da anlaşılmaktadır. Söke Heyet-i Milliyesi’nin bir üyesi Giritli Mehmet’tir ve bölgenin Kuvâ-yı Milliyesi’nin başında Giritli Cafer Ağa bulunur (Aydınel, age., s. 83); Söke’de Yunan işgali sırasında Giritli X Efendinin eşi ve kızı Yunan çeteleri tarafından yarı çıplak bir halde, çalgı eşliğinde çarşıda gezdirildikten sonra genelev olarak tanınan eve (bk: Fotoğraf: 3) kapatılarak ırzlarına tecavüz edilmiştir (Yalazan, age., s. 158); Söke’de
bulunan Giritli Nusret Ağa’nın 200 keçisine Yunan hükümeti el koymuştur (age., s. 160).


2.4.2. Gayrı Müslimler

Söke’de 1894 tarihinde 14.987 Türk’e karşılık 8.258 Rum yaşarken, bu sayı 1917 yılında, 21.765 Türk’e 16.059 Rum olarak belirtilmiştir.75 Kemal Karpat, 1914 yılında Söke’nin nüfusunu, 20.028 Müslüman, 16.720 Rum olarak vermektedir. Kasabada aynı tarihte 133 Ermeni ve 94 Yahudi de yaşamaktadır.76

Çeşitli kaynakların ortaya koyduğu verilere göre, Batı Anadolu’da, Rumların yoğun şekilde yaşadığı en iç bölgelerden biridir. Zaten, Ege’de sahil şeridinden içeriye doğru Rum nüfusun hayli düşük olduğu da açıktır.77

Sahile yakın olan kazalar Ege adalarına çok yakın olduğundan buralara Rumlar kolayca gidip gelebilmekteydiler. Dolayısıyla Bodrum, Fethiye, Marmaris gibi kazaların Rum nüfusu tablolarda az görülmekle beraber sık sık Rumlar lehine değişebilmektedir.78

Söke’nin Rum Mahallesi (Bugün Kemalpaşa), Yoran (Yenihisar), Gelebeç79 (Güllübahçe), Domatça (Doğanbey), Akköy ve Bağarası’nın Rum Mahallesinde yoğun bir Rum nüfus yaşıyordu.80 Ege Bölgesinde yoğun tarımsal üretimin, hayvancılığın ve ticaretin önemli merkezlerinden olan Söke, Osmanlı’nın son dönemlerine dek ciddi bir Rum nüfusa sahipti. Kent nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan Rumlar, özellikle, günümüzde Kemalpaşa olarak adlandırılan mahallede ikamet ediyorlardı.

Söke’nin tam yarısı Rummuş. Şimdiki Kemalpaşa Mahallesi Rum Mahallesi, bu tarafı Müslüman mahallesiymiş. Rumlar, ekseri sanatkârmış. Bütün dükkânları Türklerin tarafındaymış.81

Söke’de önceden Rumlar, Çerkezler, Konya’dan yerleşenler ve yerli Türkler vardı.
Şehir iki mahalle halindeydi. Konak Mahallesinde Müslümanlar oturuyordu. Ama


75 Aydınel, Güneybatı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye Harekâtı, s. 58.
76 Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914) Demografik ve Sosyal Özellikleri, s. 212.
77 İzmir ve çevresindeki demografik yapı için bkz: Erkan Serçe, İzmir ve Çevresi Nüfus İstatistiği- 1917.
78 Aydınel, age., s. 55.
79 Rum kaynaklarında Gelebeç Köyü’nün adı ‘Kelebeçi’ olarak geçmektedir. Günümüzde Güllübahçe olarak adlandırılan Gelebeç, kent mimarisi, iki kilisesi, çok fazla bozulmayan yapısı ve yeni yeni gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları ile güzel bir yerleşim yeridir.
80 Güneş, Kurtuluş Savaşında Yunan İşgal Döneminde Söke, s. 109-110.
81 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)


o mahallenin nüfusu çok azdı. Rumların oturduğu Kemalpaşa Mahallesinde ise çok nüfus vardı. Merkezde çoğunluk Rumlardı. Çok çalışkan, temizlerdi. Zenginlerdi.82

Gayri Müslimlerin, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak Müslüman nüfustan iyi durumda oldukları bilinmektedir.83 Ayrıca Rumlar, Söke’nin idaresinde de önemli görevler üstlenmişlerdi.84
Fotoğraf 4: Gelebeç Kilisesi çan kulesi (Söke)

Tuncay hocam 4.png
Tuncay hocam 4.png (82.37 KiB) 5796 kere görüntülendi
Söke’de Rumlar ve Türkler, her ne kadar ayrı mahallede otursalar da kasabanın tek merkezini ve pazar yerini ortak kullanıyorlardı. Aralarında ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimler olduğu da bir gerçektir. Kasabanın eğlence yerleri Rum tarafında bulunmaktaydı.

Buranın Rumları eğlenceye düşkün insanlardı. Bir cadde tamamıyla eğlenmeye, gazinolara ayrılmıştı. Rumların tarafında genelevler de vardı.85


82 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
83Aydınel, İzmir’de iki Türk matbaasına karşılık, beş Rumca, üç Fransızca, üç İbranice, bir Ermenice, beş her dilden baskı yapan toplam on yedi yabancı matbaa olduğunu belirtir. Bu durum, İzmir ve çevresinde azınlıkların propaganda faaliyetlerinde üstünlüklerinin ve ne derece örgütlü olduklarının da bir göstergesidir, age., s. 19.
84 1311 tarihli Aydın Vilâyet Salnamesine göre kaza idare meclis üyesinden birisi Hacı Konstanti Efendi, bidayet mahkemesi azası Andreya Efendi, belediye dairesi azası da Mihail Efendi’dir, Aydın Vilayet Salnamesinden aktaran Ferhat Berber, Milli Mücadelede Söke’ye Bir Bakış, s. 106 dipnot: 12.
85 Zeki Adalı (Söke-Aydın)


[/color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 12:58

Fotoğraf 5: Barların bulunduğu sokak, Kemalpaşa Mahallesi (Söke)
söke Aydın 1.png
söke Aydın 1.png (95.2 KiB) 5795 kere görüntülendi
Fotoğraf 6: Genelevler Sokağı,Kemalpaşa Mahallesi (Söke)
Söke Aydın 2.png
Söke Aydın 2.png (108.53 KiB) 5795 kere görüntülendi
Söke’de süregelen barış ortamı, Balkanlarda patlak veren olaylar sebebi ile bozulmaya başlayacak, Söke’ye yerleştirilen Trakya ve Girit göçmenlerinin yaşadıklarını anlatımları ve basının da bu olaylardan halkı haberdar etmesi ile giderek Türkler ve Rumların arası açılacaktır. Fakat topluluklar arası asıl gerginlik, Yunan işgaline karşı Sökeli Rumların verdiği tepki ile belirlenmiştir. Paris Barış Konferansında İzmir ve çevresinin Yunanlılara verilmesi haberinin duyulması ile Söke ve köylerindeki Rumlar, mahalle ve evlerini Yunan bayrakları ile donatmışlardı.86

86 Turan, Batı Anadolu’da Yunan Mezalimi, s. 17.
Yunan işgal kuvvetlerine yerli Rumların desteği ve onların gelişlerini sevinçle karşılamalarına dair bir çok veri bulunmaktadır. Rahmi Apak, Albay Bekir Sami’nin 24 Mayıs 1919 sabahında Akhisar’ı şu

Demografik yapı, aslında üzerine hassasiyetle yaklaşılması gerekilen bir meseledir. Çünkü çarpıtılan veriler vasıtasıyla sürekli olarak Yunan propagandası için kullanılmış ve Yunan işgalinin -görünürdeki- sebebini oluşturmuştur. Aydın Sancağındaki nüfus yoğunluğunu kendi lehine çevirebilmek için imha ve tehcir siyasetini uygulayan Yunanistan, Türklerden boşalan yerlere başka yerlerden getirilen Yunan-Rum göçmenleri yerleştirerek bu amacına ulaşmak istemiştir.87 Demografik yapının bir diğer önemi, Rum ve gayri Müslim nüfus azınlıkta olsa da azımsanmayacak boyutta olmasıdır. Çünkü, Yunan ordusu, Batı Anadolu’daki Rumlar sayesinde kendi ülkelerinde savaşır gibi onların kılavuzluğunda Anadolu içlerine kadar büyük mukavemet görmeksizin ilerleme imkânını buldular.88 Nüfus yapısındaki bu kozmopolit ortamda Kuvâ-yı Milliye’nin kurulması ve göreceli başarılar kazanması mühimdir.

2.4.3. Kuva-yı Milliye

Söke, Kuşadası’nın tam karşısındaki Sisam Adası’ndan kayıklarla bile kolayca geçilebilecek kadar yakınlıkta bir yerleşim yeridir. Nitekim bu ada Rumları, yerli Rumlarla da birleşerek sık sık Söke köylerine taarruz ediyorlar, pek çok cinayet ve gasp olayları yaratıyorlardı.89

Söke ve Kuşadası gibi Yunan işgali haricinde kalan mahallelerden Rum ahaliyi, bilhassa harbe elverişli genç ve dinç erkekleri Aydın’da toplamaya ve bunları silahlandırarak talim ve terbiye etmeye başladılar.90 17.KOR Kumandan Vekili Süleyman Fethi Bey’in 5 Mart 1919’da Harbiye Nezaretine gönderdiği raporu aktaran Güneş (2003:111), Söke kazasının yerli Rumlarından adalara kaçan 791 kişiden 622’sinin silahlı olarak geri döndüklerini belirtmektedir.






şekilde tarif ediyor: Bütün caddelere Yunan bayrakları asılmış, herkes Yunanlıların gelmesini bekliyor. Birçok yerli Türkler, yerli Rumların yanına sokulmuş, dalkavukluk ediyor ve bu sayede, Yunan ordusu şehre girince hayatını, malını, mülkünü emniyete sokacağını sanıyor. Bütün terzi dükkanları, geniş Yunan bayrakları dikmekle meşgul, İstiklal Savaşı’nda Garp Cephesi Nasıl Kuruldu?, s. 14-16.
87 Güneş, agm., s. 109.
88 Aydınel, age.,s. 60.
89 Aydınel, age.,s. 82.
90 Gökbel, Milli Mücadelede Aydın, s. 331.


Bu baskınların önüne geçebilmek, Yunan ikmal yollarını tıkamak, ahaliyi işgale karşı örgütlemek amacıyla Söke Heyet-i Milliyesi ve Sökeli Cafer Efe91 komutasında Kuvâ-yı Milliye örgütü oluşturuldu.

Batı Anadolu’ya yerleşen Rumların yurt dışında ve yurt içinde yaptıkları açık ve gizli propagandalar ve işgal öncesi özellikle Ege kıyılarında yarattıkları tedhiş hareketleri, yağmacılık, katliam Kuvâ-yı Milliye fikrinin doğuşunda büyük etken olmuştur.92

Söke, Anadolu’nun işgali esnasında Yunan ve İtalyan kuvvetleri arasında defalarca el değiştiren ve farklı tarihlerde birçok kez işgal edilen nadir yerleşim yerlerinden biridir. 17 Mayıs 1919 tarihinde Kuşadası’ndan gelen 3 subay ve 200 kişilik bir İtalyan müfrezesi tarafından işgal edildi.93 İtalyanlar, 20 Nisan’da Söke’yi ve 27 Nisan 1922’de Kuşadası’nı sessiz sedasız boşalttılar.94 Söke, Milli Mücadele döneminde üç kez Yunan işgaline de uğramıştır. İlk işgal 1 Mayıs 1920 tarihinde, ikinci işgal 2 Şubat 1921’de, üçüncü işgal ise, 21 Nisan 1922 tarihinde İtalyanların kasabayı boşaltmaları üzerine gerçekleşmiştir.95 İtalyanların Söke bölgesini boşaltmaları Yunanlıların şimdiye kadar esaret ve işgalleri altında bulunan köy ve kasabalarda vahşet ve zulümlerini artırmaya sebep olmuş, Söke ve yörelerinde Türklere karşı tüyler ürpertici derecede vahşet ve zulümlere girişmişlerdir.96


91 Sökeli Cafer Efe: Giritli Cafer Ağa, Sökeli Caferaki diye de bilinir; Aydın Milli Mücadelesinde şöhret kazanmış bu Efe, Yunanlılar ile Germencik’teki bir çatışmada şehit düşmüştür. Yaşamına dair ayrıntılar için bkz: Sabahattin Burhan, Sökeli Cafer Efe, Nesil Basın-Yayın, 2002, İstanbul.
92 Aydınel, age., s. 18.
93 Mevlüt Çelebi, Söke’de İtalyan İşgali (1919-1920), s. 122. Aydınel, İtalyanların, Rumların cinayet ve soygunlarına seyirci kaldıklarını belirtmektedir, age., s. 83. Çelebi ise, İtalyanların Söke ve diğer işgal alanlarında halka iyi davranmalarının, kendilerine karşı silahlı bir direnişi engellediğini, Yunan işgal bölgesinden kaçan on binlerce göçmeni kendi işgel bölgelerine kabul ettiklerini belirtmektedir, s. 122. İtalyanların Söke işgali konusunda bkz: Çelebi, agm.
Yunan işgalinde sırf Söke değil, işgale maruz kalan hemen her yer benzer muameleye maruz kalmıştır: Hatice Öner (Kuyucak-Aydın): “Rum askerleri bizim köye kadar çıktılar. Önce para istiyorlardı. Annem, babam ve tüm büyükler dağlara kaçtı. Ben ve dört kardeşim evi bıraktık, bahçe arasındaki kulübede yatıyorduk. Köydeki Sabuncular’ın evlerini yaktılar. Çok korktuğumuzu hatırlıyorum.”
Sabri Sepetcioğlu (Yakakent-Samsun): “1958’de Eskişehir’de görev yaptığım sırada, Seyitgazi İlçesi Yukarısöğütlü Köyü’nün Koca Ömer lakaplı muhtarı ile tanıştım. Yunan işgali sırasında 12-13 yaşlarındaymış. Anlattığına göre, Yunan askerleri yöreden topladıkları kadınları, hamile kadınları köyün ortasında hâlâ duran ardıç kazığa çocuğun cinsiyetinin erkek mi kız mı olduğuna bahse girerek canlı canlı kadınların karınlarını yarmışlar. Karşıdan seyrediyorlarmış. Annesi, babası, büyükler dağlara kaçmış. Yöredeki üzüm bağlarını, bahçeleri de yakmışlar.”
94 The Times’tan (18-28.4.1922) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.
220.
95 Güneş, agm., s. 109.
96 Yalazan, Türkiye’de Yunan Vahşet ve Soykırımı Girişimi II.Cilt, (15 Mayıs 1919-9 Eylül 1922), s. 158.


2.4.4. Yunan Mezalimi


Söke ve Söke halkı, Yunan işgali esnasında cinayet, katliam, talan, yağma, soygun, yangın, tecavüz ve alıkoyma gibi birçok vahşet ve zulme tanık olmuştur.97 Bıyıklıoğlu (1962:137), Birinci Dünya Savaşı’nda Söke’den Yunan adalarına kaçıp, mütarekeden sonra kayıklarla köylerine dönen Rumların Söke’ye bağlı Akköy’de ve diğer köylerde baskın ve isyan hareketinden bahsetmektedir.

Baskı ve zulümden dolayı Aydın civarındaki tüm yerleşim yerleri gibi Söke’nin Müslüman ahalisi de kasabayı boşaltıp, güvenli gördükleri iç bölgelere, ya da Yunan işgal alanlarından uzaktaki Muğla’ya sığındılar.

Yunanlıların Aydın’ı işgal eyledikleri günden beri yerli Rumların İslam ahaliye gerek hakaret ederken, gerek münasebet aldıkça ‘siz burada ne oturuyorsunuz? Burası Yunanistan oldu; Konya’ya gidin’ gibi sözleri söylemeleri adet oldu. Bu sözle, İslam ahaliyi hicrete zorlamaktan başka bir şey değildi.98

İşgal ettikleri diğer yerlerde yaptıkları gibi, burada da (Söke’de) de silah aramak bahanesi ile Türk evlerine giren Yunanlılar, değerli eşya, para, yiyecek eşyalarını yağmaladılar. Köyün tahıllarını, hayvanlarını gasp ettiler. Özellikle köylerde bir çok kişiyi öldüren Yunanlılar, ölüleri bostan kuyularına ve Menderes Nehri’ne attılar. Kadın ve kızlara tecavüz ettiler.99

İşgalin ardından, tüm Batı Ege kıyıları gibi Söke’de de Müslüman halkın iç bölgelere doğru kaçmaya başladığına tanık olmaktayız. Güneş (2003:117), Söke’de Yunan mezalimi sebebiyle halkın büyük bir kısmının göç etmiş olduğunu, ancak 360 Türk kaldığını belirtmektedir. İşgal sırasında Söke’de bulunan ve olaylara tanıklık eden bir grup insanın Osmanlı idare merkezine geçtikleri telgraf örnek olarak sunulabilir:



97 Söke’de Yunan ve Rum vahşeti için bkz: Yalazan, age., s. 156-159; Güneş agm., s. 109-118; Anadolu’da Yunan Mezalimi ve Vahşeti Ankara 1338; Gökbel, age.; Aker, İstiklal Harbinde 57. Tümen ve Aydın Milli Cidali; vd.
98 Gökbel, age., s. 330.
99 www.turk-yunan.gen.tr/turkce/katliamlar ... -soke.html, 04.09.2003.


Söke ve Kuşadası’nda Yunan katliâmı sebebiyle Müslüman nüfusun azaldığı, Müslümanların mal ve mülklerine el konulduğu… Söke ve Kuşadası’nın ani Yunan işgaline uğraması sebebiyle Müslümanların bütün eşya ve mallarını bırakarak kaçtıkları, Söke’de kalan üç yüz altmış nüfusun da her gün ikişer üçer azaldığı, Söke yakınlarında, Gümüşyeniköyü’nde ve Tatar köyünde toplam yüz on altı kişinin şehit edildiği, eşrâfın mal ve mülküne zorla el konulup Müslüman halkın her türlü eşya ve mallarının çalındığı, bütün taşınabilir eşyaların trenle İzmir’e, Kuşadası’ndan da Sisam ve Yunanistan’a gönderildiği, kadınlara tecavüz edildiği, Müslüman halkın bölgede cereyan eden olayları araştırmak için bir tahkik heyeti talep ettiği…. 12 Haziran 1922.100

Yunan işgali sırasında evleri, barkları, iş yerleri yakılan, eşyaları yağmalanan ve göç etmek zorunda kalan halk, Söke’nin Tük kuvvetlerinin eline geçmesi ve yerli Rumların kasabayı terk etmesiyle geri dönmüştür. Fakat yaşanan acılar ve özellikle yerli Rumlara karşı duyulan nefret, iki halkın bir arada tekrar yaşamasını da imkânsız hale getirecektir.



100 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, “Anadolu’da Yunan Mezalimi”, Arşiv ve Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi III (Orijinal metin için bk: Ek:1)




Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:00

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE



3.1. MÜBADELE HABERİNİN GİRİT’E ULAŞMASI


3.1.1. Mübadele Haberi


Rum ve Türk halkları mübadele haberini, kendilerine resmi makamlarca iletilmesinden çok önce söylentiler vasıtasıyla aldılar. Anadolu’da ve Yunanistan’da, yerleşim yerinin en üst rütbeli askeri ya da sivil idarecisi, iki devletin ortak karar aldığı mübadele anlaşmasının maddelerinin ya halka açık bir yerde ya da sadece toplumun ileri gelenlerinin çağrılı olduğu bir ortamda duyurusunu yaptı.101 Büyük şehirlerde yayınlanan gazetelerde de buna yönelik haberler çıktı. Bu şekilde halk, hazırlık için ne kadar vakitleri olduğunu, yanlarında neler alabileceklerini, yasal bir takım haklarını öğrenmiş oldu. Fakat yine de, nüfus değişiminin çok kısa bir sürede gerçekleşmesi istenildiğinden, yeterince bilgilendirme yapılamadı. Bölgelerarası uygulamalarda da çeşitlilik görüldü.

Göçmenlerin yeni yerleşim yerlerine sağlıklı biçimde yerleştirilmesi maksadıyla bir teşkilatın kurulması gerekiyordu. Balkan Savaşları başta olmak üzere sürekli bir nüfus akımına uğrayan Osmanlı’nın göçmenlere dair çalışmaları bulunmaktaydı. Fakat bu sefer, mülteci akımının ani ve kalabalık olmasından dolayı, 8 Kasım 1923 tarihli kanun gereği bağımsız bir çalışma grubu olan Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti kuruldu. Bu komisyon, göçmenlerin yurda girişinden yerleştirilmesi ve mal dağıtımına kadar geniş bir yetki ile donatıldı. Buna bağlı bir komisyon da, benzeri Yunanistan’da olmak üzere, yurdu terk edecek Rumların, onlara Yunanistan’da karşılığı verilmek üzere, Türkiye’deki mal ve mülklerini sayımı ve belgelenmesi ile ilgilendi.





101 Mübadele haberinin halka duyurulması belirtildiği üzere, bölgeler arası çeşitlilik göstermektedir. Aksaray’ın kırsalında mübadele haberinin halka askeri makamlarca bildirildiğini şu örnek açıklamaktadır: Bir gün Aksaray’dan bir jandarma geldi, köyün muhtarına (Gitmek için hazırlanın. Yunanistan’a gideceksiniz. Eşyalarınız burada kalacak) dedi, Herkül Milas, Göç-Rumlar’ın Anadolu’dan Mecburi Ayrılışı (1919-1923), (Çev: Damla Demirözü), s. 236.


3.1.2. İlk Tepkiler


Mübadele, yüz binlerce kişiyi yerlerinden etmesi nedeniyle aslında kitlesel bir travmanın da başlangıç noktasını oluşturmaktaydı. Çoğu inanmak istemedi; tedbirli davrandı. Devletlerarası anlaşmalar ve hükümlerinin sıkça değiştiği bir devirde erken karar vermenin sakıncalı olacağını düşündüler.102

Girit ile Batı Trakya Türklerinin ve Anadolu’nun özellikle kıyı bölgelerinde oturan Rumların Lozan’dan önce meydana gelen olaylar sebebiyle Türkiye ve Yunanistan’a göç etmiş akrabaları bulunuyordu. Bunlar, kendilerini daha emniyette hissedenlerdi. Daha önce hiç görmedikleri topraklara gittiklerinde kendilerine yol gösterecek birileri bulunuyordu.103

Girit’te ve diğer Ege adalarına, Yunan ordusunun Büyük Taarruzda dağılan birliklerini takiben İzmir, Aydın gibi şehirlerin yanı sıra tüm Ege’den kaçan Rumlar gruplar halinde yerleştirilmişlerdi. Batı Trakya’ya ise özellikle Doğu Karadeniz’den gelenler yerleştirildi. Selanik ve Kavala’ya geçen Rumlar, Türk aileler ile birlikte yaşamaya zorlanmıştı. Ev iki katlı ise örneğin alt katında Rum göçmenler, üst katta ise ev sahibi oturmaya devam etti. Yunanistan Müslümanları bunca nüfusun geri gidemeyeceğini tahmin ediyor, küçük çapta bile olsa daha önce yapılmış nüfus mübadelesinin bir benzeri olacağını düşünüyorlardı. Yaklaşık altı ay süren bu aşama, mübadele kapsamındaki köy ve kasabalarda Müslüman ve Ortodoks nüfusun son kez birliktelikleriydi. Birçok aile kendi yaşayış biçimlerinden son derece farklı bir yere geldiklerinden ya da gideceklerinden bu şekilde haberleri oldu.

Sonradan mübadele kapsamına alınıp Türkiye’ye gönderilecek olan Yunanistan’daki Müslüman nüfus, Anadolu’dan gelen Rumlar ile birlikte yaşam esnasında Anadolu kültürü, yaşam tarzı, dil, şive ile Anadolu’daki yerleşim yerleriyle ilgili bilgi


102 Bize (Göç olacak, Venizelos sizi Yunanistan’a götürecek) dediler. Bütün bunlar mübadeleden beş ay önce oldu. Önceleri şaşırdık. (Böyle bir şey olabilir mi, bütün köy Yunanistan’a göç edebilir mi?) dedik, Herkül Milas, Göç–Rumlar’ın…, Çev: Damla Demirözü, s. 236.
Venizelos Giritliydi, Hanya’dandı. İsmet Paşa ile oturup mübadeleye karar vermişler… Mecburduk! Kimse sormuyordu, ‘gidecek misin kalacak mısın ?’diye, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, s. 271.
103 İkbal Çobanoğlu (Söke-Aydın): “Girit’ten kaçarak önce amcamlar gelmiş. Biliyorlardı buraları.
Geldiklerinde de zaten amcamlar bizimkilere yardım etmişler.”


almışlardır. Anadolu’dan gelen muhacirlerle birlikte yaşayan Türklerin bu esnada yaşadıkları, mübadelenin son derece ilginç yönlerini oluşturur.104

Savaş sırasında ve anlaşma ile göç zamanında Trakya’daki Türkler, Anadolu’dan göçen Rumlar ile birlikte yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu süre bir ya da iki yıl almış, evlerin sahibi olan Türk aileler ile, bunların muhtemel yeni sahipleri Rum aileler aynı evi paylaşmışlardır. Kaplanoğlu (1996:46), bu yılları mübadelenin en dramatik ve trajik periyodu olarak niteler. Mağdur ve düşman iki toplum aynı evde yaşamak mecburiyetindeydi.





104 Engin Berber, Yunanistan’a giden muhacirlerle oradaki Müslümanların ortak yaşamlarına dair bulgusunu, Rumeli’den İzmir’e Yitik Yaşamların İzinde adlı eserinde, bir muhacirin anlatımıyla şu şekilde belirtir: 1922 yılının bir kış günü akşamı, sıcacık evimizde sobanın karşısında otururken, dışarıda karla karışık yağmur yağıyordu. Caddeden arabalar geçiyor ve insanların yüksek sesle konuşmaları duyuluyordu. Anam (Güzide Hanım) merakla pencereyi aralayıp sokağa bakınca, bu arabaların insanla dolu olduğunu görmüş ve mahalle muhtarımız Halit Ağa’nın konuşmasından da, arabadaki insancıkların Anadolu’dan gelen muhacirler (Rumlar) olduğunu ve muhtarın onlara birer barınak bulmak için çırpındığını gördüğünden, hemen feracesini giyip sokak kapısını açtı. Güzide Hanım kızlarına, (Bizim evimizin altı müsait. Bu zavallı insanları sokakta bırakmayalım) der. Alırlar. Gelenlerden biri, hamile genç bir gelindir. Ellerine sarılır, öper. Rum mübadiller Kütahya’dan gelmektedir. Kadınların altlarında şalvar, başlarında rengarenk yemenileri vardır. Bu halleriyle Türklerden hiç farkları yoktur. Türk aile, gelen mübadilleri, komşuları olan Yunanlılarla tanıştırmak isterler. Onları evlerine davet ederler. Kütahya’dan zorla gönderilen Rumlar hiç Yunanca bilmemektedir. Konuştukları tek dil Türkçe’dir. Yunanlı komşu şaşırır; (Bu ne biçim Yunanlı, dilimizi bile konuşamıyor) der. İki taraf da birbirinden hiç hoşnut olmamışlardır. Bize (Aman aman, biz yerimize gidelim, siz de cavurlarınızla kalın. Biz bunlarla anlaşamayacağız, hiç Türkçe bilmiyorlar, nedir bu bizim başımıza gelenler? Ah anacığım! Bizim halimiz ne olacak?) diye üzülüp durdular. Fakat gençler gün geçtikçe uyum sağlamaya başladılar. Şalvarı bozup elbise yaptılar. Başlarını açıp saçlarını tek örgü yaptılar, kurdeleler taktılar, s. 37-38 ve Engin Berber’den aktaran Ertuğrul Özkök, “Bir Bitli Muhacir Hikayesi”, Hürriyet, 18.Mayıs. 2003.
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Anadolu’dan gelen Rumları iskân etmeye başlamışlar. Mesela, senin evin üç katlıysa, eşit olarak bölüyorlar. Samsun’dan Kavala’ya gelen Rumlar ile iyi geçinmişler. Onlar da Türkçe konuşurlarmış; asil hareketleri varmış.”
Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Kavala’nın Müştiyen ve Samakoli köyleri ilkten Türk’müş. Sonra, hem annemin hem babamın köylerine Anadolu’dan kaçan Rumlar gelmiş. Annemlerin iki evinden birine bunlardan bir aileyi yerleştirmişler. Annemler dört kız kardeşmiş. Civarda çok Rum delikanlısı olmasına karşın annem (Hiçbir kötülük görmedik) derdi. Bir Rum karısı sürekli (Çok merak ediyorum benim kızı; sevdi de kaldı Söğüt Domaniç’te) dermiş. Onlar her şeylerini bırakıp gelmişler. Bizimkiler onlara eşyalarından vermişler.”
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Bizimkiler tasfiye edilmeyi beklerken, artık yerleşen Rumlar Kavala’da ticarete, iş yerlerine, vs. hakim olmaya başlıyorlar. Ramazan ayıymış. Yunan komutan talimat veriyor, fırıncılardan başka herkes teraviden önce evine kapanacak, kimse Türklerin arasına karışmayacak diye. Maksat, karışıklık olmasın.”
Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir): “Kavala’daki köyden bizimkiler ayrılmadan Anadolu’dan kaçan Rumlar gelmiş. Demişler ki bazıları (Çirkince’ye gidin; dağından yağ, ovasından bal akar), bazıları da (Söke’ye gidin, orası çok güzel) demişler.”
“…Girit’ten ayrılmadan önce İzmir’den, köylerden Rumlar geldi. İki üç ay beraber yaşadık. .. Hükümet evlerimizin yarısını onlara verdi. Çok güzel İzmir Rumcası konuşuyorlardı. Biz daha kaba bir Rumca konuşuyorduk. Ama birbirimizin konuşmasını anlıyorduk. Girit’ten ayrılıncaya kadar onlarla beraber kaldık”, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 273.


Lozan Anlaşması imzalandıktan sonra mübadele başlayana dek Yunan Hükümeti Türkleri ülkeyi terk etme hususunda büyük baskı altında tutmuştur. Çiftliklere ve hayvanlara, Anadolu’dan gelen Rumlara verilmek üzere Yunan Hükümeti’nce el konulmuştur. Selanik gibi şehirlerdeki Müslüman işçiler iş yerlerinden kovuldular. Girit’te Türk köylülerin köylerinde kalması mümkün değildi; şehirlere göç etmişlerdi. Buradaki Rumlar terk edilmiş bağ ve bahçelere el koymuşlardı. Drama ve Sarışaban gibi bazı yerlerde Türkler öldürüldü.105 Türklerin aşamalı olarak göçmesi öngörülmesine karşın, onlar bir an önce yerlerini terk etmeye zorlandılar ve Yunan ve Türk sahilleri böylelikle göçmenlerle dolmuş oldu.106 Birçok Türk göçmen kıyıdaki Yunan şehirlerinde uzun süre beklemek zorunda kaldı ve bu bekleyiş onlar için çok zor oldu. İpek (2000:44), Ocak 1924’e dek yaklaşık 20 000 kişinin barınaksız beklediğini ve günde 20-25 kişinin yaşamını kaybettiğini belirtmektedir.

Yunanistan’daki Müslüman ahalinin evlerini Anadolulu Rumlarla paylaşması ya da paylaşmak zorunda bırakılmaları, daha sonraları Türkiye’de tepki görmüştür. Yunus Nadi Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde bu durumdan bahsederek, “Gelen (Rum) muhacirlere Garbi Trakya Türklerinin evleri, hatta ağaçları bile verilmekte, 5-6 odalı evi olan Türk, bir odaya tıkılıp diğer odalara Rumlar yerleştirilmektedir” şeklinde görüş bildirmiştir.107

15 Eylül 1923’te Yunan Hükümeti Türklerin mallarını satmalarını yasakladı. Aynı zaman diliminde Rum ve Ermeni çeteleri Türkleri katlediyor, mallarını yağmalıyorlardı. Bu çeteler, Batı Trakya’daki Türkleri yerlerini terk etmeye de zorluyorlardı.108

Yunan Devleti, Lozan’da varılan anlaşmaya karşın Batı Trakya’daki Türklere karşı büyük baskı uyguladı. Türklere ait evlerde Batı Trakya’ya yeni gelmiş Anadolu Rumlarını yerleştirdi. Hatta evlerine Rum aileler yerleştirilen Türklere bir odalık alan bırakıldı. Bunun yanı sıra, Batı Trakya’da “varlık vergisi” adı altında bir vergi alınıp Türklerin malları ellerinden gasp edildi.109 Tüm bunlar, varılan anlaşmalarla zıtlık teşkil ediyordu.


105 İpek, Mübadele ve Samsun, s. 45.
106 İpek, age., s. 31-32.
107 Cumhuriyet, 18.Temmuz. 1924.
108 Erden, The Exchange of Greek and Turkish Populations…, s. 268.
109 İpek, age., s. 32.


Şu apaçık meydandadır ki Yunan Hükümeti varılan anlaşmalara uymamıştır. Türk Devleti gibi Yunan Devleti de ülkeyi ulusallaştırma gayesi gütmüş ve bu yüzden ülkedeki Müslüman azınlıktan kurtulma yoluna gitmişti. Bunun için Müslümanların durumlarını zorlaştırmış, cinayetlere göz yummuştur. Yunan Hükümeti ayrıca yeni gelen Rum göçmenlere Batı Trakya Müslümanlarının evlerinde yaşamalarını sağlayarak, Rum göçmenlerin yaşadığı sıkıntının yükünü Batı Trakya Türkleri’nin sırtına atmıştır.

Yunanistan’da mübadillerin kısa bir süreliğine bir arada yaşama örneği İç Anadolu’da, Kapadokya’da gerçekleşti. Batı Trakya muhacirleri ile yerli Rumlar Türkiye topraklarında karşılaştı. Batı Trakyalılar, yaşadıkları acıların benzerlerinin onlar tarafından da yaşandığına şahit oldular:

Ramazan mı Kurban mı, hangi bayram ise yaptık, Yunanistan’dan Ürgüp’e geldik. Rumlar, biz geldikten sonra gittiler. Onlar da sefillik çekti, biz de çektik. Fırınlar vardı; tandır yaptılar, (Yolda yiyelim) derlerdi. Ağlaşırlardı. Urum olsun, herkesin memleketi… İnsan doğduğu toprağı arar; orası başka, burası başka… 110

3.1.3. Karşı Direniş


Yüzyıllar boyu devlet geleneğinin son derece güçlü olduğu bir coğrafyada, bireylerin devletin emir ve kanunlarına karşı direniş göstermesi elbette sıkça rastlanır bir durum değildir. Gerek Anadolu gerekse Yunanistan bu geleneğin yoğun şekilde yaşandığı topraklardır. Mübadele döneminde söz sahibi merciin emir ve yasaklarına, mübadele kapsamına giren halkın bu anlaşmanın yükümlülüklerine itaati beklendiği gibi gerçekleşmiştir.

“Direniş” kelime manasıyla her ne kadar biraz “isyan”ı çağrıştırsa da, her direniş “mutlak bir karşı gelme”yi içermez. Bazen direniş, “isteksizliğin” duygular yolu ile dışa vurumu olarak kendini gösterir ki, mübadele kapsamına giren insanların “karşı direnişi”, ancak isteksizlik boyutunda kalmıştır.111

110 Ayşe … (Ürgüp-Nevşehir), Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004
111 Mübadillerin, ata topraklarını terk etmede sözü edilen “isteksizlikleri”, son yıllardaki mübadele üzerine kamuoyu ve bilim çevrelerinin yoğun ilgisi bağlamında, özellikle edebiyat çevresinin çalışmalarında sıkça işlenir olmuştur. Mübadillerin memleketlerini terk etmeyi istemediklerini, Ertuğrul




Mübadeleye karşı bir direniş hemen hemen hiç olmadı. Yalnız, çoğu kişi doğduğu ve mal mülk edindiği topraklardan göçmeyi arzu etmedi.112 Direnseler de yapılabilecekleri fazla bir şey zaten bulunmuyordu. Bunun yanı sıra, uzun süreli savaşlardan ve iki dine mensup milletin sürekli olarak karşı karşıya gelmesindense ayrılmayı uygun bulanlar da oldu. Türkiye’ye yerleşecek göçmenlere devletin arazi ve ev dağıtacağını bilen özellikle dar gelirliler, mübadele yanlısı bir tutum izlediler.

Giritliler, Mustafa Kemal gibi karizmatik ve savaşta başarılar sağlamış birinin emri113 ile Anadolu’ya gideceklerini düşündüklerinden, mübadele haberine fazla bir tepki göstermemişler ve göç yollarına gönül rızası ile düşmüşlerdi.

Girit’te uzun zamandır süregelen çatışma ortamı ve iki halk arasındaki gerginlikler, adaya muhtariyet ve Rum etnik grubuna tanınan ayrıcalılarla da son bulmamıştı. Bu çatışma ortamı adanın özellikle Müslüman kesiminde büyük rahatsızlık yaratıyordu. Silahlı baskın ve cinayetlerden bunalan Giritli Müslümanlar, Anadolu’ya göçerek huzura kavuşacaklarını düşünmekteydiler.114

Girit adası, dağlık, sulak araziden yoksun bir adadır. Ekonomisi büyük çaplı tarımdan ziyade küçükbaş hayvancılığa ve ticarete dayanır. Ticaret yapan ya da toprak ve hayvan sürülerine sahip olmayan Giritli Müslümanlar için mübadele, Anadolu’nun mümbit topraklarını bilen ve Girit’ten daha önce göçen Müslümanların durumundan aldıkları haberle, Anadolu’ya göç etmek hususunda istekli davranmışlardır115.

Aladağ şu şekilde işler: Tanrım nasıl bırakır gidebilirim bu güzel evimizi? Onu nasıl götürürüm taa oralara? Hem oralar Muğla kadar güzel mi acaba? Güzel olsa da istemem, ben burada bu evde doğmuşum, asla gitmem buradan. Annem de babam da burada doğmuşlar. Burası benim vatanım. Çocuğumu da bu evde doğurdum. Anılarım dolu bu şehirde, bu sokaklarda, bu evlerde. Hayır! Hayır! Asla! Asla gitmem!, Andonia – Küçük Asya’dan Göç, s. 15.
112 Pandalis Prevelàkis, Girit’te Bir Şehrin Hikayesi adlı çalışmasında, Bütün adada bir hesapla elli binden fazla Türk yaşıyordu; bunlardan mübadeleyi hoş karşılayan iki yüz kişi zor bulurdun. Gerisi,
doğdukları topraktan –evlerinden ve mallarından– koparılacakları için kalplerinde ölümü hissediyorlardı ve her biri topaç gibi ortalıkta dolanıyor, neler götürebileceğini araştırıyordu, demektedir (Çev: Osman Bleda), s. 52.
113 Bir Girit göçmeni olan İbrahim Akkaya (Söke-Aydın), bu durumu şu şekilde belirtiyor: “Atatürk’ün
emriyle olduğu için herkes gönüllü gelmiş. Fazla tepki göstermemişler.”
114 Zeki Adalı (Söke-Aydın), bu durumu şu şekilde açıklıyor: “Son katliamdan sonra artık Girit’te oturulmaz bir hal oldu ve mecburen mübadeleye girdik.”
115 Bilal Türkoğlu’nun (Söke-Aydın) anlatıları bu durumu doğrular niteliktedir: “Göç, istek dahilinde olmuş. Girit’teki Türkler koşa koşa gelmişler. Anadolu’daki toprakların daha büyük, daha verimli olduklarını biliyorlardı. Daha önce kaçıp gelenlerle irtibatları vardı. Yunanistan’ın her yeri dağlık taşlık,
ova çok nadir var. Bu tarafa gelenler kârlı çıkmış. Ama oraya gidenler için aynı şeyi söylemek bu




Yaşanılan çevrede kalmanın tek yolu, din değiştirmekle gerçekleşebilirdi. Mübadeleye direnenler ve memleketlerini terk etmek zorunda kalmayanlar, ya devletin özel izni ile ülkede kalanlar116 ya da dinini değiştirenler117 olmuştur.

3.2. GÖÇ ÖNCESİ HAZIRLIKLAR


3.2.1. Eşyaların Toplanması


Mübadele anlaşması öncesi yaşanan çatışma ortamından kaçarak Anadolu ve Yunanistan’a gidenler belli bir hazırlık yapamadılar. Yanlarına mümkün olduğunca az eşya, hatta birer çıkın ve bir miktar para ile yola çıkabildiler.118

derecede geçerli değil. Buradan giden Rumlar hep acı çekmiş; inanmak istememişler; zorlanmışlar; kalanlar da olmuş.”
116 Sökeli mübadil Zeki Adalı’nın bahsettiği Sökeli Rum Perikles bunlara bir örnektir. Osmanlı vatandaşı
olmayan Anadolulu Ortodokslar da mübadele kapsamı haricinde tutulmuşlardır. İtalyan pasaportlu Sökeli terzi Maria da mübadele haricinde tutulmuş ve Söke’de kalmıştır. Kaynak kişilerin Söke’de kalan son Rumlardan biri olarak saydıkları Vasili ismindeki şahsa dair bir bilgi tüm aramalarımıza karşın bulunamamıştır. Söke’ye yerleşen Giritli muhacir Zeki Adalı konuşmasında bu durumu şu şekilde belirtmektedir: “Biz geldiğimizde Rumlar gitmişti. Sadece iki aile kalmıştı. Bunlar Söke’nin son Rumlarıydılar. Vasili’nin zeytinliği ve yemişliği vardı. Türkiye’yi çok sevdiği için burada kaldı. Yabancı pasaportlu olduğu için asker olarak Mısır’a gitti. Çocukları Fransa’ya yerleşince, o da yaşlandığı için 1956’da Fransa’ya gitti. Bir de Maria diye bir terzi vardı. Akrabaları Sisam’a gitmişti. 1935 ya da 1936’da o da Sisam’a yerleşti.”
117 Dinini değiştirerek Anadolu’da kalanlardan bir örneği Vula (Pevlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD)
veriyor: “1921’deki sürgünde (Karadenizli Rumların Anadolu’nun iç kesimlerine sürgününden bahsediyor; (T.E.S.), Vasiliki adındaki kızımız, sevdiği bir Türk ile evlenerek Alaçam’da (Samsun) kalmayı tercih etti.”
Girit’te din değiştirip kalanlar da oldu. Ama bunların sayısı çok değildi, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 273.
EK 4’de hikayesi verilen Niğde Sulucaovalı Rum kızı Miti, sevdiği Müslüman Hurşit için ailesine katılmayı reddetmiş ve dinini değiştirerek Anadolu’da kalmıştır. Miti’nin mübadele görüşmesi sırasında karara bağlanan “Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından önce dinini değiştirerek veya değiştirmeden Müslümanlarla evlenmiş olan kadınların mübadeleye tabi olmadıkları”na dair karara karşın, mübadele esnasında bir Müslüman ile evlenerek ne şeklide Anadolu’da kalmış olması tam bir muammadır.
Girit’te kalan Müslümanlardan bir örnek de Bilal Türkoğlu’nun (Söke-Aydın) anlatımıyla EK 5’de verilmiştir. Girit’te kalan özellikle yetim çocukların vaftiz edilmek suretiyle Hıristiyan yapılarak adada kalmalarının sağlandığı, önceki bölümlerde bahsedilmişti.
118 Dido Sotiriyu, Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun bozgunu üzerine İzmir-Selçuk-Şirince’den
(Çirkince) kaçmak durumunda kalan Rumlar’ın durumunu Benden Selam Söyle Anadolu’ya adlı eserinde ayrıntılarıyla yazmaktadır (çev: Atilla Tokatlı).
Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir) kaçanların durumunu şu şekilde belirtiyor: “Afyon bozulunca buradaki Rumlar, Türkler geliyor diye ekmeklerini, kurulu sofralarını bırakıp trenle İzmir tarafa kaçmışlar. Buraya gelen bir Rum anlattı: (Tren midir nedir belli değildi, sanki sığırcık sarmıştı. Vagonlar gözükmüyordu insandan).”
Mübadele öncesi Rum çetelerinin saldırılarından ötürü, bir şekilde Girit adasını terk ederek Anadolu’ya (ve Söke’ye) ulaşanlar da yanlarına ancak en gerekli eşyalarını alabilmişler, canlarını kurtarma telaşına düşmüşlerdi. İkbal Çobanoğlu (Söke-Aydın): “Bizimkiler Girit’ten kaçıp buraya geldiklerinde yanlarında yastık yorgan bile yokmuş. Canlarını zor kurtardıklarını söylerlerdi.”




Buna karşın, mübadele kapsamında olan kitlelere yanlarında neyi ne kadar götürebileceği hususu belirli bir sınırlamaya tabi tutulmamıştı.119 Mübadillerin göçe hazırlanmaları için, zaman aralığı yöreden yöreye değişen belli bir süre de verilmişti. Bu süre, mallarını ellerinden çıkartıp para ile yola çıkmaları için yeterli değildi. Sadece ev eşyalarını toparladılar, satabilecekleri mallarını sattılar. Mübadiller kendilerini yeni memleketlerine getirecek gemiye ulaşımlarını temin etmeye çabalamışlardı. Malları, ederinden çok daha ucuza gitti. Çünkü hiç kimse, gideceği belli olan bir ailenin mallarını almak istemedi.120

Türklere hazırlanmaları için birkaç ay zaman verildi ve belirtilen günlerde onları götürecek gemiler ısmarlandı… Aralarında konakları daha yeni bitmiş Türkler bulunuyordu ve bunlardan, tam da ustalar ayrılırken anahtarları kapının içinde bırakmaları ve evi teslim etmeleri isteniyordu. Başkaları ise o uğursuz yıl, yetiştirilmesi beş yıl veya daha uzun seren zeytin ağaçlarının ilk meyvesini bekliyorlardı. Dükkânlarına o yıl için mal yığmış pazarcılar da vardı ve bu malları şimdi yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalıyorlardı. Daha başkaları bağ dikmişlerdi ve şarabını şimdi başkaları içecekti. 121

Girit’in mübadeleye tabi Müslüman halkı da, kendilerine tanına süre zarfında hazırlığa girişmişler ve birçoğu yanlarına eşyalarını alabilmişlerdi. Sahip oldukları malları, Anadolu’da karşılığını alabilmek üzere kaydedebildikleri ve bir kısmını ise ellerinden çıkarttıklarını kaynak kişiler belirtmişlerdir.122



119 Göçmenler, her çeşit taşınır mallarını yanlarında götürmekte ya da bunları taşımakta serbest olacaklar, bunlar için çıkış ve giriş vergisi alınmayacaktı, Kemal Arı, age., s. 19.
120 Anadolu’da ya da Yunanistan’da, mübadele kapsamına giren kişilerin mallarını yok pahasına satmaları
sıkça rastlanan bir olaydır. Bu durum, insanoğlunun karşısındakinin çaresizliğinden çıkar sağlaması gibi basitçe açıklanabilecek bir davranışı olsa da yadırganmamalıdır. Herkül Milas, Anadolu’dan bir örneği şu şekilde not düşüyor: Gitmek için varımızı yoğumuzu az paraya sattık. Biz göç ettiğimizde henüz mal değerini saptayacak olan Mübadele Komisyonu gelmemişti. Türkler malımızı yok pahasına satın aldı, (Göç-Rumlar’ın…, s. 236). Dido Sotiriyu da bu duruma dair örneklerini çalışmasında yer vermiştir, age. Kemal Anadol, Büyük Ayrılık adlı çalışmasında, Yunanistan’a gitmek durumunda olan bir Rum’un kendisini Ege adalarına götürecek kaptana söylediklerini şöyle aktarır: Kaç kere söyledi Türk arkadaşlarım. Malını mülkünü sat da git diye. .. Ah Kaptan ah! Altı ay evvel yapacaktık bu işleri… ama hep bir şey aldattı beni. .. Hani 1914’te gitmiştik, 20’de döndük ya… Yine öyle olur diye satmadım. Belki gene döneriz, ne dersin?, s. 547.
121 Pandalis Prevelàkis, age., s. 52-53.
122 Zeki Adalı (Söke-Aydın): “Dükkândaki mallarımızı Rumlara devredebilmişler”; Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Mallarının bir kısmını satabilmişler; para ile gelmişler buraya. Gemiyle gelenler hiç yoksulluk çekmemişler; hazır para yemişler” demektedir.


Kurulan Mübadele Komisyonu ile ev, arsa, hayvan gibi mal sayımları yapılmış, mübadillerin bu malların karşılığını gittikleri ülkede alabilmeleri için kendilerine bir belge verilmişti.123

Giritli Müslümanlara adayı terk etmeleri için kafileler halinde düzenleme yapıldığı ve ayrı süreler verildiği açıktır. Mübadiller, yanlarına alacakları mallarını, kendilerini Anadolu’ya taşıyacak gemilere binecekleri Stiya, Kandiye gibi limanlara ulaştırmışlar ve Anadolu’ya gidecekleri günü beklemeye başlamışlardır. Mübadele öncesi Girit’ten kaçarak gelenlerin aksine, birçok eşyalarını, hatta hayvanlarını bile yanlarına alabilmişlerdir.124

3.2.2. Vedalaşma

Vedalaşma125, mübadelenin en dramatik sahnelerinden birini oluşturur. Kimi arkadaşına, dostuna, sevdiğine, komşusuna veda eder, kimi doğduğu topraklara, evine, bahçesine. Ayrılırken yanlarına umutlarını da alırlar. Kimi geri dönme umudunu, kimi yeni memleketin hayırlı olma umudunu…

1924 Temmuzunda gitme zamanımız gelince ve beyanname muamelelerimiz tamamlanınca, bütün eşyalarımızı denk yaparak, Selanik’e gidecek yük trenine verdik. Ekspres geldi. Gözyaşlarıyla trene bindik. Tren hareket ettiğinde babam (Çocuklar, son bir defa dönüp memleketinize bakın) dedi. Tren son süratle oradan geçerken, göz yaşlarımız yanaklarımızdan süzülüyordu. İçimiz yanarak ağlıyorduk.

123 Sonra Gelveri’den bir komisyon geldi, insanları, evleri, mallarımızı saydı, Herkül Milas, Göç– Rumlar’ın…, (Çev: Damla Demirözü), s. 236.
“Mübadele kararı çıkınca (Girit’te) herkesin neyi var neyi yoksa yazdılar. Evimizi barkımızı olduğu gibi bıraktık orada”, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 273.
124 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın): “Gün vermişler, o güne kadar vapur beklemiş. Iraklion’dan toplu
olarak gitmişler. Herkes eşyasını, hayvanını taşımış. (Ambarlar vardı) diye anlatırdı annem (Hayvanlar, keçiler, koyunlar doluydu; beş bin kişiydik).”
Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir): “Yanlarında keçilerine, köpeklerine, kedilerine varıncaya kadar, taşınan her şeyi getirmişler. Yunanistan’dan gelebilen her şeyi getirmişler; bir taşınmazlar kalmış orada.”
Zeki Adalı (Söke-Aydın): “Biz Girit’ten iğne ipliğimize dek her şeyimizi getirdik; ütümüze, evdeki tüm eşyaya, dükkândaki mallarımıza dek. Benim hatırlayabildiğim kadar ve ağabeyim Mehmet Ali de söylemişti, o zaman on bin lira ile geldik Girit’ten. Büyük para! Ama zeytinliklerimizi, evlerimizi olduğu gibi bıraktık. Fakat mübadele ile gelen çok fakirler de vardı. Orada da zar zor geçiniyorlardı; zengin değildiler. Buraya onlar, yatak, battaniye, kap kacakla geldiler.”
Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Bizimkiler eşyalarını hep toplamış. (Hayvanlarınıza varıncaya kadar ne isterseniz toplayın) demişler. Dedemin dükkânından yorgan yüzü, elbiselik, vs. hepsini almışlar. Mesela, annemin çeyizleri… (Bu benim rahmetli babamın dükkânından) diyerek çeyizini gösterirdi.”
125 Bu çalışmada, “Vedalaşma” alt başlığını kullanmayı uygun gördük. Veda etme eylemi, kişinin eş, dost,
akrabaları gibi yakınlarına olduğu kadar, kendisini ait hissettiği mekâna da olabilir. Sevilen ve ayrı kalındığında özlenecek kişi ya da yöreye insan veda eder. Aksi durum, terk etme eylemi olurdu.

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:15

Sonra birbirimizi teselli etmeye çalıştık. Anayurdumuza, Anadolu’muza kavuşacağımızı, orada güzel günler geçireceğimizi düşünerek, kendimizi avutmaya çalışıyorduk. 126

Mübadillerin memleketlerinden ayrılma aşamasında, yanlarına şahsi eşyalarını almaları dışında, köyleri ya da kentleri için değer ifade eden, özellikle dini bir takım eşyaları da göç ederken taşımışlardır.127

Mübadeleye tabi Rumların ayrılışı esnasında, özellikle çatışma sahası olmayan yörelerde hüzünlü anların yaşandığı da olmuştur. Yüzyıllarca birlikte/yan yana yaşayan, kültürel olduğu kadar sosyo-ekonomik etkileşimleri olan iki dine mensup insanların birbirlerinden ayrılmalarının elbette kolay olacağı düşünülemezdi.128

Giritli Müslümanların da adalarından ayrılmaları hayli zor olmuştur. Zeki Adalı (Söke-Aydın) anlatımıyla Giritlilerin ayrılışı şu şekilde gerçekleşmiştir:

Babam evimizi son kez kilitleyip, anahtarını cebine koymuş. Vapurda hep beraber Girit’e baka baka yol almışlar. Vapurla yolda gelirken, annem babama (At artık o anahtarı denize) demiş. Belli olmaz belki tekrar geliriz geriye diye, evimizin kilidini Türkiye’ye kadar getirmiş babam.

Anadolu’ya doğru yola koyulan göçmenlerin, Yunanistan’ın diğer bölgelerinden göçen mübadillerin aksine, başka bir takım kaygılar da taşıyorlardı. Kültürel kadar,

126 Engin Berber, age., s. 41-42.
127Panaia Asariani ikonası Muğlalarından götürebildikleri tek şeydi. Nereye yerleşirlerse yerleşsinler, bir kilise kuracaklar ve ikonayı oraya koyacaklardı. Tepeye vardıklarında Papazın da isteği ile son bir kez Muğla’yı seyretmek ve Panaia Tu Asaria Kilisesine ve Aia Yorgi kilisesine dua etmek için durdular, Ertuğrul Aladağ, age., s. 18.
128 Mehmet Yaşin, iki halkın vedalaşmasına dair yeni adıyla Zeytinbağı’dan (Bursa) şu örneği vermektedir: Trilya’dan Rumları getirmeye gelen gemiye, kasabanın Müslüman sakinleri de binmiş,
Tekirdağ’a kadar sarmaş dolaş gitmişlerdi. Tekirdağ’da Müslümanlar inerken, gemiden sadece hıçkırık sesleri geliyordu. Trilya’dan giden Rumlar, burayı hiçbir zaman unutmadılar. Selanik yakınlarında, yine deniz kenarında kurdukları kasabanın adını ‘Nea Triglia–Yeni Tirilye’ koydular, “Benim Kasabalarım”, Hürriyet Gazetesi - Hürriyet Pazar Eki, 20 Nisan 2003.
Babamın çalıştığı fabrikadaki Rum arkadaşları bizi uğurlamaya geldi. Zaharidos adlı zengin arkadaşı bir sandal tuttu. Bizi açıkta bekleyen Türkiye vapuruna kadar getirdi. Ayrılırken babama sarılıp ağladı. Bizi gözü yaşlı uğurladı. Vatanımızdan ayrılmak çok zordu. Gözü yaşlı ayrıldık Girit’ten, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 273.
Trilye’deki duruma benzer durumun örneklerine, kaynak kişilerin anlatımlarında Anadolu’nun ve Yunanistan’ın birçok yöresinde rastlanabilmektedir. Mustafa Güzelgöz isimli Ürgüplü bir anlatıcı, yöresinden örnek veriyor: “…Ama ne zaman ki Rumlar gitmeye başladı, onlar gidiyor diye Türkler ağladı; Rumlar ağladı. Sarıldılar birbirlerine. Duayeri denen semtten ayrıldılar; dayanamadılar”, Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.


kullandıkları lisanın da yeni vatanlarında karşılaşacakları bir sorun olduğunun farkındaydılar.129

Fotoğraf 7: Adalılar’ın Girit’teki evleri (1920)
TUNCAY HOCAM 5.png
TUNCAY HOCAM 5.png (195.89 KiB) 5793 kere görüntülendi
3.3. GİRİT MÜBADİLLERİNİN SÖKE’YE YERLEŞİMİ


3.3.1. Göçün Başlaması

1923-1925 yılları arasında Yunanistan’dan Anadolu’ya gerçekleşen göç hareketi, taraflar arasında yapılan ikili anlaşmalar sonucunda meydana gelmiştir. “30 Ocak 1923’te Lozan’da imzalanan Türk-Rum ahali mübadelesine ilişkin sözleşmenin 25 Ağustos’ta her iki ülke tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesinden sonra, 19. madde gereğince, göçmenlerin mübadelesine başlandı” (Çapa, 1990:49). Nüfus mübadelesi, kişilerin ırklarına, anadillerine bakılmazsızın sadece mensup olduğu din baz alınarak yapıldı. Kapadokya, Konya ve Karaman çevresinden gönderilen Ortodoksların, gerek dil, gerek yaşayış, gerek müzik, halk dansları, kıyafet, gerek 13.yüzyıla dek uzanan Rum alfabesi ile yazılmış Türkçe mezar taşlarına kadar, birçok unsur kanıt gösterilerek,



129 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın): “Gemide gelirken, aralarında Giritlice olarak (Ne yaparız Anadolu’da? Türkçe’miz de kıt) demişler.


onların Türkmen kökenli oldukları, ancak yaşayış biçimlerinin Sünnî İslam inanışına ters geldiği için Hıristiyanlığı seçtikleri yönünde birçok iddia vardır.

Aynı şekilde, batı Trakya’dan Müslüman oldukları için bir çok Arnavut, Makedon, Boşnak kökenli kişi zorunlu olarak Anadolu’ya göçmüşlerdir. Bunların aralarında başka küçük gruplar da vardır.130

Girit Müslümanları da adadan çıkartılırken, Osmanlı idaresi öncesi adada varolan Arap nüfus göz ardı edilmiş, Müslümanların adaya gerek kültürel gerek dil olarak ne derecede uyum gösterdikleri umursanmamıştır.131

Mübadele kararının alınıp, her iki ülke arasında anlaşmanın imzalanmasının ardından göç başladı. İlk mübadil kafilesinin Türkiye’ye varış tarihi 3 Aralık 1923’tür.132 Her iki ülke de hasat dönemine dek nüfus değişiminin bir an önce bitirilmesini arzuluyor, ekonomik kaybın asgari düzeyde olmasını hesaplıyorlardı.

3.3.2. Mübadillerin Yeni Yerleşim Yerlerine Ulaşımı


Birçok göçmen, ulaşım ve bekleme sürecinde salgın hastalıklardan dolayı hayatlarını kaybetmişlerdir.133 Göç esnasında ölüm oranı, doğum oranından dört kat fazla gerçekleşmiştir.134

Nüfus değişimi, daha çok deniz yolu ile gerçekleşti. Girit’in ve Batı Trakya’nın iç bölgelerinde yaşayanlar, limanların bulunduğu şehre yöneldiler. Mübadele anlaşması uyarınca ihaleler açılmış ve vapurlar tutulmuştu.135 Orta Anadolu’daki Rumlar, kara


130 Mübadelede, Müslümanlar diye, Trakya’dan birçok Çingene’yi de göndermişler. Devletin verdiği Rumlardan kalma koca konağı, her yıl bir odasını bozup kışın yakacak olarak kullanmışlar. Koca konak, üç beş yıl sonra kuşa dönmüş, Murat Uluğtekin, Osmanlıca IV Ders Notları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Ankara, 1999.
TBMM’de, mübadele anlaşmasında yer alan “Müslüman dininde bulunan Yunan tebaasından…” cümlesi sonradan çok tartışılmış, bazı mebuslar Türk kökenli olmayan ama Müslüman olan Arnavut, Rum ve diğer grupların Türkiye’ye yollandığı iddia etmişlerdi; bk: Çapa, agm., s: 57-63, vd.
131 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Eşimin dedesi Arap kökenli imiş. Trablusgarp’ta doğup askerliğini
yaptığı Girit’te kalmış.”
132 Mustafa Hatipler, age., s. 72.
133 Kaplanoğlu, Bursa’da Mübadele, s. 94.
134 İpek, age., s. 155.
135 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Hükümeti temsilen bir komisyon geldi; vapurlar tutuldu.”


yolu ya da tren ile çoğu kez Mersin’e, ikincil kafileler ise İstanbul’a, oradan da Yunanistan’a gönderiliyordu.136 Bu nüfus değişimi esnasında Türklerin Rumlara nazaran daha elverişli koşullara sahip oldukları kaynak kişilerin anlatımlarından ortaya çıkmaktadır.137
Fotoğraf 8: Göç Yolları
tUNCAY HOCAM 6.png
tUNCAY HOCAM 6.png (146.92 KiB) 5793 kere görüntülendi
Batı Trakya’da sınıra yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlar kara yolunu kullanarak kağnılar vasıtasıyla ya da tren ile yeni ülkelerine geçtiler.138 Girit göçmenleri, yerleşim yerleri bir ada olduğu için, doğal olarak sadece deniz yolunu kullanmışlardır.

136 Ailemiz köyden (Garıştıran, Keskin, Kırıkkale) 1923’te göç etti. Bizimle beraber altı aile de göç etti. Köyümüzden ayrıldığımızda aylardan Ocaktı. Önce Ankara’ya gittik; oradan Mersin’e geçmeyi düşünüyorduk. Ankara’ya ulaştığımızda tren yolu kapalıydı. Kırk gün Ankara’da kalakaldık. Sonra, Mersin’e indik. Bizi Yunanistan’a götürecek geminin gelmesini beklemeye başladık. Böylece, 1924’te göçmenleri toplayan bir gemiyle Pire’ye geldik. Garıştıran’ın diğer yerlileri ise 1924’te İstanbul üzerinden Yunanistan’a geldiler, Herkül Milas, age., s. 236.
137 “Ben 5 yaşındaydım; kardeşimse 4 yaşında. Götürdüler bizi Honaz’dan Eğridir’e macır olarak. Orda
kaldık biraz. Orada da hastalandık. Samanlık içinde kaldık. Pencereler, kapılar hepsi açıktı. Hiç kapatmadılar. Demek ki kötülükten… Biz orda üç kardeş, hepimiz hastalandık. Örüzgar [rüzgar] ve kar buradan esip karşıdan geçiyordu. Anam rahmetli üstümüze eğilerek bizi korudu. Karlar içinde, yalınayak, çıplak yürüdük. Anamın kardeşi 16 yaşındaydı. O öldü, bize bir şey olmadı. Buraya [Yunanistan’a] gelinceye kadar, Honaz’dan Mersin’e dört sene yürüdük. Bir köyden diğerine her gün götürdüler bizi. Ahırlarda, samanlıkta yatırıyorlardı. Ertesi gün muhacirdik gene. Dört seneden sonra getirdiler bizi Mersin’e. Ondan sonra geçtik bu tarafa; Yunanistan’a aldılar bizi. Ama ne yaptılar? Üstümüzde bırakmadılar bir şey, bir canımızla bıraktılar”, Kiryaki Spiroğlu (Drama-Yunanistan), Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 2, TRT, 2004.
Tokat’ın bir köyünden korku içinde, yalın ayak, aç, kardeşleriyle birlikte, kimden kaçtığını ve nereye
sığınacağını bilemeden aylarca yürüyen Prodromos: “1922’de dokuz yaşımda geldim Yunanistan’a. Ne ana var ne baba… Öksüz idik. Üç kardeşimle birlikte Rodos’tan Larissa’ya geldik. Burada 22 çadır vardı, orada kaldık”, Prodromos Tellioğlanidis (Kozanis-Yunanistan), Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 2, TRT, 2004.
Larissa: Yunanistan’ın Teselya bölgesinde, Larissa Ovası’nın ortasında, Pinios Irmağı kıyısında bir kent; Osmanlı kaynaklarında Yenişehr-i Fenar olarak geçmektedir.
138Pembe Horasan (Kuyucak-Aydın): “Yunanistan’da yeni, iki katlı evimizde iki sene oturabildik. Rumlar
bize (Güle güle, hayırlı yolculuklar) dediler. Gündüz vakti, birçok kişi, camızların çektiği arabalarla, yanımızda öküzler, un çuvalları, yatak yorganları da alarak Edirne’ye geldik. Edirne zaten bize çok yakındı ve orada akrabalarımız vardı.”
Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Selanik tarafından gelen kimi kafileler trenle gelmişler.”




Hükümetin yolladığı gemiler vasıtasıyla Türkiye’ye ulaşanlar olduğu gibi, mübadillerin varlıkları ölçüsünde özel gemiler tutarak Anadolu’ya ulaştığına şahit olmaktayız. Girit göçmenleri Anadolu kıyılarında ilk olarak Marmaris, Bodrum, Kuşadası, İzmir gibi limanlara çıkmışlardır; ardından iskân edilecekleri bölgelere dağılacaklardır.139

Fotoğraf 9: Karıştıran’da kilise (Keskin-Kırıkkale)140
tUNCAY HOCAM 7.png
tUNCAY HOCAM 7.png (105.96 KiB) 5793 kere görüntülendi
Mübadele sürecinde parçalanmış ailelere de tanık olmaktayız. Nereye, ne şekilde gidileceği net olmadığından, aynı aileye mensup bireyler farklı yollar denemiş, ya da günün olumsuz şartlarından dolayı birbirlerini kaybetmişlerdi. Parçalanmış aileler, ya




139 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Mübadele ile gelenler, maddiyatının olduğu derecede, kimisi özel gemilerle her şeyini getirmiş. (Hükümetin gönderdiği) gemi ile gelenlerin bir kısmı ise tıka basa gelmiş.” İbrahim Akaya (Söke-Aydın): “Girit’ten Rum ya da İtalyan gemisiyle gelmişler. Gemi personeli, kaptanı Rummuş. Çok iyi muamele etmişler; hep iyi muamele etmişler buraya kadar. İlk önce Güllük’te, Marmaris’e çıkmışlar fırtınadan dolayı. Sonra da İzmir’e…”
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Kavala’dan aynı gemiye yedi köy binmişler. Annemler tam on yedi sandık eşya yüklemişler. Yanlarına evcil hayvanlarını, kedi köpeklerini de almışlar. Yalnız, fazla ağırlık yapınca kaptan bunların hepsini denize atmış.”
Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Anne ve baba tarafım aynı gemiye binerek gelmişler. İzmir’e inmişler.” Ailesi ve kendisi Girit’ten tuttukları özel bir gemi ile Anadolu’ya gelen Zeki Adalı (Söke-Aydın) şu şekilde anlatıyor: “Biz, 1924 yılının yaz aylarında aşağı yukarı yirmi, yirmi beş aile ‘Yeni Türkiye’ vapuruyla geldik. Mallarımız Yunan kayıkçılarla ilk olarak Bodrum’a çıkarıldı. Hatta dükkânın ağaç fıçılar içersindeki zeytinyağları, Bodrum’un sıcağından açılıp sızdırmaya başlayınca, fıçılar şişsin diye denize atıyorlar. Ardından yüklenip Kuşadası’na gelindi.”
140 Garıştıran ya da Karıştıran, Kırıkkale ilinin Keskin ilçesinin 4 km. kuzeyinde, eski bir yerleşim yeridir.
Köyde 41 Rum aile (240 kişi) yaşıyordu. Günümüzde sadece kilise kalıntılarının bulunduğu köy, geniş, modern, güzel bir parka dönüştürülmüştür.tesadüf sonucu ya da bir yerleşim yerinden göçmenlerin genellikle aynı yere yerleştirildiğinden, sora sora birbirlerine kavuşmuşlardı.141

Fotoğraf 10: Mübadiller kendilerini Anadolu’ya götürecek vapura binerken


TUNCAY HOCAM 8.png
TUNCAY HOCAM 8.png (204.78 KiB) 5793 kere görüntülendi
Mübadillerin Girit’ten Anadolu’ya peyderpey geldiklerini ve adada kalanların, Türkiye’deki akraba ve tanıdıklarıyla haberleştiklerini, 15 Şubat 1924 ve 4 Mart 1924 tarihli iki mektuptan anlıyoruz. Mektuplarda, göç yolunda ölenlerin olduğu ve ailelerin bölündüğü belirtilmiştir. Nayet Karahasanaki adlı Giritli bir kızın babasına yazdığı satırlar bunları doğrulamaktadır:


141 “Tokat’tan geldim. Ama sırtta götürdüler beni, yalnız yürüyemiyordum. Yanımda kız kardeşim vardı. Babamdan, kız kardeşlerimden ayrı düştük hep. Buluştuk sonra. Burada çadırlarda kaldık. Kardeşlerim öldüler. Orada, burada aç, susuz… Hey! Neler çektik. Allah o günleri kimseye göstermesin”, Anastasia Tellioğlanidis, Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 2, TRT, 2004, Kozanis, Yunanistan.
Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD): “Aileler, Kızılhaç’ın yardımıyla Yunanistan’da tekrar birleşti.”
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Annem ağlayarak İstanbul’daki akrabalarını özlerdi. Aile hasreti çekiyordu.”
Zeki Adalı (Söke-Aydın): “Büyük ağabeyim Mehmet Ali, Atina’da askerlik yapıyordu. İkinci ağabeyim de askerlik çağında, 20 yaşındaydı. Babam, ikinci oğlumu da askere alacaklar, büsbütün ufaklarla kalacağım diye, oğlunun eline bir çıkın verip tanıdığı Rumların da yardımıyla, vapurla gizlice Mısır’a, oradan da Antalya’daki annemin akrabalarının yanına gönderiyor. Biz mübadele ile Söke’ye geldikten sonra o da buraya geldi.”
Berrin Süldür (Nazilli-Aydın): “Babamın babası ve onun kardeşleri Girit’ten Söke’ye geliyorlar. Girit doğumlu halası ise sonradan Anadolu’ya ulaşıyor ve Didim’in sahil kısmına iskân ediliyor. Fakat sürekli aramasına karşın kardeşlerinden yıllarca haber alamıyor. Bir akrabasını ziyarete Söke’ye geldiğinde, sora sora, sonradan Nazilli’ye yerleşen bizleri buldu. Benim ve kardeşlerimin, babamın yüzlerini okşardı; (nihayet akrabalarımdan birilerini bulabildim) der dururdu.”


…şimdi ne yaptığınızı, nasıl olduğunuzu bize yazın. Seyahatinizin nasıl geçtiğini çok merak ediyorum. Çünkü öğrendiğimize göre, orada ölenler ve ayrılanlar olmuş. Bu yüzden bana iyi olduğunuzu yazmanızı istemiyorum.142

Girit’tin Stiya kentinden Türkiye’ye gönderilen bir diğer mektuptan, Girit’ten ayrılan mübadillerin yolculukları esnasında büyük sıkıntı çektikleri,143 mübadele anlaşmasının imzalanmasına karşın, mübadillerin Girit’ten ayrılmakta zorlandığı ve hala “kaçmak”tan bahsettiklerini,144 Müslüman’ların artlarında bıraktığı evlerin bazılarının camlarının kırıldığı ve çoğunun kilitsiz şekilde açık durduklarını,145 Giritli Müslümanların adayı tamamen boşaltmadan, Anadolulu Rum mübadillerin adaya yerleştiğini146 öğreniyoruz.

3.3.3. Yerleşim Yerlerinin Tespiti


Muhacirlerin yeni yerleşimlerinin tespiti kurullar aracılığıyla gerçekleşti. Göz önünde bulundurulması gereken hususlar, aile sayısı, göçmenlerin üretim biçimleri, iklim gibi etmenler olması gerekirken bunlara fazla dikkat edilmediği ya da edilemediği ortaya çıkan bir gerçektir.

Devlet, ilk aşamada göçmenlere sistematik bir biçimde yeni yerleşim yerlerine yerleştirmeyi öngörmüştü. Dolayısıyla ilk başta belirlenmiş mekânlara yerleştirildiler. Bu yerleşim yerlerinin tespitindeki esas alınan, göçmenlerin alışık oldukları ekonomik geçimlerini sağlayıcı iklim koşullarına uygun yerler uygun görülmüştü. Fakat bu plan her zaman geçerli olamadı. İlk olarak, bu planın uygulanışında bir takım zorluklar bulunmaktaydı. Göç, 1923- 1924 yıllarının kış aylarında gerçekleşti ve yeni kurulan Türk devleti hazırlıklı olduğu söylenemezdi. Savaş esnasında göçmenlerin yerleştirileceği yerlerin ne denli hasara uğradığı ve yerli halk tarafından yağmalandığı belirlenemedi.147 Bir kısım göçmen, kendilerine gösterilen yerlere yerleşmede

142 Mektubun tamamı için bk: EK: 6.
143 “…Mektubunuzu aldım ve yaptığınız kötü seyahatte, acı ve sıkıntılardan neler çektiğinizi öğrendiğimizde çok üzüldük.”
144 “…Bir tanıdık bulduğumuzda biz de buradan acele ayrılmak istiyoruz. Iraklio’dan İzmir’e hareket edecek olan vapur için Iraklio’dan mektup bekliyoruz. Hatta Iraklio’ya gitmeyi ve oradan kaçmayı da bir şans eseri olarak düşünüyoruz. …Dafni’den Diyafetakis, annesiyle beraber Iraklio’ya kaçtı.”
145 “…Bazı birkaç evin camları kırıldı. …Buradaki evlerin çoğu kilitsiz ve açık duruyor.”
146 “…Buradaki evlerin bir kısmına gelen göçmenleri yerleştirdiler.” Bülentis Babalakis adlı Giritli mübadilin mektubunun tam metni için bk: EK: 7.
147 İpek, age., s. 41.


isteksizdi. Bu yüzden bir kısmı kendilerinin belirlediği yerlere gittikleri görüldü.148 Bunun yanı sıra yerleşim esnasında bir takım hatalarda yapıldı. Köylü sınıfı şehirlere, zanaatkârlarda kırsal kesime yerleştirildiler.149

Anadolu’dan ayrılan Rum nüfusun yoğun olduğu Batı Anadolu (özellikle Aydın, İzmir, Ayvalık hattı), Mersin, Adana, Güney Marmara (Sakarya, Bursa, Balıkesir), Orta Karadeniz (Samsun, Tokat) göçmenlerin yeni yerleşim yerleri olarak uygun görüldü. Fakat yerleştirme esnasında, göçmenlerin üretim modelleri fazla göz önüne alınmamış, Türkiye ve Yunanistan’da vahim hatalar yapılmıştır. Sanatkâr ve esnaf olan Anadolu Rumları, Türklerden boşalan, ekonomik açıdan tarım ve hayvancılığa dayanan köylere; tütün tarımı ve hayvancılık konusunda son derece yetenekli Batı Trakya Türkleri ise zeytin, incir ve bağcılığın yaygın olduğu Ege Bölgesine yerleştirilmişlerdir. Batı Trakya’da Anadolu’dan gelen Rumlar ile birlikte yaşam esnasında onların anlatıları da mübadillerin yeni yerleşim yerlerini seçmelerinde rol oynamıştır:

Selanik’te Türkler ile Rumlar birlikte üç-dört ay aynı evi paylaşmışlar. Orada, bizimkilerin yanında kalan Alaçamlı Rumlar, (Alaçam’a gidin; orada iyi tütün olur) demişler. Bazıları ise sakladıkları altınların yerini söylemişler. Bir kadın ise, (sakın Alaçam’a gitmeyin, orada bir kilit var; kapı kilitlendi mi bir yere kaçamazsınız) demiş. Herhalde kasabayı ikiye ayıran dereden bahsetmiş. Sel gelince köprü yıkılıyor ya, o olsa gerek. Ama tütün arazilerini ve altınları duyan bizimkiler Alaçam’a gitmeye ta Selanik’te karar kılmış.150

Mübadillerin, Anadolu’ya ya da Yunanistan’a ayak bastıklarında, ilk olarak özel bir takım yerlerde karantinaya alındıklarını kaynak kişilerin anlatımından yola çıkarak anlamaktayız.151 Mübadilleri yeni yerleşim birimlerinde bekleyen tehditlerden biri de salgın hastalıklardır. Her ne kadar Yunanistan ve Türkiye’ye girişlerinde karantinadan


148 Kaplanoğlu, age., s. 111.
149 İpek, age., s. 82, 162-163.
150 Fatma Kıyıcı (Tuzla-İstanbul)
151 Biz Temmuz ortalarında, Selanik Limanından Sakarya Vapuru’na bindik. Altı gün yol aldıktan sonra, vapur bizi Urla yakınlarındaki Karantina Adası’na bıraktı. Orada hepimizi karantinaya götürdüler. Anadolu’ya hastalık getirmeyelim diye, bizi dezenfekte ettiler; bir mübadilden aktaran: Engin Berber, age., s. 42-43.
Anadolu Rumları, eğer Mersin limanından hareket ettilerse, genelde önce ağırlıklı olarak Ege adalarından Rodos’a uğruyorlar. Ardından da karantinadan geçmek üzere Pire limanı yakınlarındaki küçük adacıklarda, zorunlu olarak bir süreliğine ikamet ettiriliyorlardı. Pire’de, Aziz Yorgos’ta on beş gün karantinada kaldık. Saçlarımızı kestiler; bir mübadilden aktaran: Herkül Milas, age., s. 192.


geçmişlerse de salgın hastalıklardan kurtulamamışlardır.152 Özellikle küçük ve ileri yaşta olanlardan sıtma, tifo gibi hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybedenlerin de olduğu bir gerçektir.153

Fotoğraf 11: Kilizman Karantinası

TUNCAY HOCAM 9.png
TUNCAY HOCAM 9.png (115.94 KiB) 5793 kere görüntülendi
Mübadillerin daimi yerleşkelerine ulaşmadan önce, geçici olarak bir süreliğine başka mekânlarda konakladıkları da olmuştur.154

Dar alanlarda olsa da göçmenlerin kendi köylerini seçmelerine izin verildiği gözlemlenmiştir. Göçmenlerin tercih ettikleri yerler, bu gibi durumlarda eski memleketlerine en çok benzeyen ve en iyi yapabildikleri işi Anadolu’da gerçekleştirebilecekleri yöreler olmuştur. Örneğin, Batı Trakya’dan gelen mübadil bir grubun kendilerine en uygun gördükleri yer, tütün tarımının yapıldığı yerlerdir.155

152 Zeki Adalı (Söke-Aydın): “Sıtma geçirdik.”
153 Bilal Türkoğlu: “Mübadillerden Söke’ye yerleşen gruptan, sıtma geçirerek ölenler çok oldu. Özellikle çocuklar dayanamadılar. Ama Söke ovasının çoğu bataklıktı o günlerde; sivrisinek de çoktu.”
Girit’in iklimi ılımandı. Burası ise soğuktu. Geçim çok zordu. İnsanlar buranın iklimine, hayat şartlarına alışıncaya kadar çok zorluk çekti. Çok ölen oldu, Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 274.
154 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir): “Gemiyle İzmir Kemer İstasyonuna çıkıyorlar. Orada misafirhaneye yerleştiriliyorlar tam on dört köy.”
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “İzmir limanına geldikten sonra Kemer’de çadırda duruyorlar. Ardından, Gaziemir’de çadırda az bir süre kalıp devlet tarafından, vilayetin kontrolü altında iskân ediliyorlar. Fakat İskân Komisyonu kurulmadan önce, herkes serbest biçimde boş bulunan Rum evlerine oturuyor.”
155 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir): “Gemiyle İzmir Kemer İstasyonuna çıkıyorlar. O zamanın valisi
Kazım Girit Paşa, nerede eski Rum yerleşimi varsa orayı bildiriyor. Her köyden bir iki kişilik kafile belirlenip, bu yerlerden beğenilmesi isteniyor. Bizim kafile önceden Kuşadası’na bağlı Çirkince’ye geliyorlar. Kavala’da tütüncülükle geçiniyorlardı. Bakıyorlar burada bol bol hayvancılık olur, dağları bol burayı seçiyorlar. Nasip kısmet işte… Böyle bir kazayı doldurmak kolay değil tabii ki, sadece Kavala’dan bir köy değil, dört köy buraya yerleşmeye geliyor.”
Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Herkesi beğendiği yere gönderiyorlarmış. Bizim Müştiyenliler İzmir’de kalmak istememiş, orayı beğenmemişler. Kuşadası’nda da sivrisinek çokmuş. Selçuk da bataklıkmış.




Yunanistan’da şehirli nüfus, Anadolu’da yine şehir merkezlerini; kırsalda yaşayan ve geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan kesim ise, bu faaliyetlerine uygun, geniş tarım arazilerine sahip, merkezi olmayan kırsal bölgeleri tercih etmişlerdir.156 İskân işlemi köy köy gerçekleştirildiğinden, Yunanistan’da yan yana olan köylerin iskân anında farklı coğrafyaya dağıldıkları da olmuştur.157

Giritliler de daha çok Anadolu’nun sahil kısmına yani, iklim ve üretim modeli olarak Girit’e benzer yerlere yerleştirilmiş ya da bu gibi yerler, Giritli mübadillerin tercih ettikleri sahalar olmuşlardır.158 Giritlilerin, daha önceleri Girit’ten kaçanların yerleştiği mekânları seçtikleri de olmuştur.159

Fotoğraf 12: Girit göçmenleri, mübadeleden hemen sonra (1924)
TUNCAY HOCAM 10.png
TUNCAY HOCAM 10.png (82.32 KiB) 5793 kere görüntülendi
Oranın ovası çok zengin, ama (biz burada sivrisinekten ölürüz) demişler. Şirince o zaman nahiye imiş. Köyü verimli görmüşler. Zeytin ağaçları, bağlar çokmuş; havası temizmiş, sivrisinek de yokmuş. Bu sebepten Şirince’ye yerleşmişler.”
156 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Kavala merkezinde oturanlar İstanbul, İzmit, Ankara, İzmir gibi
şehirlere yerleşmişler. Buraya (Şirince) yerleşenler köylerden gelmişler. Hepsi tütüncülerdi.”
157 Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Köy köy iskân edilmişler. Akrabalarımız Muğla ve Denizli’ye de dağılmış.”
158 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Bizim Giritliler hep deniz kenarlarına, Dörtyol, Adana, Tarsus, Mersin, Çeşme, İzmir, Söke ve Ayvalık’a yerleşmişler. ”
159 Zeki Adalı (Söke-Aydın): “İskân alanımız Söke idi. Arazisi de bol olduğu için buraya yerleştik.
Bizden çok önce Girit’ten buraya gelenler olmuş; birbirleriyle temas ediyorlar, duyuyorlar.”


Göçmenlerin dayanışma amaçlı ilk önce gettolaşma yolunu tercih ettikleri gözlemlenmiştir:


İzmir’den sonra Söke’ye geçiyorlar. İzmir’e gelince yaşlılar gezmiş, akrabalarını, tanışlarını aramışlar. Zaten Söke’de Girit’ten daha önce gelenler vardı; belki akrabaları da vardı. Onlar, mal, mülk sahibi olmaya başlamış. Bazıları onların yanına yerleşmiş. Şimdiki Atatürk (İstasyon) Mahallesinin adı, o zamanlar Sultaniye Mahallesi imiş. Sultan Hamid zamanında, mübadeleden önce Girit’ten kaçıp gelenler oraya yerleşmişler. Orası hep Giritli idi. Giritliden başkası yoktu orada. Ama kaç kişi önce gelmiş bilmiyorum.160

Girit mübadilin bu anlatımını, Öztürk (2002:65) şu şekilde doğruluyor: “Girit göçmenlerinin dağıtıldığı önemli yerlerden birisi de, Söke’de Sultan Abdülmecit’e izafeten oluşturulan Mecidiye Mahallesi ile yine göçmenler için oluşturulan ve II. Abdülhamit’e izafeten oluşturulan Ma’murat-ül Hamit Köyü idi”.

3.3.4. İskân Sorunları


Türkiye’nin Balkan harbinden sonra karşı karşıya kaldığı göç dalgasının önemli bir kısmı adeta bir kaçış niteliğini taşımakla birlikte, belli bir kısmı da belirli anlaşmaların sonucu olmuştur. Türk hükümeti Anadolu’yu terk eden Yunan ve Ermenilerin geride bıraktıkları evleri yeni gelen mübadillere dağıtmayı düşünüyordu. Fakat Rumlardan kalan evler ve araziler Türkler tarafından yağmalanmış durumdaydı. Aslında, Rumlar evlerinde hemen hemen tüm mal varlıklarını bırakarak kaçtılar.161 Kap, kaçak, yorgan ve hatta kapı ve çerçeveler bile yağmalanmış durumdaydı.162 Bazı yerli Türkler, hiçbir hakları olmadığı halde Rumlardan kalan malları sahiplendiler.163 Ayrıca, savaş durumu dolayısıyla birçok arta kalan malda büyük hasara uğramıştı.164 Mübadiller, “savaş yıkıntılarını taşıyan topraklara, tüm doğramaları ateş yakmak için kullanılmış” evlere yerleşmek zorunda kalıyorlardı.165 “Eski Aydın Vilayeti de iskân mıntıkası içindeydi; ancak burada yalnız Türk ve Rum köyleri değil şehirler de Yunanlılarca yakılmıştı”

160 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
161 Yalçın, age., s. 225. Fakat İpek, Rumların tüm eşyalarını yanlarına aldıklarını belirtir; krş: Mübadele ve Samsun, s. 38.
162 Yalçın, age., s. 176.
163 İpek, age., s. 93, 109.
164 Kaplanoğlu, age., s. 84.
165 Akgün, Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu, s. 255-256.


(Çapa, 1990: 52). Ermeni ve Rumlardan kalan bazı fabrikalar, dükkânlar ve evler devlet tarafından kamulaştırılmıştı.166 Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat Nutuk’ta yazdığı üzere (1980:489), “mübadele ve iskân işleri pek de iyi yürümemişti”.

İskândan önce, mübadil sayısının yüksekliği ve iskân için gerekli kuruluşların işlevleri tam olarak oturtulmadığı için mübadillerin iskânı meselesi sorun olmuş, birçok mübadil kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalmıştır. Mübadillerin iskânındaki en büyük sorun, Rumlardan kalan malların yerli halk tarafından işgale uğraması ve iskânda görevli memurların ve yerel idarecilerin keyfi davranışları olmuştur:

Gaziemir’de, bizden (muhacirlerden) başka kimse yoktu; yerli halk da yoktu. Açıkgözlüler boşta olan evlere girmişler. Boşta kalanlar kendi evlerini yapmaya çalışmışlar. Nahiye müdürü arsaları para karşılığı, parası alanlara veriyormuş. Kim gelirse gelsin 500 liraya arsaları veriyormuş. Benim babam da para verecek gözde biri değil. İki üç gecede evini yapmış. Nahiye müdürü de halk korksun, kendi başlarına iş yapmasınlar diye babamı mahkemeye vermiş. Fakat babam hâkimi ikna etmiş. (Geldim buraya, eve ihtiyacım vardı; burası boş arsaydı) demiş.167

Fotoğraf 13: Mübadillerin Gaziemir’de yaptıkları ilk evlerden birisi
TUNCAY HOCAM 11.png
TUNCAY HOCAM 11.png (98.62 KiB) 5793 kere görüntülendi
Mübadiller bir şekilde yeni yerleşim yerlerine iskân edildikten sonra, başka bir takım sorunlarla karşılaştılar. İlk problem, yerleştirildikleri yerleri beğenmeyip başka yörelere göçmek olmuştur. Bir diğeri, Rumlardan kalan malların birçoğunun kullanılmaz durumda olmalarıydı. Ekonomik ve kültürel problemlerle de boğuşmuşlar ve yeni vatanlarına tutunabilmek için çok çaba harcamışlardı.


166 Kaplanoğlu, age., s. 117.
167 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir)

[/co[/color][/i][/b]lor][/i][/b][/i][/b][/i][/b][/color][/i][/b][/i][/b][/color][/i][/b][/color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:39

Mübadiller için belirlenen yerleşim yerlerinde biri olan Söke ve köylerine, daha çok çiftçilik, bağcılık ve zeytincilikle uğraşan, Drama, Serez, Karaferya, Alasonya, Langaza, Gevgili, Kavala, Selanik, Preveze ve Girit’ten gelen göçmenler yerleştirilmiştir. Girit’ten Söke’ye mübadele anlaşmasından sonra 85 aile gelmiştir.168 Söke’de toplam Girit muhaciri konusunda bir kaynak olmasa da, kaçarak gelenler ve mübadele sonrası yer değiştirip Söke’de iskan edilenlerin sayısının, 1923’te gelenlerin üç katı olduğunu kaynak kişiler belirtmişlerdir. Basit bir hesapla toplam 340 aile ve her ailede beş kişi olduğunu varsayarsak, Girit’ten Söke’ye yaklaşık bin 700 kişinin 1908 yılından itibaren geldiği sonucuna ulaşmış oluruz. 4 Haziran 1900’daki sayımda Girit’in Müslüman nüfusunun 33 bin 496 olduğu169 göz önüne alındığında, Girit’in Müslüman nüfusunun
%5’inin Söke’yi tercih ettiği sonucuna ulaşabiliriz. Girit göçmenleri bazında bu oran az olsa da, göç hareketlerinin hayli yavaşladığı 1927 yılında Söke’nin nüfusunun 24 bin 204 olduğunu170 ele alırsak, Söke’nin toplam nüfusunun %7’sini Giritli göçmenlerin oluşturduğu sonucuna varabiliriz.

3.3.5. İlk Yerleşim ve Yer Değiştirme Sorunu


Yerleşim aşamasında göz önüne alınmayan koşullar gibi nedeniyle iç göç değişimine de tanık olmaktayız. Komisyonlarca uygun gösterilen yerleri, arsa, toprak yapısı, ev, iklim, merkeze uzaklık gibi sebeplerle beğenmeyen göçmenler, Anadolu’da yeni yerler aramaya koyuldular. Örneğin, Batı Trakya’dan gemiler ile Samsun’a, oradan tren ile Elazığ, Sivas gibi Doğu Anadolu’ya gönderilen muhacirler, toprağın ve iklimin tütün tarımına elverişli olmaması, köylerin harap durumundan dolayı, köylüleri ya da yakın köylerden göçmüş kişiler ile bir arada olabilmek için tekrar bir göçü gerekli görmüşlerdir. Aynı şekilde, Selanik civarından Trabzon’a gönderilen göçmenler de yeterli arazinin olmaması, sürekli yağan yağmur nedeniyle Samsun’a geri gitmeyi yeğlemişlerdi. İç göç değişiminin sanılandan daha yoğunlukta olmasından dolayı, mübadelenin ilk aşamasında gerçekleştirilen hangi kente ne sayıda göçmenin yerleştirildiğine dair istatistikler, bir bölgedeki mübadil sayısını saptamak amaçlı güvenilir değillerdir:


168 Öztürk, Cumhuriyet Döneminde Söke’ye Yapılan Göçler (1923-1989), s. 66-72.
169 The Encyclopedia of Islam, Volume I, Crete, s. 879
170 Öztürk, agm., s. 70.


Samsun’da dağıtım olmuş. Bizim aileyi, Çor köylüleriyle birlikte Sivas’a ‘mürettep kılmışlar’; yani Sivas’a yerleşmemiz gerekiyormuş. İskandan sorumlu yöneticiler ‘Sivas’a gideceksiniz!’ diye tutturmuş. Annemin ısrarı ile Sivas’a gitmişiz. Sivas’ta bizim aileyi bir medreseye yerleştirdiler. Ben her gün kovayla gidip fasulye, pilav getiriyordum. Bu yemekler olmasa aç kalacağız. İş yok! Babam iş arıyor. Soğuk bir günde annem doğum yaptı. Hâlâ medresede kalıyoruz. Ben askeriyeden yemek taşıyorum. Büyüklerimiz uzun uzun düşündüler. Sivas’ta kalmak mümkün değildi. Tekrar gerisin geri Samsun’a kaçmaya karar verdiler. Serbestçe, istediğin yerde kalmak yasak... Devletin gösterdiği yerde kalınacak! Jandarmalar bizi Tokat’ta yakaladı. Hemen oraya iskân edildik. Babam, amcam iş arıyor. Ne iş var ne güç! Samsun’da hiç olmazsa tütün işi var. O sıralarda Samsun iskân müdürü olan Ahmet Efendi, Kayalar’dan bizim komşumuz. Babam ona dert yanmış. Samsun’a iskân edilmeleri için yardım istemiş. Ahmet Efendi bir yolunu bulup bizim aileyi Samsun’a iskân etmiş.171

Girit mübadillerin bazıları ilk yerleştirildikleri sahalardan ekonomik172, sağlık173 ya da başka sebeplerden174 ötürü ayrılmışlardır. Bu esnada ailelerde bölünmelerde olmuş, mübadiller Türkiye’nin farklı coğrafyalarına dağılmışlardır.175

[Girit’ten gelen] muhacirlerin çoğu İzmir’e ya da daha iyi yaşayabilecekleri yerlere göç etti. Burada [Cunda] genellikle köyden gelenler kaldı.176

Girit’ten Söke’ye yerleşen mübadillerin bir kısmı da, yakın bölgelere çoğunlukla ekonomik sebeplerden ötürü göç etmişlerdir. Girit mübadillerinin günümüzde bir grup

171 Kemal Yalçın; age., s. 257-258.
172Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Selçuk’taki bataklık kurutuldukta sonra, orada toprağı olan,
Şirince’deki evini yıkmış, gitmiş Selçuk’a.”
Genelde sahil kesiminde ikamet eden Giritli mübadillerin yerleştiği en iç bölge, Aydın’ın Nazilli ilçesidir. Bunun sebebi, 1936 yılında faaliyete geçen Sümerbank Basma Fabrikasına işçi alımları sırasında, muhtaç durumda olan mübadillerin, fabrikaya işçi olarak başvurup Nazilli’ye yerleşmesi olabilir; TES.
173 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın): “Mübadele ile gelenler, ellerindeki belgeye göre bağ, zeytin, ev
almışlar. Kayınpederimin Girit’te altta kahve üstte evi varmış. Mübadele ile gelince Gemlik’te deniz kenarında aynen altta kahve üstte ev vermişler. Ama sıtma salgını baş gösterince –ki bu hastalıktan çok zayiat vermişler– küçük çocuklar dayanamamış ölmüşler. Biz burada dayanamayacağız diye ve babamın da Söke’ye geldiğini duyunca, bütün malları Gemlik’te bırakıp Söke’ye yerleşmişler. Sonra sonra burada mal edinmeye tekrar başlamışlar.”
174 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir): “Çirkince’ye geldiklerinde bakmışlar ova aşağıda, çalışmak zor.
Memlekette tütüncülük yaparlardı. Oysa ova Selçuk’ta, uzakta idi.”
175 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Aile İzmir’e geldikten sonra dağılıyor. Kimi İstanbul’a, Ödemiş’e,
İzmit’e gidiyor.”
İbrahim Akkaya (Söke-Aydın): “Bizimkiler bir ara (Türkiye’ye geldikten sonra) Söke’den Mersin’e gitmişler. Orada altı ay, bir sene kalmışlar. Orada kalanlar olmuş, fakat bizimkiler yine bu tarafa geri gelmişler.”
176 Giritli bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın; age., s. 275.


olarak yerleştikleri denizden uzak en iç bölge Aydın’ın Nazilli ilçesidir. Mübadiller Nazilli’ye 1937’de açılan Sümerbank Basma Fabrikasına işçi olarak gelmişler ve burada kalmışlardır:

Girit’ten Söke’ye geliyorlar önce. Sümerbank fabrikası açılınca, Nazilli’ye geçiyorlar. Fabrikada verilen işçi ücreti haricinde, ısıtma (talaş), elektrik ve su ücretsizdi. Yılda bir defa binalar badana yapılırdı; çocuk sineması bile vardı. Bu olanaklarından dolayı ailem Nazilli’ye yerleşti. Bodrum’a iskân edilen mübadillerden de, orada kendilerine verilen malları mülkleri bırakıp Nazilli’ye çalışmak için gelenler vardı.177

3.4. MÜBADİLLERİN SÖKE’DEKİ YENİ YAŞAMLARI


3.4.1. Sosyo-Ekonomik Sorunlar


Türk ve Rum muhacirler yeni yerleşim yerlerinde, her ne kadar savaşlardan ötürü hasara uğramış alanlar buldularsa da kurulu bir düzene gelmişlerdi. Evler, tarlalar ve bahçelerin bir kısmı bakımlı ve işlenmeye hazırlardı.

Muhacirler, iskân edilirken tam anlamıyla kendi üretim modellerine uygun olan bir yerleşim merkezine yerleştirilemediler. Aslında her iki devlet için de bu son derece zordu. Yüz binlerce kişinin öncelikli olarak barınma sorunu vardı ve zaten hazırlanmak için yeterli süre kendilerine verilmemişti. Ayrıca her göçmen aile için, eski memleketlerine uygun yeri bulmak da oldukça zordu. Batı Trakyalı tütün tarımı yapan binlerce aile varken, Rumların Anadolu’da bıraktıkları topraklarda zeytin, üzüm gibi ürünlerin yetiştirildiği, Trakya mübadillerine uygun olmayan özelliklerde binlerce dönüm tarla vardı. Anı şekilde, esnaf ve sanatkâr olan Anadolu Rumlarına, Yunanistan’da uygun yeri bulmak kolay değildi. Çünkü giden Türkler, geride tütün ekimine uygun tarlalar ve büyükbaş hayvan bıraktılar.

Yunanistan’daki durum Türkiye’den daha vahimdir. Mübadele anlaşmasından önce gelenlerle birlikte toplam bir buçuk milyon göçmenle baş etmek zorunda kalan Yunan hükümeti, mal dağıtımında büyük sorunlarla karşılaşmıştı. Bunda, giden Müslümanların

177 Berrin Süldür (Nazilli-Aydın)


sayısının gelenlerin ancak üçte biri olması, onların da mal mülk açısından Anadolu Rumları ile karşılaştırılamayacak derecede olması etkindir. Gelen bir buçuk milyon göçmenin çok büyük kısmı, mübadele komisyonları tarafından verilen mal beyannameleri olmaksızın gelmişler; ellerinde belge olanlar da daha çok İç Anadolu’dan gelen kırsal kesim insanları olduğundan, şehirli Rumlar kadar zor durumda kalmamışlardır. Şehirli Rum nüfus ise, iskân edildikleri, Türklerin terk ettikleri köy ve kasabalara alışamamış, Yunanistan’da da iç göç değişimi açısından yoğun nüfus hareketleri gerçekleşmişti. Göçmenlerin iskân sorunları, Yunanistan’da ancak 1390’larda çözülebildi178. Devletin dağıttığı sınırlı miktarda mal da belirli koşullarla göçmenlere veriliyor, en büyük şart olarak da evli olmaları koşulu aranıyordu. Eğer göçmen Rumlar, Rum Ortodoks Kilisesi’ne mensuplarsa onlara devlet yardımlarda bulundu; ama değillerse, örneğin Protestan iseler, Yunan Hükümeti onlara destek olmadı.179

178 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Renee Hirschon, Mübadele Çocukları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2000.
179 Anadolu’dan Yunanistan’a giden göçmenlerin çektikleri sıkıntılara değin birçok çalışma mevcuttur. Aşağıda, yer alan mübadillerin kendi ağızlarından aktarımlar, Yunanistan’daki zorluklara açıklık getirebilir:
“Memleketlerinden geldiklerinde küçücük, masum kız çocuklarıydılar; ama devletin göçmenlere dağıttığı, Türklerden kalan mallardan pay alabilmeleri için aileleri onları hemen evlendirmişti. Aynı gün, aynı kilisede biri marangoz, öteki yapı ustası iki arkadaşla evlendirildiler. Onlar da göçmendi”, Yorgos Yoannu, Yegane Miras (Çev: Müfide Pekin), İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. Prodromos Tellioğlanidis (Kozanis-Yunanistan): “1930’da “dionimi” veriyorlardı, ama kim evliyse. Ben 17 yaşındaydım. Bunu (Anastasia) çaldım; evlendim. 45 dönüm tarla verdiler”, Doğduğum Topraklar-‘Mübadele’, Bölüm 2, TRT, 2004.
Buraya geldikten sonra çadırda kalırken, Çirkince’de, Türkiye’de rahat rahat geçinenler, zengin olanlar dayanamadılar. Çoğu öldü. Çirkince’de gölgeden güneşe çıkmayanlar, çalışmayanlar, kaba insanlar çok öldü. Gölge fesleğenleri çabuk öldü. Türkiye’de, Çirkince’de çok çalışanlar, ezilenler, pişkin insanlar, fakirler dayandı rezilliğe, zorluklara, Kemal Yalçın, age., s. 142.
Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Selanik’te bir bayanla tanıştık. Edremit’ten gelmişler. Orada her şeyleri varmış; babası toprak ağasıymış. Dedi ki bana (Yıllarca çalıştıktan sonra bir ev sahibi olabildik)”.
Rum muhacirlerinin Yunanistan’da karşılaştıkları tek sorun, göçmen olmanın zorlukları değildir. Ulus- devlet yaratma gayesini güden Yunanistan’da, hâkim olan dinsel inanış Ortodoksluktur; dolayısıyla Yunan hükümeti Anadolu’dan gelen, misyonerlerin etkisiyle vaktiyle Protestan mezhebine geçmiş Rumlara pek sıcak davranmamıştır:
Ernest Muncherian (Kaliforniya-ABD): “Yunanistan, 1900’lerin başında katı bir Rum Ortodoks ülkesiydi. Protestanlara yardımda bulunmadı. Eğer Türkiye’den gelen Rumlar Ortodoks Kilisesi’ne mensup iseler onlara yardım ettiler, ama Protestanları ikinci sınıf vatandaş olarak gördüler.”
Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD): “Yunanistan’da zor günler geçirdiler. Yunanlılar, onları kardeşleri gibi değil, rahatsızlık ve külfet olarak algıladı. Kamplarda yaşadılar ve ardından onlara ev yapabilmeleri için bir parça toprak verildi. Tütün ekip tarlada çalıştılar. Annemin ailesi ve diğerleri, Yunanistan’da yalnız bir ‘sıkıntı’ olarak algılandıklarından değil, ayrıca Ortodoks yerine Protestan oldukları için de çok acı çektiler. Çok geçmeden annemin iki kız kardeşi Meksika’ya göç etti.” Yunanistan, ‘Küçük Asya Bozgunu’ olarak isimlendirdikleri, başarısızlıkla sonuçlanan Anadolu macerasının ardından bir dizi iç karışıklıklar geçirdi. Hükümet değişiklikleri, darbeler birbirini izledi. II. Dünya Savaşı ve Alman işgali, Yunan iç savaşı, açlık, sefalet, işsizlik, salgın hastalıklar (tifo, dizanteri), konut sorununun henüz çözülememiş olması gibi bir dizi sebepten ötürü, birçok Anadolu göçmeni, bir başka ülkeye göç etmeyi tercih etti. Günümüzde batı ülkelerindeki ‘Rum Diasporası’nın kökenini bu nüfus hareketi oluşturmuştur.



Göçmenler, evlerine yerleştikten ve kendilerine tahsis edilen arsaları aldıktan sonra kendi başlarına bırakıldılar. Tarım ve hayvancılık, uzun süre isteyen ve yoğun emek gerektiren uğraşlardı. Batı Trakya’ya yerleştirilen Anadolulu Rum bir kunduracı, kendisine verilen ineklere bakamadı; bir süre sonra bu hayvanları kesmek zorunda kaldı. Yunanistan’dan gelen bir muhacir, arsasındaki zeytinliği kesti, odun olarak kullandı. Her iki göçmen grubu da kendilerini geçindirmesi beklenen üretim modelini bilmiyordu. Açlık ve parasızlık içindeydiler ve yeni uğraşlara alışmaları, öğrenmeleri için süreleri yoktu. Kendilerini ve ailelerini geçindirmek için en iyi bildikleri şeyi yapmaya karar verdiler. Eski kurulu düzen güzel olabilirdi. Ama onlar için bir anlamı yoktu. Göçmenler bu kurulu düzeni sürdürmekte pek başarılı olamadılar. Bunda, göçmen psikolojisini irdelemek yerinde olur. Yarın yine göçmen olarak yollara koyulmayacaklarını kimse garanti edemezdi.

Ailem buraya altın para ile gelmiş. Babam 225 sarı lira getirmiş. Buraya geldikten sonra da tütüncülük yaptık. Tütün o zamanlar çok geçerliydi. 1926 yılına kadar sağda solda kaldık. Ancak o yıldan sonra insanlar kendilerini toparlamaya başladılar. Fakat ceplerinde para da kalmayınca ne ile geçinecekler? Gaziemir’de Rumlardan kalma ağaçları, zeytinlikleri kesip İzmir’e getiriyorlar. Bir eşek yükü odunu iki ekmeğe satıyorlar. Bundan dolayı zeytinlikler kısmen azalmış oluyor. Bilmedikleri için bağcılığı da sürdüremeyip bağları söküyorlar; tütün yapıyorlar. Ama bunların suçlusu o günkü hükümet. Her ne kadar Atatürk, muhacirleri verimli mıntıkalara, kendi mizaçlarına uygun yerlere yerleştirdiyse de onlara burada yön gösterecek kimse yokmuş. O zamanki vali de pek anlayışlı davranmadı. Madem bizi buraya yerleştirdiniz, bu bağı, bahçeyi koruyucu önlemler arayın. Buraya gelince millet bihaber her şeyden. Yalnız karnını doyurmaktan başka bir şey bilmiyor. O meyveyi, sebzeyi satacak bir Pazar bulabilseler… Bu, mali idarecilerin suçu… Atatürk İzmir’e İktisat Kongresi için geldiğinde, karşısına bakkal ve keresteci çıkıyor. Keresteci de Alsancak yandığı için o keresteleri satan kişi.180

Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD): “Ben, dört yıl süren Yunan iç savaşının ardından 15 yaşındayken ABD’ye geldim. Babam bu iç savaşta öldürüldü. Bu olay beni, annemi ve teyzemi, hayatta kalan diğer Türkiyelilerin yaşadığı ABD’ye itti.”
180 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:43

Babamın Şirince’de aldığı bahçe çok güzeldi, kat kattı. Bir katında elma, bir katında şeftali, dut, kirazdan kestaneye kadar her çeşit ağaç vardı. Hep bunları bozdular, tütün ekmek için tarla yaptılar.181

Göçmenlerin ilk yıllarda kayda değer bir katkı yaptıkları söylenemez. Dolayısıyla ilk yıllarda Anadolu ekonomisine verim sağladıkları da olmamıştır. Kaplanoğlu (1999:131), bu durumu psikolojik motivasyon eksikliğine bağlar. Göçmenlerin ilk yıllarda geri dönme ümitlerinin olduğunu belirtir. Geri dönüş gününü beklemişler ve yeni yerleşim yerlerine, ekonomik aktivitelere ve sosyal yaşama adaptasyonları zor olmuştur. Amaçları sadece geri dönüş vaktine dek yaşamlarını sürdürmekti. Bu inanış onların ekonomik verimlikleri önünde büyük bir engel oluşturmaktaydı. Ne zaman ki geri dönüş ümitleri kayboldu, tekrar üretime geçtiler. Kendi üretim modellerini ve yeteneklerini ve çalışkanlıklarını bu aşamadan sonra ortaya döktüler. Beraberlerinde getirdikleri kültürü, Anadolu kültürü ile harmanlayıp becerilerini ekonomik aktivitelerini ve sosyal yaşamlarını Anadolu ya adapte ettiler.

Mübadele Anlaşması kapsamında oluşturulan Mübadele Komisyonları, gerekli sayımları yapmış ve göçmenlere, yeni yerleşim birimlerinde ibraz etmek üzere, ne kadar malları, mülkleri varsa bunları belirtir belgeleri vermişti. Göçmenlere Yunanistan’daki mallarının karşılıklarının Türkiye de ödeneceği söylenmişti. Bu yüzden, Yunanistan da bıraktıkları malların dökümünü içeren belgeler göçmenlere verilmişti. Buna karşın, bu durum tam olarak uygulanmamıştır.182 Kaplanoğlu (1999:83), bazı göçmenlerin Yunanistan’dan ayrılmadan önce sahte belgeler düzenlediklerini, oradaki mallarını sattıkları halde satmamış gibi bilgi verdiklerini belirtir.

Her iki ülke de anlaşmanın gerekliliklerini yapmaya yoğun özen gösterdi. Fakat Yunanistan, nüfusunun üçte biri kadar kalabalık olarak gelen muhacirle derhal başa çıkamadı. Giden Türk nüfus, gelenlerin dörtte biri kadardı ve göçmenlere dağıtılacak yeterli mülk bulunmuyordu. Yunanistan göçmenlere düzenli mal dağıtımını ancak 1929’dan sonra başlayabildi. Türkiye ise, Rumlardan kalan arazi, mal ve mülkün fazla ve gelen nüfusun gidene göre az oluşundan ve coğrafi olarak göçmenleri geniş alana yayabildiğinden, mal dağıtımına erken başlayabildi. Yunanistan’daki mallarına karşılık

181 Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir)
182 Yalçın, age., s. 177, 229.


Türkiye’den mal edinmek isteyen her muhacir, belgelerini ibraz ettiği müddetçe karşılığını alabildi183. Yalnız, arazi dağıtımında, evlere uzak ve bataklık oluş gibi bir takım sorunlar da yaşandı. Belgeler haricinde, kişi başına ya da aile nüfusuna göre dağıtılan malların miktarlarındaki çeşitlilik, bu konuda da genel bir uygulamanın olmadığının göstergesidir.

Dedeme Girit’teki mallarına karşılık Didim’de arsa vermek istemişler. (Ben tarlayı ne yapayım? Ben çalışamam sivrisineğin içinde) demiş; çünkü sanatkârdı. 50 kilometre uzaklıkta bir tarla, o zaman için iki gün istiyordu yaya olarak. Devlet götürmüş dedemi, göstermişler tarlayı; o da istememiş. Babam da hep kızardı dedeme (Al da dursun orda; ne diye geri teptin nasibini?) derdi.184

Benim yaşta gelenlerden mal almak istemeyenler olmuş. (Ben ne yapayım gavurun malını, yaptığını ettiğini? Gavura yar olmamış da bana mı olacak?) demişler. Ama mübadele anlaşmasına göre –terfiz185 deniyormuş o zaman– memleketten gelirken 50 dönüm, 100 dönüm veya 300 dönüm arazilik tapu getirenler, o tapuya göre burada arazi aldılar. Devlet, tapu ile gelmeyenlere nüfus başına yirmi ağaç yemiş, yirmi ağaç zeytin, bir dönüm tarla, bir nüfus da olsa ev verdi. Beş kişiyse örneğin, yüz ağaç yemiş, yüz ağaç zeytin, beş dönüm tarla verildi. Tapusu olanlar, ağalar beyler iyi mal aldı terfizle.186

Babam İtalyan, annem Rum pasaportuyla geldiler. Babama bir şey verilmedi, ama anneme Yunan pasaportuyla geldikleri için kendisi ve çocuklarına 73 dönüm tarla, 78 dönüm bahçe ve zeytinlik verdiler. Girit’teki mallarımıza karşılık getirdiğimiz belgeler işe yaradı.187

Günümüzde dış göç alan birçok ülkede, sayısız göçmen ve ikinci–üçüncü kuşak göçmenin yeni ülkelerinin en saygın kişileri olduklarına, onu başarılı bir şekilde temsil ettiklerine şahit olmaktayız. Göçmenler, hemen her yerde başarı sağlamışlar188 ve gerek

183 Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir): “Herkese aynı miktarda zeytin ağacı, ev verilmiş. Ama orada malı olup da kaydettirene, burada da aynısını vermişler. Ailem de bundan yararlanmış.”
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Yunan tebaasından gelenlerden çiftlik sahibi olanların belgeleri vardı. O belgeler yürürlülüğe kondu. Bize, fert başına 10 ağaç zeytin, 4 dönüm arazi verildi.”
Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Mübadele öncesi zengin, yine zengin oldu. Hiçbir zararı olmadı.”
184 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
185 Kaynak kişinin terfiz olarak bahsettiği aslında ‘tefviz’ (üstüne alma) olmalıdır (TES).
186 Ali Kayalı (Şirince-Selçuk-İzmir)
187 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
188 Mübadillerin uyum süreçleri başarılı olsa da ekonomik gelir açıdan yer yer başarısızlıklara tanık olmaktayız. Batı Trakya’daki yakın köylerin bazılarının Ege’ye, bazılarının ise Karadeniz Bölgesine iskân


kültürel gerekse ekonomik olarak kendilerini geliştirmişler, vatandaşları oldukları ülkenin kimi zaman da yeniliklere öncülük etmişlerdir.

Göçmen çalışmak zorundadır. Yeni çevrede yer edinebilmek, saygınlık kazanabilmek, tüm zorluklara ve aşağılamalara göğüs gerebilmek için…

Göçmenlik budur. Bir insan malını mülkünü bırakmış gelmiş; çabalayıp bir yerlere gelmesi gerekiyor. Her şeyi yeni kuruyor. Çok çalışması gerekiyor. 189

Söke’ye yerleşen ya da yerleştirilen Girit mübadillerinin Anadolu’daki ilk yılları son derece sancılı şekilde geçmiştir. Barınma sorununun yanı sıra geçimlerini sağlamanın da yollarını bir an önce bulmak için yoğun çaba sarf etmişler, en başta -doğal olarak- alışık oldukları ve en iyi yapabildikleri işlere koyulmuşlardı. Söke’de Drama ve Girit’ten gelen göçmenler başta olmak üzere, çoğu tütün ve pamuk üretiminin gelişmesinde büyük katkıları olmuştur.190 Giritliler, zeytin ile ürünleri ve küçükbaş hayvancılığı ile süt ürünlerinde ustaydılar. Söke’de alışık oldukları yaşam tarzına uygun faaliyete geçmişler, tarım ve hayvancılığı bilenler bu iş koluna, Girit’te ticaretle uğraşanlar ise buna yönelik atılımlarda bulunmuşlardır. Söke ve civarındaki işlenecek arazinin genişliği, göçmenlere iş imkânı da sağlamış, bir kısmı ırgat olarak tarlalarda çalışmışlardır:

Söke’yi beğenmişler. İzmir Bornova’da, Mersin Tarsus’ta kalanlar olmuş. Zeytin ağaçları büyüyene kadar, hem arpa hem buğday ektiler. Keçi almışlar, sütünü çıkarsınlar diye. Kenar mahalleleri tercih etmişler hayvancılık için.191

Kiralık evlerde oturduk, kiralık dükkânlarda iş yaptık. Babam hemen işi açtı. Türkiye’ye geldikten sonra büyük ağabeyim daha çok ilgilendi işle. Annam babam Türkçe bilmiyorlardı, ama ağabeyim ve ablamın Yüksek Ticaret’te tahsilleri vardı. Girit’te Eski Türkçe ve Yunanca öğrenmişlerdi. Onlar sayesinde iletişim oldu.



edildikleri daha önce belirtilmişti. Samsun Alaçam’a yerleştirilen Batı Trakyalı mübadillerin günümüzde ekonomik gelirleri ile, Batı Anadolu’ya yerleşenler arasında göreceli farklar bulunmaktadır.
Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Batı Trakya’dan Samsun’a giden macurlar pek muvaffak olamamışlar; bugün de fakir haldelermiş. Toparlayamadılar kendilerini. Bizim buradakiler ezilmedi; çok arazi vardı, çiftlikler vardı. Burada kalanlar hep muhacirdi. Orada (Samsun’da) yerli halk da vardı.”
189 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
190 Öztürk, agm., s. 71
191 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)


Yerli halk da yardımcı oldu. Göçmen olduğumuz için bizi dışlayıp bakkalımıza gelmemezlik yapmadılar.192

Buranın yerli halkı da yardımlarda bulunmuş. Zengin tabakanın yanında çalışmışlar, ortak tutmuşlar, böylelikle mal mülk edinmişler.193

Fotoğraf 14: Söke ovasında göçmen işçiler (1941)
TUNCAY HOCAM 12.png
TUNCAY HOCAM 12.png (195.25 KiB) 5781 kere görüntülendi
Türkiye’ye gelen muhacirler, kısa zamanda kendilerini toparlayabilmek için yoğun bir gayret gösterseler de ekonomik zorluklar göçmenlerin yakasını bir türlü bırakmaz. Yeni vatanlarına yeni yeni ısınırlarken, bu sefer karşılarına tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz çıkar:

1929’da kriz olunca 1 kilosu 110 Kuruştan bir balya tütünü göçmenler 1 Liraya sattılar. Bu sefer aç kaldık; millet perişan oldu. Ancak 1929’dan sonra tütün tekrar para etti de Amerikan kumpanyasına kilosu 2,5 Liradan tütünü sattık. Bu yolla zengin olanlar, yakayı kurtaranlar oldu.194




192 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
193 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
194 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir)


3.4.2. Kültürel Sorunlar


3.4.2.1. Mübadillerde Dil, Şive ve Konuşma

Gerek Anadolu’dan giden Rumların gerekse Girit’ten Türkiye’ye gelen Türklerin, göç sonrası en büyük zorluğu lisan bilmemeleri idi. Dil, insanlar arası iletişimin en geçerli metodudur. Dolayısıyla, konuşulan bir dili anlayamayan bir kişinin, toplumla iletişiminde büyük zorluklar oluşur. Her iki ülkede de hâkim olan dili konuşamayan mübadillere yönelik bir program hazırlanmamıştır. Çağın ve ülkelerin şartlarını göz önüne aldığımızda, böylesine bir organizasyonun beklenemeyeceği de açıktır. Fakat yine de, bir göç öncesi veya hemen sonrasında, toplumsal sorunların asgariye indirilmesi için uyum programlarının disipline bir şekilde hayata geçirilmesi gerekmekteydi. Bunda da en önemli başlık dil uyumu olmalıydı.

Batı Trakya’dan gelen muhacirlerin dil sorunları olmamasına karşın, Rumca’nın ada şivesini konuşan Girit’ten gelenler ile günümüz Yunanistan’ının Makedonya sınırına yakın köy ve kasabalarından gelen Makedonca konuşan kişilerin büyük sıkıntıları olmuştur. Girit mübadillerinin anadillerine dair problemler Meclis’e de yansımış, tartışmalara yol açmıştır. Örneğin İstanbul mebusu Abdullah Suphi Bey, İstanbul çevresine ve Adalar sahiline Rumca konuşan halkın yerleştirilmesini uygun bulmadığını, Türk lisanından başka herhangi bir lisan varsa bunu izâle etmeye195 mecbur olduğumuzu diyerek Türkçe hususunda endişelerini belirtiyordu. Zonguldak mebusu Halil Bey ise, Rumca tekellüm eden196 kıptilerin197 neden Zonguldak ve çevresine iskan edildiklerini soracak, yine Zonguldak mebusu Tunalı Hilmi Bey ise,Dörtyol’da 60 kişilik bir Giritli göçmen kafilesine rastladığını ama hiçbirinin Türkçe bilmediğini söyleyecekti. Celal (Bayar) Bey ise, Giritli göçmenlerin Rumca konuşmalarına rağmen Yunanlıların düşmen olduğunu belirterek Giritli göçmenleri savunacaktır.198




195 izale etmek: gidermek
196 tekellüm etmek: konuşmak, söylemek
197 Kıpti: Mısırlı ve genellikle Hıristiyan halka verilen addır. Yanlış olarak Çingenelere de bu isim verilmiştir. Adı geçen mebus, Giritliler’e “Kıpti” diyerek, onları aşağılamak gayesini gütmüş olabilir (TES).
198 TBMM tutanaklarından aktaran: Çapa, agm., s. 57,58,61.


Giritlice ve Makedonca konuşanlar, Türkçe bilememenin verdiği handikapla her türlü sivil toplum örgütünden ve her türlü memuriyetten uzak kalmışlar, Türkçe öğrenebildikleri müddetince başarılı olup yeni sosyal çevrelerine uyumlarını kolaylaştırabilmişlerdir.

Dil bilmemenin etkilerini büyük yaşta Türkiye’ye gelenler ya da Yunanistan’a gidenlerden çok, daha küçük yaşta göç etmek zorunda kalanlar ile evde ana dilini dışarıda ise yaygın olan dili konuşmak zorunda kalan ikinci kuşak yaşamıştır. Göçmenlere dil eğitimi konusunda hizmetler sunulamadığından sıkıntının boyutu ve süresi artmıştır. Özellikle küçük yaştaki göçmen nüfus ve ikinci kuşak mübadillerin, yaşadıkları ülkenin millî eğitim sistemine uyumları son derece güç olmuştur:199

Alayımız Türkçe söylerdik [konuşurduk]. Mektebe gidince öğretmen (Çırpı getirin bana) dedi. Biz de sevindik Türkçe söylüyor diye. Getirince ilkten bize vurdu. Diyordu ki (Rumca söyleyeceksiniz, Türkçe söylemeyeceksiniz. Eğer Türkçe söylerseniz döveceğim sizi). Döverdi. Yine de Türkçe söylerdik. 200
İlk başta zorluk çekmişler. Örneğin; annem 1995’te öldü, dilini tam düzeltememişti. 16 yaşından sonra Türkçe’yi öğrendiği için, her şeyi anlasa da telaffuzu kötüydü.201
Öztürk (2002:71), Söke’de Girit göçmenlerinin dil problemi olduğunu, Türkçe konuşamadıkları için sorunlarını yetkililere aktarmakta güçlük çektiklerini ve zaman zaman haksızlığa uğradıklarını yazmaktadır.

Evin içinde Giritlice, mahallede çocuklarla Türkçe kullanırdık.202

199 Aradan geçen yaklaşık kırk yıla karşın mübadele sonrası yaşanan sorunlardan ders çıkarılmamıştır. İstemli bir göç olmasına rağmen, 1963’te başlayan Almanya işçi göçünün ardından Türklerin sıklıkla yaşadıkları en büyük ve ciddi sorun ‘dil’ olmuştur. Nevzat Gözaydın, Almanya’daki göçmen Türklerin dil sorununu şu şekilde ortaya dökmektedir:…Yeni yerleşim merkezlerindeki iç içe yaşayış, yabancıların Almancayı yeterli düzeyde bilmemeleri, özellikle iş krizine sık sık rastlanan son yıllarda Alman halkının yabancılara karşı anlayışsız tutumları, yabancı çocukların Alman çocukları ile arkadaşlık ilişkileri kurmalarını güçleştirmektedir, Almanya’da Çalışan Türklerin… s. 44. Giritli göçmenlerin de iletişim bağlamında en büyük sorunları lisan meselesi olmuş ve ikinci kuşak mübadiller için bile, evde ve ev dışında kullanılan dilin farklı olmasının sorunları yaşanmıştır. Giritliler’in yaşadığı soruna benzer bir durumu vermek amaçlı Almanya’dan örnek vermek yerinde olabilir: “Evde Türkçe, dışarıda Almanca konuşan Türkler, kendilerini ifade edebilmek amacıyla Türkçe ve Almanca karışımı bir dil ortaya çıkarmışlardır. Ancak ikinci ve üçüncü kuşak göçmenlerde bu karışım azalmış, Almanca kullanımı ağırlık kazanmış ve uyum sürecinin tamamlanması aşamasına gelinmiştir”, Nevzat Gözaydın, Federal Almanya’da İki Dillilik…, s. 107-114.
200Marina Sarımihalidis (Kapadokiko-Larissa-Yunanistan), Doğduğum Topraklar‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
201 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)




3.4.2.2. Dışlanma ve Aşağılanma

Genelden farklı olan şey, garipsendiği ve dışlandığı gibi aşağılanabilir de. Aşağılamak sözlük anlamıyla, birine karşı küçük düşürücü davranışlarda bulunmak, birini aşağı ve hor görmek ve bunu davranışıyla göstermektir.203 Bu tip davranışlar karşısında göçmenin, yeni çevresi ile iletişimi sekteye uğrar, daha çok içine kapanma ve kendini soyutlama ihtiyacı hisseder.

Göçmenlerin karşılaştıkları başlıca sorunlar arasında, yeni sosyal çevreye kültürel uyum sağlama önemli yer tutar. Göçmenin sahip olduğu kültürel geçmiş, varolandan farklıdır. Bu yüzden yadırganır, hatta aşağılanır.

Yerli Türkler göçmenlere karşı olumsuz tutum takındıkları da olmuştur. Onlara karşı aşağılayıcı betimlemelerde bulunmuşlardı. Yalçın (1998:226,250,257) göçmenlerden aktardığı üzere, bu zaman dilimi mübadillerin Türkiye deki en zorlu vaktini oluşturur. Mübadele sonucu vatanlarını kopmak zorunda kalan Anadolu ve Yunanistan göçmenlerine, göç sonrası yeni çevreleri tarafından aşağılayıcı sözler sarf edilir. Türkiye’de “bitli macur, yarı gavur, yarı Türk, Rum dölü, Rumdan dönme” olarak, Yunanistan’da ise, “Türk dölü, Türkten dönme” olarak aşağılanırlar. Giritli göçmenlere özgü, “Tüm Giritliler yalan söyler”, “iyi biri Giritli değildir; Giritli biri de iyi değildir” gibi bir takım yakıştırmalarda da bulunulur:

Yıllarca ‘ben Giritliyim’ demeye korkuyorlardı. Bana okulda dahi (yarım gavur) demişlerdi.204

Buraya geldiklerinde çocuklarını okula göndermişler; o bile sorun olmuş. Onlar da korktuklarından, dışlandıklarından erkek çocuklarını yollamışlar, kızları yollamamışlar.205






202 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
203 Ali Püsküllüoğlu, Yazım Klavuzu, s. 121.
204 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
205 Nevin Türkoğlu (Söke-Aydın)


Çok iyi hatırlıyorum. Karadeniz ahalisi bize ‘Bitli Macir’ derdi. Adımız nereye gitsek ‘bitli’ idi. Aşağılanıyorduk… O günlerin acıları, kırılan onurumuzun sızıları taptazedir.206

Anadolulular bize Rum gözü ile bakarlardı. (Yarı gavur, Rumdan dönme) diyorlardı. Ama okulda okurken bize kimse bir şey demedi, çünkü muhacirden başka kimse yoktu.207

Göçmenlerin yeni yerleşim yerlerine uyum aşamalarında, yerel kültürden tüm farklı yönleri ortaya çıkarılıp alay konusu yapılmaktaydı. Giritlilerin sebze yemeklerine düşkünlükleri üzerine söylenenler bunlara güzel bir örnektir:

Söylenceler vardı, ‘Siz ot yiyorsunuz; salyangoz yiyorsunuz’ diye. Aşağılıyorlardı da, ‘eşekler isyan ediyor; Giritliler geldi, bize ot kalmadı’ diye. Bir başka yakıştırma da şöyleydi: ‘Bahçeye Giritli gireceğine, inekler girsin!’.208

Irgat demiş, (Tarlaya Giritli de girdi, hayvanlar da. Hangisini çıkartayım?) (Hayvanlar kalsın, Giritliyi çıkart) demiş efendisi. O derecede aşağılama vardı yâni.209

Camiye gidenlere bile laf atıyorlarmış ‘Siz yarım gavursunuz, Müslüman değilsiniz’ diye. Bir tanıdığımızın anlattığına göre, bir gün babam Hacı Ziya Bey Camiine Cuma namazına gitmiş. Hoca hutbeye çıkmış, ‘Muhacir gelenlerin dininden şüpheleniyorum’ demiş. Babam isyan etmiş, ‘Ben Yunanistan’ın Girit adasından geldim. Benim dinimin noksanlığını sen nerden anladın? Sen de camidesin, ben de. Lanet olsun senin gibi yobaz hocalara’ diyerek camii terk etmiş.210

Mübadillere yönelik aşağılama ve önyargılar, onları belli bir süreliğine içe kapanmaya itmiş ve bir yerleşim yerinde bir mahalle içinde toplu yerleşimle beraber, iç evliliklerin de meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Göçmenlere, en yakın olan yine göçmenlerdi. Akrabalık bağlarını yine kendileri gibi göçmen olanlarla kurdular.


206 Bir mübadilden aktaran Kemal Yalçın, age., s. 258.
207 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir) 208 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 209 Nevin Türkoğlu (Söke-Aydın) 210 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)


Evlilikler, kız alıp-vermeler 1950’lere dek mübadiller arasında oldu. Ardından, kendileri gibi göçmen olan Arnavut, Boşnak gibi gruplarla akrabalık bağları kurdular. 1970’lerden itibaren ise, yerli halkla da evlilikler yaptıkları gözlemlenmiştir. Mübadiller, evlenecekleri eşi seçerken o kişinin de mübadil olmasına dikkat ederlerdi. Kendilerinden olmayanlarla yapılan evlilik hoş karşılanmazdı:

Kaçarak gelenlerle, mübadele ile gelenler arasında evlilikler olmuş. Belli ki, Girit’ten tanışıyorlardı.211

Kavala’dan hemşerilerimiz oldukları için, memleketten tanıdıkları için kızlarını bana verdiler.212

Yılların geçmesi, göçmen ile yerli halk arasında kültürel uyumun yakalanmasını sağlamıştır. Bu nedenle 1970li yılları takiben artık muhacir aileler yerli halkla akrabalık bağları kurmuşlardır:

Herkesle dostlardı; Arnavutlarla, Boşnaklarla, Çerkezlerle… Her çeşit insanla iyi geçindiler. Yerlilerden ziyade, kendileri gibi muhacirlerle daha yakın oldular. Hatta, “Giritliden kız alma, Giritliye kızını ver” şeklinde bir söz bulunur.213

Bize macur derlerdi. Biz de onlara yerli oldukları için Yörük deriz. Önceden aramızda (Yörük–Macur) kız alıp verme yoktu. Bu, yirmi otuz senedir başladı.214

Biz de Pomaklara kız vermedik. Onlar daha kaba insanlardı. Şimdi herkes birbirine kız alıp veriyor.215

Türkiye’den Yunanistan’a giden muhacirler için de durum pek farklı değildi. Tamamen yabancı oldukları yeni sosyal çevrelerine uyum sağlayana dek aralarında dayanışma halindeydiler. Aynı dili konuşmanın, aynı gelenek ve göreneklere, aynı damak tadına sahip olmanın, kısacası aynı coğrafyanın ürünü olmanın doğurduğu sonuçla önceleri evliliklerini


211 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)
212 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir)
213 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
214 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir)
215 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir)


kendi aralarında yaptılar. Uyum süreci ve başarısına göre de yerli halkla akrabalık bağları kurdular:

Kendi aralarında evlendiler. Yani Türkiyeli Rum ile Türkiyeli Rum evlendi. Elbette
şimdi farklı…216

[/
color][/i][/b]
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:45

3.4.3. Göçmenlerin Sebep Oldukları Değişimler

3.4.3.1. Sosyo-Ekonomik Değişim

Göçmenlerin, yeni iletişime geçtikleri toplum ile kültürel bir çatışmaya girmemesi ve “önceden varolan” ile “sonradan gelen”in (ya da yerli ile göçmenin) kaynaşabilmesi için iki çözüm yolu vardır. Bunların ilki, hangisi azınlıkta ise, ona ait değerlerin çoğunluğun içinde eritilmesi, yani asimilasyondur. İkinci çözüm yolu ise, farklı kültürlerin etkileşim içinde bir arada yaşamaları, yani entegrasyondur. Kültürel bir entegrasyon ile, azınlık kültürünün çoğunluk kültüründen etkilenmesi kadar, çoğunluk kültürü de azınlık kültüründen etkilenmesi söz konusudur. Günümüz itibariyle, 1923 ve sonrası Anadolu’ya gelen muhacirlerin, Anadolu yerel değerlerle bir kültürel entegrasyonundan rahatlıkla söz edilebilir. “Önceden varolan” ile “sonradan gelen” kaynaşmışlardır.

Hem ticarette, hem de sanayi ve hizmet sektöründe, geçmiş dönemlerde azınlıkların, özellikle de Rumlar’ın ne denli önemli bir yer tuttukları biliniyordu.217 Rumlar’ın Türkiye’den ayrılışları ile, bu alanlarda büyük bir boşluğun ortaya çıktığı görüldü. Bu durum, Türklerin söz konusu alanlara girmesine ortam yarattı; böylece ekonomide ulusal denetimin kurulması kolaylaştı, ulusal nitelik güçlendi.218

Muhacirler, kendilerine tahsis edilen yerlere yerleşimlerinden itibaren, her ne kadar başlangıçta sorunlar ve çatışmalar olduysa da, yerel değerlerle bir takım alışverişlerde bulundular. Göçmenlerin kendilerine göre bir uzmanlık alanı vardı. Bunları sergileyerek yeni gelişimlere yol açtılar. Üretim modelleri, iklim, bitki örtüsü gibi bir takım



216 Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD)
217 Gündüz Ökçün ve Halit Ziya Uşaklıgil’den aktaran Kemal Arı, age., s. 1-2.
218 Kemal Arı, age., s. 2.


farklılıktan ötürü, göçmenler de bilmedikleri konularla ilgili yerel halktan çok şey öğrendi.

Göçmenler birçok yeni teknik, alet ve yaşam tarzını Anadolu’ya tanıttılar. Dört tekerlikli at arabası bunlara bir örnektir. Bu dört tekerlikli at arabası Anadolu’daki iki tekerlikli öküz arabasının yerini aldı ve bu üretim Anadolu’da yaygınlaştı. Göçmenler geldikten sonra patates ve tütün üretimi yerli çiftçiler arasında yaygınlaştı.219 Göçmenlerin ayrıca yerlilerin günlük alışkanlıkları üzerine pozitif etkileri de oldu. Göçmenler arasında zeytinyağı kullanımı, keçi eti ve değişik bitkilerin tüketimi yaygındı.220 Göçmenlerin Anadolu’ya ulaşımı ile yerli halk arasında da yaygınlaştı.

Mübadiller, Anadolu topraklarına geldiklerinde kendi üretim modellerini de beraberlerinde getirdiler.221 Batı Trakyalılar tütün tarımı ve büyükbaş hayvancılığında hayli ustaydılar. Giritliler, zeytin, bağcılık, süt ürünleri ve küçükbaş hayvancılığında deneyim sahibiydiler. Yeni yerleşim birimlerine bu özelliklerini beraberlerinde taşımaları ile bir takım değişimlere sebebiyet verdiler:

Peynircilik, bağcılık, kasaplık, pamuk ekimi, zeytinyağcılık, dokumacılık, küçükbaş hayvancılığında ileriydik. Mandıra yaptık. Girit usulü peynir ürettik. Peynirler buradan Ankara’ya, İzmir’e gidiyordu. Türkiye’ye çekirdeksiz üzümü Giritliler, tütüncülüğü de Selanikliler getirdi. Söke’de ticari taksiciliği biz yaptık. Marshall yardımı ile 1950ler’de ilk traktörün kullanılmasında, modern tarımda öncülük ettik.222

Göçmenler, tarımda yeni metot ve tekniklerin öğrenmek ve bunları uygulamak hususunda oldukça isteklilerdi. Türkiye’nin batısına yerleşen birçok mübadil İzmir’de çalışırken yeni teknikleri uygulamaya koydular.223 Taşova’ya Selanik ve Kayalar



219 Arı, age., s. 169-170.
220 Arı, age., s. 172.
221 “…üretime ilişkin konularda kazanılmış teknik bilgi, birikim ve deneyimler, ekonomik kalkınma yarışına katılacak Türkiye için gerçekten önemliydi. Yunanistan’dan çok sayıda Türk göçmenin getirilişi bu açıdan olumlu katkılarda bulundu. Anadolu köylüsüne oranla teknik konularda daha çok bilgi sahibi oluşları, tarım ürünlerinin türleri ve nitelikleri konusunda ise bilinç düzeylerinin göreceli de olsa yüksek oluşu, yeni Türkiye için önemli bir kazançtı. Yunanistan’dan gelen Türkler, yeni tarım tekniklerini Türkiye’ye aktardılar”, Kemal Arı, age., s. 2.
222 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
223 Yalçın, age., s. 179.


bölgesinden gelen göçmenler, buraya birçok yenilik getirdiler.224 Girit’ten gelenler ise zeytin üretiminde ustalardı. Günümüzde zeytin üretiminin en iyi yapıldığı yerlerden olan Gemlik ve Mudanya çevresinde zeytin üretiminin gelişiminde büyük katkıları olmuştur.225 Aynı biçimde, Söke ve çevresinde de zeytin üretiminde Giritli göçmenlerin payı büyüktür.


Söke’de zeytin vardı, ama bizler geldikten sonra çoğaldı. Sonra sonra zeytin dikenler çoğaldı.226

Söke’de zeytini kimi ayakla, kimi taşla, at ile sıkarken, torbalı sistemle yağ sıkmayı Giritliler getirdi.227


Yunanistan‘dan gelen göçmenler her ne kadar yeni teknik ve ekonomik aktiviteleri beraberlerinde getirseler de, ayrılan Rum nüfusun potansiyelini karşılamaktan uzaklardı. Çünkü çoğu göçmen çiftçi idi.228 Buna karşın Anadolu’dan ayrılan Rumlar daha çok el sanatları ve ticaret ile uğraşıyorlardı. Bu yüzden onların bıraktığı boşluğu doldurma hiç de kolay olmadı.229 Kaplanoğlu’nun belirttiği üzere (1999:60), Bursa civarından ayrılan Rumların el sanatları, ticaret ve incir, ipek, zeytin, tütün ve bağcılık gibi ihraç ürünleri üzerine olan bilgileri, Yunanistan’dan yeni gelen göçmenlerde bulunmamaktaydı. Balkanlardan gelen insanlar Bursa civarından tütün üretiminin gelişiminde büyük katkıda bulundular. Buna karşın tütün üretimi için dut ağaçlarını, bağları hatta zeytin ağaçlarını kestiler. Bunun sonucunda toplam ekonomik potansiyel düşüşe geçti.230

Türkiye’nin bir diğer ekonomik kaybı uluslar arası ticarette meydana geldi. Anadolu’nun ithalat ve ihracatı hemen hemen gayri Müslim azınlığın elindeydi. Rumların ayrılışından sonra yabancı şirketlerle Anadolulu üretici arasındaki bağlantı kopmuş oldu. Bu yüzden yabancı şirketler yönlerini Yunanistan’a çevirdiler. Dolayısıyla gayri Müslimlerin göçü Anadolu’nun uluslar arası ticaretini göreceli


224 Yalçın, age., s. 211, 217.
225 Kaplanoğlu, age., s. 63.
226 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın) 227 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 228 İpek, age., s. 156, 162-163.
229 Yalçın, age., s. 252.
230 Kaplanoğlu, age., s. 16.


etkiledi.231 Arı (1995:182), incir ve üzüm üretiminde örnekler vermektedir. Bunlar, pamuk ve tütünden sonra en önemli ithal ürünlerdi; Rumların ayrılışından sonra önemlerini kaybettiler.

Bekli de göçün Anadolu ekonomisine en önemli etkisi, iş gücü kaybı dolayısıyla olmuştur. 1920 -1923 arasında göçen Rumların tahmini rakamı yaklaşık 1.500.000’dir. Bu nüfusun önemli bir kısmı kentlerde yaşamakta, üretim ve ticaret ile meşgul olmaktaydı. Bu iki ekonomik faaliyet şehir yaşamıyla bağlantılıdır. Bu yüzden Rumların ayrılışıyla sırf ekonomik üretim düşmemiş ayrıca, şehir yaşamı da göreceli olarak etkilenmiştir. İpek (2000:63), nüfusun düşmesiyle birlikte Anadolu ekonomik yaşamında şehir yerleşiminin de yara aldığını belirtir.232 Gayri Müslimlerin Anadolu dan ayrılması ile ekonominin ulusallaştırılması ve aynı zamanda ekonomik kayıp ve yoksulluğu beraberinde getirmiştir.

3.4.3.2. Kültürel Değişimler

Göçmenler yeni yerleşim yerlerine kendilerine has kültürel değerleri de taşıdılar. Yeni halk oyunları figürleri, giysiler, çalgılar, seyirlik oyunlar, türküler, ezgiler, maniler, yemek yapma teknikleri, yeni tatlar ile Anadolu’da çeşitlilik arttı.233 Örneğin, günümüz Samsun Halk Oyunları repertuarında Rumeli oyunları hayli yer tutar.

“Türkiye’ye aktarılan folklorik unsurlar, lehçe ve güncel yaşam biçimi, hatta köy mimarisi, önce Türkiye’nin bu alanlardaki otokton yapısına eklenerek katkıda bulundu. Gelişen sürece koşut olarak da, yerli kültürle kaynaşma, uyuşma ve giderek uzlaşma aşamalarına girdi. Böylece, Türkiye’ye getirilen göçmenlerin yerli halkla pek çok konudaki karşılıklı alışverişi ve etkileşimi sonunda, yoğun bir kültürel değişim yaşandı. Göç olayı ile Türkiye’ye aktarılan kültürel değerler ve




231 İpek, age., s. 63; Arı, age., s. 174.
232 krş. Arı, age., s. 174.
233 Anadolu’dan Yunanistan’a giden Rumların orada gerçekleştirdikleri değişim için de aynı şeyler söylenebilir. Rembetika örneği, en çok bilinenidir. Anadolu Rumları, Yunanistan’da müziğim yanı sıra diğer kültürel öğelerde de farklılaşma ve çeşitlenmeye yol açmışlardır:
Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Girit’te bir köy düğünü anlattılar bana. Girit’te kalan amcamın karısı, oraya Kapadokya’dan geçenlerdenmiş. O kadın ve ‘kaşiş’ ismini verdikleri kardeşi, düğüne gitmedikçe bitmezmiş o düğün. Biri fes giyip ‘yürü yavrum yürü Konyalım yürü’ diye Türkçe söyleyip oynarken, diğeri ona tef çalarmış.”


davranış biçimleri, bir-iki kuşak sonrasında ortaya çıkan uzlaşma evresinde ortak bir kültürün hoş bir çeşnisi olarak görüldü.”234

Üçüncü-dördüncü kuşak muhacirler, bunları yaşatmakta her ne kadar zorlansalar da, son zamanlara dek, düğünlerde235, eğlencelerde “eski memlekete” dair izler hâlâ görünebilmekteydi.

Benim çocukluğumda Kör Hafız, Cemile Hanım isimlerinde Giritliler vardı. Biri cümbüş, diğeri tef çalardı. Onların çaldığı çok güzel, yarı Giritlice, yarı Türkçe türkülerle düğünler yapılırdı. Oyunlarımız da buranın zeybeğine benzerdi.”236

Girit mutfağını da beraberinde getirdiler; balık çeşitleri, sebze yemekleri, değişik kuru fasulye yapımı… Sonraları yerli halk bunları bizden öğrenip yapmaya başladılar. Damak tadını da değiştirdik yâni! 237

Batı Trakya muhacirleri daha muhafazakârken, Giritliler’in Türk toplumu içinde belki de en modern grup oldukları söylenebilir. Bu durumun en çarpıcı örneği, belki de alkol alımı, şarap ve rakı yapımı olabilir:

Zeytinyağı, bal, şarap da yaptılar. Şarap ve sirkeye yıllarca para vermedik. Bizim evimizde Girit’ten getirdiğimiz ‘inbik’ vardı. Onunla rakı yapardık. 238

Yıllarca babam, ölünceye kadar, kendi yaptığımız şarabı içerdi.239

Göçmenlerin Söke’ye katkısı sadece ekonomik yönden olmamış, kültürel yönden de büyük etkileri olmuştur. Söke’ye gelen göçmenlerin büyük bir kısmı kıyafet ve düşünce olarak Batı ülkelerine yakın olmaları dolayısıyla Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan kıyafet değişikliğine çabuk ayak uydurmuşlardır. Özellikle Girit’ten gelenler yöre halkının beslenme alışkanlıklarının sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenmeye yönelmesine katkıda bulunmuştur.240


234 Kemal Arı, age., s. 2.
235 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Düğünlerde hâlâ Rumeli türküleri, oyunları çalınır, oynanır.”
236 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
237 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
238 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
239 Remzi Tuntaş (Söke-Aydın)
240 Öztürk, agm., s. 72.


3.4.4. Kimlik Bilinci

Göçmenlerin kimlik anlayışı da önemli bir gözlem noktasını oluşturur. Bu durum hem Yunanistan’daki hem de Türkiye’deki göçmenler açısından son derece ilginçtir. Türk ve Rum göçmenlerin yeni yaşam çevrelerine uyum süreçleri çok güç olmuştur. Bu süreçteki en büyük engel lisan problemidir.241 Türkiye’den giden birçok Rum Türkçe bilmekteydi ve Yunancaları iyi değildi; diğer yandan Yunanistan’dan ve özellikle Girit’ten Müslümanlar Rumca konuşmaktaydılar ve Türkçeleri iyi değildi.242 Bunların yanı sıra her iki toplulukta ilk yıllarda büyük sefalet çektiler; ekonomik yardıma ihtiyaç duydular. Bunun anlamı, yerli halkın ekonomik kaynaklarını yeni gelenlerle paylaşması demekti. Bu yüzden, yerli halk yeni gelenlere iyi gözle bakmamış, onlara kötü davranmış ve onları bir yük olarak görmüştür. Bu durum göçmenleri farklı kimlik inşasına itmiş, kendilerini yerli haktan soyutlamışlardır.

Girit göçmenleri, yeni sosyal çevrelerine uyum aşamasında, kendilerinin yerli halktan farklı taraflarını da ortaya koydular. Anadolulu Rumlar, Yunanlılara göre kendilerini daha kültürlü, eğitimli ve gerçek Helen kültürünün temsilci olarak gördüler. Mübadillerin, aile yaşantısı, kadının toplum içindeki yeri, giyiniş biçimleri, yemek kültürleri de yerli halktan farklıydı.. Bu yüzden, yerli halk tarafından alaya alınır, garipsenirken, birer göçmen olarak kendilerini ‘diğerleri’nden ayıran özelliklerini vurguladılar.

Kaçak da olsa, mübadil de olsa Girit’ten gelenler daha kültürlüydü. Avrupa kültürü vardı. Görgü yapısı farklıydı. Mesela, kadının toplumdaki yeri bizde daha fazlaydı Kendimize “Kritikos” deriz.243

Şalvarı burada gördüler. Kara çarşaf hiç giymediler. Eski Giritlilerin kırmızı peştamalları vardı; bir kısmı bunu bellerine de bağlardı.244

Giritlilerde siyah renge olan bir merak vardır; erkeklerde de kadınlarda da.245




241 Kaplanoğlu, age., s. 129.
242 Kaplanoğlu, age., s. 65.
243 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 244 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 245 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)


Eşim siyah giydiğinde ona (Yunan karısı gibi yine siyah giymişsin) diye takılırım.246

Giritliler yerlilere nazaran daha modern giyiniyorlardı. Elbiselerinden dolayı hemen ayrılıyorlardı. Yerliler Yörük gibi giyiniyorlardı. Girit’te çekilen resimlerden anlaşılacağı üzere, kalpak giyer, bıyıklı olmak şartıyla kravat takarlardı. Kadınlar Girit’te başları açıktı. Dışarı çıkarken başlarına normal bir şal alırlardı. Önlerinde önlük vardı. Giritlilerin giyimi yerli halkın tepkisini çekmişti.247

Giritlilerde fiyaka, afi, çalım vardı. Gösterişli yürüyüş, hovardalık, çapkınlık, güzel giysiler, boyalı simsiyah kıvrık bıyıklar, pırıl pırıl çizmeler…248

Girit’ten gelenler hâlâ başı açık gezerler. Ama buralarda bu yok.249

Kız alıp verme önceden çok katıydı; şimdi öyle değil. Ama oğlum bekar olsa Giritli kız alsa sevinirim. Anlaşma, kültür, ruh yapısı…250

Anadolulu Rumların kimlik bilinci, onların geçmiş hatıralarına dayanır. Sahip oldukları hatıra ve inşa ettikleri kimlik, onların yaşam şekillerini kurmalarıyla bağlantılıdır. Hirschon (2000:16), onların ana vatanlarını travmatik biçimde geride bırakmaları ve geçmiş yaşamlarına duydukları özlem, onları farklı kimlik bilincine itmiş olduğunu söyler. Türk göçmenler için kimlik inşası meselesi geçmişe dayanmaz; yeni Cumhuriyet’e derinden bağlılıkla açıklanır. Arı (1995:166), bu duygusal bağlılığın Türk ulusal kimliği ile bağlantılı olduğu belirtilir. Kaplanoğlu (1999:129), göçmenlerin sahip olduğu Cumhuriyet ve Atatürk sevgisinin gözlemlediği en ilginç şey olduğunu yazar ve bu gözleme tüm göçmen köylerinde rastlamıştır. Girit’ten göçen insanlar öldürülme korkusu içinde ve Atatürk’ün kendilerine kurtardığını düşünmekteydiler. Bu yüzden O’na karşı büyük bir şükran duymaktadırlar. Göçmenlerin o yıllarda basına verdiği demeçler, Yunanistan’da ne denli sıkıntı çektiklerini ve bu yüzden Cumhuriyete minnettar olduklarını ortaya koymakta, onlar Cumhuriyete olan bağlılıklarını



246 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
247 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
248 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın) 249 Nevin Türkoğlu (Söke-Aydın) 250 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)


belirtmekte ve simdi asıl görevlerinin çok çalışmak olduğunu söylemekteydiler.251 Yalçın (1998:178) da Türk göçmenlerinin Atatürk’ü ne denli çok sevdiklerini belirtir. Bu durum, göçmenlerin kimlik inşasında Cumhuriyet ve onun kurucusunun ne denli önemli rol oynadığını açıklar.

Mübadiller, Anadolu’nun sosyal yaşamına resmi ideoloji kabul ettikleri ölçüde uyum sağlamışlardır.252 Göçmenler, Balkanlardaki ve Girit’teki yaşamlarından ötürü Avrupa tarzı yaşam stiline sahiplendi. Resmi ideoloji tarafından bu durum kabul görürken, yerli halk bu durumu tuhaf karşılanmıştır. Kaplanoğlu (118), mübadilleri çok daha demokratik bulurken, İpek (149), çekirdek ailenin bu hususta etkin olduğunu belirtir. Kaplanoğlu, göçmen köylerinden daha demokratik bir yaşam tarzı gösterdiklerini ve Avrupa kültür öğelerini Anadolu’ya taşımalarının Anadolu’daki demokrasiyi geliştirdiğini söyler. İpek, göçmen ailelerinde tek eşliliğin hâkim olduğunu ve ortalama bir ailede iki çocuğun bulunduğunu belirtir. Bu durum, mübadillerin modern yaşama, Anadolulu köylülerden daha çok yakın olduklarının da birer göstergesidir. Sonuç olarak, devlet düzeninin ve resmi ideolojisinin göçmenlerce kabulü, göçmenlerinin yeni yaşam çevrelerinde inşa ettikleri kimliğe katkı sağlamıştır.253
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:47

3.4.5. Girit Mutfağı


Mübadiller, sofra düzenine ve âdâbına çok önem verirler. Son yirmi yıla kadar yemekler yerde yenir, sofra örtüsü yere serildikten sonra üstüne tepsi ya da sofra konurdu. Bu uygulamanın giderek ortadan kalktığına ve yerde yemek yeme yerine sandalyede oturarak masada yemek yemenin yaygınlaştığı gözlemlenmiştir. Yemek yeme alışkanlıklarında dahi yerli halkla bir takım farklılıklar belirmişti:

Burada çoluk çocuk yemeği bir tabaktan yiyorlardı. Ama Giritlilerde herkesin tabağı farklıdır.254





251 Kaplanoğlu, age., s. 79-106. Bu durum, Söke’deki Girit göçmenleri için de geçerli olup, “Karşı Direniş” alt başlığında belirtilmiştir.
252 Erden, agm., s. 276.
253 Erden, agm., s. 277.
254 Nevin Türkoğlu (Söke-Aydın)


Muhacirler, göçtükleri yerlere özgü yemek çeşitlerini Anadolu’ya taşımışlar, yemek kültürümüzün çeşitlenmesine sebep olmuşlardır. Batı Trakya ve Girit göçmenleri sebze yemekleri ve çeşitli baharatları yemeklerde ustaca kullanmaları ile ünlüdürler. Muhacirler kahvaltıda peynir, reçel, tereyağı ve yumurta yerler. Öğle yemeklerinde özellikle tarhana çorbası ile salata yer alır. Akşam yemekleri için daha teferruatlı, daha çok emek isteyen yemekler yapılır. Batı Trakya göçmenleri nohut, kuru fasulye, börek gibi tahıl ürünü yemeklere ağırlık verirken, Giritliler zeytinyağlı sebze yemeklerini tercih ederler.

Bayramlarda özel tatlılar hazırlanır. Batı Trakya muhacirleri baklava, süt lokması, irmik, muhallebi türünden tatlılar yaparken, Giritliler sütlü tatlılarına muhakkak tarçın eklerler.

Evde çay fazla içilmez; yerine Trakya muhacirleri ıhlamur içerken, Giritliler Türk kahvesinden vazgeçmezler. Yemekler birlikte su ya da ayran, nadiren boza içilirken Batı Trakya muhacirleri kesinlikle alkol almazlar. Girit göçmenleri yemek sırasında şarap ya da rakı içebilirler.

Yemeklerde sebzenin ve tahılın yeri büyüktür. Batı Trakya Türkleri börek çeşidi yönünden zengindirler. En sık yapılan börekler kabak böreği, sütlü börek ve soğan böreğidir. Soğan böreğinin yapılışı aşağıdaki gibidir:

Önce hamur yoğrulup tutulur. Küçük gözlere ayrılır. On gözden bir yufka yapılır. Tepsi yağlandıktan sonra açılan yufka serilir. Ayrı bir kapta böreğin içi hazırlanır. Yarım kilo kuru soğan, biber, salça, çiprika255 ve tavuğun beyaz eti birlikte kavrulur. Hazırlanan börek içi yufkaya sürülür ve fırında pişirilir. Odun fırınında pişerse daha lezzetli olur.256

Muhacir sofralarının vazgeçilmez yemeklerinden biri de çorbalardır. Peynir çorbasının tarifi aşağıdaki gibidir:





255 Çiprika: Kekik benzeri bir bitkiden yapılan baharat
256 Ayten Seyran (Gaziemir-İzmir)


Bir tencereye tereyağı konur. Eridikten sonra üç kaşık un yağ ile birlikte kavrulur. Kavrulduktan sonra peynir suyu dökülerek karıştırılır. Ağır ateşte pişer. Çorba kaynayınca içine peynir ufalanarak dökülür. Ağzı yarım kapatılarak pişmesi beklenir. Bu çorbanın yapımı kolay olduğundan tarla, bahçe işinden döndükten sonra hemencecik olur.257

Genel itibarı ile Girit yemekleri Akdeniz mutfağının bir parçasıdır ve dolayısıyla da Akdeniz mutfağının tipik özelliklerini ihtiva eder. Sebze, zeytinyağı ve peynir en çok kullanılan malzemelerdir. Börek gibi hamur işleri, tarçın ile süslendirilmiş sütlü tatlılar ve özellikle de peksimeti ve şarabı ünlüdür.

Aşağıda Girit mutfağından bir takım örnekler yer almaktadır258:

Bir tür üzüm olan ve meyvesi “koruk” olarak adlandırılan asmanın salkımları toplanır, koruklar sıkılıp şişelere doldurulur. Koruk suyu yemeklerde -ekşimtırak tat vermesi için- kullanılır, koruk şerbeti de yapılıp misafirlere ikram edilir. Asmanın taze yapraklarından da sarma (dolma259) yapılır.

Girit’in börekleri ünlüdür. Bunlardan biri de “çurlama (çullama ya da culamas)”dır. Çurlamanın tarifi şu şekildedir: Bir tepsinin içine ince yufka konur ve sonra da üzerine küçük parçalar halinde haşlanmış tavuk eti yerleştirilir. Ariyetten hazırlanmış iç pilav, tavuk ciğeri ile karıştırılarak tepsiye dökülür. Sonra, üzeri tavuk etleri ile örtülür ve yine ince yufkalarla kapatılıp bir çeşit börek hazırlanır. Yemek saatinde fırına verilir ve sıcak olarak tüketilir.

Giritlilerin bir diğer böreği de adaya özgü “malaka” diye adlandırılan peynirden yapılır. Malaka peynirli pideler büyük parçalar halinde hazırlanır, her ısırışta uzar, yanında bir bardak şarap ya da ayranla tüketilir. Şarap tüketiminin Giritlilerde, günde bir bardak içmek olarak yerleşen büyük bir gelenek olduğu unutulmamalıdır; hatta çocuklara bile kuvvetlensinler, kanlansınlar diye şarap içirilirdi.



257 Pembe Horasan (Kuyucak-Aydın)
258 Bu bilgilerin büyük kısmı Girit göçmeni kaynak kişilerden derlenmiştir.
259 Dolmanın Yunanca adı, “dolmades”tir.


Katlanmış hamurun lokma büyüklüğünde şekle sokulmasının ardından zeytinyağı ile kızartılarak yapılan böreğe de “kuluraça” denir. Ekseriyete kahvaltılarda yanında peynir ve zeytinle tüketilir.

İç pilavlı kuzu dolması da Giritlilerin sevdiği bir yemek türüdür.


Bol sebzeli, patatesli, yumurtalı “sfugato” isminde bir tür menemen de Giritlilerin çok sevdiği ve pratik şekilde hazırlanan bir tür yemektir. Lor tatlısı, ekmek kadayıfı, tel kadayıf, baklava ve diğer sütlü tatlılar ve Girit sularında bulunan çiroz tipinde bir tür balık olan ringa balığının kurutulmuş hali de sevilerek tüketilir.

Giritliler, -diğer Müslüman topluluklarının aksine- salyangoz da tüketirlerdi; “salyangoz dolması” özel hazırlanmış sofralarının bir parçası konumundaydı. Bu yüzden de Anadolu’ya yerleştiklerinde garipsenmişler, bu alışkanlıkları yadsınmıştır.

Girit mutfağını ve Giritlilerin yeme içme alışkanlıklarını Anadolu mutfaklarından farklı kılan temel özellik, yabani otlardan yapılan çok çeşitli otların varlığıdır. Nüfus mübadelesinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilen Giritli Müslüman halkın bundan sonra yaşayacakları topraklarda yeni ve güçlü bir kimlik oluşturmasında mutfak kültürleri büyük rol oynamış; en önemli farklılaşmayı da yabani otların yoğun tüketimi ortaya koymuştur. Aslında tutumlarında katı olmayan ve değişmeye açık insanlar olan Giritliler, yemekleri söz konusu olduğunda kurallara son derece bağlı ve tutucu davranırlar. Onları, mevcut bir tarifi değiştirmeye, ufak bir ekleme veya çıkarma yapmaya ikna etmek mümkün değildir. Geldikleri topraklara ve geride bıraktıkları hayatlarına ait anılarını adeta yemeklerinde muhafaza eden Giritlilerin, yemek adetlerine bu aşırı bağlılıkları zorla kopartıldıkları topraklarına özlemden ileri gelir sanki. Ben, ailemde ve Giritli birçok ailede de gözlediğim yemeğe ve mutfağa düşkünlüğün, bu konuda titizliğin ve kuralcılığın kökeninde hep bu duygunun yattığını düşünürüm.260








260 www.osym.gov.tr (05.05.2007) ALES - 22 Nisan 2007, Sözel Bölüm A Kitapçığı, 53 ve 54. paragraf soruları metni.


3.4.6. Girit Özlemi


Bana özlemi soruyorsun. Bunu nasıl anlatabilirim, nasıl kağıda dökebilirim? Ancak yaşayanın bilebileceği bir şey… Özlem, göçmenliğin ruhunda… Kim bir ruhu duyabilmiş, kim onunla konuşabilmiş, kim ona dokunabilmiş? 261

Özlem, doğal bir insani duygudur. Fakat resmi belge niteliğinde olmadığı ve tarihsel akışta önem arz etmediği için Tarih çalışmaları içinde yer almaz. Bu duygu, mübadillerin yeni çevrelerine uyum sürecinde etkili olmuş, onların sosyal, kültürel ve ekonomik katkı ve üretimlerinde önemli rol oynamıştır. Bu sebeple, göçmenler üzerine bir sözlü tarih çalışmasının içeriğinde “özlem” olgusunun varolması gerekliliğine inanıyoruz.

Gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de, muhacirlerin doğdukları topraklara dair özlemlerini anlatan onlarca kaynak vardır. Özlem duygusuna dair aktarımlardaki ortak nokta, göçmenlerin yeni yerleşim yerlerini seçerken dahi eski vatanlarını anımsatıcı yerleri yurt edinmeleri262, geri dönme isteği, eski memleketin daha huzurlu, eski toprakların daha verimli, eski insanların daha iyi olduklarıdır. Ayrılırken yanlarına aldıkları, sembolik değerleri çok yüksek olan küçük nesnelerle bu özlemlerini gidermeye çalışırlar:

Annemin Girit’ten gelirken sandığında Girit sabunu vardı. Ömrü müddetince o Girit sabununu korudu. Öldükten sonra o sabunla yıkandı.263

Göçmenlerin uyum ve üretime geçiş aşamalarında, geri dönme umutlarından önceki bölümlerde bahsedilmişti. Bu geri dönme umudu körelip, yeni vatanı “sahiplenme” safhasında bile özlem asla dinmemiştir. Fakat yaşanan acılar ve göç esnasında çekilen çile, geri dönüş isteğinde azalmalara da sebebiyet vermişti.



261 Ernest Muncherian (Kaliforniya-ABD)
262 Yeni yerleşim yerlerini tespit konusunda, mübadillerin, eski vatanlarına benzer iklime sahip ve benzer ürünleri yetiştirebilecekleri yerleri tercih ettikleri belirtilmişti. Aşağıda verilen örnekte, bu hususların yanı sıra, coğrafi benzerliğin de dikkate alındığını ispatlamaktadır:
Kiryaki Spiroğlu (Drama-Yunanistan): “Geldik buraya, baktık, aynı Honaz gibiydi. Orada da evimiz dağın yanındaydı, burada da. Karşı dağlara bakınca hep Honaz’ı hatırladık”, Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
263 Zeki Adalı (Söke-Aydın)


(Nasibimiz böyleydi) derdi annem. İlkin olmadılar, ama sonra sonra memnun oldular. Buram buram memleket hasreti, her zaman geri dönme isteği vardı. (Şimdi kargaşalık var; düzelecek, geri döneceğiz) derlerdi. Buradan kaçan Rumlarda da aynı… Hâlbuki yok ama öyle benimsemişler. Gelince hep toprakları yaladılar, ceviz getirdiler buradan. (On altı, on sekiz yıl bu memlekette büyüdüm; bugün olsa gelirim) diyorlar. Tabii toprak, toprak… Doğum yeri… İnsan yetmiş seksen sene geçirmiş memlekette, özlemez mi orasını? 264

Geri dönme hayalleri hepsinin vardı. (Biz gideceğiz köyümüze) derlerdi. Bazıları, Yunanistan’dan getirdikleri paraları sandıklarda sakladılar; oraya dönünce kullanmak için. Ama paralar tedavülden kalktı, battal oldu. Bazıları (Köye gideceğiz) dediklerinde babam, (Ben köye gitmem; bu tarafa kaçarım) derdi. Nedenini sorduklarında ise, (Orası harp sahası, burada ebediyen kalırsın) derdi. Millet gitmek isterdi; orada malları var elbette. Ama benim babamın malı yoktu ki. Orada koşu atları olan kişi, burada bir araba samana muhtaç oldu. O kişi elbette geri dönmek isterdi. Babam gibi olanlar istemezdi.265

Pek fazla memleketi özlemiyorum; annem de özlemezdi. Ne de olsa korkuyor insan.266

Mübadillerde sıkça rastlanan bir durum vardır ki, o da eski vatana dair her şeyin daha güzel olduğudur267:

Babam ölünceye kadar (Girit’in üzümü, zeytini başkaydı) dedi.268

Bizim evde Girit’ten gelen 10 kg. zeytinyağı saklıdır; sırf Girit’ten geldiği için. Girit’ten gelen kuru üzüm de saklı durur. Hâlbuki Türkiye’deki daha güzel...269

Girit’in adı her zaman Güzel Girit’ti (Omorfi Kiriti). ‘Kız gibi Girit’ anlamında ‘İ Kriti’ derlerdi. Ballandırarak anlatırlardı. Bir abartma vardı. Mesela, oranın zeytini her zaman buradakinden iyiydi; balı, pekmezi, şurubu… Girit’i kaybedilmiş,
264 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir) 265 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir) 266 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir)
267 Pınar Türenç, Şirinceli bir Rum muhacirden şu şekilde aktarma yapmaktadır: “Burada da incirimiz var
ama Çirkince’nin inciri pek tatlı olur. Bunların tadı az. Zeytinlerimiz de çoktu. Şimdi pulmanlarla [otobüslerle] köyümüze gidenler bana zeytinyağı götürüyorlar. Bir de tesvirler [fotoğraflar]...” “Ege’de Yaşanan Geç Kalmış Bir Düğün”, Hürriyet, 19 Ekim 2000.
268 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
269 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)


koparılmış ve bir yerlerde kalmış bir uzuv gibi anlatırlardı. Anlatılacak gibi değil. Ancak, birebir konuşurken özlemlerini anlardınız. Girit’ten bahsederlerken şaşırıp Giritlice devam ederlerdi.270

Memleketi anımsatıcı en önemli öğe toprak ve sudur. “Doyuran toprak” ve “yaşam veren su”…271

On beş sene evvel Girit ziyaretimizde, zeytinliğimizden toprak getirip büyük ablamızın mezarına o topraktan döktük.272

Mübadeleye dair incelemelerde bulunan bir kişinin dikkatini çekebilecek bir nokta, Anadolu Rumlarının daha fazla heyecanla Anadolu’ya olan özlemlerini aktarmalarıdır. Belki de Rumların Anadolu’daki zenginliklerine nazaran, orada daha fazla güçlükle mücadele etmiş olmaları bunun sebebi olabilir.273

Iraklio’da büyük çarşıda, bir sırada beş altı kasap dükkânı vardı. Bir tanesinde ben yaşlarda bir adam vardı; girdim içeri. ‘Ne kadar?’ dedim; bana Drahmi olarak söyledi. Dedim ki (Ben Yunanlı değilim, Türküm), (Türk mü? Nereden?) dedi. Dedim (Aydın Söke). (Bak, şurda ne yazıyor?) dedi. Tabelayı gösterdi bana. Ben Yunanca yazı bilmiyorum. (Ne yazıyor?) dedim. (Menemen Kasabı yazıyor) dedi.

270 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)
271 Eleni Enotiadis (Evia Adası-Yunanistan): “Babam, Ürgüp’e gitmek isterdi. ‘Bir görsem evimizi, bahçemizi, bir üzüm koparsam bağdan’ derdi. 1982’de Allah nasip etti, ben gittim Ürgüp’e. Ayazmadan su getirdik. Anam, dayım içtiler. Toprak da getirdim. Yemek yaparlardı, mantı diye. Bir tepsiye koyup birlikte yerdik. Şimdi ben de yaparım; uşaklarım, torunlarım yer”, Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
Marina Sarımihalidis (Kapadokiko-Larissa-Yunanistan): “Türkiye’de doğmuşum, iki yaşımda buraya gelmişim. Büyüklerimiz orayı söylerdi. Daha da şimdi, kalanlar hâlâ orayı söyler. Bir gün kaynım, (Ana) dedi, (Rodos’a gittim, Türkiye’nin horozlarının sesini duydum). Kayınnam, (Ah yavrum, madem o kadar yakın idi, bir avuç toprak getireydin) dedi. Şimdi görmesin gidip geldiklerini; toprak da geliyor, hepsi de geliyor. Çok arzularlardı, çok gitmek isterlerdi. Ölene kadar Türkiye derlerdi. Burayı bilmezlerdi. Gitmek istiyorduk doğduğumuz topraklara; gidemedik, kaldık”, Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004.
Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD): “Alaçam’da insanların tıbbi amaçla su almaya gittikleri bir pınar vardı. San Fransisko’da yaşarken, eve genellikle ‘ginger eale’ [bir çeşit alkolsüz, gazlı içecek] getirirdim. Bir gün annem bunu içtiğinde, Alaçam’daki ‘Acısu’ diye isimlendirdikleri kaynak suyunu hatırlamıştı; (Tadı aynı ona benziyor) demişti.”
Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın): “Girit’te Bayındır’dan gitme, Petropoulos isminde biriyle tanıştık. Ayağı rahatsızdı. Bayındır’da bir kaplıca varmış. (Oraya gitsem, ayağımı bir o sulara koysam hiçbir şeyim kalmayacak; iyileşeceğim) diyordu. Yalnız, çocukları onun Türkiye’ye gitmesine müsaade etmiyorlardı; (Oraya gideceksin, Türkler seni kesecek; bir de babamızdan olacağız) diyorlardı.”
272 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
273 Hasan Seyran (Gaziemir-İzmir): “Onların memleket özlemi farklı, sebebi de açık. Rumların buradaki ekonomik durumları daha iyiydi. Bağ, bahçe yaptıkları zaman bu meyveler İzmir’e gidiyordu, yani emeklerinin karşılıklarını alıyorlardı. Hayat standartları da yüksekti. Gaziemir’de hep yazlıkları varmış. Bizim orada [Kavala’da] yazlık mı varmış? Harmanın kıyısında yatacak adam, kalkacak bir maşrapa su
dökecek. Haftada kaç defa banyo yapacak, belli değil.”


(Benim annem, babam Menemenli idi. Ben de onların hatırası için kırk küsur senedir bu kasabı işletiyorum) dedi. Onlarda müthiş bir özlem var; o kadar çok ki, bizde yok o özlem. Anadolu diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Başlarını tutarak kaç kişi ah çekiyor, kendi çıkarları için bizi kopardılar diyorlar. Bir başkasıyla da karşılaştık. O gelmiş Türkiye’ye. Döndüğünde annesi sormuş (Türkiye nasıl, hâlâ sulak mı?). Girit kurak, su kıt. (Anne, sen gör oradaki suları, bizim hepimizi boğacak suları var) demiş oğlan. (Ama onlar delirmiş; suları boşa akıtıyorlar) demiş.274

Göçmenlerin içlerine hapsettikleri özlemleri, Anadolu kültürünün çeşitlenmesine katkı sağlamış, bu özleme dair birçok mani ve türkünün söylenegelmesinde etkili olmuştur.

Mani maniye keman Benden memlekete çok selam. Kahırlanmasın hısım akrabalar,
Biz de varırız bir zaman 275


Her göçmen, kendinde eski memlekete dair bir iz taşır. Kimi evinde, kimi adında… Soyadı kanunu çıktıktan sonra, Giritli göçmenler de eski vatanı hatırlatıcı soy isimleri aldılar. Girit mektuplarından da anlaşılacağı üzere, zaten Giritliler, Anadolu’nun aksine, kendi sülalerini tanıtıcı lakaplar yerine, soy isim kullanıyorlardı.276

Babam, Girit’teki evimizin planının aynısından burada da yaptırttı.277

Türkiye’ye geldikten sonra, Girit’ten dolayı ‘Adalı’ soyadını aldık.278

Girit’te Tuntaş soyadlı insanlar var.279




274 İbrahim Akkaya (Söke-Aydın)
275 Pembe Horasan (Kuyucak-Aydın)
276 Yunanistan’daki Anadolu göçmenleri de, soy isimlerinde Türkçe kelimeler ve ekler kullanmaktadırlar. Yunanistan eski Cumhurbaşkanı Karamanlis’in, bir Karaman göçmeni olduğu iddiası mevcuttur. TRT’de yayınlanan ve bu çalışmada da kullanılan “Doğduğum Topraklar” adlı belgeselde, aktarımcı göçmenlerin isimleri, “Tellioğlanidis, Sarımihalidis, Spiroğlu, Karacaoğlu, Köroğlanoğlu” gibi Türkçe izler taşır.
277 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
278 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
279 Remzi Tuntaş (Söke-Aydın)


Göçmenler için eski memleketin dili de önemlidir. Bunu kimliklerinin bir parçası olarak düşünürler.280

Bizle konuşurken, özellikle de Girit’ten bahsederken, farkında olmadan cümleleri Giritlice kelimelerle süslerlerdi. Heyecanlandıkları yerde Giritlice kullanırlardı.281

Babaannem, dedem Atina’dan gelen taş plaklardan Rumca Rembetika dinlerlerdi.282

Yıllar sonra, oradakilerle ilk defa Rumca konuştum. İnsanın çok hoşuna gidiyor. Şivemi onlar çok beğendiler. Hatta bir tanesi, bir bakkal vardı o, (yok, sen Türk değilsin, Yunanlısın) dedi. O derece iyi… Ondan sonra, çıkardım nüfusumu gösterdim, (bak) dedim.283

Mübadillerin eski memleketlerine duydukları özlem, göçün üzerinden hayli vakit geçmesine karşın, onları eski topraklarına götürmekteki en başlı sebep olmuştur. Günümüzde gerçekleşen Türk-Yunan dostluk örgütleri, mübadil dernekleri bunların bir sonucudur. Özlem, göçmenlerin kimlik inşasında da etkili olmuş, atalarının eski memleketlerine gittikçe, “göçmenlik aidiyeti” hissi yerleşmiştir.

Eski memlekete yıllar sonra geri dönmek, en azından ziyarette bulunmak, tüm göçmenlerin ortak arzusudur. Mübadiller de Yunanistan ve Türkiye arasında politik kriz olmadığı devirlerde serbest biçimde eski şehirlerine, kasabalarına, köylerine turistik amaçlı gezi düzenleyebiliyorlar. Aile içi anlatımlardan etkilenen ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler de ata memleketlerini gezerken büyük heyecan duyuyorlar. Bugün, turizm geliri olmayan, Anadolu’nun en ücra köşesinde bile Yunanistan, ABD, vb. ülkelerin uyruğunda insanlar görmek bu yüzden olasıdır.

Hatıraları yaşamak, doğduğum toprakları tekrar görmek için on beş yıl önce bir kez gittik. Her şeyimizi bulabileceğimizden emindik. Ablam on dört yaşında ayrılmıştı;
280 Vula (Pavlides) Rushdoony (Kaliforniya-ABD): “Evde ailem ve büyükannem Türkçe konuşurlardı. Bu yüzden Türkçe’yi anlayabiliyor ve konuşabiliyorum. Türkçe’yi seviyorum; bence çok melodik bir dil. Yunanistan’da Türk televizyonunu takip ediyordum.”
Ernest Muncherian (Kaliforniya-ABD): “Eski memleket insanlarının konuşmalarından biraz Türkçe öğrendim. İstanbullu genç bir çocuk ABD’de üniversiteye başlamadan önce bir aylığına bizde kaldı. Bir gün akrabalarım Türkçe konuştuğunda, bir köyden geldiğimizin açık bir şekilde belli olduğunu söyledi.” 281 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)
282 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)
283 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)


Girit’in her yanını biliyordu. Gidince evimizi, dükkânımızı bulduk. Çok samimi karşıladılar, çok duygulandık. Yıllarca birlikte yaşamış gibi sarıldık. Onlar da biz de ağladık.284

Girit’e gitmek içlerinde uhde idi. Babam (biz gidemedik, siz gidin) derdi. Biz gittik. Babamın köyünü, evini bulduk. Anlatınca dünyalar onun oldu. Annem, evini anlattığımda günlerce unutamadı, günlerce sevinçten ağladı. Sevinç gözyaşları döktü. (Allah bana da gösterse o günleri) dedi. (Ah, ayaklarım biraz sağlam olsa, beni de götür oğlum diyeceğim ama ayaklar sağlam değil) dedi; isyan etti. Babam Girit doğumlu olduğundan hak vermediler. Orada doğana hiçbir Rum konsolosluğu vize vermiyordu. Bana da Rum Konsolosluğu’nda (Ne amaçla gidiyorsun?) diye sordular. Korkuları, orada doğanlar bir şey sakladılarsa alıp getirmesin. Zihniyet…285

Gaziemir’e (Rumlar) daha evvel gelirlerdi. Buranın kendine göre bir güzelliği vardı. Şimdi hâlâ (gel) desen, bırakıp gelecek.286

Ölene kadar Girit türküleri dillerinden düşmedi. Bizim evimizden Girit sözü hiç eksik olmazdı. Biz oraya gittiğimizde, anlatılanlardan, çok yeri ezbere biliyoruz diye gittik. Evlerinin önündeki çiçeklere kadar anlatıyorlardı. Beyaz kireç badanalı sokaklar, duvarların üstündeki çiçekler… Hepsini de gördük. Ben, rüya mı anlatıyorlar diye düşündüklerimin hakikatini gördüm. Memleket özlemi çoktu; kor ateş içinde kalır ya, sönmez; sönmedi. Biz orda doğup büyümedik. On kez gittim, ömrüm vefa eder de ekonomik durumum yerinde olursa on kez daha giderim. Çocuklarımı da götürürüm.287

2000 yılında ben gittim Girit’e, buldum Fortessa’yı. İsmini değiştirmemişler. Fakat köy, Iraklion’un bir mahallesi olmuş. Knassos harabelerinin hemen karşısındaki yoldan 600 metre yukarıda. Köye, Alaçatı ve Karaburun’dan gidenleri yerleştirmişler. Yetmiş yaşlarında birine rastladım. Oturuyordu dükkânının önünde. O da İzmir Alaçatı’dan oraya gidenlerdenmiş; Girit’te doğmuş. Giritlice konuştuk onunla. Dedi ki (Otuz sene evvel gelseydin senin bütün sülaleni bilenler olurdu).288


284 Zeki Adalı (Söke-Aydın)
285 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 286 Hasan seyran (Gaziemir-İzmir) 287 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın) 288 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)


Yıllar sonra baba memleketine giden bir göçmen çocuğunun ayrıntılara ne derece dikkat ettiği, nasıl gözlemlerde bulunduğu, nasıl kendisinden bir parça, iz aradığına aşağıdaki anlatım güzel bir örnek oluşturur:

Orası da aynı buralar gibi. Hiçbir yabancılık yok. Aynı eski Giritlilerin mahalleri; sokaklar dar; araba giremez kolay kolay. Çeşme vardı üçgen çatılı. Yanında koyunların su içtiği yalak… Duvarın ortasında kaide… Mermer levhada eski Türkçe vardı. Hemen onun arkasında bir bina var, tek katlı, okul şeklinde… Birkaç merdivenle zemin kata çıkılıyor. Bütün pencereleri dar, uzundu. Kapının üzerinde yine eski Türkçe yazı vardı. Cami orda yoktu; minare yoktu. Ama Iraklion’un içinde çok güzel camiler vardı. Onlar da %90’ını bozmuşlar hep. Bazı yol kenarlarındaki ev duvarlarına, bahçe sınırlarına bir bakıyorsun bir mermer kaide… Kaidede bir yazı var, okuyamıyorsun. Bitişiğinde caminin kalıntıları… Minare duruyor, ama kullanılmıyor; harap, duvarlarında eski Türkçe yazılı taşlar… Hanya’da ise çok güzel bir kilise, kubbesi cami şeklinde… Önündeki parkta oturduk. Baktık, iskele kurmuşlar; solda çan kulesi var, sağda da yeni minareyi yapıyorlar. Sordum ben kahveciye (Niye bu minareyi yapıyorlar?) diye. O da dedi ki (Burası camiydi vaktiyle. Yıkıldı birkaç yıl önce. Bir Yunanlı çıktı, masrafları üstlendi, aynı minareyi yapacak). Çok ilginç. 289

Bizim Girit ile ilgili konuşmadığımız bir gün bile geçmez. Ben birisiyle karşılaştığımda hiç alakası olmadığı halde Giritli olduğumu söylerim. Girit’ten mutlaka bahsederim. 290

Mübadele günlerini anımsayan, tüm zorluklarını çekmiş insanlar günümüzde teker teker azalıyorlar. Onlar azaldıkça, geride bıraktıkları evler, sokaklar ıssızlaşıyor.

Kimisi para çıkarmaya geldi; kimisi arazisini, kimisi yıkılmış da olsa evlerinin yerlerini aradılar. Kimisi yıkılmış, kimisi sağlam buldu. Kıbrıs çıkartması öncesi, 74’ten önce çok gelirlerdi. Ama şimdi o nesil kesildi. Yani o nesil ölünce, yok gelen.291






289 Bilal Türkoğlu (Söke-Aydın)
290 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)
291 Ali Kaya (Şirince-Selçuk-İzmir)


Eski memleket sırf tatlı anılarla değil, birçok acıyla da doluydu. Fakat göçmenlerin birçoğu hayallerindeki yerler, oradaki insanlarla ilgili kendilerini rahatsız eden konulara girmek istemediler.

Benim hiçbir büyüğüm kesmekten, kandan bahsetmedi; hep güzel şeylerden bahsettiler. Onlar, güzel konular konuşmak, mani okumak, şarkı söylemek arzularlardı.292




Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 13:50

292 Hasan Tuntaş (Söke-Aydın)


SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğu için 19.yüzyıl tam bir yıkım sürecidir. Ardı ardına gelen savaşlar, Batılılaşma hareketlerinin içerde etkileri, ekonomik darboğaz, milliyetçilik akımları ve İmparatorluğun dağılması, iç kargaşalıklar ve devleti oluşturan etnik grupların birbirleriyle mücadeleleri ile I.Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu yenilgi, Anadolu’yu kaynayan bir kazan durumuna getirmişti. İmparatorluğun Slav kökenli halkları, bir bir imparatorluktan ayrılmıştı. 1830’da Mora yarımadasında kurulan Yunanistan Krallığı, sürekli toprak talepleri ve Osmanlı’nın diğer bölgelerindeki Rum azınlığa olan etkileri ile büyük sorun yarattı.

Anadolu Rumları, Osmanlı’nın 1453’te İstanbul’u alışından itibaren İmparatorlukta Türklerle birlikte en etkili etnik grup olmuşlardır. Siyasi açıdan birçok ayrıcalığa sahip olan Rumlar, Osmanlı idaresinde de etkili olmuş, İmparatorluğun dış ülkelerde temsiline dek bir takım görevler üstlenmişlerdi. Osmanlı Batılılaşma hareketleri ve Tanzimat’a dek askerlik görevinden muaf olan Rumlar, ticarette, zanaatta ve esnaflıkta hayli ilerlemişler, ekonomik gelir açısından Yahudilerle yarışacak duruma yükselmişlerdi. Kent, kasaba ve köylerin en zenginleri arasında bir Rum kökenlinin varlığına tanık olunurdu. Dinsel hayatlarında serbestlik içerisinde olan Rumların kendi okulları, matbaa ve yayın organları, sosyal dernekleri bulunmaktaydı.

I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan İmparatorluğun toprakları, galip kuvvetlerce işgale uğramaktaydı. Bu paylaşımda Yunanistan’a düşen parça, hak iddia etmekte olduğu Anadolu’nun Batı kıyılarıydı. Bu amaç doğrultusunda 15 Mayıs 1919’da İzmir’den başlamak üzere, Ege kıyılarını ve ardından İç Ege’yi işgal eden Yunan ordusu, yüzyıllarca Helen kültürünün mihenk taşı olma görevini üstlenmiş Anadolu Rum halkının geleceğine yakından tesir etti.

Yüzyıllarca bir arada, aynı coğrafyayı paylaşmanın doğurduğu bir sonuçla, Türkler ile Rumların kültürel alanda yoğun bir alışveriş halinde oldukları, karşılıklı etkileşimlerde bulunduklarından söz edilebilir. Öyle ki, İstanbul, İzmir, Trabzon gibi büyük kentler ile Ege ve Doğu Karadeniz sahil kesimi dışında hemen tüm bölgelerdeki Rumların anadili Türkçe idi. Türkçe konuşur, Türkçe ibadet eder, Türklerle aynı giysiyi


giyer, aynı enstrümanı çalar, aynı oyunları oynarlardı. Anadolu Rumları, Osmanlı’nın son döneminde, özellikle Amerikan Protestan misyonerlerinin etkileriyle mezhep değiştirenler haricinde, merkezi İstanbul’da olan Ortodoks Kilisesine mensuplardı. Türklerin büyük kısmı Sünnî Müslüman’dılar. İki halkı ayıran tek büyük farklılık din idi.

Buna karşın, Yunan Krallığı dâhilinde olan Mora, Teselya, daha sonra Yunanistan’a katılacak Ege Adaları ve Batı Trakya’da, demografik yapı ve Rumlar ile Türklerin sosyo-ekonomik ve kültürel ilişkileri Anadolu’daki uygulamalar ile aynı değildi. Yunanlıların çoğunluğu oluşturduğu Mora ve Teselya’da azınlık grubu Türklerdi. Bu bölgelerdeki Müslümanlar ve Batı Trakya’daki Türkler, -çok az farklı örnekleri olmak üzere- Türkçe konuşurlardı. Bahsedilen yerlerde Türk ve Yunan halklarının kaynaşması sınırlı olmuş, giysi, müzik, oyun, yemek kültürü gibi etkileşimlerin olması haricinde, genelde birbirinden ayrı bölgelerde yaşamışlardı.

Girit Adası’nın yukarıda örnekleri verilen etkileşim, benzerlik ve farklılık üçgeninde özel bir yeri bulunmaktadır. Anadolu’daki çoğu Rum’un anadilinin Türkçe olması gibi, Girit’teki Müslüman nüfusun anadili Rumca idi. Kültürel ve sosyal yaşam açısından adanın diğer unsurunu oluşturan Rumlardan hiçbir ayrı noktaları bulunmamaktaydı. Burada da tek farklılık dindi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman ve Ortodoks halkı ile Batı Trakya ve Yunanistan ana kıtasının büyük şehirlerinde, Girit’te ve hemen tüm Anadolu’da yüzlerce köy ve kasabada birlikte, farklı mahallelerde olsalar dahi barış içerisinde yaşadılar. Komşuluk ilişkileri mükemmeldi; birbirlerinin dini inançlarına saygılıydılar.

Osmanlı’nın son dönemindeki savaşların çoğu dış güçlerle değil, İmparatorluktan ayrılmak isteyen azınlık gruplarına mensup kuvvetlerle olmuştu. Bundan dolayı, parçalanan ve giderek küçülen devletin gayri Müslimlere olan güveni azalmıştı. Müslüman nüfus da çektikleri sıkıntıların sorumluların azınlıklar olduğunu düşünmeye başladılar.

İzmir’den başlamak üzere iç bölgelere doğru ilerleyen Yunan ordusu önlerine binlerce Türk’ü de kattı. Yunan işgal kuvvetlerinden kaçanlar iç bölgelere sığındı. İşgal


altında bulunan topraklardaki Müslümanlar ise, çoğu eğitimsiz, yoksul ve büyük vaatlerle Anadolu’ya getirilen Yunan askerlerinin türlü zulümlerine, aşağılamalarına, cinayet ve tecavüzlerine maruz kaldı.

Ege kıyılarındaki Rum nüfus, temelinde kendilerine yabancı olan bu güçleri sevinç ve heyecanla karşıladı. Onlara her türlü erzak, para ve asker gücüyle destek verdi. İşgal altında olmayan bölgelerde ise ayrılıkçı cemiyetler ve Türk nüfusa yönelik tacizlerde bulunan Rum çeteleri kuruldu.

Bunlara, Yunanistan ve Girit’ten devletin ve Yunan çetelerinin baskısı sonucu Anadolu’ya kaçmak zorunda kalan Müslümanların çektikleri acı ve topraklarından kopuş hikâyeleri eklenince, Anadolu’da Rum azınlığa duyulan güven, yerini kuşkuya bıraktı.

Türk ordusunun Mustafa Kemal liderliğinde, Ege’de, Yunanlılara karşı gösterdiği büyük başarıyla, işgal altındaki Anadolu toprakları tekrar Türklerin eline geçti. Bu kez kaçma sırası yerli Rumlardaydı. Düzensiz gruplar halinde Anadolu’yu terk eden Rum nüfus Ege sahillerine, ardından da Adalara yahut Yunanistan’a kaçtı. Yunan ordusunun geri çekilmesiyle Kurtuluş Savaşı noktalanmış oldu.

Yeni kurulan Türk devleti, Lozan Antlaşması ile dünyaca tanındı. Konferans sürecinde, Yunanistan’daki Türk ve Türkiye’deki Rumların nüfus mübadelesine ilişkin bir antlaşma için de karar alındı. Buna göre, Batı Trakya ve İstanbul’da yaşayan Türk ve Rum nüfusun haricindeki tüm bölgelerdeki karşılıklı bir değişim söz konusu olacaktı. Antlaşma uyarınca, Yunanistan’daki yaklaşık 500 bin Müslüman ile savaş sırasında kaçanların da dâhil olduğu 1,5 milyon Anadolu Ortodoks’u memleketlerinden sürülüp yeni yurtlarına yerleşeceklerdi.

Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı süresince, Balkanların ve Anadolu’nun ulusallaştırılmasına tanık olmaktayız. Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan nüfus mübadelesi, zaten başlamış olan ulusallaşma sürecinin bir devamı olarak düşünülebilir. Mübadele ile her iki ülke ulusal bazda çok daha homojenleşmiş, etnik kökene dayanan nüfusları artmıştır. Bu yüzden, her iki ülkenin bu göçü desteklemesinin temel sebebi ulus-devletler oluşturma çabası olarak özetlenebilir. Bu ulus-devletin ırksal, dilsel,


kültürel bir dayanağa oturmasından çok dinsel temeller üstüne inşa edildiği göçmenlerin analizi yapıldığında ortaya çıkmaktadır. Yunanistan’a giden Rum nüfusun büyük kısmı, insanlar arası iletişimin temel noktası olan konuşmayı gerçekleştiremeyecek derecede Yunanca bilmiyorlardı. Aynı şekilde Girit göçmenleri de Türkçe konuşamıyorlardı. Özellikle Kapadokya Ortodokslarının Türk kökenli olduklarına dair iddialar mevcuttur. En basit örnek ile, halk oyunu olarak ‘semah’ı kullanan bir grubun etnik temeli üzerine derin kuşkular duyulması mantık çerçevesindedir.

Göç, savaş sırasında zaten başlamıştı. Savaştan sonra, Türk ve Yunan hükümetlerinin Lozan’da nüfus değişmesi antlaşmasına varmalarıyla birlikte, Yunanistan’daki Müslümanlar ve Anadolu’daki Ortodokslar, hastalık, cinayet, yoksulluk ve açlıkla dolu bir göçe zorlandılar.

Açık bir şekilde gözlemlenebileceği üzere, Anadolu Rumları Yunanistan’a, Girit Türkleri ise Türkiye’ye anavatanlarına nazaran kültürel olarak daha yabancıydılar. Bu yabancılık, yeni yerleşim yerlerine uyum sorunlarını da beraberinde götürdü. Binlerce göçmenin iskân edilmesi ve mal dağıtımı güçlükle sürdürüldü. Göçmenlerin üretim modellerine dikkat edilmeksizin yürürlülüğe konan uygulamalar, yeni iç göçlere, göçmenlerin daha fazla yıpranmasına ve daha fazla uyum sorunu çekmelerine yol açtı.

Mübadiller Anadolu’ya vardıklarında birçok güçlükle karşılaştılar. Yerli halk Rumlardan kalan evleri ve arazileri yağmalamıştı ve devlet uygun biçimde yerleşimlerini sağlayıcı organizasyondan yoksundu. Bunların yanı sıra, mübadillere yer yer kötü davranılmakta ve yerli halk tarafından garipsenmekteydiler.

Göçmenler, bir yandan ekonomik zorluklarla mücadele ederken, bir yandan da yeni sosyal çevreleri tarafından dışlanma ve horlanmalara maruz kaldılar. Belli bir aşamadan sonra üretimde ve eğitimde başarı sağladıkça kabul gören muhacirler, artık yeni sosyal çevrelerine etkilerde bulunmaya başladılar. Göçmenlerin iskân edildikleri yöreler, sosyo-ekonomik ve kültürel çeşitlenmenin arttığı yerler oldu. Nüfus mübadelesinin temel amacı olan ulus-devletler ortaya çıkarken, aslında başka bir genetik ve kültürel karışım da meydana geliyordu.


Göçmenler, ilk yıllarda verimli olamadılar; fakat aradan geçen yıllarda Anadolu’nun ekonomik yaşamına büyük katkıda bulundular. Bu katkıları yinede ayrılan Rumların boşluğunu doldurmaya yetmedi. Yine de yeni teknikler ortaya koydular; çalışkanlıklarıyla ekonominin gelişimine katkı sağladılar. Samsun ve Bursa civarındaki tütün üretimi, Mudanya ve İzmir civarındaki zeytin üretimi, Batı Anadolu’da tarımsal gelişim onların bilgi, kabiliyet ve çalışkanlıklarının sonucudur. Yunanistan’dan gelen muhacirler, yeni sosyal çevrelerinde halk edebiyatı, halk müziği, halk oyunları, halk giysileri, halk mutfağı, halk ekonomisine dair üretim modelleri gibi birçok halkbilimsel alanda çeşitlenmelere yol açtılar. Aynı şekilde, Anadolu’dan Yunanistan’a giden Rumlar da yeni sosyal çevrelerine uyum aşamasında, değişimlere uğradıkları kadar farklı uygulamaların da başlamasına öncülük ettiler.

Mübadillerin kimlik bilinci ile resmi ideoloji arasında büyük bir bağlantı noktası bulunmaktadır. Yeni devletin resmi ideolojisi, yeni vatanda yeni kimlik yaratma imkânı tanımaktaydı. Devletin isteği olan “Batılılaşma”, göçmenlerin tabiatına çok uygundu. Bu yüzden yeni kimlik inşası meselesi, resmi ideoloji ile birliktelik içinde yürüdü. Mübadiller genç Cumhuriyetin ve onun ideolojisinin doğrultusunda hareket ettiler.

Mübadele ile ilgili bir kaynaktan yararlanan kişinin aklına şu soru gelebilir: Kim kârlı çıktı? Başlangıçta her iki devlet de… İçlerinde sürekli sorun yaratan -kendilerine göre- ‘yabancı’ unsurları temizleyip, amaçlarına uygun olarak, homojen bir toplum yapısına sahip oldular. Yunanistan 1,5 milyon göçmeni barındırma ve yerleştirmede büyük sıkıntı çekti. Fakat genç ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti ise Yunanistan’a nazaran daha örgütlü hareket ederek, elindeki imkânların fazlalığından ve gelen nüfusun giden nüfusa göre daha az olmasından ötürü göreceli bir başarı sağladı. Yunanistan’da barınamayan binlerce göçmen Amerika, Avrupa, Avustralya kıtalarına göç etti. Türkiye’de bu şekilde bir göçe rastlanmamıştır.

Yunanistan, o zamanki nüfusunun dörtte biri kadar göçmenle mücadele etmek için çaba sarf ederken, ilerleyen yıllarda gelen nüfusun niteliklerinden ötürü büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. Yunanistan’a gelen nüfus üretken, eğitimli, ticaretten anlayan, sanatkâr, esnaf, girişimciydi.


Biz eğitilmiş insanlardık. Zanaatkâr, usta, zengin insanlardık. Biz buraya gelince Türkiye eğitilmiş insanlarını kaybetti. Biz Türkiye’nin bereketiydik. Geldik Yunanistan’ı kalkındırdık.293

Günümüzde Yunanistan, “Rum Diasporası” olarak adlandırılan çoğu Anadolu kökenli yabancı ülkelerde yaşayan Rumlar aracılığıyla büyük bir lobi gücüne sahiptir. Her iki ülkenin yıllar süresince inişli çıkışlı bir grafik gösteren komşuluk ilişkileri Kıbrıs, Ege, Batı Trakya, Patrikhane sorunları dolayısıyla büyük yara almıştır.

Nüfus mübadelesinin çok önemli sosyal, ekonomik ve siyasi etkileri olmasına karşın, Türkiye’de gerekli ilgiyi görmemektedir. Devlet de göçmenlerin yeni yerleşim yerlerine adaptasyonu ve problemleri üzerine gerekli ilgiyi göstermemiştir. Mübadelenin sorunlarını ya görmezlikten gelinmiş ya da üstü kapanmak istenmiş; akademik çalışmalar da bu hususa gerekli hassasiyeti vermemiştir. Ulusallaşma ve ekonomik gelişim süreci, Türkiye’nin ulusal tarihini anlamak için iki önemli mevzuudur. Bu yüzden nüfus mübadelesinin bu hususları ve göçmenler, üniversitelerde detaylarıyla irdelenmelidir. Bu, ivedi bir meseledir; çünkü nüfus mübadelesini birebir yaşayan insanlar göçüp gitmektedir. Zaman giderek kısalmakta ve o günleri yaşayan birinci kuşak göçmenlerden geriye çok az kişi kalmaktadır.

İki ülkenin geçmişlerinin bir yerlerde kesiştiği, birçok ortak yönleri olduğu unutulmamalı. Her iki ulus da savaşlar ve kırımlardan dolayı çok acı çekti. Bunların izleri hâlâ hafızalarda… Anadolu’da sekiz yüzyıldan fazla, Yunanistan’da ise beş yüz yıl birlikte yaşamış iki toplumun, birlikteliklerinin son yüzyıl içerisindeki karşılıklı tutumları, ortak paylaşımların gerçekleştiği geçmişi unutturmamalı. Kültürel benzerliklerimiz, ortak duygularımız ve tarihimiz, tekrar kurulacak “kardeşliğin” referansı olabilir.

Kültürel benzerlikler, özellikle Türkler, Rumlar ve aynı zamanda Ermenilerin birbirleriyle barış içinde yaşadıklarının ve yıllardır birbirlerinin kültürlerini paylaştıklarının bir göstergesidir. Evet, kardeşlik… Belki de geriye bakmamanın tam zamanı. Tanrı’nın affetmeyi ve merhameti öğrettiğine inanıyorum. İncil’de (Galatlar, 3:28) şöyle bir söz var ki, ‘Ne Yahudi ne de Yunan, ne köle ne de hür

293 Yalçın, age., s. 131.


insan, ne kadın ne de erkek, kendiniz bizzat İsa’sınız.’ Bunun anlamı, kadın ya da erkek, Rum ya da Ermeni olmaktan vazgeçmek değildir. Bunun İsa’ya göre anlamı, Tanrı’nın bize kardeşliği ve birlikteliği önerdiğidir.294



















































294 Steve Muncherian (Kaliforniya-ABD)


KAYNAKÇA

Kitaplar:

Adıyeke, A. N. (2000) Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TTK Yayınları: Ankara.

Ak, S. A. (2004) Girit’ten İstanbul’a Bahaettin Rahmi Bediz, İletişim Yayınları:
İstanbul.

Aladağ, E. (1995) Andonia – Küçük Asya’dan Göç, Belge Yayınları: İstanbul. Anadol K. (2003) Büyük Ayrılık, Doğan Kitap: İstanbul.
Apak, R. (1990) İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, TTK Yayınları: Ankara.

Arı, K. (2000) Büyük Mübadele Türkiye’den Zorunlu Göç (1923-1925) (2. Basım),
Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.

Atatürk, M. K. (1980) Nutuk, Cilt: 2, Milli Eğitim Basımevi: İstanbul.
Augustinos, G. (1997) Küçük Asya Rumları (Çev: D. Evci), Ayraç Yayınevi: Ankara. Aydınel, S. (1990) Güneybatı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı
Yayınları: Ankara.
Başaran M. (2000) Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tire, Dokuz Eylül Yayınları: İzmir. Başkaya, F. (1997) Paradigmanın İflası-Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş, Doz
Basım Yayın: İstanbul.
Banoğlu, N. A. (1991) Tarihte Girid ve Osmanlılar Dönemi, Kastaş Yayınları: İstanbul. Baumann, Gerd (1999) Çokkültürlülük Bilmecesi (çev: I. Demirakın), Dost Kitapevi
Yayınları: Ankara.

Berber, E. (2002) Rumeli’den İzmir’e Yitik Yaşamların İzinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: İzmir.

Belli, M. (2006) Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi-Ekonomik Açıdan Bir Bakış
(Çev: M. Pekin), Belge Yayınları: İstanbul.

Bıyıklıoğlu, T. (1962) Türk İstiklâl Harbi, I. Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Gnkur.
Bşk. Harb Tarihi D. Resmi Yayınları: Ankara.

Burhan, S. (2002) Sökeli Cafer Efe, Nesil Basım Yayın: İstanbul.

Copotarti, F. (1999) Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları
(Çev: N. Çavuşoğlu), Su Yayınları: İstanbul.



Çadırcı, M. (1997) Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yayınları: Ankara.

Danacıoğlu, E. (2001) Geçmişin İzleri-Yanıbaşımızdaki Tarih İçin Bir Kılavuz, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.

Devellioğlu, F. (1988) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitapevi: Ankara. The Encyclopedia of Islam (1913) Crete, Volume I, Luzac Co. Pub.: London.
Erdal, İ. (2006) Mübadele-Uluslaşma Sürecinde Türkiye ve Yunanistan 1923-1925, IQ Kültür Sanat Yayıncılık: İstanbul.

Eyüpoğlu, İ. Z. (1981) Anadolu Uygarlığı, Der Yayınları: İstanbul.

Gökaçtı, M. A. (2004) Nüfus Mübadelesi-Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, İletişim Yayınları: İstanbul.

Gökbel, A. (1964) Milli Mücadelede Aydın, Coşkun Matbaası: Aydın. Güvenç, B. (2005) Türk Kimliği, Remzi Kitapevi: İstanbul.
Hatipler, M. (2003) Selanik’ten Edirne’ye İnsan Ziyanlığı, Assos Yayınları: İstanbul. Hacır, G. (2006) Efe Başvekil-Şükrü Saracoğlu’nun Romanı, Remzi Kitapevi: İstanbul.
Hirschon, R. (2000) Mübadele Çocukları (Çev: S. Çağlayan), Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.

İpek, N. (2000) Mübadele ve Samsun, TTK Yayınları: Ankara.

Jaeschke, G. (1986) Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri (Çev: C. Köprülü), TTK Yayınları: Ankara.

Kaplanoğlu, R. (1999) Bursa’da Mübadele, Avrasya Etnografya Vakfı Yayınları:
İstanbul.

Kara, İ. (2006) Hanya/Girit Mevlevihanesi, Dergah Yayınları: İstanbul.

Karpat, K. H. (2003) Osmanlı Nüfusu-Demografik ve Sosyal Özellikleri (1830-1914)
(Çev: B. Tırnakcı), Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.

Krejci, J. ve Velinsky, V. (1981), Ethnic and Political Nations in Europe, St. Martin’s Press: New York.

Lewis, B. (1988) Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları: Ankara.

Macid, T. M. (1997) Girit Hatıraları (hzn: İ. Miroğlu, İ. Şahin), Tercüman Gazetesi Yayınları: İstanbul.



Neyzi, L. (2004) Ben Kimim? Türkiye’de Sözlü Tarih, Kimlik ve Öznellik, İletişim Yayınları: İstanbul.

Ong, W. J. (2003) Sözlü ve Yazılı Kültür-Sözün teknolojileşmesi, Metis Yayınları:
İstanbul.

Özek, Ç. (1999) Devlet ve Din, Ada Yayınları: İstanbul.

Özgüç, A. (1974) Batı Trakya Türkleri, Kutluğ Yayınları; İstanbul.

Pekin, M. ve Turan, Ç. (2002) Lozan Nüfus Mübadelesi İle İlgili Yayınlar ve Yayımlanmamış Çalışmalar, Lozan Mübadilleri Vakfı Yayınları: İstanbul.

Prevelàkis, P. (1997) Girit’te Bir Şehrin Hikayesi (Çev: O. Bleda), Belge Yayınları:
İstanbul.

Püsküllüoğlu, A. (2004) Türkçe Sözlük, Arkadaş Yayınevi: Ankara.

Salâhî, M. (1967) Girid Meselesi 1866-1889 (hzn: M. Aktepe), Edebiyat Fakültesi Yayınları: İstanbul.
Serçe, E. (1998) İzmir ve Çevresi Nüfus İstatistiği- 1917, Akademi Kitapevi: İzmir. Sotiriyu, D. (1970) Benden Selam Söyle Anadolu’ya (Çev: A. Tokatlı), Yeni Alan
Yayıncılık: İstanbul.
Tunaya, T. Z. (1995) Türkiye’de Siyasi Partiler, (1859-1952), Arba Yayınları: İstanbul. Turan, M. (1994) Batı Anadolu’da Yunan Mezalimi, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları: Ankara.
Umar, B. (1974) İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Bilgi Basımevi: Ankara. Yalazan, T. (1994) Türkiye’de Yunan Vahşet ve Soykırımı Girişimi c. II (15 Mayıs
1919-9 Eylül 1922), Genelkurmay Basımevi: Ankara.

Yalçın, K. (1998) Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, Belge Yayınları: İstanbul. Yorulmaz, A. (1999) Kuşaklar Ya Da Ayvalık Yaşantısı, Geylan Kitabevi: İzmir.


Makaleler

Adıyeke, A. N. (1991) “Türk Basınında Girit’in Yunanistan’a Katılması (1908-1913)”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, Sayı: 1, s. 58-63.

(1993) “Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimindeki Durumuna Dair Bir Rapor”, Belgeler, TTK Yayınları, s. 293-315.

Beyoğlu, S. (2000) “Girit Göçmenleri (1821-1924)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Sayı:2, s. 123-138.

Çapa, M. (1990) “Yunanistan’dan Gelen Göçmenlerin İskanı” Atatürk Yolu, Ankara Üniversitesi Türk İnkilap Tarihi Ens. Dergisi, Yıl:3, c. 2, Sayı: 5, s. 49-84.

Koloğlu, O. (1987) “Girit’de Türkçe Basın”, Tarih ve Toplum, c. VII/48, Aralık Sayısı, s. 9-12.

Özaslan, M. (1996) “Halkbilimi”, Halkbilimi, ODTÜ-THBT Yayınları, Sayı: 1, Güz, s.
2-9.

Şahin, T. E. (2002) “Tarih Biliminin Tarihçesi Çerçevesinde Çeşitli Tarih Felsefeleri, Postmodern Söylem ve Küresel Bağlamda Tarih’in Konumu”, Milli Eğitim Dergisi, Sayı:155-156 Yaz-Güz, s. 75-87.

Tekeli, İ. (1990) “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, 50.Sayı, s. 52-58.

Gözaydın, N. (2003) “Adımız Andımızdır…veya Türkiye’deki Adlar Üzerine Oyunlar- I”, Türk Dili, TDK Yay., Sayı:619.
(2003) “Adımız Andımızdır…veya Türkiye’deki Adlar Üzerine Oyunlar- II”, Türk Dili, TDK Yay., Sayı:620.


Kurultay/Sempozyum Bildiri Kitapları

Akgün, S. (1986) “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu”, III. Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri (20 Temmuz 1974’e Kadar), Gnkur. Basımevi, Ankara, s. 244-157.

Berber, F. (2002) “Milli Mücadelede Söke’ye Bir Bakış”, I.Uluslararası Aşağı Menderes Havzası Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sempozyumu (15-16 Kasım 2001/Söke), s. 98-108.

Çelebi, M. (2002) “Söke’de İtalyan İşgali(1919-1920)”, I.Uluslararası Aşağı Menderes Havzası Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sempozyumu (15-16 Kasım 2001/Söke), s. 121-129.


Güneş, G. (2002) “Kurtuluş Savaşında Yunan İşgal Döneminde Söke”, I.Uluslararası Aşağı Menderes Havzası Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sempozyumu (15-16 Kasım 2001/Söke), s. 109-120.

Pala, İ. (2004) “Crete and Poems”, II. National Aegean Island Symposium (2-3 July 2004), Turkish Marine Research Foundation, s. 112-119.

Öztürk, A. A. (2002) “Cumhuriyet Döneminde Söke’ye Yapılan Göçler (1923-1989)”, I.Uluslararası Aşağı Menderes Havzası Tarih, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Sempozyumu (15-16 Kasım 2001/Söke), s. 62-77.



Raporlar/Notlar

Anadolu’da Yunan Mezalimi ve Vahşeti, (1338) Ankara.

Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), (2000) 1935-2000 Yılları Arası Genel Nüfus Sayımı Sonuçları.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, “Anadolu’da Yunan Mezalimi”, Arşiv ve Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi III

Ergenekon, B. (2000) Cultural Evoluation II (Kültürel Evrim II) Dersi Ders Notları,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Arkeometri ABD: Ankara.

Uluğtekin, M. (1999) Osmanlıca IV Ders Notları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü: Ankara.


Görsel Basın

Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Belgesel, Bölüm 1-2, Ankara, TRT, 2004

Yazılı Basın

Başlangıç, C. “80 yıldır Dinmeyen Mübadele Acısı”, Radikal, (8 Aralık 2003). Nadi, Y. Cumhuriyet, (18 Temmuz 1924).
Özgentürk, N. “Kalbim Ege’de Kaldı”, Sabah, (14 Kasım 2002). Özkök, E. “Bir Bitli Muhacir Hikayesi”, Hürriyet, (18 Mayıs 2003).
Türenç, P. “Ege’de Yaşanan Geç Kalmış Bir Düğün”, Hürriyet, (19 Ekim 2000). Yaşin, M. “Benim Kasabalarım”, Hürriyet-Pazar Eki, (20 Nisan 2003).

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GİRİT’TEN SÖKE’YE MÜBADELE ÖYKÜLERİ

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 14 Tem 2019, 14:15

İnternet Kaynakları

Toprak, Z. (09.11.2005) Postmodernite, Kültür ve Tarih, www.aksam.com.tr. www.google.com/Girit (05.05.2007)
www.osym.gov.tr (05.05.2007) ALES - 22 Nisan 2007, Sözel Bölüm A Kitapçığı, 53 ve
54. paragraf soruları metni.

www.turk-yunan.gen.tr/turkce/katliamlar ... -soke.html, (04.09.2003).

EK-1: Söke’de bulunan ve olaylara tanıklık yapan bir grup insanın Osmanlı idare merkezine geçtikleri telgraf örneği


Huzûr-ı Devletlerine

Devletlü Tevfik Paşa Hazretleri

Ma‘lûm-ı devletleridir ki, Söke ve Kuşadası'nın ânî işgâli hasebiyle ahâlî-i umûmiyye servet ve nukûd ve eşyâlarını ahzetmeden firâr etmişlerdir. Söke'de zükûr ve inâs üç yüz altmış nüfûs kalmışdır. Bunların da günden güne mikdârı azalmakda ve her gün hânelerinde ikişer ve üçer nüfûs şehîd edilmiş bulunmakdadır. Söke'ye bir sâ‘at mesâfede yirmi altı kişi, Gümüş Yeniköyü'nde on sekiz kişi ve Tatarlar karyesinde yetmiş iki kişi şehîd edilmişdir. Bütün ehl-i İslâmın emvâl ve emlâkı emvâl-i metrûke diye vaz‘-ı yed edilerek furuht ve zabtedilmekdedir. Hattâ Söke'den çıkmağa muvaffak olamayan eşrâfdan Eğinli Hacı Mustafa Efendi'nin elli bin liralık debbağhânesi ve yirmi bin liralık kereste mağazası bütün emti‘ası ile vaz‘-ı yed edilmişdir. Bilâ-istisnâ bütün Müslümanların mâlları ve eşyâ-yı beytiyyeleri huzûrlarında ahz u gasb edilmişdir. Âh u enîn içindeyiz ifnâ ve imhâ ediliyoruz. İmdâdımıza yetişin. Bâb-ı Hilâfete ilticâya karâr verdik Allah ve Resullullah aşkına hey’et-i tahkîka gönderilsün ve hiç olmazsa günden güne mikdârımız azalmakda olan ehl-i İslâmın imdâdına yetişin. Ne servet ve ne sâmân ne de mevâşî ve ne de eşyâ kalmışdır. Binlerce dönüm mezrû‘âtımıza da vaz‘-ı yed edildi. Bu kadar zulüm ve hakâret ve imhâ edileceğimizi ümîd etmiyor[d]uk. Bütün kadınların nâmusları hetkedildi. Allah ve Resullullah aşkına imdâd-ı ruhâniyyete sığınarak tahlîsimizi ilcâya(?) ricâya ictisâr etdik. İmhâ ve ifnâ ile tehdîd ediliyoruz ve edilmekdeyiz. Mütebâkî ahâlînin cân ve nâmûslarının muhâfazası matlûb ise imdâdımıza yetişerek tahlîsimize çâre-sâz olunuz. Paşa hazretlerinin merhamet-i devletlerine iltica etdik.

Yazıkdır ve günahdır. Ehl-i İslâm muttasıl imhâ ve ifnâ ediliyor. Bütün servet ü sâmân ayrıca şimendüfer ile İzmir'e vapur ile Kuşadası'ndan Yunanistan'a ve Sisam'a sevkedildi. Ankara'dan imdâd yok zaten. Ümîdimiz yok, hiç olmaz ise hilâfet-i mu‘azzama vekîli olan zat-ı devlet-penâhîleri çâre-i na-sâzımıza devâ bularak tahlîsimize muvaffak olun. Bâkî bekâ-yı devlet ve tahlîsimiz ahsâr âmâlimizdir devletlü Tevfik Paşa hazretleri.

Fî 12 Haziran sene 1338

[Söke'de düşman elinde mahsûr kalan ahâliden ba‘zı eşhâsın isim ve imzaları.] BOA. HR. SYS. 2631/77.

EK-2: KAYNAK KİŞİLER


Ad - Soyad Yaş
Meslek Eğitim Yaşadığı Yer Doğum Yeri
Dil Görüşme Tarihi Görüşme Metodu
1 Ali Kaya 89 Çiftçi İlkokul Şirince İzmir Kavala Yunanistan Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
2 Ayten Seyran 75 Ev Hanımı İlkokul Gaziemir
İzmir Şirince İzmir Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
3 Bilal Türkoğlu 69 Serbest Meslek, Emekli İlkokul Kuşadası Aydın Söke Aydın Rumca, Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı
Görüşme
4 Ernest R. Muncherian 81 (Kasım 2003'te vefat etti) Emekli Lise Kaliforniya ABD Kaliforniya ABD İngilizce, Türkçe 2003
Nisan'dan itibaren Mektup, e-posta, Anket
5 Hamit Sepetcioğlu 94 (Temmuz 2002'de vefat etti) Çiftçi Okur Yazar Dikmen Sinop Gerze Sinop Türkçe 2001
Sonbahar Karşılıklı Görüşme
6 Hasan Seyran 85 Serbest Meslek İlkokul Gaziemir
İzmir Gaziemir
İzmir Türkçe 2006
Sonbahar Karşılıklı Görüşme
7 Hasan Tuntaş 48 Serbest Meslek Üniversite İzmir Söke Aydın Yunanca, Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
8 Hatice Öner 91 (Ekim 2006’da vefat etti) Çiftçi Okur Yazar Kuyucak Aydın Kuyucak Aydın Türkçe 2005
Şubat Karşılıklı Görüşme
9 İbrahim Akkaya 79 Serbest Meslek, Çiftçi İlkokul Söke Aydın Söke Aydın Rumca, Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
10 İkbal Çobanoğlu 89 (Eylül 2oo6’da vefat etti) Ev Hanımı İlkokul Söke Aydın Söke Aydın Rumca, Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
11 Konca Sepetcioğlu 60 Ev Hanımı İlkokul Yakakent Samsun Alaçam Samsun Türkçe 2006
Şubat Karşılıklı Görüşme
12 Berin Süldür 55 Emekli Lise Nazilli
Aydın Nazilli
Aydın Türkçe 2007-09-03
Yaz Karşılıklı
Görüşme



Ad – Soyad Yaş
Meslek Eğitim Yaşadığı Yer Doğum Yeri
Dil Görüşme Tarihi Görüşme Metodu
13 Nevin Türkoğlu 64 Emekli Ortaokul Kuşadası Aydın Söke Aydın Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
14 Pembe Horasan 87 Ev Hanımı İlkokul Kuyucak Aydın Kumçiftlik Yunanistan Yunanca, Türkçe 2007
Kış Karşılıklı Görüşme
15 Remzi Tuntaş 69 Serbest Meslek İlkokul Söke -Aydın Söke -Aydın Rumca, Türkçe 2005
İlkbahar Karşılıklı Görüşme
16 Sabri Sepetcioğlu 75 (Aralık 2006’da vefat etti) Emekli Ortaokul Yakakent - Samsun Gerze - Sinop Türkçe 2004-2005 Karşılıklı Görüşme
17 Steve Muncherian 48 Papaz Üniversite Kaliforniya- ABD Kaliforniya ABD İngilizce , Ermenice 2003
kışından itibaren Mektup, e-posta
18 Theo Halo 71 Yazar Üniversite Virjinya ABD Virjinya ABD İngilizce 2005
Yaz e-posta
19 Vula Pavlides Rushdoony 84 Emekli Lise Kaliforniya ABD Katerini Yunanistan İngilizce, Türkçe, Yunanca 2003
Nisan'dan itibaren Telefon, e-posta, Mektup, Anket
20 Zeki Adalı 92 Emekli Doktor Üniversite Söke -Aydın Iraklio
Yunanistan Rumca, Türkçe 2003-2005
İlkbahar Karşılıklı
Görüşme
21 Fatma Kıyıcı 89 Ev Hanımı İlkokul Tuzla-
İstanbul Alaçam- Samsun Türkçe 2007-09-03
Yaz Karşılıklı Görüşme

EK-3: Kaynak Kişiler Fotoğrafı
TUNCAY HOCAM 13.png
TUNCAY HOCAM 13.png (156.42 KiB) 5776 kere görüntülendi
TUNCAY HOCAM 14.png
TUNCAY HOCAM 14.png (179.44 KiB) 5776 kere görüntülendi
Ayten ve Hasan Seyran

EK- 4: Miti ile Hurşit

Göç belki de en çok âşıkları etkiledi. Mübadele yılları çok zordu onlar için. Bir yanda aileniz, tüm akrabalarınız, diğer yanda sevdiğiniz…295

16 yaşındaki güzel Rum kızı Miti ile gözleri çakmak çakmak Türk delikanlısı Hurşit birbirine sevdalanmıştı. Niğde’de Sulucaova’da yaşıyorlardı, 1923 yılıydı. Bir yanda annesi, babası, kardeşleri vardı, diğer yanda sevdiği Hurşit. Miti’nin ailesi Yunanistan’a gitmeye hazırlandı. Eşyalar toplanıp arabaya yüklendiğinde Miti çoktan kararını vermişti.

Miti, Sulucaova’da kaldı, Hurşit’le evlendi. Din değiştirip Müslüman oldu, Miti ismi de Nimet. Üç oğlan, üç kızları oldu. Kocası Hurşit, kızlarını başka köylere vermek istemedi. ‘Sen gariplik çektin, ana baba garipliği çektin, bir de evlat hasretliği çekme’, dedi. Çok tatlı bir hayat yaşadılar.

Geçen uzun yıllar içinde akrabaları Miti’yi görmeye Sulucaova’ya gittiler. Ama o, parasızlıktan ve diğer imkânsızlıklar yüzünden hiç gidemedi. Kırık dökük, acılı birkaç mektupla yıllar geçti. Miti ailesinden kimseyi göremeden öldü.

Miti ile Hurşit Sulucaova’da mutlulukla yaşadılar. Bütün köy onlardan sevgiyle bahsetti. Miti’nin serüveni, bir kopuşa karşı direnen bir insanın öyküsüydü. Mübadelenin ayıramadığı sevgilileri ölüm bile ayıramadı. Şimdi yan yana birlikte yatıyorlar.
Miti ve Hurşit’in mezarları, Sulucaova- Niğde
TUNCAY HOCAM 15.png
TUNCAY HOCAM 15.png (80.35 KiB) 5776 kere görüntülendi
295 Bu hikâye “Doğduğum Topraklar - ‘Mübadele’, Bölüm 1, TRT, 2004” programından alınmıştır.

EK–5: Turko Lefteris

Girit’te ortalık karışıktır. Binlerce Müslüman adayı terk etmiş ve binlercesi de terk etmek üzeredirler. Iraklion’un Haraki köyünde de Türkiye’ye gitmek üzere bir aile toplar eşyalarını. Evin reisi, 16 yaşındaki küçük oğlu Kadem’e öğütte bulunur: ‘Biz Türkiye’ye gideceğiz; sen burada kalacaksın. Eğer oraları iyiyse sana da diyeceğiz ki gel! Yok, iyi değilse, biz de gerisin geri döneceğiz. Sen mallarımıza sahip çık. Dönersek şayet, açıkta kalmayalım’.296
Aile, İzmir’e doğru yola çıkarken, akılları hem gittikleri topraklarda, hem doğup büyüdükleri adalarında, hem de geride bıraktıkları parçalarındadır. Ailenin büyük oğlu Mustafa, görev yaptığı Yunan ordusundan kaçarak Girit’e gelir. Amacı, kardeşini de alarak bir an önce adayı terk etmektir. Fakat bu esnada yakalanıp cezaevine atılır. Rum arkadaşlarının yardımıyla cezaevinden kaçar, ama aklı hâlâ adadaki kardeşindedir. Kardeşini bulamayacağı ve kendi canından da olacağı telkinleriyle bir daha dönmemek üzere, yüreğinde kardeşi, vücudunda ömrü boyunca taşıyacağı cezaevi dövmesiyle adayı terk eder.
Turko Lefteri’nin ağabeyi Mustafa Yunan ordusunda.
TUNCAY HOCAM 16.png
TUNCAY HOCAM 16.png (195.55 KiB) 5776 kere görüntülendi
296 Bu hikâye Kaynak Kişi Bilal Türkoğlu’ndan alınmıştır.

Adadan gelip gidenler vasıtasıyla Kadem ile mektuplaşılır. Kimliği ortaya çıkmasın diye gizli gizli haberleşilir. Sonra İzmir’de Yunan işgali ve Kurtuluş Savaşı patlak verir; irtibat kesilir. Uzun bir sessizlik başlar.

“Halam, Kadem böyleydi, Kadem şöyleydi diye çok anlatırdı. Annem kahve fallarına baktırırdı; ‘Yaşıyor bu kişi’ derlerdi. Kitap açardı mahalle komşumuz, ‘Yaşıyor’ derdi. Hep ümitliydiler.”

Aradan yıllar geçer. 1968 yılında, Girit doğumlu olduğu için Türkiye’den geçişine izin verilmeyen Kadem’in eniştesi Zihni ve ablası, Fransa üzerinden Girit’e ulaşırlar. Enişte, kendi evlerini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Eve buyur eder ve misafirlerine evi gezmeleri için müsaade eder. Evin eski sahibinin oğlu olduğunu söylediğinde, kadın Zihni’nin ağabeyini ismiyle beraber hatırlar. Bir zamanlar yanlarında ırgat olarak çalıştıkları kişilerin evleri, onlara bedel olarak verilmiştir çünkü. Birlikte yemek yerler. Abla, kendisinden Türkiye’de istendiği üzere, amcasını sorar. Yaşlı kadın, aşağıdaki köylerde, Amuryales’te Turko Lefteri (Türk Lefter) isminde birinin bulunduğunu, ama yaşayıp yaşamadığını bilmediğini söyler. Sene 1968’dir ve Girit’te yeterli vasıta yoktur. Akşam da bastırınca, çift Turko Lefteri’yi soramadan köyden ayrılır.

“Babam çok kızdı ablama. Her iki köyün ne derece birbirlerine yakın olduklarını da bildiğinden, ‘oraya gittin de bulamadın’ diye söylendi.”

1968’deki bu olay bu şekilde noktalanır. Aradan yıllar geçer, Mustafa ve kız kardeşi, Girit’teki erkek kardeşlerini göremeden gözlerini hayata yumarlar.

Mustafa’nın oğlu Bilal, baba memleketi Girit’i ziyaret eder. Orada kalıcı dostluklar kurarak Söke’ye geri döner.

“Bir bayram günü, Hanya’dan tanıştığım arkadaş bayram kutlamak amacıyla beni aradı. Annemin hatırlatmasıyla amcamı nasıl bulabileceğimizi sordum. O da, otuz altı sene Girit’te arabasıyla toptan bakkaliyelik sattığını, her köyde mutlaka bir bakkal tanıdığı olduğunu söyledi. ‘Ben bulurum’ dedi.”


Bilal’in arkadaşı, o köyden tanıdıkları ile Amuryades’e gider. Kime sorarlarsa öyle birinin olmadığı yanıtını alırlar. Turko Lefteri’yi hiç kimse tanımamaktadır.
Tanıdıklar vasıtasıyla köye yakın bir yerde Türk kökenli birinin olduğunu öğrenirler. Köylü, sırf Türk olduğu için türlü zorluklar çeken, yıllarca her bir kötülüğün ondan arandığı, sürekli karakola götürülen Turko Lefteri’yi, bu yaşında artık acı çekmemesi için korumuş, kimliğini gizlemiştir.

Derhal Türkiye’ye haber ulaştırılır. Köyün muhtarı olan Turko Lefteri’in damadı, onu Bilal ile telefonda konuşturur.

“Kulağı ağır işitiyordu. ‘Mustafa, sen misin?’ dedi. Bana babamın ismiyle seslendi. ‘Gel’ dedim; ‘Gelemem, yaşlıyım’ dedi.”

Kadem, akrabalarıyla buluştuğu vakit başından geçenleri bir bir anlatır. Aynı yaştaki Hüseyin ile adada kaldıklarını, canlarını kurtarmak için dağlara saklandıklarını, sadece incir yiyip dereden su içtiğini… Sonra, bir Rum kadınının onlara yardım edip, herkesin inanması için kilisede halkın katılımıyla vaftiz edildiklerini…

“Dini inancı konusuna hiç girmedim. O yaşta bir insan Hıristiyan olsa ne olur, Müslüman olsa ne olur!”

Kadem, ailesinin kendisine verdiği görevi yerine getirmiş ve mallarına sahip çıkmıştır. Yıllarca tek başına, hiçbir akrabası olmaksızın hayatla mücadele eder. Herkese yalnız olmadığını, akrabaları olduğunu, kardeşleri olduğunu söyler, ama dinletemez. Yalancılıkla suçlanır, kendisiyle dalga geçilir.

Şimdi karşısında yeğeni durmaktadır. Yıllarla hesabı vardır. ‘Herkes duysun, duyun lan!’ diye bağırır. ‘Bakın benim kardeşim var, herkes duysun, kardeşim var mıymış yok muymuş?’.

“1985’te gidince Girit’e, önce ağabeyini sordu:

- İda kan o Musafa’s? (Mustafa ne alemde?)
- Aftos epothene (Öldü), dedim. Başını vurarak ‘Allah!’, dedi. Sonra:


- Çi Zeynep ida kan? (Ya Zeynep ne yapıyor?), diye sordu. ‘Öldü’ dedim. Yine ‘Allah!’ diyerek başını vurdu.”
Kadem ya da Turko Lefteri, hiçbir zaman Türkiye’ye gidemedi, hiçbir zaman Türkçe konuşamadı, ama Türkiye’den, Kapadokya’dan, anadili Türkçe olan bir kızla evlendi. Şu dünyada yalnız olmadığını herkese inandırmaya çalıştı, son nefesini verirken de bunu başardı.

EK-6: Mektup 1

resim küçültüp eklenecek !

Mektup 1 (Hasan Tuntaş özel arşivinden)

15 Şubat 1924, Sitiya


Saygıdeğer Hacı Baba,


Hepimiz iyiyiz. Sizin de iyi olmanızı temenni ederiz. Mektubunuzu aldım, iyi olduğunuza sevindim; Allah’a çok şükür. Ablama saygılarımı söyleyin ve ellerinden öpüyorum. Asiye ve Emine’ye de selam ederim. Aynı zamanda, Hanım Nineme, Ağa Babama saygılarımı bildirin. Bizden, Ali Paşadaki’nin oğlu İbrahim Ağa’ya ve ailesine, Ali Memedaki’ye ve ailesine, Ali Liğariodaki’ye ve ailesine ve komşumuz Hacı Brayimanu’ya ve ailesine, Ağathena’nın ablasına, Zeynep Hanım’ın kızına selamlarımızı söyleyin ve şimdi ne yaptığınızı, nasıl olduğunuzu bize yazın. Seyahatinizin nasıl geçtiğini çok merak ediyorum. Çünkü öğrendiğimize göre, orada ölenler ve ayrılanlar olmuş. Bu yüzden bana iyi olduğunuzu yazmanızı istemiyorum.

Seni öpüyorum. Senin sağ kolun, kızın Nayet Karahasanaki 4 Mart 1924, Sitiya Limanı

EK-7: Mektup 2
Sevgili Hacı Baba,
Sağlık yönünden iyiyiz. Bütün kalbimizle sizin de aynı durumda olmanızı temenni ederiz. Mektubunuzu aldım ve yaptığınız kötü seyahatte, acı sıkıntılardan neler çektiğinizi öğrendiğimizde çok üzüldük. Fakat, ne yapalım, Allah böyle istedi. Fakat söyle bana, sağlık olduktan sonra, herkes alışınca her şeyi unutmuyor mu?

Bir tanıdık bulduğumuzda biz de buradan acele ayrılmak istiyoruz. Iraklio’dan İzmir’e hareket edecek olan vapur için Iraklio’dan mektup bekliyoruz. Hatta Iraklio’ya gitmeyi ve oradan kaçmayı da bir şans eseri olarak düşünüyoruz. Bize bildirdiğinize göre, kaçmamız için Arhazikaki’ye sormamızı söylediniz. Sorduk, fakat o böyle bir şey bilmediğini bildirdi ve çekinik davranarak böyle bir şey olmadığını herkes söylüyor dedi.






İmam Recep Karahasanakis (Hasan Tuntaş özel arşivinden)


Burada bütün hemşerilerimiz, ilginizden dolayı size teşekkür ediyorlar ve size güveniyorlar. Burada bazı birkaç evin camları kırıldı. Dafni’den, Diyafetakis annesiyle beraber Iraklio’ya kaçtı.

Buradaki evlerin bir kısmına gelen göçmenleri yerleştirdiler. Daha birçok göçmenin geldiğini söylüyorlar. Ama onları henüz görmedik. Buradaki evlerin çoğu kilitsiz ve açık duruyor.

Burada şimdilik biz iyiyiz, bize eskisi gibi iyi davranıyorlar.


Bize sizin ve diğer hemşerilerimin neler yaptığını yazın. Sizlere ve Ziyni Efendi’ye, Molla Mehmet’e, Molla Besim’e, Cemali Ağa’ya, Ali Kambiçlaki’ye, Molla Salı Liğaroiotis’e ve hepsine, hemşerilerimize bizden ve buradakilerden selam ederim.

Cevabınızı bekliyorum, saygılarımızı bildiriyoruz.


Bülentis Babalakis.
TUNCAY HOCAM 17.png
TUNCAY HOCAM 17.png (94.04 KiB) 5776 kere görüntülendi
İmam Recep Karahasanakis (Hasan Tuntaş özel arşivinden)

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Adı Soyadı : Tuncay Ercan SEPETCİOĞLU
Doğum Yeri ve Tarihi : İstanbul; 1976

Eğitim Durumu

Lisans Öğrenimi : Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Yüksek Lisans Öğrenimi : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (2004)

Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD (2007)
Doktora Öğrenimi : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (2004 - …)
Bildiği Yabancı Diller : İngilizce


Bilimsel Faaliyetleri : (05–07 Mayıs 2006) “Geçmişten Günümüze Samsun Sempozyumu”, “20. Yüzyılın Başlarında Alaçam Rumları ve Mübadele” adlı bildiri sunumu
(2006) “Batı Anadolu’da Yunan İşgalinin Temel Argümanları ve Milli Mücadelede Nazilli Cephesi”, Milli Mücadelede Nazilli Cephesi ve Önderleri, Aydın Tarih Grubu Yayını (3), Aydın.

İş Deneyimi

Projeler : (1998) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD,
“Samsun İlinde Aile Planlaması Üzerinde Erkelerin Görüşleri” adlı alan çalışması, Ankara.
(1998) ODTÜ Kültür İşleri Müdürlüğü, “Tekkeköy ve Abdal Musa Sultan Türbesi Civarındaki Köylerde Halk Edebiyatı Alan Çalışması”, Elmalı-Antalya.
(1997) ODTÜ Kültür İşleri Müdürlüğü, “Hemşin Yöresi Halkbilim Alan Araştırması”, Hemşin-Çamlıhemşin-Rize.
Çalıştığı Kurumlar : Turkuvaz Dış Ticaret Lmt. Şti. Dış Ticaret Departmanı (1998- 1999), Ankara.


Keskin-Kırıklale.

Milli Eğitim Bakanlığı, Doğan Gürbüztürk İ.Ö.O. (2001-2002),


Kuyucak Çok Programlı Lisesi (2002-…), Kuyucak-Aydın.


İletişim

e-posta Adresi : tesepetcioglu@gmail.com / tesepetcioglu@adu.edu.tr
telefon /adres : 0 (256) 371 3060 / 0 (532) 603 0627
Yeni Mah. Ali Gerçek Sok. Ata Apt. No: 11 Kuyucak / Aydın
[/i][[/color][/i][/b]/b]
Dosya ekleri
TUNCAY HOCAM 16.png
TUNCAY HOCAM 16.png (195.55 KiB) 5776 kere görüntülendi
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Bing [Bot] ve 8 misafir