Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Girit ile ilgili Tezler
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:46

16) Tazmînât-ı Harbiyye - Kokonoz, tazmînât-ı harbiyye meselesinden ne haber?
- O da hitam bulmuş, lâkin yalnız entarinin yakası Almanya çengeline ilişmiş

olduğundan kurtarmaya çalışılıyor.

- Bana anamın babamın dilinden söyle. Ben öyle entarinin yakası Almanya çengeline

ilişmiş donun paçası bilmem nereye takılmış gibi rumûzâttan anlamam.

- Demek sen lâkırdıyı başına ura ura istersin, öyle mi? - Beni şimdi öğrenecek değilsin ya.


146


- Pek alâ öyle ise dinle: Lord Salisbury bir nutkunda Yunan’ı borçtan kurtarıp vikâye eylemek tazmînât-ı harbiyyeyi istikrâz etmek için kefâlet vermek münâsip olduğunu söylemiş ve Rusya,Fransa, İngiltere devletleri kabul eylemiş iseler de Almanya bunu kattiyen reddeylemiştir. Hattâ Times gazetesi diyor ki: Almanya bu babda anûdâne ısrar edip duruyor.
- Israr edecek ya. Almanya Osmanlı taraftarı göründüğü için hukukunu iptal etmek istiyorlar. “Almanya da öyle diyor a.” Çünkü bu üç devletin Yunan istikrazına kefil olmalarından maksat-ı asli, ne Yunan’ı tazminat-ı harbiyye borcundan kurtarmaktır ne de başka bir fikre müsteniddir, ancak Almanya dainlerinin hukukunu duçar-ı tehlike etmektir. Zira kaç aylardan beridir edilen müzakere mücerred tazminatı Yunan’ın nereden tesviye edeceği hakkında cereyan etmekte idi. Bir tarafta müzakere devam ediniyordu beri tarafta Yunan ile muhaberat-ı hafiye icra olunuyordu. İbtidaları Yunan kontrol sözünü ettirmemekte olduğunu biliyordunuz. Hatta devletler bu babda ısrar edecek olurlarsa Kral terk-i hükümet edeceğini de ilân etmiş idi. Üç bin kişi Yunan delikanlıları bir tiyatro sayfiyesine ictimah ederek devletlerin bu taziki devam ederse umum Yunanlıları hükümet davet edip mahvoluncaya kadar harb eylemesini vacib hükmünde göstermemişler mi idi? Bunların sebebi hep Yunan hükümetinin kontrolü kabul etmemesinden idi. Bu kadar sert duranın hükümet bugün kontrolü bilâ itiraz kabul etmiştir. Daha doğrusu devletlerden aldığı nasihat üzerine bu suretle harekete mecbur olmuştur. Almanya’nın efkârı ise Osmanlıların Tesalya’daki hukukunu muhafaza etmek olduğundan düvel-i sahireye karşı “Ben Osmanlıların zabtetdiği yerlerden hatta bir karışını iade etmesine razı değilim” gibi sözler söylemiştir.

147


- Halbuki Devlet-i Osmaniyye Rusya’nın dostluğunu kaybetmemek için Tesalya’yı iadeye razı olmuştu. Almanya ise bir karış yerini iade etmesine razı olmuyor. Sonra iş nasıl olacak bu iki dostun hangisinin keyfine hizmet edilecek?
- Her devlet değil hatta her ferd kendi menfaatini muhafazaya borçlu değil midir?
- Elbette.

- Madem öyledir Devlet-i Osmaniyede bu iki dostun kendi menafihine hizmet

edenini intihab edeceği tabiidir.

- Benim anladığıma göre o da Almanya devletidir değil mi Kokonoz?


- Bunu üç yaşında bir çocuğa sorsam bilir. Çünkü birinci dost ittihaz edilen Rusya Osmanlıları Tesalya’dan atmak için Yunan’ın bir an evvel tazminat-ı harbiyyeye tesviyesine gayret etmesi ve bu paranın elde edilmesi için kefalet vermesi dostu bulunduğu devletin hukukunu mahvetmek olduğu güneş gibi meydandadır. Halbuki Almanya bunun zıttını iddia ediyor ki bu da Osmanlıların hukukunu muhafazadır. O halde bu iki dostun Devlet-i Aliyyece makbulü hangisi olabilir?
- Tabii mi Almanya devleti.

- O halde devlet de Almanya’yı ihtiyar etmelidir.

- Lâkin o zaman Rusya ile Osmanlı’nın arası bozularak bir harb vukuunu intac eder.
- Almanya’nın asıl fikri de müsalemet-i umumiye namına.

- Osmanlıların Rusya üzerine bir harb açmasından ibarettir. Zira Devlet-i Aliyye Rusya
ittifakından ayrıldıkca bizim noksanlarımız mümkün değil ikmal edilemez. Almanya noksanlarımız her ne ise bizden daha alâ bilir. Birkaç defa doğrudan Zat-ı Şahaneye ikmalini tavsiye etmiş idi ise de Rusya bir takım entrikalı hilelerle mani olmuş ve

148


hala da olmakta bulunmuştur. Rusya bizim vücudumuza yapışmış bir sülüktür ki gece gündüz kanımızı emerek bizi günden güne kuvvetten düşürüp istediğini yapmaya çalışıyor. Halbuki biz onu vücudumuza nafi bir deva makamında kabul ediyoruz. Kuvvetimiz günden güne tedenni ettikce vücudumuzdaki kanın azaldığına
hamd etmeyip bizi kuvvetten düşüren mübtela olduğumuz başka bir illettir itikadında bulunuyoruz. Bunu Almanya birkaç seneden beridir uzaktan seyredip duruyor ve böyle dört yüz kişi bir aşiretten cihangirane bir devlet çıkaran Osmanlıların en büyük düşmanları olan bir belanın kucağına düştüklerini ve bu belanın vücutlarına döktüğü zehirleri bir deva-yı mahz bilerek bu gidişle bir gün ölüp de bu koca saltanatın
yeriyle mahvedileceğinden bi-haber bulunduklarını hissettikce acıyordu. Bulgaristan Prensinin tasdik-i memuriyeti meselesinden dolayı Osmanlılara kalbi keşr olmuş olan sadık Almanya bu halimizi artık çok vakit daha görmeye tahammül edemeyerek yine izhar-ı intilafa başlamış ve günden güne Osmanlılara yine eski muhabbeti hasıl eylemiştir. Osmanlıların yine Almanya ile vukua gelen hüsn-i itilaflarını Rusya her
ne kadar hoş görmedi ise de işi Almanya’ya sızdırmamak için sükutu ihtiyar ederek kendi işinde kendi entrikasında hafiyen devam edip durmuştu. Yunan muharebesinde Rusya’nın Zat-ı Şahaneye keşide eylediği telgrafnameler, Tesalya’nın iadesi hakkındaki nameler düşünülürse bu koca ejderhanın Osmanlılar için nasıl bir düşmen-i kavi olduğu keşfedilebilir. Fransa ise yine Rusya’nın ittifakına takviyyat vermiştir. İngiltere ile olan zıddıyyetimiz de meydanda duruyor. Almanya da hukuk-ı sarîhamızın muhafazasına gayret etmemiş olsa idi, bilmem ki halimiz neye müncer olacaktı! Teşekkür edelim ki böyle bir hâl-i zucretde, o devlet-i kaviyyü’ş-şekîme bize zahir oldu da kimsemize ağız açtırmayarak hukukumuzu tamamıyla muhafaza emrinde, hiçbir menfaati olmadığı halde, üç devlete karşı şiddetle bizi müdâfaa ediyor. Cenâb-ı Hakk, neticesini hakkımızda hayır eylesin.


149


-Amîn!



(Kokonoz, S. 21, 03 Eylül 1313/15 Eylül 1897)




17) Bir Osmanlı İle Bir Yunanlı Beyninde-

Yun- Daha ne zamana kadar bu Tesalya’yı işgal edip duracaksınız? Osm- Paraları hazırladınız mı?
Yun- Hangi paraları? Biz açlıktan ölüyoruz siz hala para der durursunuz. Paramız olsa karnımızı doyururuz.
Osm- Öyle ise Tesalya’yı ağzınıza almaktan utanınız. Yiyecek paranız olmayınca koca kıtayı nasıl idare edeceksiniz?
Yun- İşte biz de paramız olmadığı için Tesalya’yı isteriz ya. Oradan alacağımız

varidattan belki karın doyuracak bir para artırırız.

Osm- Ben sana birşey söyleyeyim mi? Şimdi siz bir milyon lira vermeye borçlusunuz.

Yun- Ha? Bir milyon lira mı? Ağzıma almaya bile utanırım. Alimallah bir milyon taş isteseniz bile bulup getirmekte güçlük çekeriz yoksa lira! Amma da ehemmiyetsiz söylersiniz ha! Sanki on guruşmuş gibi bir milyon lira borçlusunuz diyorsunuz da tavrınızda zerre kadar tebeddül görünmüyor.
Osm- Evet! Bir milyon lirayı vermeyecek olursanız Tesalya’yı da unutmalısınız.

Yun- Dedim efendim biz bir milyon taş bile veremeyiz çünkü vermiyorlar. Osm- Niçin vermesinler?
Yun- Ya aldığımızı vermedik ki tekrar versinler tebada da para kalmadı. Yunan muhibleri de züğürtledi. Bankerler yanımıza bile yanaşmazlar. Almanya dainleri de ensemize bindiler. Halbuki bizde de onluk yok. Size nereden vereceğiz?
Osm- Öyle ise siz de Tesalya’nın bir karış yerine muvafak olamazsınız anladın mı?


150


Yun- Bunda anlamayacak ne var? Beynime bile geçti. Oh müstahaklarıdır. “Dört buçuk askeri bir yerde gördüler de dünyayı hap gibi yutacaklar zannettiler.” Osmanlılarla harb etmeyi banko başında mastika içmeye benzettilerdi ha. Oh! Şimdi para da isterler “ha ha ha” güleyim para imiş. Biz kışın soğuktan nasıl kendimizi muhafaza edeceğimizi düşünüyoruz, mübtela olduğumuz açlık illetine bir çare arıyoruz, siz hem bizi parça parça ettiniz hemde üstünden para da istiyorsunuz biz parayı nereden bulacağız?
Osm- Aklınız ile otura idiniz. Size kim dedi ki Osmanlılarla kavgaya tutuşasınız? Size kim dedi ki edepsizlik edesiniz, size kim dedi ki Girid’e giderek dünyada görülmedik, işidilmedik barbarlıklar yapasınız? Edepsizliğin sonu terbiye olacağını bilmez mi idiniz?
Yun- Sende ne tuhaf adamsın. Yahu biz o kadar güveniyorduk ki hatta Kostantinonun ismi Kostantinipol ismine muvafık geldiği için İstanbul’a kadar gideceğimizi keşfeder dururduk.
Osm- Gittiniz ah.

Yun- Gittik ama esir olarak gittik.

Osm- Belki tarihlerinizin istihracını anlayamadınız. Belki onlar esiren gideceğinizi

söylüyordu da siz aksi anladınız. Olabilir ah.

Yun- İşte oldu ya! Aksi anladığımız şimdi meydana çıktı.

Osm- Öyle ise daha cahilsiniz. Taassub dumanı hala gözlerinizin önünden zail

olmamıştır.

Yun- Doğrudur. Zira mahvolduk da hala Palikaryalık göstermekte devam eder dururuz.
Yuf bize yu….f. Artık bizden ümid beklemek ölüden hayat beklemeye benzer. (Kokonoz, S. 21, 03 Eylül 1313/15 Eylül 1897)


151

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:49

18) Ciddî Muhâvere

- Kokonoz baba bugün seni meyus görüyorum.

- Evet! Hemde bugünkü yeisimi teselli kabul eder yeislerden değildir. - Acayip şey o kadar büyük yeise nereden duçar oldunuz?

- Efendim bu meyusiyet bendenizde epeyce zamandan beridir hüküm-ferma idiyse de renk vermiyordum lâkin on beş günden buraya bir hale geldi ki ketmetmek kabil olmadı.
- Sebebini sorabilirmiyim?

- Efendim sebebi hal-i hazır Osmani’nin vicdanımda hasıl ettiği su-i tesirdir. - Ne gibi?

- Görüyorsunuz işitiyorsunuz ki, halk bir rütbe, nişan sevdasına düşmüş iktidar ve haysiyetine bakmayarak devletin en sadık, en müstakim, en gayur, en fedakâr tebasına bir nişane iftihar olmak üzere verdiği rütbeleri en adi adamlar da almak istiyorlar. Rütbeler vaad edildikce o adi adamların muzhar-ı meratib olmaları için irtikab etmedikleri cinayet kalmıyor. Hatırınızda değil midir ki; geçende “valideyninin ellerini öperek hayır dualarını almak ve birader ve akraba ve talukatıyla görüşmek ve bu vesile ile vatanını da ziyaret etmek üzere Kıbrıs’a gelmiş ve geçirdiği üç ay müddet zarfında ağzından fena bir söz çıktığını kimse işitmemiş iken rütbe veya nişan almak sevdasıyla yine vatandaşlarından iki hainin isnad ettikleri efal-i mekruha üzerine İstanbul’a gider gitmez daha vapurda iken yakalanarak hapse atılmış olan bahriye mülazımlarından Muhittin efendinin bugün ne halde olduğuna kimse vakıf değildir.”


152

- Zannedersem cülus-ı hümayunda sadır olan afv-ı mevkufin iradesi üzerine Muhittin

efendi halas olmuştur.

- Ben sana halasından bahsetmiyorum bu efendinin hapsini mucip olan maddenin esası olup olmadığı nereden teftiş ve tahkik olunmuş haber veren alçaktan değil mi? Zaten o adamın bir rütbeye mazhar olmak için Allah’ın binasını yıkmakta zerre kadar tereddüd etmemiş olduğu göz önünde görülüp dururken onun sözüne itimat etmek kadar hamakat tasavvur olunur mu? Bir kere burasını düşünmeli.
- Vakıa kabahat haber verenin ise de zannederim asıl cürümün büyüğü öyle alçakların tervici amaline vasi vasi yollar açmaya yardım eden rütbe ve nişanları onların bu yoldaki hizmetlerine mükâfaten vaad edenlerdedir.
- Benim de asıl maksadım odur. Çünkü bundan yüz sene evvelisi rütbe nişan denilen ve bir devletin namus ve haysiyeti makamında bulunan şeyleri haiz bulunanları parmakla gösterdikleri halde bugün rütbesi nişanı bulunmayanlar o suretle irae edilmekte bulunuyorlar. Cahil mürai bir adam bugün mirmiran rütbesine mazhar oluyor deni bir herif denaet sayesinde büyük büyük ihsanlar, nişanlar alıyor. İşte bu mevaid-i mekruhadır ki insaniyeti, islâmiyeti daha doğrusu Allah korkusunu bir takım erbab-ı denaete bütün bütün unutturuyor. Rütbe nişan için bu zamanda adam öldürmek adeta vukuat-ı ruz-merre sırasına geçmiştir. Avrupa devletleri günden güne her türlü terakkide hatve-endaz-ı muvafakiyet oluyorlar, biz rütbe nişan kazanalım diye en sadık dostlarımızı, en aziz ehibbamızı ateş-i mevte ilka için ufacık vesileler aramakla uğraşıp duruyoruz. İstanbul bir hale gelmiş ki; birisinin diğerine ufacık bir garazı olsa kalabalık arasında cebine bir muzır kağıt atarak üç beş adım ötede karakola veriyormuş. Biçare mazlum bir kere hapse düştümü artık bir daha güneşi görmüyormuş. Bir gazete biraz doğruyu söyleyecek oldumu o saat taht-ı memnuniyete alınıyor. Ahval-i âlemden milletin haberdar olması arzu olunmuyor.


153

Âlemin gözünü kör edip de yutturdukları dolmaların aslını tanıttırmak istemiyorlar.

Bu haller nedir? Bunları düşündükce çıldıracağım geliyor.

- Kokonoz bu hallerin önü alınmaz. Sakın beyhude yere nefes telef etme. Çünkü iş çığrından çıkmış, ashab-ı denaete geniş geniş yollar açılmış onlar da istediklerini yapıyorlar. Yaptıkları fenalıklar ister sunni olsun ister hakiki bulunsun icraata zerre kadar sekteye uğramıyor.
- Evet hatta bir kimse bahriyemiz ıslah edilsin demiş olsa adem abad-ı hiçahiçe sürüyüp götürüyorlar. Bunda mevti mucip olacak ne var? Bir millet devletinin terakkisini arzu ederse günah mı işlemiş olur? Yarın Rusya bizimle bir harb edecek olursa sevahilde bulunan İzmir, Selânik, Beyrut, Mersin ve daha buna mümasil birçok memalikimizi ne ile muhafaza edeceğiz diye biri bize sorsa ne cevap vereceğiz? Tesalya’nın iadesi neden ileri geldiğini bilir misin?
- İstanbul gazetelerinin yazdıklarına bakılırsa harpten evvel Bab-ıâli tarafından devletlere gönderilen notada “Biz tevsi-i memalik için harb edecek değiliz. Ancak maksadımız Yunan’ı terbiyeden ibarettir.” Denilmiş de devletler bu notayı elde sened ittihaz ederek Tesalya’yı iade ettirmişler. Benim bildiğim bundan ibarettir.
- Bu da doğru fakat noksandır. İngiliz bizi berren galip tanıyorsa da bahren mağlup biliyormuş. Çünkü Yunan’ın üç parça gemisinden ibaret olan donanması Midilli önüne kadar giderek bir saat içinde oralarını hak ile yeksan edebildiği halde bir top bile atmamış ve koca bahri sefidi dolaştığı zamanda bir gemimize rast gelmediğinden ol babdaki kanun mucibince bahren mağlubiyetimizi iddia etmiş ve hatta tazminat-ı harbiyyeyi bile talebe hakkımız olmadığını ısrar eylemiş ise de Almanya buna karşı şiddetli itirazlarda bulunduğundan yalnız tazminat-ı harbiyye olarak dört milyon lira verilmek üzere muahede imza edilmiştir.

154


- Evet! Resmi bir telgrafda gelmiş. Lâkin telgrafı bulup da okuyuncaya değin canım

boğazıma geldi.

- Sebep? Fena birşey midir zannettin?

- Hayır fena birşey değil Tesalya bize kalmış bir telgraf gelmiş dediler de

sevincimden deli oluyordum. - Sonra.
- Sonra telgrafı buldum okudum ki; iş evvelki bildiğimiz bir suretde hitam bulmuş.

- İşte her iş de böyledir. İbtidaları milletin kanı kabarmış idi onun için birdenbire Tesalya geri verilecek veya verildi yerine verilmeyecek sözleri çıktı. Biraz vakit geçtikten sonra Yenişehir, Golos, Tırhala,Tırnava Osmanlı idaresinde kalarak sair yerler iade edilecek denildi. Biraz da bu suretle milletin kanı oturtularak iş başka türlü değişti. Tazminat-ı harbiyye verilinceye kadar Osmanlılar Tesalya’yı taht-ı işgal-i askerîsinde tutacak sözü ortaya yayıldı. Millet bununla da bir miktar teselli oldu. Bade birinci taksit olan bir milyon lira tediye olunduğu gibi Yenişehir’e kadar tahliye edilecek ve diğer tekasit tesviye olundukca Tesalya da o suretle tahliye kılınacak denildi, ve gazeteler Yunan’ın bu tazminatı mümkün değil veremeyeceğini ve muhakkak Tesalya idare-i Osmaniyede kalacağını yazmaya başladılar. Millet bütün bütün buna kâni olmuşlarsa da şayet farz-ı muhal olarak paralar verilirse Tesalya’nın tahliye edileceğini gereği gibi anlamışlardır. Düşününüz ki; ne kadar diplomatlıkla milletin kabarmış olan kanı teskin edilmiştir.
- İşte bugün Rusya, Fransa, İngiltere kefâletleriyle Yunan paraları tedarik etmiş demek bu-
lunduğundan çok vakit geçmeksizin Tesalya’ya hiç girmemiş gibi tahliyeye mecbur olacağız. Bu sözlerim hakikat olduğundan, rütbe budalalarını epeyce dağdâr

155


edecektir. Ben zaten işin böyle olacağını evvelden bildiğimden, yalnız milletin öyle birtakım şarlatanlıklar ile avk edildiklerini ve o biçarelerin de işi hakikat zannederek çocuk gibi kandıklarını gördükce acırdım. İşte akıbet iş tezâhür etti. Hattâ Kokonoz’un “Memâlik-i Mahrûse-i Şahaneye men‘-i duhûlünün sebeb-i müstakili de Tesalya iade edilmesin dediği için olduğunu haber aldım.” Anladın mı? Teessüf etmek değil, insan olan kendi kendisini öldürmelidir. Haniya, Tesalya, Yenişehir, Golos ve sâire tarihleri söyleyen nâzenînler nerededirler?
- Doğrudur Kokonoz, lâkin elimizde ne var? ne yapabiliriz?

- Elimizden geleni söylemeliyiz, milleti gözleri a‘mâ bırakmamalıyız. Bir insan, öleceği zaman bile gözleri kapalı olmamalıdır. Biz buna insaniyyeten, islâmiyyeten borçluyuz.
- Lâkin dinletemezsin! Bilen bir söyler, bilmeyen bin söyler. Sen tilkiliğini bildirinceye kadar post elden gider.

- Ben, hasbete’n-li’llâh söylerim; ister dinlesinler, ister kulaklarının birinden koysunlar, diğerinden çıkarsınlar. Zaten iş meydanda; inkâr edecek birşey yok ki: Tesalya, Tesalya, işte o da gitti. Tazmînât-ı harbiyyeyi Yunan veremeyecek diyor idik. Devletler onun da yolunu buldular, bizim de hissemize; “Tesalya meydanında kanlar içinde bıraktığımız şühedâ-yı ızamımıza, aileleriyle beraber ağlamak ve rahmetle yâd etmek düştü.”
( Kokonoz, S. 22, 17 Eylül 1313/29 Eylül 1897)




19) Yunan Muharebesinden Gelmiş Biriyle Bir Yahudi Beyninde Mükâleme: - Maşallah maşallah yeldiniz şükür Allaha.
- Evet geldik. Ne demek istersin? - Demek isterim ki hoş yeldiniz.

156

- Yahudi benimle eğlenmeyemi geldin.

- Ostaforondo(?) soracağım. O soracağım şeylere cevap verirmisiniz? - Soracağın nedir?
- Muharebeden.

- Biz muharebeye girmedik. - Korktunuz.
- Hayır bizim işimiz başka idi. - Başın için yizleme.
- Hayır niçin gizleyeyim. Biz muharebede tüfenk bile atmadık. - Yara almadınız.
- Hayır yalnız arkadaşımdan bir iki kişi kafasından kolundan cüzice yaralandı. - Bunda kaç yere ekmek yerdiniz?
- Bulsak çok yerdik ama yok idi.

- Açlıktan kaç yişi öteyi dünyaya yitti?

- Hesabı var mı? Bir sancı sardı mı artık kurtuluş yok idi. - Başınızdaki ne?
- Şapka.

- Ayağınızdaki baykuş yavrusu?

- Yemeni. Yunanlılar hep öyle giyerler.

- Siz Yunanlı mısınız? - Hayır buralıyız.
- Maşallah maşallah sağlam yeldiniz şaşarım. - Neye şaşıyorsun? Sağlam geldiğimize mi?
- Ne şüppe ne şüppe.

- Biz heryerde kaçardık da onun için.



157


- Vay öyle ise nasıl sizin her biriniz yüz Türk başı seriye yetirecekti? - Muharebeye gire idik görürdünüz.
- Maşallah maşallah lafı söylüyorsunuz da tu tu yüzünüze hiç de kızarmıyor.

- Yahudi sen adeta yüzüme tükürüyorsun.

- Ostaforondo(?) nazar değmesin dostum İnşallah ölünceye kadar utanmazsınız. Eyi yuz eyi yuz. Bu yuza her adam malik olamaz maşallah haydi, haydi sat çalımını utanma muharebeden geldin görsünler seni. Şükür Allah’a karnın doydu, ölümden kurtuldun nasıl kaçtığını yimse yörmedi. Ne söylersen seninkiler dinler ama Müslümanlara söyleme haydi uğurlar olsun çek arabanı.
(Akbaba, S. 2, 15 Ekim 1313/27 Ekim 1897)




Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:52

20) Ciddi Muhavere - Ne o babacığım! Beni görmekle gülmeye başladın.
- Kah kah kah kah! Aman bugün bana bir gülmek arız oldu. Sabahdan beridir ağzım

kapanmıyor. Güldükce gülerim.

- Ne oldunuz, tuhaf bir şey mi gördünüz?

- Kah kah kah kah. Öhö öhö öksürük de bırakmaz ki. - Canım söyleyiniz bakalım ne oldunuz?
- Gülmekten vakit bulamıyorum ki anlatayım. Hele biraz sabret bakayım. Öhö öhö

hak tu. Hay Allah ceza versin. Daha bu derece güldüğümü hatırlamam.

- Siz mutlaka tuhaf bir şey görmüş veyahud işitmiş olmalısınız. Zira bu kadar gülmek

tehi değildir.

- Elbet. Tuhaf olmasa gülermiyim!

- Pek alâ hele söyleyiniz bakalım nedir?

- Efendim Yu…. kah kah kah kah. Galiba söyleyemeyeceğim.



158

- Ne olmuş yumurtalar kırılmış mı?

- Hayır canım Yun… kah kah kah kah… - Aman çatlayacağım.
- Çattık be! Biraz su vereyim de içiniz gülmeniz geçer.

- Aman ver bakayım….. Oh yüreğim biraz oturdu. Gülmek de bir dereceye kadar teskin oldu.
- Ey artık söyleyebilirsiniz ya. - Ha şimdi artık söylerim.
- Kulağım sizdedir.

- Efendim malum ya Osmanlı ile Yunan beyninde imza edilecek bir muahede-i katiyye var idi. Bu muahede her iki devlet murahhasları tarafından imza edilerek artık her şeye nihayet verilecekti.
- Evet bunu bilirim.

- İşte muahede-i kat’iyyeyi imza etmek üzere Yunan tarafından da bir murahhas

gönderilecekti.

- Evet ondan da malumatım var.

- Yunan bu murahhası göndermedi. - Sebep?
- Efendim sebep şey, kah kah kah kah kah.. harp edecekmiş. Öhö öhö.

- Ne yapacakmış?

- Harp edecekmiş. Hatta yirmi bin kişi silah altına davet olunmuş.

- Öyle ise Yunanlılar hakkında söylenen sözler kâmilen uydurmasyon olduğuna

şüphe yoktur.

- Ne gibi sözler?


159


- Haniya Yunanlılar akıllıdırlar, feylosofturlar, şöyledirler, böyledirler demezler mi? Hatta delil olmak üzere birkaç hükemasına da ortaya koyarlar.
- Evet onlar doğrudur. Lâkin onlar akıllı, Feylosof olmakla bunların da öyle olması lâzım gelmez. “Bir tarlaya arpa atarsan hepsi de arpa çıkmaz.” İçinde birçok da başka başka işe yaramaz otlar çıkar. Vakıa eski Yunaniler akıllı feylosof idiler. Ama şimdikiler onların bütün bütün aksidirler. Zira zerre kadar akıllrı olsa idi şimdiye kadar muahede-i kat’tiyyede imzalanmış bitmiş olacaktı. Akılsızlıklarını bir kere görünüz ki yüz bu kadar bin askerle Tesalya’da hiçbir iş göremeyerek duçar-ı
perişani olduklarını birkaç ay zarfında unutarak şimdi yirmi bin kişi ile tekrar harp etmeye kuruyorlar buna insan çatlayıncaya kadar gülmez de ne yapar. İbtida harbe başlandığı zaman Osmanlı ordusu Alasonya ordugahından hareket ettiği halde yirmi dokuz gün zarfında Dömeke’ye kadar uzanıp gitti. Şimdi ise Dömeke’den hareket edecek ve Yunanlılar “aman yeter konturayı da kabul ettik, çizmeyi de” deyinceye değin Osmanlılar soluğu Atina hükümeti önünde alacak. Buna şüphen var mı? Zira delil ortada duruyor.
- Demek bu Yunanlılar tımarhane delisidir.

- Hayır tımarhane delisi değiller ama akıllarını kullanamıyorlar. Kendilerinde

hristiyanlık taassubu var. Ölseler baygınlık göstermek istemezler.

- Lâkin meydanda görünüyor ki; Yunan’ın yirmi bin asker değil yirmi asker beslemeye de iktidarı kalmadı. Bu silah altına davet ettiği askerlere taş toprak mı yedirecek?
- Belki ekmek yerine Osmanlı kurşunu yedirecek.

- Zaten ekmeği yeseler de yemeseler de Osmanlı kurşunu kısmetleridir. Karınları tok da olsa aç da olsa onu yemekde bir beis yoktur. Çünkü o nazeninler istediği yerden girmeye mezundurlar.


160


- Mutlak Yunanistan’ı ortadan kaldırmak istiyorlar vesselam.

- Efendim Yunanlılar’ın asıl maksatları konturayı kabul etmemek imiş. - Kontura nedir?
- Hani öteki devletlerin birer adamları olacak da Yunan’ın varidatını idare edecekti

işte ona Fransızca mı? Yoksa necedir? Kontura diyorlar. - A babam ona kontura demezler kontrol derler.
- Ey ne! Sanki sen benden bir lâm fazla mı söyledin ben kontura dedim sen kontural dedin.
- Öyle ama kontura ayağa giyilir. Kontrol ise bir idare demektir. - Konturayı da idare ile giyersen bir çok seneler eskimez.
- Sen yine işi başka tarafa çevirdin. Şimdilik biraz işim var bana müsade buyurun da

sonra yine görüşürüz.

- Sizin için müsade kapıları her zaman açıktır. Ne zaman istersen gidebilirsin. - Öyle ise Allah’a ısmarladık.
- Uğurlar olsun. Pek tez gelme ha!

(Akbaba, S. 3, 29 Ekim 1313/10 Kasım 1897)






21) Ciddi Muhavere - Akbabacığım nasılsın bakayım?
- Nasıl bakarsan bak. Soğuklardan anam ağlıyor teşrinsani içinde daha böyle

soğuklar olduğunu şimdiye kadar görmedim. Donuyorum dişlerim kahve döker.

- Ey ne desen hakkın vardır. Hakikaten soğuklar şiddetlidir serde ihtiyarlık da var. - İhtiyarlık yalnız serdemi ya vücutta kan kalmadı sinirler de zayıfladı asıl iş orada.
- Kürkünüz yok mu?



161


- Şimdiye kadar öyle şey istimal etmedim.

- Lâkin artık ihtiyarladınız bir kürke ihtiyacınız var.

- İhtiyaç var ama para yok. Bir efendi olsa da hayırına bize bir kürk giydirse

kendisine uzun bir dua ederdim.

- Öyle dua ile kürk geydirrecek bulabilsem alimallah hayır duasını orada ederdim. - Sen keyfinde ol. Alem bu! Elbet ehl-i hayır eksik değildir.
- Ama sonra dilenci derler.

- Ne derlerse desinler elbet bende bir cevap bulur söyleyene söylerim. - Öyle ise müjde!
- Ne kürkü getirdin mi? - Aceleye sebep?
- Soğuklar, soğuklar beni külhana sokacak. Dışarıya çıkamıyorum. Bu hafta hiç

havadis alamadım.

- Gazete okumadın mı?

- Bereket versin iki ehemmiyetli gazete aldım da bir mühim mesele öğrendim. - Hint’e dair mi?
- Hayır Osmanlılara dair.

- Aman ne imiş bakalım inşallah hayırdır. Rabbiyesir…

- Rüya değil babam hakikattir.

- Tamam bende hayır olsun duasını ediyorum. - Öyle ama rabbiyesiri rüya için okurlar.
- Pek güzel dediğin gibi olsun. Söyle bakalım.

- Devlet-i Osmaniye tedarikat-ı harbiyyede bulunuyor imiş. - Bu havadis pek ehemmiyetli. Acaba ne gibi tedarik imiş?





162



- Efendim evvelâ lâf Anadolu cihetine elli beş tabur asakir-i redifenin ızamıyla Hamidiye alaylarının seferber haline vaz’ı ve askeri depolarının teftişiyle mühimmat- ı harbiyyenin ikmali ve kuva-yı bahriyenin tecdid ve tezyid ve ıslahı emrinde irade-i seniyye şeref-sadır olmuş ve münakısaları dahi ikmal edilerek Almanyalılar üzerinde takarrür etmiştir. Tesalya kıtasına da yirmi beş bin asker sevk edilmiştir.
- Acaba bu tedarikat kime karşı imiş?

- Efendim Osmanlı-Yunan muharebesinin zuhurunu badi olan devletlerden birine

karşı imiş.

- Bu devlet hangisi imiş.

- Bilemiyorum işin o ciheti mechul bırakıldı.

- Olamaz efendim ecnebi gazeteleri mutlak buna dair bir şey yumurtlamışlardır.

Anlayamadınız mı?

- Anlasam da bu babda şimdi bir şey söyleyemem. - Neden korkuyorsunuz?
- Orasını ben bilirim.

- Canım beni meraktan çatlatacakmısınız!

- Bunda merak edecek bir şey yok Mart’ta her şey meydana çıkar, o zaman işi anlar meraktan kurtulursun.
- Vay babam vay bir havadis öğrenmek için dört beş ay merakta kalmak ne kadar

müşkil şey.

- İhtimal ki gelecek haftaya değin Osmanlı gazeteleri de buna dair rumuzat ile bazı şeyler yazarlar, o zaman biz de serbest söyleriz sende anlarsın acele lâzım değil. Sabır ile ekşi koruk helva olur derler bilmez misin?
- Demek sen biliyorsun da bana söylemek istemiyorsun öyle mi?

- İhtimal ki bu babda bir fikrim vardır. Yoksa muhakkak bilmiyorum.



163

- Lâkin Rusya da bir taraftan tedarik görüp duruyor. Acaba onun niyeti ne olacak?

- Rusya’nın niyeti şimdiye kadar hafi tutulmamıştır ki anlamakta güçlük çekilebilsin. Rusya tevsi-i memalik için her türlü fedakarlığın icrasından çekinmez. Bir kere Kars cihetine doğru uzanıp giden demir yollarını gözünün önüne alırsan Devlet-i Osmaniyenin de Yunanistan’dan alacağı Tazminat-ı harbiyyenin üç milyon lirasını Anadolu şimendüfer hatlarının tecdid ve temdidine hasrettiği havadisini tefekkür edecek olursan iş kendini ortaya atar.
- Vakıa buralarını düşünmek ve bir de hükümet-i seniyyenin kuvve-i bahriyesini tecdid ve tezyid etmek cihetini de nazar-ı itinaya almak şark tarafında şiddetli bir boranın zuhuru muhakkak idüğüni meydana koyar. Lâkin çıkacak borayı müteakip şiddetli gürültülerle sükut edecek saika-ı harbin sadme-i mütişi hangi cihette izhar-ı asar edeceği mechuldür değil mi babacığım?
- Değil evlatcığım değil. Meydanda emareler var.

- Orası da doğru ise de kati suretde hükmedilemez değil mi ya?

- Şimdi hükmedilir, lâkin ileride iş başka türlü dönerse orasını da bilemem.

- Demek yine iş benim dediğim gibidir. Madem ki iş dönebilmek istidadını haizdir

kati suretde hüküm vermekten ise ilerisini beklemek evlâdır.

- Senin dediğin de mantık dairesindedir. Binaenaleyh bekleyelim bakalım ayine-i

siyaset bize ne suret gösterecektir.

(Akbaba, S. 4, 12 Kasım 1313/24 Kasım 1897)



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:55

22) Tuhaf Değil midir?

- Akbabacığım geçende Yunanistan’dan gelen Rumlar’dan sekiz kişi polis idaresinin karşısındaki kahvehaneye gitmişler. Kahvehanenin içerisine girdikleri zaman sair müşteriler gibi birer sandalye alarak oturmaları lâzım gelirken sıra serviler misillu


164

dizilerek durmuşlar. Kahvehane sahibi bunları oturmaya teklif ettiği zaman sekizi birden bir sandalyeye sarılarak kimi başına kimi kıçına kuş dalda oturur gibi sekizi de bir sandalyeye sığışmışlar. Ne istedikleri sual olundukda (lokum) demişler. Kahveci bir tabağa sekiz lokum koyarak karşılarına getirmiş ise de yalnız bir adetini alıp sekizi de taksim etmişler. Tabii sekizi bir sandalyeyi işgal eylediklerinden bir lokum yemeleri üzerine kahvecinin bir şey söylemeye hakkı olmadığından zaruri sükût etmiş ise de bu hale gülmekten de kendisini alamamıştır. Nasıl “tuhaf değil midir?”
- Koca Yunanistan! İnsana kanumiyanın(?) usulünü o derece kuvvetli öğretiyor ki bir

sandalyeye sekiz kişiyi oturttuğu gibi bir lokumu da sekiz kişiye yediriyor.

- Canım bu sözü söylüyoruz ama heriflerin ceplerinde iki lokum yiyecek para varmı idi yokmu idi sormuyoruz a.
- Orasını sormak lazım değil ki: Bu Palikaryalar muharebeye Türk başı kesmek, Türk

ganaimi almak için gitmediler mi idi?

- Öyle ama iş ber-aks zuhur etti. - Kim demiş?
- Kim demişi varmı ya. İş meydanda. - Hele kendilerine sorunuz bakalım.
- Sormanın lüzumu da yok. Zira her gelen uğradıkları felaketleri birer birer

naklediyorlar. Kaça kaça anaları ağlamış.

- Çok şey! Demek iş dedikleri gibidir ha! Vakıa bende öyle biliyor idim. Lâkin Rum dükkânlarında, mağazalarında, hanelerinde koca koca levhalar üzerinde Yunanlıların galibiyetleriyle Osmanlıların mağlubiyetlerini musavvir resimler asılmış gördüğümden, başlarına tüylü bir şapka ayaklarına da burunlarında birer baykuş yavrusu oturmuş Yunan markubu(?) giyerek Müslümanlara karşı tavır satmak ve


165


sonra da başlarına gelen felâketi oturup anlatmak, kaçtıklarına kadar söylemek

cihetlerini teslim edemiyorum.

- Allah aşkına inanmıyor musunuz?

- Sizin sözünüze inanıyorum, inanıyorum da onlara ne diyeceğimi düşünüyorum. - Bunda düşünecek ne var. Zaten şimdiye kadar söylemedik bir şey bırakdın mı?
Onlar yine “eski hamam eski tas.” Daha ne kadar istersen söyle. Yunanlılar’da öyle

yüz vardır ki üzerine tükürsen yağmur yağıyor zanneder.

- Demek Yunan dedinmi utanmaz bir millet olduğunu da arkası sıra yapıştırıvermeli

öyle mi?

- Çünkü öyle olmasalar bütün Tesalya ellerinden gittiği ve mağlubiyetleri dünyaya ilân olunduğu halde yine Yunan’ın galibiyetini gösterir, resimler yaptırıp da birbirlerine karşı izhar-ı şadumani eylemek üzere dükkanlarına asmazlardı.
- Lâkin gönül tesellisini bulmazsa çatlar birader eğer onlar da öyle yapmamış

olsalardı şimdiye kadar çoğu kahrından çatlardı.

- Doğrudur ama bu sizin dediğiniz yüzü kızaran insanlara göredir.

- Vakıa orası da yalan değildir. Bunlar yalnız yedikleri dayağı bildikleri halde mutlaka ben döğdüm demek inadında bulunuyorlar. Ve işi de âleme öyle teslim ettirmek istiyorlar.
- Öyle ise beyhude yere nefes telef edip de bir şey söylemeyiniz zira bunlar

umumiyetle vurdumduymazdırlar.

- Neme lazım hepsinin de boyunları altında kalsın.

(Akbaba, S. 4, 12 Kasım 1313/24 Kasım 1897)




23) Muahede-i Katiye: - Haberin var mı Akbaba?


166


- Hayırdır ne var? - İş olmuş bitmiş.
- Vay! İş oldu bitti de sen işitmedin mi?

- Be a köftehor senin anladığın iş değil. - Ya hangi iştir be çorbahor.
- Muahede-i sulhiye-i katiye imzalanmış bitmiş.

- Allah mübarek eylesin. Hudud ayrılmış mı? - Evet ayrılmış.
- Bize nereleri tefrik edilmiş?

- Fenni harp nokta-i nazarından en mürtefi dağlar tepeler!

- Öyle ise bizim deli Yusuf ağanın her iki sözünün biri olan “dağlara baba dağlara” ha!
- Ama yaz günleri askerimiz için güzel teferrücgâh olur. Çünkü dağ üzeri çayırlık, çimenlik, çalılık, ormanlık bulunur. Harp içinde pek mükemmel yerler imiş. Yunan şayet bir defa daha harp sevdasına düşerse birkaç saat zarfında Osmanlı askerleri işini bitirir imiş.
- Demek Yunan’ın bir daha harp edebileceğine hükmedilmiş de onun için bize dağlar

tepeler ayrılmış öyle mi?

- İzmir gazetesi muahedeyi aynıyla derc etti. Mütala ettim.

- Sahih mi?

- Öyle ya! Hem kalem-ı divan hümayundan aslına mütabık olduğu da musaddak! Sen

İzmir gazetesi almıyor musun?

- Evet alıyorum ama hala okuyamadım. Nasıl yazıyor bakalım?

- Hatırda kalır şey değil ki, şimalden dolaşarak garbın sağ köşesinden cenuba doğruluyor, şarkda bir bucağa sokuluyor. Sonra koşup eski hududa gidiyor. Bilmem


167

neresini Yunan’a bırakıyor falan tepenin falan yerinden yine cenuba geçiyor.Gibi

beynime girmez, aklım idrak etmez bir takım şeyler.

- Ey o köşe bucak ne olacak? Saklambaç mı oynayacağız?

- Bilirmiyim ya.

- Başka ne yazıyor?

- Efendim başka şey yazıyor.

- Ne ?

- Şey canım of hatırıma gelmiyor. Dur bakalım ne idi ha! Şey… Yunan Devlet-i Aliyye Osmaniye’ye mağlubiyet peşkeşi olarak dört milyon lira tazminat verecekmiş.
- Onu çoktan biliyoruz haniya on iki milyondan bozma değil mi? - Evet uzun entariden bozma kısa bir hırka.
- Öyle ya galoş fotinden bozma bir çift tahta papucu. - Ne hal ise artık müjdeler.
- Ne hayır ola bir şey mi var?

- Muahede-i sulhiye-i kattiye de imzalandı bitti.

- İyi ya sonra ne olacak?

- Ne olacak artık nöbet Girit meselesinin halline gelmez mi ya!

- Zaten o iş düvel-i muazzamaya ihale edilmemiş mi idi?

- Evet ama Devlet-i Osmaniye’nin şimdi telaşı melaşı kalmadığından artık kendi mülkünü muhafazaya çalışacak düvel-i muazzama falan oralardan temizlenecek, biçare Müslümanların hukukunu metbu-ı mufahhamları arayacak baksana Rusya’ya hristiyanların Girit’deki yangında yanmış olan kilisesini yeniden inşa ettiriyor. Bir taraftan dost-ı samimimiz olduğunu bir takım nikab-ı desayis altında bize irae ediyor diğer taraftan metbu-ı mufahhamlarıyla dost olduğu Müslümanları feciane barbarane


168


katl ve imha eden medeniyet düşmanlarına kiliselerini yapmak gibi rûy-ı iltifatlar gösteriyor. Elbet zat-ı hazret-i padişahi de nefs-i nefis-i hümayunları yolunda feda-yı cana hazır olan ve yed-i müeyyede-i mülikanelerinde vediatullah bulunan teba-ı sadıka-i hükümdaranelerinin hukuk-ı mağsubelerini istirdada ve bademada muhafazaya bezl-i makderet buyuracaklarını ümidler ber-kemâldir.
- Lâkin Girit müslümanları da umumiyetle denecek derecede mahvoldular gittiler ha

ondan da haberin var mı?

- Benim değil dünyanın haberi var, ama herkes ne yapabilir.

- Bari şu mesele de halledile idi de o biçareler de biraz rahat ede idi zavallılar kim bilir şimdi neler çekiyorlar. Nerede ise kış kıyamette piliç gibi titriyorlar. Allah yardımcıları olsun.
(Akbaba, S. 7, 24 Aralık 1313/05 Ocak 1898)




24) Ciddi Muhavere: - Nasılsın babacığım inşallah keyfin iyidir.
- İyi diyelim de iyi olalım. Sekiz gündür kâh yatıyorum kâh kalkıyorum, bir türlü

savuşdıramıyorum, lâkin bugün hamdolsun iyiceyim.

- Bu hafta ne havadisler var bakalım vaktin varsa biraz söyle de telezzüz edeyim.

- Ne söyleyeyim a babam! Havadisler tebeddül etmedi ki hala eski bildiğin gibi

devam edip duruyor.

- Bulgarya’nın harp meselesi nasıl oldu?

- Bulgarya da tedarekât-ı harbiyye yolunda imiş. Gazetelerin verdiği malumata göre köylerde ne kadar zahire olduğu teftiş edilmiş, Makedonya komiteleri mitingler icrasında devam ediyorlarmış etraftan arabalarla askerler hududa indiriliyor imiş.
- Demek Bulgarya iyiden harp etmeyi kurmuş ha!



169

- Bulgarya kıçına giren teşvik parmağının acısını sonradan duyacak ama iş işten

geçmiş bulunacak.

- Yunan gibi ha!

- Yunan yine verdiğini “paraları verirse” alacak ama Bulgarya ondan da mahrum kalacak.
- Yunan’ın uğradığı gibi bu da öyle bir muavenete uğrarsa!

- Yağma yok! Her zaman aldığını vermek olamaz bu kadar kan dök milyonlarla para sarfet de ondan sonra “aman efendim edepsizlik ettim, başımdan büyük halt ettim kusurumu afv et kapında havhav eder bir köpeğinim, ihsanına muhtacım” gibi Yahudiliklerle aldığın yerleri yine geri ver hayır babam o bir defa olmuştur. Her vakit “hımar layemut”
- Hımar layemut ne demek? Ben bu tabirden birşey anlayamadım.

- Onun hikâyesini sana nakledeyim de dinle. - Aman söyle bakayım.
- Efendim: “Köfte yapıp satmakta olan adamın birisi bir gün Taşra’da bir merkep ölüsü bularak etlerinin kaba taraflarından bir çok yerlerini yani kıymalarını toplayıp hanesine getirir ve birçok köfte yaparak dokuzunu on paraya satmaya başlar. Tabii ucuz şeyin müşterisi çok olacağından o gün ne kadar köfte yapmış ise kaffesini de satar. Ertesi gün yine Taşra’yı bir dolaşır ise de eşek ölüsüne tesadüf edemez ve mecburen koyun eti alır. Koyun eti para ile olmak hasebiyle her vakitki gibi bir tanesini on paraya vermek ister fakat müşteriler buna itiraz ederek bu nasıl lâkırdı dün dokuzunu on paraya veriyordun bugün neden bir tanesine on para istiyorsun. Sualine herif ey babam hergün Hımar layemut cevabını vermiştir ki hergün eşek ölmez demektir.”
- Hay anasını be bu cümle ondan sürüp gelme mi?



170


- Evet! İşte Yunan eşeğin öldüğü güne tesadüf ederek köftenin dokuzunu on paraya

almış ise de Bulgarya böyle eşek ölüsüne tesadüf edemeyecektir.

- Yaşa Akbabacığım yaşa! Bu tabirinden fevkâlâde memnun oldum. Acaba Bulgarya

buralarını düşünmüyor mu?

- Düşünmüyor değil zaten kattiyen emin. - Neden emin?
- Kuyruğu dikeceğinden.

- Lâkin muavenet eden bulunursa!

- Yunan’a da muavenet eden bulunmadı değil ya! Lâkin iş doğruya olduktan sonra Osmanlı kahramanlarının o-Avrupa’nın ödlerini patlatan Mehmetciklerin savletlerine, şiirane hücumlarına insanlar değil dağlar taşlar bile dayanamaz.
- Öyle ise yaşasın Mehmetciklerimiz!

- Devlet-i Osmaniyemizin şan ve şevketi, satvet ve azameti hep o mehmetciklerin saye-i hamiyyet ve şecaatindedir. Onlar olmasalar işimiz yamandır evlât.
- Bu hafta gelen Avrupa gazetelerini mütala etmedin mi? - Bazılarını okudum.
- Ne diyorlar?

- Girit valiliğine Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye tarafından Kara Teodori Paşa’nın

tayini teklif olunmuş diyorlar.

- Devletler bunu kabul etmişler mi?

- Zaten Avrupa devletlerinin Girit valiliği hakkındaki ittifakları Almanya’nın sazı elinden bırakarak, devletlerin ahenk odasından çıkmasıyla parça parça oldu gitti. Geçen nüshada da ariz ve amik beyan ettiğim gibi düvel-i muazzama Avrupa işlerinde umumiyetle ittifak hasıl etmedikce hiçbir iş göremeyeceklerdir. Bunun için


171

Prens Corc’un valiliği meselesinde ittifak-ı düvel-i husule gelmediği cihetle Kara

Teodori Paşa’nın tayinine ses çıkaramayacakları bedihidir.

- Rusya ısrarından vazgeçti mi?

- Geçmese de ne yapacak. Rusya koca bir Avrupa içinde yalnız, hususuyla birkaç devlete karşı istediğini yapabilecek bir iktidarı haiz değildir. Eğer öyle birşeye cesaret edecek olursa onun da haddini bildirirler.
- Rusya’nın pek kuvvetli bir devlet olduğunu söylüyorlar.

- Doğrudur. Lâkin bir devlete karşı mukavemet için kuvveti ma-ziyade kâfi ise de iki

üç devlete mukavemeti muhaldir.

- Müttefiki olan Fransa’yı hatırdan çıkardın mı?

- Fransa’nın Rusya’ya olan temayülü Almanya’dan korkusundandır. Girit meselesinde ise Almanya’nın ittifak-ı düveliden ayrılması, Avusturya ile İtalya’yı da ittifaktan çıkarmaya sebep olduğundan Fransa’nın korkusu daha ziyade kuvvetlenmiştir. Çünkü Girit meselesinde Rusya ısrar eder. Fransa da ol babda muavenetde bulunacak olursa Almanya’nın ensesine bineceğine kattiyen şüphe yoktur.
- Demek Girit meselesi Kara Teodorit Paşa’nın valiliğe tayiniyle hitam bulacağına eminsin.
- Benim emin olduğum bir cihet varsa o da Girit meselesinin Devlet-i Aliyye-i

Osmaniyye’nin hukuk-ı hükümranisine halel gelmeksizin fasl-olunacağıdır. - Öyle ise Cenab-ı Hak muvaffak bil-hayr buyursun.
(Akbaba, S. 13, 01 Nisan 1314/13 Nisan 1898)



Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 09:59

25) (Başlıksız Diyalog) - Babacığım Papa Gallu’yu gördün mü?


172

- O ne olacak?

- Bir gazete ki politikayı gösteriyor.

- Haniya şu üzerinde resimler var o mudur?

- Evet!

- Geçen gün ahbabın birisi iki tane göndermiş idi. - Ey, o resimlerden ne aldın?
- Hiç.

- Nasıl hiç?

- Hiçin de nasılı olur mu? İşte hiç.

- Haniya bir tarafında İtalya Almanya’yı kucaklamış, Almanya da Avusturya’yı koltuğuna takmış, Avusturya Yunan’ı tutmuş, Yunan Kandiya’yı yakalamış, Bulgar Makedonya’ya sarılmış, Rusya sair taraflarını kollarının arasına almış, Fransız da muavenet için uzanmış görünüyordu.
- Amma uydurucu herifsin ha! Bir parça kağıt üzerine o kadar memleket sığar mı?

- Hayır babacığım memleketler taşıyla toprağıyla kağıdın üzerinde değil resimleridir. - Haniya gazeteler üzerinde mi?
- Evet!

- Ver bana.

- Al bakalım.

- İşte şu İtalya’dır ki Almanya’nın üzerine sarılmış gülüyor, Almanya da başını çevirmiş mütebessimane yüzüne bakıyor bir eliyle de işte şu ki Avusturya’dır kolundan tutmuştur şu kızı gördün mü bu da Yunan’dır.
- İşte bunda halt ettin Yunan kralı kız değil erkektir.

- Efendim Yunanistan kelimesi lisan-ı Yunani’de müenes olduğundan daima kız sıfatında resmedilir. Hatta görmezmisin Hristiyanlar Yunan validemiz derler.


173


- Akıbet buna da bir tevil yaptın, pek iyi devam et bakayım. - Yunan’ı görüyorsun ya iki eliyle bir şey yakalamıştır.
- Ha! Elinde bir insan ayağı var, çekip durur.

- İşte bak onun üzerinde de Kandiya yazılıdır. - Ey sanki Yunan onu neye yakalamış?
- Almak istiyor da onun için!

- Ya verirler mi? Bak ben her zaman abone bedellerini “hakkım olduğu halde” hem gazetede hem adeta dilenci gibi rast geldiğimden istiyorum mektuplar yazıyorum da yine kıl koparamıyorum.
- Şimdi iş verip vermeyecekleri bahsinde değildir. Papa Gallu öyle gösteriyor!

- Şu keçe külâh ayı herifin bacakları arasından hırsız tilki gibi uzanan kim oluyor?

Aç köpek gibi bir ayak da o yakalamış.

- O da Bulgar’dır. Yakaladığı ayak da güya Makedonya imiş. O keçe külâh dediğin

de Moskof’tur.

- Hay anasını be! Amma suratsız herif ha! Ötekinin yüzüne şeytan gibi bakıyor sanki yutacak.
- Yüzüne baktığı Türkiye’dir.

- Ey şimdi bunlardan ne çıkacak?

- Efendim o gazete demek istiyor ki Yunan Girit’i, Bulgar Makedonya’yı, Rusya da

bütün Türkiye’yi zabt etmek fikrindedirler.

- Bende bankalardaki liraların hep benim eve gelmesini isterim ama bana yüzünü bile

göstermezler. Hey babam insana istediğini verseler köpekler de havlamazdı. -Köpeklere ne ?


174


- Meşhur değilmidir ki: “Köpeklerin duası makbul olsa gökten kemik yağardı” derler. Köpeklerin de istediği kemiktir.Hep o kuduz gibi havlamalar bir parça kemik arzusundan değil mi? Köpeğin karnı doysa hav demez.
- Pek doğrudur ihtiyar! Lâkin gökten kemik yağmak için adetullah cari olmamıştır. İşte onun içindir ki insana her istediğini vermezler. Çünkü bu cihette de adet-i insan cari olmamıştır.
(Akbaba, S. 15, 29 Nisan 1314/11 Mayıs 1898)




26) Muhâvere

- Ne haber babacığım (İzmir) gazetesini okudun mu?


- Okudum. O mübarek de bu defa bize bir gazete gönderdi sütunların kimi aşağıya

kimi yukarıya doğru.

- Tesalya’ya dair bir havadis görmedin mi? - Tahliye ediliyor diyordu.
- Sahih mi söylüyorsun?


- Evet sahih söylüyorum. Hatta oradaki askerleri almak üzere idare-i mahsusanın on

iki vapuru gitmiş.

- Askerleri nereye götürecek imiş? - Memleketlerine.
- Acayip şey! Ey Yunan tazminatı vermiş mi? - Verecek imiş.
- Ya para verilmedikce Tesalya tahliye edilmeyecek değil mi idi? - Zannederim birinci taksiti vermiş diğer taksitler kalmış.


175


- Pek alâ onları da vermeli de Tesalya sonra tahliye edilmeli idi.Yanlışım yoksa

evvelden beri gazetelerde yazılan havadis de öyle idi.

- Öyle idi ama Avrupa devletleri sabır etmediler.

- Avrupa devletlerinin ne vazifesi?

- Ne demek! Avrupa devletlerinin asıl birinci vazifeleri umur-ı dahiliyemize müdahale değil

midir? Onların reyi olmaksızın bir iş gördüğümüz var mıdır? Onlar bu iş öyle değil böyle olacak diyorlar, o iş de öyle olacak iken baş aşağı dönüyor da böyle oluyor.Tazminat için de taksitin birini verdi diğerlerini temmuz nihayetine kadar tekmil eder dediler ve Tesalya’nın boşaltılmasını istediler, o da boşalıyor.
-Ama sakın yanlış olmasın. Zira bizim memlekette akıllı adamlar çoktur. Onlar halâ; “Tesalya hiçbir vakitte tahliye olmaz, o sözler hep yalandır” demekte devam edip duruyorlar.
- Dilin kemiğimi var istediğin tarafa döner, her ne arzu edersek söyleyebilirsin. -İş dilde değil akıldadır.


- Ben sana gördüğüm havadisi söylüyorum. “İzmir” gazetesi murteber ve müstakim bir gazetedir bu havadisi de ben orada gördüm. Hatta “Hizmet” ceridesi bile yazıyor ama o kadar tafsilat vermiyor. “İzmir” mufassal yazıyor.
- Demek serbestce söylüyor.

- Serbestce yok muahede-i sulhiyye-i kattiyenin ikinci maddesi hükmünce birinci taksit verildiği gibi Tesalya da boşalacakmış. Yunan da birinci taksiti verdiği anda düvel-i muazzamaya müracaat etti, süfera da Bab-ıali’ye bir nota gönderdiler, nota mabeyn-i hümayuna takdim edildi, boşaltılmasına irade-i seniyye sadır oldu. İşte iş bundan ibaret.

176


- Doğrusu bir türlü inanamıyorum.

- Bu kafa sende var iken dünyada bir şeye inanmak sana nasip olmaz.


- Canım niçin beni heryerde haksız görürsün, memleketimizde bu kadar diplomat var hepsi de; “Tesalya bir vakitte iade edilmez” diyor. Halbuki sen “İzmir” Gazetesinde okudum diyorsun! Sen bir kişi onlar bir ordu! Herhalde ekseriyet haklıdır.
- Pekalâ! Şimdi bir kişi gelse de yüz kişiye “Süt beyaz mıdır siyah mıdır” dese o yüz kişiden biri beyaz, diğer doksan dokuzu da siyahdır deseler “ekseriyet mi haklı olur yoksa ekalliyet?”
- Tabii süt beyaz olduğundan ekalliyet haklıdır.

- O halde nasıl oluyor ki; süt gibi beyazlığı meydanda olan birşeye ekseriyete tabih olarak siyah demek istiyorsun? Sende hiçde mi akıl yok? “İstanbul” Gazetelerinde muahede-i sulhiyye-i kattiyeyi vaktiyle mütalaa etmedin mi? İkinci maddesinde tazminatın birinci taksiti tediye olunduktan sonra Tesalya tahliye edileceğini beyan etmiyor mu idi?
- Evet! Lâkin sonraları tazminat kâmilen tediye edilmedikce tahliye edilmeyeceğine dair gazetelerde de birçok makaleler, fıkralar görüldü idi;
- “Nasreddin efendinin bir merkebi varmış birisi gelmiş kira ile istemiş, hoca eşek evde yok demiş lâkin o sırada içerde eşek (anırmaya) bağırmaya başlayınca gelen adam (hoca işte eşek içerde) demesi üzerine hocanın canı sıkılarak (be adam benim sözüme kulak vermezsin de eşeğin anırdığına mı kulak verirsin) demiş.” Bunun gibi sende asıl suyu baştan kesen muahedenin münderecatına bakmıyorsun da gazetelerin yalancılıklarına itimat ediyorsun öyle mi? Hay ahmak budala!
- Öyle ise bu havadisi yazan da gazete olduğundan itimat edilmemesi icap eder.

- Bu sözün doğrudur ama bu gazete muahedenin ikinci maddesi mevki-i icraya vaz olunduğunu söylüyor. O maddenin mündercatı da yukarıda söylediğim gibi

177


tazminatın birinci taksiti tesviye edildikten sonra Tesalya’nın tahliye olunacağına dairdir. İşte bu kadar dırdırıyatın lüzûmu yok. Zira sana lâf anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür.
- Efendim! Fikrim yanlış ise tashih et siz gazetelerin yalançılığını söylediniz bendeniz de bu havadisi gazetenin yazdığını ve ona da inanılmak lâzım gelmediğini söyledim. Bunda lâkırdı anlamamak var mıdır.
- Tabii. Zira lâkırdı anlamış olsa idin evvelce söylediğim söze itimat ederek sesini

çıkarmazdın.

- Hangi söze!

- Muahede-i sulhiyyenin ikinci maddesi.


- Evet! Evet şimdi hatırıma geldi. Afv edersin babacığım. Tecavüzlük ettim ama

badema sözlerine dikkat edeceğime emin ol.

- Öyle ise afv ettim.
(Akbaba, S. 16, 13 Mayıs 1314)




27) Ciddî Muhâvere:

- Yahu! Koca ihtiyar İstanbul postasından ne haberler aldın bakalım? - Anladık a lâkin o hem koca hem ihtiyar ne olacak.
- İki kat koca demek.

- Kocanın iki katı da olurmuş ha?


- Öyle ya bir adam şu zamanda çektiği belalardan otuz yaşında kocuyor halbuki sen

üç otuzunda varsın demek üç kat kocasın.

- Hay Allah beni görsün de seni kaldırsın oğlan ben daha kırka varmadım. - Ne hal ise şimdi yaş hesabını beri bırakalım.
- Pekalâ kurulardan bahsedelim.


178


- Canım sözü yine ters anlamaya başlama İstanbul postasından ne havadisler aldın.

- İstanbul postasından ne havadis beklersin? “Hüsn-i hizmetine mebni filân beye nişan-ı Osmani, bilmem nesine mebni falana madalya, ihsan, rütbe, öteki gelmiş beriki gitmiş” başka ne olacak. Ha! Sahih İspanya-Amerika harbine dair de bazı şeyler yazıyorlar.
- İspanya-Amerika harbinden bana ne ben Girit’e dair havadis isterim Girit’e. Girit

ne oldu? O biçare müslümanların halinden bahs olunmuyor mu?

- Girit meselesine dair şu kadarcık bir havadis alabildim ki; “güya Rusya Prens Jörj’ün vali tayin edilmesi ısrarından vazgeçmiş.” Şimdi bir başkasının tayinini arzu ediyormuş lâkin Rusya seferi ( Zinovyef )’ in Girit istiklâlîyeti hakkında kaleme aldığı lâyıha bir kere okunacak olursa Girit’e Devlet-i Aliyye’nin zerre kadar alâkası kalmayacağı meydana çıkar. (Zinovyef)’in kaleme aldığı lâyıhanın tasdikine biz borçlu muyuz?
- Rusya ile Fransa imzalamışlar. Yarın İngiliz de imzalar Almanya ile İtalya’nın da zaten Gi-rit’te bir menfaatleri olmadığından üçe onlar da iştirak ettimi olurlar beş. Bu tarafta Osmanlı ile Avusturya kalır ki beş devlete karşı hiçbir güne muhalefette bulunamayacakları bedihidir velevki etmiş olsunlar beş devlete mukavemetleri mümkün müdür?
- O halde fikirleri ne ise icra edecekler öyle mi?

- Zaten fikirleri Girit’i Devlet-i Osmaniye’nin idaresinden çıkarmak.

- Acaba sebebi nedir anlaşılmadı mı?

- Sebebi dostumuz Rusya’nın, o Gladiston’dan bin kat kavi olan müslüman düşmanının Yunan kralına muharebeden evvel mektuplarla vuku bulan vaadleridir.




179


- Pek alâ lâkin biraz evvel Prens Jörj’ü tayin meselesinden Rusya vazgeçti dedinizdi.

- Evet! Girit’ten vazgeçti ama Makedonya’yı vad etti şimdi demek oluyor ki başımıza getir-mek istediği bela ikileşti. Bundan evvel yalnız bir Girit iken şimdi ara yere bir de Makedonya karıştı.
- Benim aklım pek kısadır ama biz böyle her yerde sükut ederek kendimizi zayıf

gösterecek olur isek sonu pek fena neticeler meydana getirecektir zannediyorum.

- Bunda zan var mı ya. İşte her şey meydanda güneş gibi görünüyor. Şimdiye kadar geçen selâtin-ızam zamanında da Girit ihtilâli eksik olmamıştı lâkin teskin edildi. Bu defa işin tesviyesi düvel-i muazzamaya havale olundu.Yapılan barbarlıklar engizisyon işkencelerini bile fersah fersah geçti. Biçare müslümanlar İstanbul’a yedi sekiz telgraf çektiler kimsenin sem-i kabulüne girmedi tarihe bir nazar gezdirsek görürüz ki; “Sultan Selim-i sani zamanın-da Hükümet-i Osmaniye idaresinde seksen milyonu mütecavüz Müslüman var idi bunları kurt yemedi,yer yutmadı, gök cezb etmedi.” Bu kadar müslüman hep ejderha-yı istibdadın dendan-ı halahil-feşanına kurban oldular. İdare-i ecnebiyeye geçtiler. Bosna-Hersek nere-de, Mısır nerede, Kıbrıs nerede bunlar kâmilen bugün bilâ-nizağ ve cedel idare-i ecnebiye altında bulunuyorlar. Sebebi? İstibdad ! Yunan muharebesini ettik ne kazandık? Galip gelmişiz! Galibiyetimize delil olmak üzere yazılan tarihlerden başka elimizde ne kaldı! Te-salya’nın toprağı şüheda kanıyla yoğruldu! Aileler mahvoldu. Hanümanlar söndü, sekiz günlük gelinler dul kaldı. Sözde verilecek olan dört milyon lira tazminatın birinci taksiti tesviye olunurken öte taraftan da Tesalya tahliye edilerek yine Yunan’a iade olundu.
- Demek Tesalya iade olundu ha!

- O da size ömür bıraktı. Allah Yenişehir’de ve sâir cihetde olan Müslümanlara imdad bu-yursun. Artık bundan sonra Yunan zalemesinin ellerinden çekeceklerine

180


ağlasınlar. Hatırında değil midir; Yenişehir Osmanlılar tarafından zabt edildiği

zaman şehre giren Osmanlı süvârîlerinin atlarının ayaklarına kapanan o ihtiyar, genç, çoluk-çocuk, kadınların hallerine dair İstanbul gazetelerinin yazdığı makaleler, her okuyan erbâb-ı hamiyyet ve insafı değil, taş-yüreklileri bile ağlatıyordu. Onlar hep unutuldu gitti. İstanbul da bu halleri düşünmek yerine sansürler, casuslar ziyadeleşdirilerek birtakım bî-günâh Müslümanlar iz‘âc edilmekle uğraşılıyor. Filibe’de neşrolunan “Muvâzene” cerîde-i muteberesi Tesalya’nın tahliyesi hakkında yazdığı bir makale-i hakikat-isâlede diyor ki: “Tesalya’da olanlar Sadrazamın, Bahriyye Nâzırının araba bârgîrleri olsa idi, kıyametler kopardı! , Hanımlarının Van kedileri olsa civar mahalle yaygaralardan, feryatlardan, kalkar-oturur idi.” Ne kadar doğru söz!
- “Muvâzene” hakikaten pek güzel tasvîr etmiştir. Dünyada bu gazeteyi sevdiğim kadar parayı sevmemişimdir. Okudukca gönlüm ilk baharın hafif güneşine uğramış güller gibi yaprak yaprak açılıyor.
- Evet! Pek güzel bir gazetedir. Lâkin teessüf olunur ki ne doğru söyleyen gazeteler ne de hakikate hizmet etmek isteyen insanlar, bu zamanda kattiyen makbul olmuyorlar.
- İşte bu hikmeti bende bir türlü anlayamadım gitti.

- O kadar vâzıh bir şeyi anlayamamak adeta eşekliğin büyüğüdür. Bu bir hakikattir ki bir gazete veya bir insan doğru söz sarf ederse makbul değildir. “Evvel vakitte yalan söyleyenler eşeğe ters bindirilerek, yüzüne yağlı kara sürülerek yalan söyleyenin
hali, cezası budur diye arkasından bağırırlarmış.” Şimdi o hallerin yüz bin kat fenası doğru söyleyenler hakkında icra ediliyor. Şeriat yalan söyleyenlerin duçar-ı mücazat olmasını emrediyor. Hükümet de doğru söyleyenlerin mahv ve izalesini murad buyuruyor! Ne kadar tezat ne derece mugayeret! Tesalya verilmiş sesini bile


181


çıkarmamayı Girit mesela ihsan edilmiş umurumda bile olmamayı bir vatandaşını, dindaşını nahak yere yakalamışlar, bin türlü işkencelerden sonra ya nefye yahut denizin dibine göndermişler “aleyhi mayestehak” etti de buldu demeyi vicdanına, insaniyetine, islâmiyetine yakıştırabilirsen makbule geçersin yoksa ele geçtin mi hiç şüphe yok ki gideceğin mahal ya tabakat-ı cehennemden numune-nüma olan işkencegâh-lahrar-ı ümmet veyahut dünyanın nihayeti, ahiretin bidayeti olan hak-i şehadettir.
- Doğrusu bu kadar fenalığı irtikab edenlere insan demekten ise vahşi hayvan demek daha muvafıkdır. Zira vicdan, insaniyet, islâmiyet insana mahsusdur halbuki böyle mugayir-i şer-i şerif ahval insanlarda “velev bulunsa bile” bu derecesi mümkün değildir. Cenab-ı Hak bir mümini amden katl edenlerin cezasını yalnız cehennemle bırakmayıp gazab-ı İlâhiyesine de maruz göstermiştir. Su-i idareden bahseden bir insan ise ne şeran, ne kanunen, müttehem sayılmadığı halde onu öldürmek katl-i ameddir. Bu fecayi-i icra edenler menhiyat-ı ilâhiyeden haberdar değiller midir ki; Allah’tan korkmadan peygamberden haya etmeden bu gibi efal-i na-meşruada bulunuyorlar.
- Bu mesele pek uzun gider suallerini gelecek nüshaya sakla zira gazetenin hacmi

müsait değildir.

(Akbaba, S. 17, 27 Mayıs 1314/08 Haziran 1898)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 10:04

28) Haksızlığın Netîcesi:

Gazetem bidâye-i intişârından beri İdâre-i Osmaniyye aleyhinde bir kelime bile sarf etmediğ halde, Memâlik-i Mahrûse-i Şahane’ye duhûlü bâ-irâde-i seniyye taht-ı memnû’iyete alındığını haber aldım.

182


Bundan evvel “Kokonoz” nâmıyle neşretmiş olduğum gazetemde dahi Avrupa Devletlerinin Osmanlılar hakkında neşrettikleri erâcîfi red ile Yunan muharebesinde asâkir-i Osmaniyye’yi teşcî yolunda söylediğim şiirler milletin mazhar-ı takdîri olmuş iken; Padişahımız Efendimiz Hazretleri’-
nin mûcib-i nefret ve gazabı olarak her tarafca men‘ine irade buyurmuşlar idi. Ahîren aldığım malûmata nazaran Kokonoz’un men‘ine sebep olan şey, Tesalya’nın verilmemesi hakkında millet tarafından ettiğim rica ve iddialar imiş.
Meğer padişahımız efendimiz hazretlerinin maksad-ı mülikaneleri Tesalya’yı iade ederek yüzbinlerce müslümanları Yunan zalemesinin zir-i payı zulmünde ezdirmek imiş!! Ben bunu nereden keşf edeyim.
Mabeyn-i hümayun mülikane namı altında teşekkür eden bir guruh-ı hazek-i layüflihunun İstanbul’un ahalisinden ziyade istihdam edilen ve milletin başına püsküllü bela kesilen bir alay hafiye-i layüslihunun verdikleri yalançı jürnallerden başka padişahımız efendimiz hazretlerinin itimad ve itikad buyurdukları bir şey olmadığından herhangi bir madde hakkında arz-ı vuku bulursa o anda iradeyi bastırıyorlar.
Şayan-ı taaccübdür ki iradelerin millet hakkında mızır olanları dakikası dakikasına icra edildiği halde nafi bulunanları ehemmiyetten dur tutularak hükmü infaz edilmiyor.
Akbaba’nın memnu’iyeti hakkında çıkan iradenin sebebi daha anlaşılamamıştır. Lâkin şüphe yoktur ki bura hafiyelerinin sarf eyledikleri gayret-i melunaneleri semeresidir. Fakat bu semerenin taaffün-i kerihi beni ne kadar bizar ettiyse o semereyi hasıl eden şecere-i muzurrayı da kurutacak bir zırh husule getirecektir. Gazetem bununla iki defadır men ediliyor. Her ikisinin de sebeb-i meni koz kabuğunu doldurmayacak bir takım vahi vesileler ve sansürlerin ihtirah ettikleri


183

desise ve hilelerden ibaret olduğu güneş gibi meydandadır. Cenab-ı Hak insanı halk buyurduğu zaman hayvan-ı natıkdan fark ve temyiz etmek üzere lisân vermiştir. Allah’ın verdiği o hakk-ı tekellûmü benden kim gasb edebilir?
Asıl hüner insanları hakk-ı tekellümden mahrum etmeye çalışmak değil onları

söyletmeye tahrik eden fenalıkları ortadan kaldırmaktır.

Bugün gazetemin memalik-i şahaneye duhulü taht-ı memnu’iyete alınmış fakat hürriyet-i lisânım gasb edilememiş ve hiçbir vakitte de edilemeyecektir. Teessüf olunur ki hala mabeyn-i hümayun diplomatları bu gibi harekat-ı bedbinaneleriyle isticlab-ı daavata değil istiğzab-ı ümmete hizmet etmekte bulunduklarının farkına varamamışlardır.
Akbaba’nın birinci nümorosundan, on altıncı nümorosuna kadar olan nüshaları baştan aşağıya değin nazar-ı tedkikten geçirilecek olursa mündercatında menine sebep bir kelime bile bulunamayacak, halbuki on yedinci nümorosundan bed ile devam ettiği müddet zarfında her nüshasında müsebbibleri dehşetli rüyalarla acı acı iniltilere maruz bırakacak makaleler eksik olmayacaktır.
Şimdi bu davada kim kazandı kim kaybetti?

Bundan evvel kuşe-i samtu sükûtta elindeki kalemi kırk defa hoggaya batırıp çıkararak yalnız duaların envaını düşünmek işkenceleri altında ezilmekte olan muharrirler, bu icraât-ı cahilane üzerine birer mücahid kesilerek seyf-i kalemle meydan-ı mübarezeye atılmaya mecbur olacaklardır.
Bin türlü hiyel ve desayisle nekab-ı melanet altında ihtifa ettirilmiş ve her dakikada enva-ı muayene ve tecessüslerle etrafı tahkim ve tersin edilmekte bulunmuş olan esrar-ı hainaneyi meydan-ı aleniyete çıkaracaklardır.
Sansürler, hafiyeler sansarler, celladlar gibi ellerine geçirdikleri eshab-ı istikâmeti tavuk misillu boğdukca, koyun boğazlar gibi boğazladıkca vahşi canavarlar asa


184


telezzüz ediyorlar. Düvel-i ecnebiyeden her biri kişverler zabtetmek, cihangirlik ihraz eylemek için ellerinden gelse milletlerinin ölmüşlerini diriltecekler. Biz elimizde bulunanları ihsana, ahrar-ı ümmeti de kurbana çalışıyoruz.
Bu tezaddı efkâra bakanlar, müslümanlıkla taban tabana zıd olan efal-i na

meşruamıza karşı engüşt bir dehan hayret olmaktan kendilerini alamıyorlar.

Teessüf hezar teessüf ki ümmet-i necibe-i ahmediye ve millet-i mukaddese-i islâmiye istibdad beliyesine kurban olup gitmekte ve halbuki biçareler bu hallerin zerre kadar farkında bile olmamaktadırlar. Cenab-ı Hak neticesini hakkımızda hayır eylesin. (Amin).
(Akbaba, S. 17, 27 Mayıs 1314/08 Haziran 1898)




29) Ciddî Muhâvere - Akbaba! Ahval-ı alemden ne haber?
- Ne haber olacak. “Görünen köy kılavuz istemez.” - Tesalya bütün bütüne boşaldı mı?

- Hala daha şüphen mi var ki sorup duruyorsun! Ethem Paşa’nın İstanbul’a gittiğini

padişahın ziyafetinde bulunduğunu gazetelerde görmedin mi?

- Demek her iş bitti.

- Askerler memleketlerine bile gitti. - Acaba Girit işi nasıl oldu?

- Efendim Girit’e de cebel-i Lübnan gibi bir idare-i müstakille verileceğini bu hafta alınan evrak-ı havadis temin ediyor.


185


- Lâkin zannederim geçende İngiliz’in mümanaatı üzerine Rusya, padişaha bir name gönde-rerek Girit’e istediği gibi bir valinin tayinine ruhsat vermiş olduğunu yazdınız idi değil mi?
- Evet! Rusya, Yunan’ın oğlunu tayinden vazgeçmiş idi. Fakat mabeyn halkı zerre kadar e-hemmiyet bile vermediler, bir buçuk aydan beri yan yattılar, bir vali tayin etmediler düvel-i muazzama da tekrar işe ehemmiyet vererek müzakerata başladılar. Birkaç gün sonra Prens Yorgi’yi yahud diğer bir uğursuzu tayin ederler, Girit’te Bosna, Hersek, Kıbrıs, Mısır arkadaşlarının yanına gider mabeyn de rahat eder. Sonra da nöbet Makedonya’ya gelir.
- Demek mabeynin maksadı milleti batırmaktır.

- Mabeyn yalnız iş göremez böyle mühim işler müsaade ile icra edilir.Mabeynin kendiliğin-den göreceği işler valileri, mutasarrıfları sağarak birer bardağa kulp yapmak, bunların ahaliden gasp ettikleri paralardan hisselerine isabet edeni gün geçirmeksizin kapmak, bu irtikab ve denayetleri meydana çıkmamak için gazetecilerin ağızlarını kapamak memalik-i ecnebiyede bulunan Osmanlı gazetelerinden bu hakikati meydana koyanları tekzib etmek üzere malumat gazetesi sahibi Tulumbacı Tahir’e aldıkları zehirlikten hisse ayırmak, İstanbul’a ayak basanları casuslar marifetiyle yakalattırarak Bab-ı zabtiyede iyice sağdırdıktan sonra iş meydana çıkmamak üzere ya nefye veyahud adeb-abad-ı isyana göndermek, bir takım edaniye ve hatta çingenelere varıncaya kadar para ile rütbe, nişanı satmak, efkâr-ı cedide eshabının umumiyetle idamlarını mahud tahire talep ettirmek, “elhasıl dünyada ne kadar rezalet, cinayet, cebanet, hiyanet, denaet, mezellet, şenaet, melanet varsa herbirini birer vasıta ile icra ettirmekten ibarettir.”
(Yazının geri kalan kısmı Tesalya savaşı ile ilgili olmadığından alınmamıştır.) (Akbaba, S. 19, 24 Haziran 1314/06 Temmuz 1898 )


186

30) Zât-ı Şâhâneye Açık Arîza

Yüzüm ak, kalbim ak, Hakkın huzûrunda sakalım ak. Müberrâyım siyahlıktan, bana

bir “Akbaba” derler.

Padişahım! Şu arıza-i meftûhemi bu mazlûm, mağdûr milletin ahvâl-i felâket-

iştimâlini

pîşgâh-ı enzâr-ı Şahanenize arz etmek üzere ak sakalımdan dökülen sirişk-i

teessürümle yazdım.

Aman Padişahım! Merhamet, Bu millet-i nec’ibe-i Ahmediyye’nin hallerine merhamet buyurunuz, mazlûmların âh u enînlerinden sakınınız! Milleti, Mâbeyn halkının eyâdî-i cebbârânesinden kurtarınız. Altı-yedi asırdan beri devam eden bu Devlet-i Muazzama’yı duçar olduğu bu inhitâtdan tahlîse çalışınız.
Düşününüz Padişahım! Koca bir Hükümet-i Osmaniyye’nin ferd-i vâhid tarafından

idaresi

mümkün müdür? Lâkin kimsenin fikrine iştirâk kabul etmemek şanından olan efkâr-ı Şahanenizce mümkün görünüyorsa yirmi, yirmi iki seneden beri devletin, milletin sâye-i müstebidânenizde vâsıl olduğu terakkiyi gösterebilir misiniz? Mâbeyn-i Hümâyûnunuzun mürevvic-i efkârı olan İstanbul gazetelerinin küfür derecesine vardırdıkları medâyih-i şahanenize medâr-ı münferid addederek bahs ettikleri terakkiyât-ı hâzıre hakkındaki makalelerineitimâd buyurmayınız Padişahım!
Onlar, Zât-ı Mülûkânenizi avk etmek için Mâbeyn tarafından verilen emirler ile

yazılır.

Bunları Zât-ı Şahaneniz de tasdik etmez değilsiniz. Zira Mâbeyn’e verilen müsâadât, taraf-ı mülûkânenizden olduğuna ahrâr-ı millet vakıfdırlar.


187

Padişahım! Bugünkü gün Hâmî-i Dîn-i Mübîn ünvânını hâiz bulunuyorsunuz, halbuki milletin gördüğü zulüm, Devletin duçar olduğu inhitât, sizi umûma karşı hâmî yerine mâhî tanıttırmıştır.
İnsaf ediniz Padişahım! Bu ümmet yed-i emanetinizde bir vediatullahtır. Allah’ın emanetine hiyanet etmeyi vicdanınıza nasıl reva görüyorsunuz! Düşünmüyor musunuz ki; devletinizi, saltanatınızı teşkil eden bu millet-i muazzama mahv olursa ki “bu gün dereke-i süflaya doğru şitâbân olmuşlardır” o zaman kime padişahlık edeceksiniz. Malûm-ı şahaneniz değil midir ki; Rusya muhabere-i zailesinden yani ibtida-i cülus-ı hümayûnunuzdan bugüne kadar semere-i istibdad-ı mülûkâneniz olmak üzere idare-i Osmaniyye’den on yedi milyon nüfus çıkmış ve Yunan muharebesinde de kırk beş bin müslümanın ervah-ı mukaddesesi makam-ı iliyyine vasıl olmuştur. Bu insanlar yerden bitmiyor Padişahım!
Tevarih-i eslafı mütalaa edersiniz görürsünüz ki ecdadınız Sultan Selim zamanında İdare-i Osmaniyye’de doksan milyonu mütecaviz ahali-i İslâmiye mevcut idi. Bugün vilayat-ı şahanenizde on üç milyon nüfus-ı islâmiye ancak kalmıştır bunlar nereye gitti padişahım! Hürriyet-i matbuat, adalet “veşavirhüm filemr” ferman-ı ilâhiyesi mucibince meclis-i meşveret talep ve ricasında bulunan ahrarın bunları talepden başka ne kabahatları vardır ki, canlı insanın yüreğini yarıp da ciğerini sökercesine ailesinden ayırarak denizlere gark etmek, işkencehanelerde envah-ı cevr ü cefalarla mahv eylemek, binlerce anaları, babaları, nikâhlı, nişanlı nâmurad kızları kucaklarında pistan-ı madere yaslanmış masumlarıyla dul bırakılmış zevceleri derin derin iniltilere, hazin hazin ahlara, maruz bulundurmak gibi dünyada Haccac’ların bile merhametini celb edecek efal-i hainanenin icrasına müsaade buyurmak şan-ı hilâfetinize “Allah aşkına, Muhammed hürmetine” söyleyiniz muvafık mıdır? Bir millet padişahından hürriyet istemekle bu kadar zulme müstahak mı olur? Buna


188

Allah’ın rıza-yı ilâhiyesi var mıdır? Padişahım! Yalnız nefs-i nefis-i hümayûnunuzu değil her zerre-i eşyayı halk buyurun hallak-ı cihan en zayıf ki; bugün huzur-ı şahanenize çıkmak şöyle dursun en ufak bir memurunuzun bile yüzüne bakmaya tenezzül etmediği bir kolunu, “Ya Rabbi” nidasına karşı “lebbeyk” hitab-ı celiline mazhar buyurduğu kütib-i mukaddese ile sabit iken Zat-ı hümayûnunuz binlerce mazlumin-i islâmiyenin feryad-ı istimdadkâranelerini işitmemek için kulaklarınızı, duçar oldukları işkenceleri görmemek için de gözlerinizi kapıyorsunuz! Allah’ın emri bu mudur?
Teba-i şahanenizden duçar-ı gadr ü zulüm olan bir biçare memuruni hükümetin her birerlerine alâ-meratibihim ayrı ayrı şikayet edip de hal-i pür-melâlini dinletmeye mauvaffak olamazsa kime müracaat edecek? Elbette Zat-ı mülûkânenize! Değil mi! Eğerçi Zat-ı Mülûkânenizde sem-i itibar buyurmaz iseniz o zaman kime şikayet edecek? Ahkem-ül hakimin olan Cenab-ı Allah’a. Buna şüphe mi var?
Padişahım! Malûm-ı şahaneniz olsun ki bugün zulm ve istibdad atışıyla yürekleri yanmış olan Müslümanlar feryad-ı istimdadkâranelerini sem-i hilâfet-penahinize vasıl edemeyince kemâl-suzişle yüzlerini dergâh-ı uluhiyyete çeviriyorlar. Hiçbirşey bilmezlerse “Ya Rab bu felâketimize sebep olanların hakkından sen gel, onları gazab-ı kahharanene havele eyleriz.” diyorlar.
“Zat-ı şahaneniz bunları bilmez ve işitmezsiniz.”

Cesaret padişahım cesaret! Ecdâd-ı ızamınızdan atıyla denize atılan hazret-i fatihi, çadırına yeniçeriler tarafından kurşun sıkıldığı halde çadırdan dışarı fırlayan Selim-i Sani’yi hatır-ı hümayûnunuza getiriniz. Korkudan fayda yoktur padişahım! Dışarıya çıkınız. Milletin istediğini yapınız. Devletinizin istiklâliyetini temin buyurunuz. Teba-i şahanenizin hallerine vakıf olunuz. Matbuata millete hürriyet vermekle, şura-

189

yı ümmeti küşad eylemekle istiklâliyet saltanatınıza zerre kadar halel gelmez

padişahım!

Cülus-ı hümayûnunuzdan sonra ferman-ı şahanenizle kaleme alınmış olan “Üss-i İnkilab-ı” bugün bir defa yukarıdan aşağıya doğru mütalaa buyursanız o zaman mevaki-i mühimme-i muhtelifede devletinizin temin-i istiklâliyeti, hukuk-ı tebanızın muhafaza ve siyaneti, mehakimin şer-i şerif ve kanun-ı münif, mucibince icra-i müsavat ve adaleti, matbuatın serbestisi, kuva-yı bahriyenizin tezyid ve mükemmeliyeti, hakkında irad buyurduğunuz müteaddid nutuklar nazar-ı şahanenize çarpacağına şüphe yoktur. O nutuklar bugün Mabeyn halkının Zat-ı mülûkânenize Rusya’dan ziyade düşmen-i can tanıttırdığı teba-i Müslime ve gayr-ı müslimenizin refah hal-ı ve temin-i istikballeri için değil mi idi? O zaman sevdiğiniz bir millet bugün neden düşmen-din kadar menfurunuz olsun? Islahat istedikleri için mi? Nasıl istemesinler ki düvel-i ecnebiye gemilerine mümasil hatta bir tane zırhlı gemimiz yoktur. Malûm-ı şahaneniz değil midir ki; Yunan muharebesinde bir takım
gulguleler, naralarla köprüleri yıkarak hareket eden vapurların nihayet Çanakkale boğazından öteye gidememeleri “Preveze” ile “Dedeağaç” istihkâmlarını Yunan zırhlılarının tahribine, devletler beyninde bahren mağlubiyetimizi iddiaya sebebiyet vermişti.
Buralarını düşünmek Zat-ı Şahanenizin borcu iken kattiyen ehemmiyet vermiyorsunuz da millet feryad edince hiddet buyuruyorsunuz. Hayır padişahım! Milletin feryadı gazab-ı şahanenizi davet etmesin! Zira her ne bela gelirse Zat-ı mülûkânenizin değil milletin başına gelecektir. Zat-ı hümayûnunuz milyonlar sahibisiniz başınızı alıp savışabilirsiniz lâkin millet, o mazlum, mağdur, sefil millet ecnebiler elinde esir kalarak mazlumiyetleri, mağduriyetleri, sefaletleri yüz derece, bin derece, belki milyonlar, milyarlar derece tezayüd edecektir. Evet! Her felâketi


190


çekecek millet olduğundan ettikleri feryad-ı istimdadkâraneleri gazab-ı şahanenizi

mucip olmamalıdır, çünkü hakları vardır.

Cülus-ı hümayununuzdan bugüne kadar teşkil buyurduğunuz hamidiye olaylarından başka gerek kuvve-i berriye ve gerek bahriyyece ne terakki husule geldi? En kavi düşmanımız olan Rusya yirmi sene zarfında tarik-i terakkide beş yüz hatve ilerlediyse biz bin beş yüz adım geri gittik!
Şan ve satvetimizi maziye ricatle mi iade edeceğiz? Bu mümkün değil padişahım! Maziye hasr-ı nazar lâzım gelseydi Cenab-ı Hak alât-ı basırayı arkada yaratırdı! Mazi’de kimi arayacaksınız?
Fatih’ler, o dünyayı şemşir-i celâdetine gerdendade-i inkiyâd eden fatihler, artık sükûnetgâh-ı ebedilerine, Selim-i Sani’ler , o kürre-i zemini bir padişah için kâfi görmeyen Selim-i Sani’ler, uzlethanelerine, nam-ı mukaddeslerini ilel-an lisan-ı ümmetde yadigâr bırakan Süleyman’lar, haclegâh-ı sükûnetlerini çekilmişlerdir. Ömr-i güzeş denizi mi taharri edeceksiniz? Heyhat!! Onun da iadesi gayr-ı mümkündür padişahım! Ömr-i şahaneniz artık günden güne zevale takarrüb etmektedir.
Her adım attıkça makam-ı saltanattan tebaüd-i sükûnetgâh-ı ebedinize takarrüb ediyorsunuz. Mülâhaza buyurunuz ki millet hakkında reva gördüğünüz zulm ve istibdad nam-ı şahanenizi bir gün elsine-i enamda bir başka suretle yad ettirecektir. Padişahım! Tesalya marekesini bir kere nazarınızda tecessüm ettiriniz o zaman kırk beş bin şehit kanlı kefenleriyle gözünüz önünde dehşetyâb-ı zuhur olur. Muharebe meydanını bir kere düşününüz ki, süvarilerin hangisine bakılsa ölüm canlanmış da koşa koşa düşman üzerine gidiyor zannedilir.
Kumandanların herbiri bir arslan kesilmiş devleti, milleti, vatanı uğrunda hizmet etmek için binlerle güllelere, yüz binlerle kurşunlara, süngülere karşı ortaya atılmış


191

ölümle pençeleşir. Zaman gelir ki hava kararır! Günler Cenab-ı Hakkın gazabından mahluk bir cehennem gibi korkunç korkunç gürler. Yerler evladının kanı yüzüne, göğsüne dökülmüş bir valide gibi derin derin inler, her dakikada bir yıldırım, ateş renginde yaratılmış bir ejderha gibi büküle büküle bulutları yırtarak ya bir ağaca ya bir süngüye çarpar, çarptığını mahveder. Bu tarafa nazar edersin dağ gibi bir delikanlı yaralanmış eceliyle gülüşe gülüşe ölüyor, o bir tarafa bakarsan bir asker
düşmanın yakasına sarılmış güya kendi ruhu imiş de elinden kaptırmış gibi bin hırsla, bin gazabla canını almaya çalışıyor. İşte manzara-ı harp böyledir. İşte o Tesalya sahraları bu suretle kabza-ı teshire geçirilmiştir. (Mabadı gelecek nüshaya)
(Akbaba, S. 20, 08 Temmûz 1314/20 Temmuz 1898)




Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 10:08

31) Lefkoşadan: Dördüncü Mektup-

Zamanımızda bulunan menfaat-perest gazetecilerle onlara peyrev olan bazı cühelânın sarf etmekte oldukları cahilâne sözler hakikaten taaccüble beraber teessüfü mü mucip oluyor.
Ne cehalettir ki; yazdıkları makalelerde çok defa küfre varıyorlar da hala inatlarında devam ediyorlar. İşte bu gibi gazeteleri mütalaa ile makul zannederek kahvehane köşelerinde o fikirleri tervice çalışanların hallerine dünyalar kadar teessüf ederim ki küfrün intişarına gayrette bulunarak kendiler de hiseyâb olurlar.
Gazetecilerin istimal etmekte oldukları “Veli nimet-i bi-minnet , şehinşah-ı pür adalet, halife-i akdes-i melce-i penahımız, kıble-i muvahhidin” ve daha buna mümasil nice sözlerin kelime-i küfür olduğunu bilmek yalnız ulum-ı Arabiyye’ye aşina olmaya mütevakkıf değildir.


192


İmam-ı Birgivi Mehmed Efendi’nin risalesinde vesair Türkce kitaplarda dahi sarahaten beyan olunmaktadır. Anlayabildiğimiz Türkce kitaplarda bile mufassalan şerh ve izah olunmuştur.
O halde şöyle gafilâne bir hareketle dinlerini lekedar etmekte ne fayda vardır. Meddahane hezeyannamelerle vakit geçirileceğine aka’id-i diniye kitapları mütalaa edilse de islâmiyetin meziyeti, ulviyeti, bilinerek takdir olunsa fena mı olur? Kalemi ellerine aldıkları zaman şer-i şerifin ahkâmına mugayir sözlerle Medhiye yapmayı en büyük vazifeden addeden gazete muharrirlerinin yazdıklarını düstur-ul-amel ittihaz ederek ahkâm-ı şeriata tatbik etmeden hak taraftarlarına karşı muteriz bulunmak ne kadar hamakat, ne derece cehalettir.
Meddahin hakkında hazret-i fahr-ül-mürselin “Ahsevül türab fi vucuhül meddahin” buyurmuşlardır. Rütbe, nişan ve şöhret budalası olan gazetecilerle onların makale-i hezeyan beyanlarını tahsin etmekle beraber kemâl-i iştiha ile ötede beride okuyanların ne derece alçak olduklarını tafsil etmek iktidar-ı kalemiyemin haricindedir. Hükümet-i hazıra-i Osmani’nin bulunduğu varta-i hevl-nak göz önüne getirilecek olursa görülür ki israf derece-i kusvaya vasıl olmuş, şan azamet sevdasıyla yüzbinlerce liralar kelyev lüzumsuz yerlere sarf olunmakta bulunmuştur. Halbuki Cenab-ı Hak nazm-ı celilinde “innellâhe lâyühibbülmüsrifin” buyurmuştur. Hebaen mensuren sarf olunan paralar Yunan muharebesinde, Tesalya ovalarında sinelerini düşmanın güllesine, kurşununa, istihkâm eden gayur, şeci şühedanın bıraktıkları binlerce dul kadınlara, binlerce yetimlere sarf olunsa da böyle zelil, hakir bırakılmasa acaba fena mı olurdu? Fakat öyle bir asırda bulunuyoruz ki milletinin
terakkisini arzu edip de o yolda bir söz söyleyen en büyük cezalara mahkum en şedid işkencelere müstahak edilmektedir. Amirimiz padişahtır. Evet! Lâkin padişahın da


193

amiri şeriat-ı ahmediyye olduğu inkâr edilemez. Saltanat eshabı daima cebbarlığa, zalimliğe meyyaldir. Ama şeriat onların da bir sedd-i mümaneatıdır.
Şeriatın tecviz etmediği evsaf-ı haiz bulunan bir sultan şeran “imam-ül müslümin” addolunamaz. Ulema-yı islâm peyderpey hal-i padişahiye dair feteva-yı şerifeler vermekte iseler de padişahın nizam ve kanun tanımaması değil, şeriata bile karşı gelmekte olduğu meydan-ı bedahetdedir.
Şu sözümü de isbat edebilmek için saray-ı padişahi de nikâhsız olarak altı yüz hürr- ül-asl cariye bulundurmak ve selâmlık gibi bir bidat bahanesiyle yirmi-otuz bin müslümanı farz-ı ayin olan Cuma namazından mahrum etmek ve daha bunun emsali birçok ahkâm-ı şeriyeye muhalif harekât-ı mezmumeyi gösterebilirim. Binaenaleyh gazetecilerin bir takım malayani sözlerle sade dilan-ı ahalinin efkârını tavlit etmekte, devlet ve milleti mütezarrır edecek en büyük denayetleri irtikâb eylemekte devam etmeleri kendilerini dünyada nail-i nefrin, ahirette dahi vasıl-ı siccin etmeye vesile olacağı bi-iştibahdır.
Bâki cümle ümmet-i Muhammedin ve bilhassa imam-ül-müslüminin ıslahını Cenab-ı Hak’dan ref-i dest-i tazarru ile niyaz eylerim.
İmza: İlmiyeden Ayın. L. (Akbaba, S. 22, 05 Ağustos 1314/17 Ağustos 1898 )


II. HABERLER




1) (Başlıksız Haber)

Atina gazeteleri halâ yalan söylemekten usanmamış olmalıdırlar ki bu defa da; “Ben gördüm bir pire bir minareyi arkasına almış gidiyordu.” Kabilinden olarak duyanların mucib-i dıhk ve handesi olacak bir fıkra yazmışlardır. Güya duçar olduğumu ahval-ı


194


felaket-iştimalden dolayı tehvin-i ihtiyaca medar olmak üzere üç Yunanlı’nın 150 milyon frank ita edeceklerini hükümet-i metbualarına bildirmişler.
Niçin bildirmişler? Acaba kabul etmezse taht-ı mahcubiyette kalmasınlar için mi? Atina gazeteleri yalan söylemekte o kadar kesb-i maharet etmişler ki yalanın bu gibi hem garip hemde tuhaflarını bile ihtira etmekte asla güçlük çekmiyorlar yüz elli milyon frank ha! Doğrusu iyi para lâkin ele geçmek güç! Laf ile pilav olsa deniz kadar yağ benden. Paralar meydan görmeli kabul edileceği hatıra bile gelmesin. Fakat yüz elli milyon frank verecek adamları göstermeli.
(Kokonoz, S. 15, 11 Hazîrân 1313/23 Haziran 1897)


2) (Havadis)

Devletlu Ethem Paşa hazretleri ba-irade-i seniyye gazi olmuştur. Müşarünileyh yirmi dokuz günTesalya sahralarında, top ateşleri arasında kanlar içinde son derecede fedakârlık, ibrazıyla biavnillâhi Teala Yunan hezelesini zir ü zeber ettiği halde idare- i seniyyesiz gazi olamamıştır. “Sübhane men tahayyere fi sun’ih-il-ukul.”
(Akbaba, S. 18, 10 Haziran 1314/22 Haziran 1898 )




3) (Havadis)

Şu havadise dikkat buyurulsun. Kırk kiliseden verilen malumat arasında Yunan muharebesine giden binbaşı Vasil efendi avdetinde marifetlerini anlatmıştır. Evvelce Ahmed Eyüp Paşa zamanında Osmanlılarla edilen gayrı resmi bir
muharebede Osmanlıların Rumlardan aldığı kurşunları milliyeti sebebiyle okşamakta olduğu Tırnovacık da hikâye ettiği gibi bu defa muharebede yine Rum’ların kurşunuyla mecruh olan gazilere doktor binbaşısı sıfatıyla hastahanede ettiği

195


eziyetleri kırk kilisede Rum kardaşlarına kemal-i iftiharla anlatmakta imiş. Hatta “Ben Türklerle muharebeyi hastahanede yaptım.” Demiştir.
Eden bulur, inleyen ölür.

(Akbaba, S. 23, 19 Ağustos 1314/31 Ağustos 1898)




III. ŞİİRLER


1) (Başlıksız Şiir)

Osmânlılarız askerimiz şîr-i jiyândır Şemşîr-i celâdetlerinin her biri kandır Savletleri ammâ ki adûya ne yamandır Ölmek bize meydân-ı vegada ulu şândır Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz


Osmânlılarız nâmımızı duysa ger a‛dâ Havfından olur mu‛tekif kûşe-i ihfâ Eczâ-yı vücûdunda olur zelzele peydâ Zîrâ bizi korkutmaz ölüm dehşeti asla Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz.


Top patlasa âheng-i letâfet sanırız biz Meydân-ı vega içre bizi etmede tehzîz Lâkin yine Osmânlılar eyler bunu temyîz Etmez bizi dûçâr-ı hirâs hançer-i ser-tîz

196


Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz.


Hâzırlamışız hâk-i vatan uğruna cânı Aksın yine evlâdının o hâke bu kanı Çıksın feleğe milletin ulviyyet-i şânı Hayretde bıraksın bütün aktar-ı cihânı Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiz.


Meydân-ı vega asker-i a‛dâ ile dolsa Her ferdi birer ejder-i hûnhâr dahi olsa
Kurtulma ne mümkün, nereye kaçsa sokulsa Nâm almışız âlem bilir elbette sorulsa Gazîyiz eğer kalsak ölürsek de şehîdiz
Zîrâ iki yüzden de bilâ-şübhe saîdiniz.






(Kokonoz, S. 11, 16 Nîsân 1313/28 Nisan 1897)




2) Kokonoz’un Askere Hitâbı: Ey asker-i nusret-eser hışm u celâdet Enzâr-ı ümîdin size atf eyledi millet
İşte bu zamândır edecek arz-ı şecâat İmdâd diye hâk-i vatan etmede feryâd


197


İmdâd edelim biz dahi Allah içün imdâd


Haydin ileri işte a’dû karşıda hâzır Gök ehli bu sâatde semâdan size nâzır İnsân değil sizlere Allah da müzâhir
Hâk-i vatanı çiğnemesin düşmen-i bîdâd Ervâhını ecdâdınızın eylediniz şâd


Hâmî-i hakīkīniz olan Hazret-i Sübhân

Her yerde odur hâfızınız her dem ve her ân Ma’nen de muâvin size Peygamber-i zîşân İmdâdınıza gökde melekler de müheyyâ Bir lemha-i ayn içre edin düşmeni imhâ


Eylerse hücûm üstünüze düşmen-i serkeş

Bârân gibi yağdırınız başına âteş Takib ediniz onları bir şîr-i jiyân-veş Şemşîr-i celâdetleriniz kanla boyansın Allahu ekber sesi tâ arşa dayansın


Dünyâ-yı denîde yaşamakdan ne kazandık Zehr-âbe-i ser-şârını içmekden usandık Hep nâim-i gaflet idik ammâ ki uyandık Arş ileri ey devletin ümmîd-i necâtı
Arş ileri ey milletin eczâ-yı hayâtı



198


Mâ-dâm bir avuç hâk idi aslında bu ecsâd Hak etmeyecek mi bu vücûdu eden îcâd Var mı bu hayâtdan bize yâ zerrece imdâd Yâ gazî veya ekal mıdır hûn-ı şehâdet Bundan büyük olmaz bize bir ân-ı saâdet


Bir kerre nazar etmeli şimdi şu cihâne

Bir gûşesini kaplamış aheng ü terâne

Bir gûşesi dönmüş gam ile Beyt-i Hazâne Bir gûşede toplar atılır ıyd-ı şen-âver
Bir gûşede kanlar dökülür ceng eder erler




Durdurmayınız düşmen-i bî-dâdı bu yerde Nerde var ise dağda bayırda tepelerde Allah diyerek saldırınız vakt-i seherde Seyl-âb gibi durmasın aksın dem-i a‘dâ Meydân-ı vegada dereler olmalı peydâ


A‘dâ ile geldikde hemen sîne-be-sîne Osmânlılığı bildiriniz düşmen-i dîne Ordûlarını hep geçirin zîr-i zemîne
Bir harb ediniz ki bütün a‘dâ telef olsun Meydân-ı vega lâşe-i murdâr ile dolsun


199

Yâ Rabb bu dilîr askeri sen eyle muzaffer Geçsin yed-i teshîrimize hâsılı her yer Kalksın yetişir ortadaki vâsıta-yı şerr
Lutf u keremin olsun İlâhî bize yâver Mahv eyleyelim leşker-i a‘dâyı ser-â-ser.


(Kokonoz, S. 12, 30 Nisân 1313/12 Mayıs 1897)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 10:12

3) (Başlıksız Şiir)

1 Neredesiniz arslanlarım İşte geldi düşmanlarım Haydi yek kahramanlarım Siz memnûn ediniz bizi Hakk da memnûn etsin sizi
2

Arş ileri arkadaşlar

Siz de gönüllü kardaşlar Meydâna yığılsın başlar Arş ileri arş ileri
Kan götürsün gövdeleri

3

Bize Osmânlılar derler Na‘ramızdan yer gök titrer Düşmanı görsek biz eğer


200


Saldırırız arslan gibi

Mahv ederiz Yunan gibi

4 Gördük Yunanın halini İstemedi kemâlini
Nasıl buldu zevâlini Askerleri de kalmadı Hiç yerleri de kalmadı.
5 Yenişehir gitmişti dün Tırnave de gitti bugün Galos, Tırhala büsbütün Geçdi hep Osmanlılara Ne kaldı Yunanlılara
6 Çatalca’ya bir top attık Yunan ordusuna çattık Yerleri kana boyadık Kesdik hep askerlerini Aldık bütün yerlerini
7 Dömeke’yi topa tuttuk Artık ölümü unuttuk Hamd olsun onu da yuttuk Geçtik Almiro’ya gittik


201


Orasını da zabt ettik.

8

Baktı gördü Yunanlılar Durmak bilmez Osmanlılar Bu kılınçları kanlılar Atina’ya girecekler Hakkımızı verecekler
9

Alınca korkuyu Yunan Devletlere dedi amân! Kurtarınız beni hemân Kırıldı kolum-kanadım Ortadan kalkıyor adım
10 Vâsıta olunuz bana Nasıl verdinizse iğvâ Neye beklersiniz daha
Hep gitti memleketlerim

Boşa çıktı gayretlerim

11

Ne kadar eyledimse zor Mukavemet olunmuyor Bunlar ölüm de bilmiyor Gülleye karşı koşuyor Kurşun gibi yetişiyor


202

12

Bugün mağlup yarın ric‘at Askerde kalmadı kuvvet Böyle giderse akıbet
Ne askerim kalır ne ben

Mahv olurum bir kıralken

13

Ne oldum da uydum size Vâkıf iken hâlinize Girdik yek-diğerimize Bardak kırıldı başımda
Rezîl oldum genç yaşımda

14 Girit’i va‘d eylediniz Türlü sözler söylediniz Cezîreye gir dediniz Sonra çıkardınız beni Dolaba sardınız beni
15

Hududa asker gönderdim Sizi hâmî zannederdim Bile idim vaz geçerdim Perişan olmazdım böyle Size yalvarmazdım böyle
16


203

Türkler kuvvetsiz, dediniz Beni teşvik eylediniz Tecâvüzlük ettirdiniz Attınız ortaya beni Sardınız vartaya beni
17 Verdiniz iğvâyı bana Çekildiniz siz bir yana Başıma gelen bu belâ Hep sizin yüzünüzdendir Uyduğum sözünüzdendir
18 Ağladı sızladı fakir Cürmünü eyledi takrîr Kendini de etti hakīr Yüzünü sürdü yerlere Çok yalvardı Devletlere
19 Padişaha arz ettiler Mütâreke istediler Tazmînât alma dediler Aldığın yerleri de ver Büyüklük şânı böyledir
20

Devlet Kabul eylemedi


204


Tazmînât’tan geçmem dedi Fazla ceza da istedi
Hiç müsâade etmedi

Tesalya’dan da geçmedi

21

Devlet yer versin kendine Gark eylesin ihsânına Edebsizlik etsin yine Mahv eylese de lâyıkdır Adâlete muvâfıkdır
22

Hani şehîtlerin kanı Nerde Girît mazlûmânı Getirin sorun Yunanı Bakalım ne cevap verir Bize ne özür bildirir
23 Büyük-küçük demediler Hep kurşundan geçirdiler Kadınları da kestiler Astiya Sancağı gitti İçinde Müslüman bitti
24 Bunların katili kimdir Yunanlılar değil midir


205


Avrupa pek iyi bilir Yunan da eylemez inkâr İş meydanda ab-âşikâr
25

Bu haller ma‘lûm iken hep Unutmaya nedir sebep Lâyık insâf mı acep
Hem tazmînât istememek

Hem de aldığını vermek

26 Böyle mi olur adâlet Böyle mi olur vesâtet
Kabul olur mu bu sûret Alınanlar hep verilsin Tazmînât’tan da geçilsin
27 Geçenki harbde acaba Bize ne verdi Rusya Tazmînâtı da aldı ya Bunu bilir hep Devletler Çünkü tasdik eylediler
28

Ne için Girit’e gitti Türlü tecâvüzlük etti Osmanlı’yı ne incitti


206

Kabâhat kendinindir hep

Kendidir çünkü hep sebep

29

Alınan yerler verilmez Tesalya’dan da geçilmez Tazmînât da bahş edilmez Bunları kabul etmeli
Ya harb devam eylemeli

(Kokonoz, S. 13, 14 Mayıs 1313/26 Mayıs 1897)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 10:15

4) (Başlıksız Şiir)

Nasılsınız akıllandınız mı Pallikaryacıklar Gördünüz mü ne yaptı size Osmanlı askerleri Anladınız a hiç saydığınız o Mehmedcikleri Kurşununuza küllenize nasıl göğüs açtılar


Mısır tavukları gibi kabardınız kabardınız Dişilerinize karşı pehlivânlık satardınız Görünce karşınızda Osmanlı kahramanlarını Şarkılarla hücûm eden Arnavud arslanlarını


Arka cihete doğru aldınız sür‘at ile yolu Diyâr-ı ‘ademe gidenleri bütün unuttunuz Otuz gün olmadan ale’l-acele hapı yuttunuz Şaşırdınız da korkunuzdan artık sağ ile solu


207

Diken ilişti fistanınıza bağırdınız hemân: “Ebgâse şebto ce afizme” diye ettiniz nidâ Nerde kaldı Pallikaryalık nedir bu el-amân Siz Osmânlıları oyuncak sanırdınız galiba


Kuruldunuz kuruldunuz bütün münhezim oldunuz Biriniz kurtuldu ise kûsûrunuz uruldunuz
Firâr eylediniz ammâ kurtaramadınız başı

Ne dayısı kaldı Pallikaryanızın ne kardaşı

(Kokonoz, S. 13,14 Mayıs 1313/26 Mayıs 1897)




5) (Başlıksız Şiir)

1

Askerler! acep nâr-ı mücessem misiniz siz Bir lemhada a‘dâyı bütün ettiniz ihrak
Bir lâhzada hâk-i ebede kıldınız ilhak

Yoksa melekü’l mevt ile hem-dem misiniz siz

2

Her savletiniz inletiyor rûy-i zemîni Nîm dehşetiniz titretiyor düşmen-i dîni
Seyr etmek için gökde melekler size nâzır

Allah da sevk eyledi Cebrîl-i Emîni

3

Devletleri hayrette bıraktı bu gazânız

208


Doldu dem-i a‘dâ ile meydân-ı veganız Geldi akarak hûn-ı şehâdetleri işte İmdâdınıza oldu şitâbân şühedânız
4

Düşman da şaşırdı yolunu sevletinizden Yerler bile lerzân oluyor dehşetinizden Süngüleriniz lem‘a-feşân oldu mu bir kez Seyr eyleyenin aklı gider heybetinizden
5

Her hamlede serdikce siz a‘dâyı zemîne Meydânda zafer sesleri başlardı tanîne Şâd ettiniz Allah bilir rûh-ı nebîyi Takdîs olunur hidmetiniz dîn-i mübîne
6

Lâzım mı size rütbe nişân söyleyin asker

Siz olmuş iken böyle büyük rütbeye mazhar

Bin rütbe değer sâati bu şanlı gazânın Zîrâ olamaz mûr-ı zaîf arş ile hem-ser
7

Asker olanın yâresidir şanlı nişânı Meydân-ı gazâ içre ölüm, rütbesi şânı Gazîdir eğer kalsa ölürse ne saâdet Lâyık mı kaçırmak bu saâdetli zamânı
8

Bin rütbe nişan alsa yine olmaz o asker



209


Harbde alınan yare gibi rütbeye mazhar Zîrâ biri fânîdir ölümle olur ifnâ
Lâkin öteki rütbe gider kabre berâber

9

Gerçi size lâyık o merâtib o nişânlar

Siz döktünüz Allah yoluna su gibi kanlar Terk ettiniz evlâdınızı ehlinizi hep Cânlar atarak geldiniz ey şîr-i jiyânlar
10

Her evde bıraktı niceniz hayli nüfûsu Kaldı kiminin gûşede o nazlı arûsı Dünyayı unutturdu size hep işitince Meydân-ı vega içre çıkan na‘ra-ı kûsı
11

Bir savlet-i şîrâne ki gösterdiniz el-hakk Hatırlara geldi o zaman Heydâr u Handek Titretti bütün cism-i ‘adûyı o mehâbet Arzûnuza Allah sizi kıldı muvaffak.


Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün

(Kokonoz, S. 14 , 28 Mayıs 1313/09 Haziran 1897)




6) Arnavudlar Lisânından 1
Tako biz Arnavudlarız



210

Haydi more harb isteriz Biledik bıçağımızı Hazırlandık hep bekleriz
2

Arş Arnavud gençleri Omuzlayın tüfeçleri
İşte karşımızda düşman

Yürüyelim arş ileri

3 Arnavudlar derler bize Dağ dayanmaz önümüze Yunan gibi bir avuç şey Dayanır mı süngümüze
4 Düşmana karşı gelince Olur bize bir eğlence Görün siz Arnavudları Düşman içine girince
5 Allah diye saldırırız Merhameti kaldırırız
Seyra(?) kulaklı ederek

Kellelere çaldırırız

6

Düştükce kelleler yere


211


Naramız çıkar göklere Allah Allah sadâsından Hayret gelir meleklere
7

Yunan kaçar biz koşarız Tepelerinden aşarız Arkasından yetişirken Hemen bıçağı çalarız
8

Herkes şehadet istiyor Koşup gavgaya gidiyor Lâkin Hakkın her kuluna O da nasip olmuyor
9 El-amân dedi olmadı Kaçtı yine kurtulmadı
Hiç Yunan ömründe böyle

Bir tuzağa tutulmadı

10

Sağa kaçtı bırakmadık Sola saldı tartakladık Aldık abluka altına İyice bir tırpân attık
11

Bayrağımız önde gider

212


Cümlemizi davet eder Buraya herkes gelemez Er oğlu er, yiğit ister
12 Saldırırız ercesine Düşmana ejdercesine Bir urur iki biçeriz Hazret-i Haydercesine
13

Bakın ne yaptık Yunan’a Tecemmu‘ ettik bir yana Girdik kuzu postlarına Teslim olduk bir çobana
14 Çoban kavalını çalar Bir de arkasına bakar Biz gideriz koyun gibi Boğazımızda da çanlar
15 Arkamızdan gelir asker Doğru bizi takip eder Yakına yanaştıkca biz İşitilir artık sesler
16

Yunan’lı duyar bunları


213


Derler alalım şunları Çûbanlarını keselim Zabt edelim koyunları
17 Yanaştı beş altı kişi Sessizce gördük o işi Her kim geldi ise öldü Hepsinin de son gelişi
18 Gece sakına sakına Sokulduk tâ ki yakına El-vedâ eyledi artık Her bıçak kendi kınına
19

Allah Allah dedik saldık Rast geldiğimize çaldık Asker de geldi arkadan Yunanlar kaçtı biz kaldık
20 Leşler yığıldı dağ gibi Kıçları döktü leblebi Birçok da esir düştüler Kendiler oldu sebebi
21

Halâ çoğu öğünürler


214


Bir kısmı da döğünürler Bazısı da ateş almış Lâkin artık söğünürler
(Kokonoz, S. 14, 28 Mayıs 1313/09 Haziran 1897)


Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Ahmed Tevfik Efendi’nin Tesalya Savaşı İle İlgili Yazıları Ve Şiirleri Emin Onuş

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eki 2019, 10:18

7) (Başlıksız Şiir)


Billâh giderse bu Tesalya elden Dünyayı yıkar millet-i İslâm temelden
Bulmazsın o dem havf edecek kimse ecelden Bir manzara arz eyleyecek ki bize dünya Emsâlini hiç eylememiş kimse temâşâ


Mecrûh olarak bak yatıyor merd-i gazâmız Halâ akıyor durmadı hûn-ı şühedâmız
Gitti bu gazâda nice arslan ümerâmız Nerde Girit İslâmlarının hakk-ı sarîhi Onlar olunur mu Yunan’ın fi‘l-i kabîhi


Bir gûşede feryâd eder evlâd-ı şehîdân Bir gûşede ağlar babalar vâlideler kan Bir gûşede inler eder efgan nice ihvân İnsan bu hale acaba sabr eder mi
Bu manzarayı seyr eden ağlar mı güler mi

215


Ta‘dâd edemem zulmünü Yunan’ın ilâ-el’ân

Son mertebede eyledi barbarlığı ilân Razı mı bu hale acaba Hazret-i Subhân
Mümkün mü verilsin geri Yunan’a Tesalya Kâil misiniz söyleyin ey millet-i kübrâ


Meydân-ı vegayı şühedâ eyledi imlâ Bir hûn-ı la‘l renge boyanmıştı Tesalya
Ümmîd olunur mu geri vermek bunu halâ Var mı buna razı olacak sahib-i vicdân Razı olanı varsa denir mi ona insan


(Kokonoz, S. 15, 11 Hazîrân 1313/23 Haziran 1897)




8) Bir Yenişehirli Lisânından Vatan, doyunca sev, evlâdın işte geldi sana Zalâm-ı tahassür artık hıtâma oldu resîd Göründü şark-ı telâkide nûr-ı subh-ı saîd Cenâb-ı Hakka nihâyetsiz olsun hamd ü senâ


Ne yevm-i nahvet idi o, seni terk ettiğim gün Gönül belâ-yı iftirak ile garip, mahzûn Dumû‘-ı tahassür akardı çeşm pür-nemdir
Ne hâl-i dehşet-iştimâle uğramışdım ben


216


Familyam eyler idi bir tarafta âh u enîn Dökerdi gizli gizli gözlerinden eşk-i hazîn Kızım Nerîme ciğer-pârem iniler ağlar idi Vatan vatan sözünü her dakika söyler idi


Ayırdı sâik-i kader bizi kucağından

Tebâüd etmiş idi ey vatan o gün senden Çıkıp da gittiğimiz yerler oldu beyt-i hüzün Neler geçirdi sorsana bu yavrucağından


Cenâb-ı Hakk bizi kurtardı dest-i a‘dâdan Arz-ı teşekkür edelim Hudâ-yı lem-yezele Bizi müşerref eyledi kemâl-i lutfıyle
Gelir sadâ-yı fahrımızın aksi bâlâdan




İkinci mertebe teşekkürümüz ey asker Sizedir, çünki sizsiniz halâs eden vatanı Siz olmasa idiniz bu harpde muzaffer eğer Bu hâk-i mukaddes artık görür mü idi beni


Gören şaşırdı savlet-i gazanferânenizi

İşiten oldu sâmit savt-ı kahirânenizi

Görünce vechinizi düşmen oldu râhre-şikâf(?) Olunca pîş-gâhında dilirâne saf saf


217


Osmânlılık ne olduğunu anladı Yunan Sizin de şân-ı askeriniz i‘tilâ etti Bizim de nâr-ı iştiyakımız sönüp bitti Sitayiş-hânımız oldu cihanda her insan
(Kokonoz, S. 15, 11 Hazîrân 1313/23 Haziran 1897)




9) Tesalya’da Yaralanan ve Yıldız Hastahanesinde Yatmakta Bulunan Eli

Kalem Tutar Bir Asker Lisânından

1

Padişahım sâye-i devlette ben bir askerim Ölmeğe millet yolunda her zaman hevâhişkerim Bu uğurda bak ne kanlı yaralarla inlerim
Lâkin aczim yok ben onlarla bugün fahr eylerim Hatırımda ne peder vardır ne müşfik mâderim Millete kurban için halk etmiş Allahım beni Validem de harp için perverde kılmış bu teni
2

Memlekette irtihâl etmiş peder aldım haber

İftirakı etmedi kalbimde hasıl hiç eser

Kaldı bir hemşire bî-kes zevci de olmuş heder Bunların mecmû‘ı da îcâb-ı ahkâm-ı kader
Bu felâketlerden etmem Hakk bilir zerre keder Ağlarım tâ haşre dek harpde şehid olmuşlara Hem vatandan hem hayatından ba‘îd olmuşlara
3



218


Harpde âcizle beraber bir birâder var idi Onu da mahv u heder etti adûdan bir gidi Düştü sînem üstüne tekmîl-i enfâs eyledi Bu felâket de bana ol rütbe te’sîr etmedi
Beş dakika sonra bir kurşun da hem-şehrim yedi Millete kurban olup gitti iki merd-dilir
Etmedi nûr-ı şehâdetle beni Hakk müstenir.

4

Müddeâmın sıdkına arz-ı Tesalya şâhidim

Bak şu kanlı sîneme o yerde kaç kurşun yedim Kaç nefer kendim gibi mecrûhı taltîf eyledim Yüz şehîdânın vesâyâsında ben hazır idim Hepsinin de bu kulağımla kelâmını dinledim Cümlesi de devlete etmekle hayr ile duâ
Zât-ı şâhânenden eylerler bunu ancak rica

5

Padişahım lutf eder dinlerse marûzâtımı Nakl u tavsîf eyleyem evvelce meşhûdâtımı Bademâ arz edeyim bil-cümle mesmûâtımı Her cerîde yazsın isterse bu menkulâtımı Anlasın ihvân-ı dînim de şu malûmâtımı Fi-sebîli’l-lah şehîd olmuşların efkârını Yarelerle inleyen gazilerin ezkârını
6

Her şehîdin son sözü Allah’dan istimdâd idi



219


Düşmen-i dîni bütün maksatları berbâd idi Hep Tesalya kıtasın a‘dâdan istirdâd idi Mûminliği zulm-ı Yunan’dan murâd âzâd idi Cümlenin efkârı mahv-ı zulm u istibdâd idi Hep bu efkâr ile gitmişlerdi harbe gaziyân İşte bu yolda şehîd oldu nice bin Müslüman
7

Şimdi nevbet geldi Sultanım o şanlı erlere Kurşunuyla süngüsüyle nâm olan askerlere Düşmen-i dîni perîşan eyleyen leşkerlere Kahramanlık şânını i‘lâ eden hayderlere Harbde a‘dâyı seren şemşîr-i savletle yere Onların da iddiası hep Tesalya kıtası Çünkü hatırlardadır halâ Girît’in vakası
8

Bazıları derler imiş Yunan’a terk olsun kine Avrupa ısrâr u ikdâm eyliyormuş terkine Yok mudur bir riştemiz elde delâil serdine Hazırız varsa lûzum tekrar asker sevkine Eyle bu mes’ûlûmuz is‘âf Allah aşkına Merhamet eyle şehîdân u guzât-ı millete Gelmesin asla halel nâmûs u şân-ı devlete
9

İtibâr etme sakın Devletlerin ısrarına

Hiç ehemmiyyet de verme onların icbârına



220


Hizmet etme kimsenin bu yoldaki efkârına Herkesin âmâli sa‘yi şimdi kendi kârına Bakma ferd-i vâhidin hubb u vedâd izhârına Padişahım sen de ısrarında ol sâbit-kadem Bu uğurda terk-i câne hazırız hiç çekme gam
10

İstemez millet Tesalya kıtasın terk eylesin Kimsenin lâkin elinde yok ki birşey neylesin İster izhâr eylesin amma ki korkar söylesin Haddi varsa bir kişi bu yolda birkaç söz desin Bir takım cellâdlar hazırdır insanı yesin Ağzını açdırmıyor hâinler asla milletin Mahve ikdâm eyliyorlar şânını bu devletin
11

Emr ü fermân eyle askerden de etsinler suâl Eylesin onlar da tahriren şifâhen arz-ı hâl
Hep hakikattır sözüm zannetmesin kimse hayal Vermek olmaz bu Tesalya kıtasın artık muhâl Milletin efkâr-ı ateş-bârı eyler işti‘âl
Sonra pek müşkil olur söndürmesi bu ateşi

Altısı söndürmek ister ise üfler on beşi

12

Akcesinden geçme tazminatın iste bi’t-temâm Girmesin şem-i şehen-şahanene öyle kelâm İltifât etme cihân bu yolda eylerse kıyâm


221


Milletin ister kazandırsın sana bir şanlı nâm Sâbit ol ısrarına ver kuvvet ile ihtimâm Muntazırdır her zaman fermanına millet senin Himmet-i Şahanenin muhtacıdır devlet senin
(Kokonoz, S. 16, 25 Hazîrân 1313/07 Temmuz 1897)

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir