Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme

Girit İle ilgili Akademik Yayınlar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eyl 2019, 23:29

Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki
“Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme
Atıf Akgün1, İsmail Alper Kumsar2


Selânik içinde selam okunur
Selân ın sadas ı cana dokunur
Rumeli Türküsü

Giriş
Tarihe ilişkin araştırmalar çoğunlukla olayların sebebi, gerçekleşme biçimi ve sonucu
üzerinden birtakım rakamlara, kazanımlara, kayıplara yer vererek okurun zihninde
genel bir şablon çizmeyi hedefler. Genelleştirme ne kadar büyük ve tutarlı ise varılan
sonucun da o denli önemli ve isabetli olduğu düşünülür. Bu yaklaşım tarihe meraklı
insanların geçmişte yaşananlar hakkında bilgi edinmesini ve bu bilgilerin kal ıc ı hâle
gelmesini kolaylaştırıcı bir yoldur. Esasen bu genelleştirme, sadece Tarih’te değil bütün
bilimlerde kullanılabilen bir metottur. Fakat şurası bir gerçek ki bahsi geçen
genelleştirme eylemi, biricik olan ‘insan’a ait duyguların yer yer görmezden
gelinmesine ya da büsbütün geçiştirilmesine neden olabilir. Sözgelimi “I. Dünya Savaşı
Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo
Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi ile patlak
verdi.” şeklinde başlayan I. Dünya Savaşı betimlemeleri buna benzer birçok cümle ile
olaylar arasında farklı nedensellik ilişkileri kurularak uzun uzadıya anlatılır. Bu
betimlemeler içinde Arşidük Franz Ferdinand’ın veya Gavrilo Princip’in duygularına
yer yoktur. Bir tarih araştırmacısı daha önce defalarca suikasttan kurtulmuş olan Franz
Ferdinand’ın bir suikastle öldürülmek konusunda nasıl bir korku yaşadığını tarihin akışı
içinde değersiz bir mesele olarak görebilir. Bu çalışma kapsamında ele alacağımız
mübadele meselesinde de durum farklı değildir. Bir tarihçi için mübadele öncesinde ve
sonrasında ortaya çıkan ekonomik, siyasi, sosyal sonuçlar hakkında bir hüküm vermek
çok değerli iken toprağından koparılan “Mehmed Ağa’nın” duyguları genel manzara
içinde önemli bir yer işgal etmez. Oysa edebî eserde esas olan Mehmed Ağa’nın
duygularıdır. Edebî eser, insan tekine özgü bu duyguyu verebildiği ölçüde başarılıdır.
Tarihî roman, sosyal roman ya da daha da özelleştirerek söyleyecek olursak mübadele
romanı gibi başlıklar altında söyleyeceklerimizi edebî esere özgü kriterler dahilinde
değerlendirmedikçe edebî metni başka çal ışma alanlarının arka bahçesi olmaktan
kurtarma şansımız yoktur. O hâlde öncelikli ve önemli olan edebî eserin kendine özgü
gerçekliğine saygı duymaktır. Edebî eser, herkesçe bilinen bir gerçekliği temel aldığını
da söylese -mübadele gibi- o gerçekliği kendine özgü tarzıyla biçimlendirir. Bu bildiride
tarihî gerçeklik bir zemin teşkil etmesi bakımından yer yer hatırlatılmakla birlikte asıl
üzerinde durulacak mesele Türk ve Rum algısının edebî eserdeki görünümüdür.
“Mübadele” olayının sıradan göç hâdiselerinden oldukça farklı bir şekilde
gerçekleşmiş olması, edebî bakımdan da birçok malzemeyi bünyesinde taşımasını
sağlamıştır. Mübadele’yi insanlığın şahit olduğu diğer büyük göç olaylarından ayıran
en belirgin özellik, belli bir anlaşma dahilinde, karşılıklı ve zorunlu olmasıdır. Lozan
Antlaşmasına ek olarak yapılan 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme uyarınca Yunanistan’da
Batı Trakya dışındaki Müslümanlar ile Türkiye’de İstanbul dışındaki Ortodokslar

1 Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyas ı Araşt ırmaları Enstitüsü, Türk Dünyas ı Edebiyat ı ABD.
2 Okt. Dr., Düzce Üniversitesi, Türk Dili Bölümü.


Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler


Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki
“Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme
Atıf Akgün1, İsmail Alper Kumsar2
Selânik içinde selam okunur
Selân ın sadas ı cana dokunur
Rumeli Türküsü
Giriş
Tarihe ilişkin araştırmalar çoğunlukla olayların sebebi, gerçekleşme biçimi ve sonucu
üzerinden birtakım rakamlara, kazanımlara, kayıplara yer vererek okurun zihninde
genel bir şablon çizmeyi hedefler. Genelleştirme ne kadar büyük ve tutarlı ise varılan
sonucun da o denli önemli ve isabetli olduğu düşünülür. Bu yaklaşım tarihe meraklı
insanların geçmişte yaşananlar hakkında bilgi edinmesini ve bu bilgilerin kalıcı hâle
gelmesini kolaylaştırıcı bir yoldur. Esasen bu genelleştirme, sadece Tarih’te değil bütün
bilimlerde kullanılabilen bir metottur. Fakat şurası bir gerçek ki bahsi geçen
genelleştirme eylemi, biricik olan ‘insan’a ait duyguların yer yer görmezden
gelinmesine ya da büsbütün geçiştirilmesine neden olabilir. Sözgelimi “I. Dünya Savaşı
Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo
Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi ile patlak
verdi.” şeklinde başlayan I. Dünya Savaş ı betimlemeleri buna benzer birçok cümle ile
olaylar arasında farklı nedensellik ilişkileri kurularak uzun uzadıya anlatılır. Bu
betimlemeler içinde Arşidük Franz Ferdinand’ın veya Gavrilo Princip’in duygularına
yer yoktur. Bir tarih araştırmacısı daha önce defalarca suikasttan kurtulmuş olan Franz
Ferdinand’ın bir suikastle öldürülmek konusunda nasıl bir korku yaşadığını tarihin akışı
içinde değersiz bir mesele olarak görebilir. Bu çalışma kapsamında ele alacağımız
mübadele meselesinde de durum farklı değildir. Bir tarihçi için mübadele öncesinde ve
sonrasında ortaya çıkan ekonomik, siyasi, sosyal sonuçlar hakkında bir hüküm vermek
çok değerli iken toprağından koparılan “Mehmed Ağa’nın” duyguları genel manzara
içinde önemli bir yer işgal etmez. Oysa edebî eserde esas olan Mehmed Ağa’nın
duygularıdır. Edebî eser, insan tekine özgü bu duyguyu verebildiği ölçüde başarılıdır.
Tarihî roman, sosyal roman ya da daha da özelleştirerek söyleyecek olursak mübadele
romanı gibi başlıklar altında söyleyeceklerimizi edebî esere özgü kriterler dahilinde
değerlendirmedikçe edebî metni başka çalışma alanlarının arka bahçesi olmaktan
kurtarma şansımız yoktur. O hâlde öncelikli ve önemli olan edebî eserin kendine özgü
gerçekliğine saygı duymaktır. Edebî eser, herkesçe bilinen bir gerçekliği temel aldığını
da söylese -mübadele gibi- o gerçekliği kendine özgü tarzıyla biçimlendirir. Bu bildiride
tarihî gerçeklik bir zemin teşkil etmesi bakımından yer yer hatırlatılmakla birlikte asıl
üzerinde durulacak mesele Türk ve Rum algısının edebî eserdeki görünümüdür.
“Mübadele” olayının sıradan göç hâdiselerinden oldukça farklı bir şekilde
gerçekleşmiş olması, edebî bakımdan da birçok malzemeyi bünyesinde taşımasını
sağlamıştır. Mübadele’yi insanlığın şahit olduğu diğer büyük göç olaylarından ayıran
en belirgin özellik, belli bir anlaşma dahilinde, karşılıklı ve zorunlu olmasıdır. Lozan
Antlaşmasına ek olarak yapılan 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme uyarınca Yunanistan’da
Batı Trakya dışındaki Müslümanlar ile Türkiye’de İstanbul dışındaki Ortodokslar

1 Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyas ı Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası Edebiyat ı ABD.
2 Okt. Dr., Düzce Üniversitesi, Türk Dili Bölümü.

9 Demet Altınyeleklioğlu Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan (2013)
10 Belgin Karabulut Mübadele Günlerinde Aşk (2014)
1. Mübadele Romanlarında İki Farklı Yaklaşım: Millî ve Hümanist Söylem
Edebî metinlerin insandan bağımsız olması düşünülemez. Diğer sanat eserlerinde
insansız bir içeriğin üretilebilmesi mümkün olmakla birlikte edebî eserlerde böyle bir
durum söz konusu değildir. Bilhassa kişiler arası ilişkilerin tahkiye edilmesine dayalı
roman gibi bir metin türünde insanı aradan çıkarmak imkânsızdır (ayrıntılı bilgi için
bkz. Sazyek, 2013, s. 1127-1139). Bu bağlamda tarihî bir gerçeklikten hareket ettiğini
söyleyen mübadele romanları da kaçınılmaz olarak insandan söz etmiştir. Ancak diğer
romanlardan farklı olarak mübadele romanları çoğunlukla iki farklı milleti ele alıp
değerlendirmek gibi bir zorunluluk yaşarlar. İki farklı milleti ve bunlar arasındaki
ilişkileri değerlendirme zorunluluğu, “Türk” ve “Rum” algısını her romanda belli
düzeyde görünür kılar. Bu romanları bir bütün içinde değerlendirdiğimizde ise
“Mübadele Romanlarında Türk ve Rum Algısı”nı anlama imkânı buluruz.
Mübadele romanlarında, ele almak zorunda kalınan iki “komşu” ya da “düşman”
millet karşısında iki farklı tutum belirlenmiştir. Kimi zaman hümanist bir bakışla,
yaşanan hadiseler her iki millet için trajik olaylar dizisi biçiminde ele alınırken yer yer
yazarların kendi milletlerine karşı duydukları sorumluluk bilinciyle romantik ve
milliyetçi bir anlatımın da ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Her iki söylem kalıbının
içeriğine dair tespitlerimize geçmeden önce incelediğimiz romanlardan hümanist ve
milliyetçi yaklaşımı ifade eden bazı alıntıları paylaşmayı uygun görüyoruz:
Tablo 2
Mübadele Romanları – Hümanist/Milliyetçi Söylem
HÜMANİST SÖYLEM Eser Adı
Ben, “Türk, Yahudi, dönme Rum önemli değil, önemli olan insanlık.” dedim,
dinletemedim. Bak şimdi bütün insanlar eziyette. Neden? Türk’müşüz,
dönmeymişiz, Rum’muşuz… Selanik’te Rum mübadillerin sefaletini de, bu
vapurdaki Türk mübadillerin sefaletini de gördüm. İnsanlık!
Mübadiller: 467
Bir Allah, bir Hristiyan
Sen Türk ben Rum
Ama ikimiz de kardeşiz
Her zaman
Emanet Çeyiz: 124
Sevgidir insanı insanlaştıran! Kan kanla yıkanmaz, kin kinle temizlenmez ki!
Sevgiyle artar bereketimiz!
Emanet Çeyiz: 344
Fakat işte bu noktada zihnim bulanıyor. Biz şimdi, kendi istiklalimiz için harp
etmekte haklıysak, istiklali için Osmanlı ile harp eden Giritli Hristiyanlar
haksız mı idi?
Kritimu: 242
Cinayet değil miydi bu? Öyleyse eğer, yıllardır olup bitenden fark ı neydi?
Hıristiyanlar Müslümanları öldürüyor, Osmanlı’nın askeri dağları basıyor,
önünden geçen keçileri bile kesiyordu.
Kritimu: 258
Fakat Dimitris onlar gibi düşünmüyordu. Doğan tek şey vardı: Düşmanlık.
Artık kapı komşularıyla bile dost değildiler. Savaş bu topraklarda doğup
büyüyen insanları birbirine düşman etmişti, o kadar.
Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 20
31
Hangimiz dünyaya gelirken vatanımızı, memleketimizi, ailemizi, adımızı,
dinimizi, dilimizi, rengimizi seçme şansına sahibiz? Sorgusuz sualsiz
geliyoruz. Bizim için hazırlanan kodları alıyoruz. Bu kodlarla büyüyor,
konuşuyor, inanıyoruz.
Mübadele
Günlerinde Aşk: 249
…Doğru ya da yanlış olan ne din ne dil, ne renk, ne ırk, ne statüdür. Önemli ve
değerli olan, içimizde sevgiyi, aşkı büyütmek, vicdanımızı ve yüreğimizi açık
tutabilmek, sevilmeyi istemeden önce sevmeyi öğrenebilmek, mutluluğun
mutlu etmekten geçtiğini bilmektir.”
Mübadele
Günlerinde Aşk: 250
Her harp, yeni kızancıkların toprağa düşmesi demekti. Toprağa düşen her
delikanlı da ardında bıraktığı bir kadının yüreğine ateş düşmesi…
Çalı Harmanı: 15
Bu doğru değil Andreas. Padişah Müslüman olabilir ama Osmanlı hiçbir zaman
sadece Müslümanların devleti olmadı. Sen Osmanlı zamanında dağlarda ya da
mağaralarda saklanmış bir kilise inşa edildiğini duydun mu?
Çal ı Harmanı: 11
Acaba bugüne kadar öldürdüğü Müslümanlardan kaç ı Hamit gibi yaralı bir
Hıristiyan’ı hayata döndürecek kadar insandı? Bu soruyu kendisine sorduğunda
savunma içgüdüsüyle “iyi ama Müslümanların öldürdüğü Rumların da arasında
iyi kalpli insan vardı” cevabını almıştı.
Çalı Harmanı: 200
Herkesin aynı coğrafyanın insanları oldukları bilinciyle davrandığı; ulusal,
dinsel farklılıkların önemsenmediği zamanlar geçmişti. Yenenler ve yenilenler,
yıllarca egemen olanlar, kendini azınlık hissedenler vardı.
Muhacirler: 78
Düzenimiz iyiydi, neden çıktı bu savaş, bu düşmanlık. Biz güzelce geçinirdik
Müslümanı Hıristiyan’ı, alıp veremediğimiz yoktu. Şimdi değişti işler. Ben gene
aynı düşünürüm, ayırmam Türk, Rum, Bulgar ama ayıranlar var.
Muhacirler: 71
Dimitris kederle içini çekti. Türklerle Rumların beraberce dolaşıp, günün
ahvalini konuştuğu günler çok gerilerdeydi artık.
Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 16
Bizim gâvur İzmir’den geldi. Çolak Nikola derlerdi. İyi adamdı. Gâvur olsun
ne olursa olsun, iyi insan olduktan sonra.
Muhacirler: 88
Türkler de severdi Yorgo’yu. “Gâvurun islası” derlerdi. Muhacirler: 70
MİLLİYETÇİ SÖYLEM Eser Adı
Hayat bir insan için kısaydı. Ömür yel gibi gelip geçiciydi. Ama hayat bir millet
için ebediydi, sonsuzdu. Fakat bu sonsuzluğu ölümlü olan millet fertleri
sağlayacaktı. Bu sadece Plevne’de, Dömeke’de savaşıp şehit ve gazi olarak
sağlanmıyordu. İşte Tuna elden çıkmıştı ama orada dedesini ve babasını şehit
bırakan Rahim ve çocukları yaşıyordu. İdraki olan için bütün yurt bir savaş
alanı gibiydi. Vatanını seven insanlar, sade savaşarak değil çalışarak, çift sürüp
buğday yetiştirerek askeri, milleti doyurdukları gibi evlenerek çoluk çocuk
sahibi olarak da milleti ölümsüzleştirebilirlerdi.
Mübadiller: 72
Her ferdinde mefkûre bir, lisan, adet, din birdir…
Mebusları temiz, orda Boşo’ların sözü yok,
Hududunda evlâtları seve seve can verir,
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Ziya Gökalp
Mübadiller: 126
Türklük şuuru yok baştakilerde. Esat Toptani, İsmail Kemal Arnavut. Bunlar
Rumlarla koklaşıyor. Bunların ahbabı kim? Kel Tahsin Paşa. O da Arnavut.
Bizim saf Müslüman Arnavutlara bir diyeceğimiz yok. Ama bu hainler
devletten para alıyor, maaş alıyor; Selanik’teki Rum tavernalarında Boşo’yla,
Yorgo’yla kadeh tokuşturuyor. Bunlardan ne hayır gelir?
Mübadiller: 165
Tek bir insanı değil, vatan ı milleti sevmek daha değerlidir. Mübadiller: 187

Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiri
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eyl 2019, 23:46

Balkan harbi yenilgisiyle, Türklerin asalet övünç, büyük, şatafatlı, koltuk
kabartan sözler geçerliliğini yitirmişti. Beylik, zenginlik hâkimiyete bağlıydı.
Şimdi Küçükbalkan’da hâkim olan Yunan jandarmasıydı. Yıllarca paşa ve
beylerin asil ve insancıl zapturaptını görmüş topraklar, Yunan’ın görgüsüz,
sırnaşık, şirret ve bencil yönetimine alışamamıştı.
Mübadiller: 212
-Bize niçin evladı fatihan diyorlar Ali? Çocuk daha önceleri tereddütsüz verdiği
cevabı bu kez kekeleyerek cevaplandırdı: Kanla aldığımız toprağı sabanla
vatan yaptığımız için. (…) –Aferin oğlum! Yarın da saban sürmeye devam
edelim. Bu topraklar bizim. Toprak bizi bırakmıyor.
Mübadiller: 273
Abla! Bak şu cennet gibi bahçelere, bağlara, saray gibi konaklara. İşte mal mülk
bunlar. Camiler, minareler, tekkeler, mezarlıklar. Biz bunlarla birlikte koskoca
bir vatanı, coğrafyayı ve arkamızda bırakıp gidiyoruz. İki çaput götürsek ne
olur, götürmesek ne olur!
Mübadiller: 329
Üsküplerin çıkışında başlarında iki Yunan Jandarması, bir kısmı yaya, bir kısmı
tek atlı araba üzerinde Ege’den gelen Rum muhacirler göründü. Bunlar
landoyu, faytonları ve uzun araba kuyruğunu görerek önce kervandaki
Türklerin anlamadığı Rumca hakaretlerle ellerini salladılar sonra da Türkçe
sövmeye başladılar: -Mustafa Kemal’in piçleri! –Mustafa Kemal’in piçleri!
Şimdi en önde at süren Halim Bey, Gazi’nin hemşehrisi olmaktan, daha büyük
gurur duyuyordu. Bu pejmürde kılıklı Rum kaçkınlar, öyle kindar yumruk
sallıyorlardı ki arabaların içindeki çocuklar, “Rum pedileri”nin taş atacakları
korkusu ile eğilip korunmak istiyorlardı.
Mübadiller: 342-343
Ha Anadolu Türk’ü, ha Rumeli Türk’ü! Hep aynıyız. Çile çekmek, çalışmak ve
savaşmak için yaratılmışız! (….) Yaz ık sana ağlamayan şiire yazık sana
titremeyen vicdana… Yazık sana uzanmayan ellere… Yazık seni kurtarmayan
insana!...
Mübadiller: 764
Vatan için canımı veririm. Ezan için dünyaları yıkarım. Türklük için dünyaları
yakarım.
Emanet Çeyiz: 248
“Gene Türkçe konuşuyor” diye iç geçirdi Andreas. Papazlara terzilik yapan
birisi niye Türkçe konuşur ki?
Çal ı Harmanı: 112
Burada biraz soluklanmak için yol kenarına oturup Rum köylünün gönülsüzce
verdiği küçük testiden su içtiler sırayla.
Muhacirler: 60
Tanrı hep bunlara gülecek değil ya. Yüce İsa babamız bu sefer zafer tacını
Helen milletinin başına koydu.
Ah Bre Sevda, Ah
Bre Vatan: 19
Söz konusu iki farklı yaklaşım, kimi zaman kahramanların dilinden kimi zaman da
romanın anlatıcısı tarafından okura aktarılır. İncelediğimiz romanlar içinde milliyetçi
söylemin en güçlü biçimde hissedildiği eser, Yılmaz Gürbüz’ün Mübadiller romanıdır.
Diğer romanlardaki ikili kurgunun aksine bu eserde bir Türk ailesinin merkeze al ındığı
görülmektedir. Eserde, Üsküplerli bir Türk ailesi merkeze alınarak mübadelenin Türkler
üzerindeki etkisi yansıtılmaya çalışılır. Türkiye ve Yunanistan’da bulunan bütün Türk
boyları, romana bir şekilde dâhil edilerek mübadele coğrafyasında yaşayan tüm
Türklerin mübadeleyle ilişkileri ortaya konur. Yunanistan’daki Hristiyan
Gagavuzlardan, Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan Hristiyan Karamanlı Türklerine
kadar birçok Türk boyu roman içinde ayrıntılı sayılabilecek bir gözlemle anlatılmıştır.
Hatta Türkçe bilmeyen bir kısım mübadiller; dillerini unutmuş, Arnavutlaşmış Türkler
olarak romana dahil edilir: “Kendimizden ayrı görmeyelim onları. Bunlar da Türk. Aynı
Grebeneliler gibi. Özbeöz Türk. Bazı Boşnaklar, Konyarlar gibi. Soyları Türk. Dillerini
unutmuşlar. Grebeneliler, Moralı Müslümanlar nasıl Rumca konuşan Türk’se, bunlar
da Arnavutlaşmış, dili Arnavutçaya dönmüş Türk.” (Mübadiller, s. 721) Romanın bir
33
yerinde Yunan jandarmaları, kanun kaçağı Yörük Zülfikar Ağa’yı, Hristiyan Gagavuz
Türkü Yaprak Ağa’nın sakladığını düşünerek Yaprak Ağa’yı sorguya çekerler. Bu
s ırada bir Yunan jandarmasının söylediği şu sözler ilginçtir: “Sizi de Müslümanlar gibi
buralardan sürmek gerek! Ah Venizelos! Nerden ‘Müslümanların mübadelesi’ dedi de
sizin gibi aynı soyun boku olan Melisor ve Gagavuzları başımıza bela bıraktı. Türk değil
misiniz: Hristiyan’ınız da Müslüman’ınız da ayn ı. Hepinizin köküne kibrit suyu.”
(Mübadiller, s. 357) Yunan jandarmasının söylediği bu ırkçı sözler, mübadelenin tek
ölçüsü sayılan din olgusunun süregelen problemlerin çözümü için yeterli bir ölçüt
olmadığını göstermektedir. Bu olay, kültürel kimliğin inşasında dinin çok önemli bir
yeri olmakla birlikte milliyetin de göz ardı edilemeyeceği gerçeğini ortaya
çıkarmaktadır. Nitekim Hristiyan Karamanlı Türklerinin Anadolu’dan gidişi
Anadolu’daki Müslüman Türkler arasında üzüntüye sebep olmuştur. Halim Bey ile
Kayserili bir tüccar arasında geçen konuşma bu bakımdan dikkat çekicidir: “Bunlara
yazık oldu, dedi. Orta Anadolu Rumları, Ege Rumlarının yaptığı gibi hiçbir hainlik
yapmadı. (…) Bu giden Hristiyanların adları da Türkçe. Çevir sor bak. İkisinden biri
ya Ayvaz’dır, ya Bülbül, ya Yadigâr, ya Hasbek!” (Mübadiller, s. 695).
Mübadiller romanının ana kahramanı olan Halim Bey’in Selanik ve Manastır’daki
milliyetçi aydınlarla teması, olaylara millî bir şuur perspektifinden yaklaşmasını sağlar.
Halim Bey yer yer Ziya Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul gibi Türkçü aydınların
düşüncelerini de dile getirir. Kimi zaman anlatıcı perspektifinden kimi zaman da Halim
Bey’in ağzından milleti millet yapan değerlerin neler olduğu, millet olmanın anlamı ve
değeri üzerine birtakım sözler söylenir. Aynı romanda ciddi bir eğitim görmemiş
kahramanlar ağzından da bazen millî duyarlılığı yansıtacak sözler duyulur. Mürsel Bey
isimli bir köylünün “Türk’ü Türk’ten başkası düşünmez.” sözü ve kendisini Yörük
Türk’ü olarak tanımlaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Mürsel Bey’in bu
millî şuuru karşısında Atatürk’ün hissettiği şu duygular dikkate değerdir:
Küçükbalkan’dan yeni gelmiş bir Türk köylüsünde, bu milliyet duygusunu
görmekten memnunluk duymuştu. Demek Genç Kalemlerin, cemiyetlerin
çalışmalarının etkisi oralara kadar uzamıştı. Belki de bu bilinç kökten, aileden
geliyordu. (…) Millete mensubiyet şuuru bizi ayakta tutacak, hanedana değil.
Sıradan bir Rumeli köylüsü olarak görünen bu yeni tüccarın, böylesine bir tarih ve
soyluluk şuuru içinde olması, mülazım Mustafa Kemal Bey’in memnunluğunu artırdı
(Mübadiller, s. 112).
Bu vesileyle belirtmek gerekir ki mübadele romanlarındaki Türk ve Rum kahramanlar
genellikle ciddi bir eğitim görmemiştir ve yaşadıkları olayları derinlikli biçimde
yorumlayabilecek tipler değildir. Yine aynı sebeple romanların büyük çoğunluğunda
yaşanan olayların tahlilinden ziyade tasvirinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
Mübadiller romanında diğer romanlarda çokça rastlamadığımız Sabatayistler önemli
bir yer tutar. (Kısmen Çalı Harmanı’nda da görülmektedir.) Müslüman olmakla birlikte
kendi içlerinde evlilik yapmaya gayret gösteren, Balkanlardaki Yunanlılarla çok sıkı
ilişkiler içinde bulunan, genellikle zengin tüccarlardan oluşan, İslami değerlere oldukça
uzak bir yaşam biçimini tercih etmiş olan bu topluluk, romanda millî kimliği en zayıf
insan grubu olarak takdim edilir. Millî ve dinî duyguları çok da önemsemeyen bu
gruptan Mehlika, asıl değerin insanlık olduğunu; Türklük, dönmelik ya da Rumluğun
bir şey ifade etmediğini düşünse de mübadele onları da etkileyecek; üstelik yıllarca
kapılarında hizmetçilik yapmış uşakları bile kendileriyle alay edecektir. Göç yolunda
Gülcemal Vapuru’nun en lüks kamarasında seyahat eden, piyanosunu bile yanında

Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 02 Eyl 2019, 23:52

götüren Mehlika ve yakın çevresindeki Sabatayistlere karşı mübadil Türklerde ve
anlatıcıda belli oranda nefretin oluştuğunu da belirtmek gerekir.
Mübadiller romanı dışındaki diğer bütün romanlarda yer yer kahramanlara ait
milliyetçi bir söylem kullanılmışsa da ağırlıklı olarak hümanist bir yaklaşımın olduğunu
söyleyebiliriz. Bu romanlar içinde hümanist yaklaşımın en belirgin olduğu eser
Mübadele Günlerinde Aşk’tır. Diğer romanlarda hümanist tutum, yaşanan sıkıntıları iki
taraflı olarak anlatma çabası şeklinde ortaya çıkarken Mübadele Günlerinde Aşk’ta
âşıkları mutlak masum ve haklı gösterme çabası içinde, aşkın ve âşıkların önünde engel
olabilecek her türlü bağlayıcı unsura karşı çoğu zaman derinliksiz sayılabilecek
hümanist bir söylem geliştirmeye çalışılır. Sözgelimi anlatıcı, aşkın ve âşıkların önünde
engel olan aile, din, dil, ırk, vatan gibi kavramları kişilerin dünyaya gelirken seçemiyor
oluşuyla ilişkilendirerek bir değer olmaktan çıkarmaya çalışır. Ona göre asıl olan
insanın içindeki sevgiyi büyütmesi, vicdanını ve yüreğini açık tutabilmesidir. Daha
evvel belirttiğimiz gibi diğer romanlarda da yer yer buna benzer düşüncelerle
karşılaşmak mümkün olsa da bunlar çoğu zaman tek kahramana ait kişisel
düşüncelerdir. Bireylerin hayata bakış ını derinden etkileyen kültürel değerlerin
anlamsızlığı düşüncesi temel bir felsefe olarak mübadele romanlarının bütününe
yayılmaz.
Yazarların neredeyse bütün mübadele romanlarında hümanist bir söylem içerisinde
oluşturduğu ve her iki millet tarafından kabul görmüş anlatı kişileri vardır. Söz konusu
kişiler, ana karakterler olmamakla birlikte romanlarda kendileri hakkında az ya da çok
bilgi verilmiş kişilerdir. Ah Bre Sevda, Ah Bre Vatan romanında mübadelenin
Yunanistan tarafında cereyan eden olay örgüsünde Kuloğlu Cemal ile Stelyo’nun dinleri
ve milliyetleri bir kenara bırakan sıkı dostlukları birçok soruna çözüm üretmektedir.
Kuloğlu ve Stelyo’nun dostlukları o kadar güçlüdür ki mübadeleye giden süreçte ait
oldukları milletler arasındaki gerilim giderek tırmansa da onlar bu ayrışmaya meydan
okuyarak çevreden gelen baskıya direnirler. Öyle ki çocukları dahi artık bu iki dostun
yakınlığından rahatsız olur. “Kırk iki yıllık arkadaşı. Vefalı adamdı Stelyo. Hani Rum
olduğunu bilmese, her Pazar kiliseye gittiğini görmese bu bizden deyip çıkacaktı. ” (Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan, s.71) Romanda Stelyo’nun sadece yakın dostu Kuloğlu
Cemal’e değil bütün Türklere karşı barışçıl yaklaşımı ve eski günlerdeki barış ortamına
duyduğu hasret, Osmanlı taraftarı aç ıklamaları, Rum tarafındaki belli bir zümreyi tavsif
etmektedir. Benzer bir figür olarak Çalı Harmanı romanında Terzi Kadın’ ı görürüz.
Hristiyan din adamlarına terzilik yapan bu kadına hem Türkler arasında hem de Rum
tarafında sempati ile bakılır. Özellikle Terzi Kadın’ın çetecilere yardım eden din adamı
Andreas ile gerçekleştirdiği buluşmalarda, Andreas’a, Osmanlı dönemine duyduğu
özlemi anlattığı konuşmaları, Türkler ve Rumlar arasındaki birlikte yaşama geleneğini
yans ıtır. Ayn ı şekilde Kritimu romanı kişilerinden, Türk olduğu hâlde milliyeti roman
kişilerince pek bilinmeyen Çakali’nin, Türkleri ve Rumları birleştiren cenaze merasimi
iki milleti dinî merasimlerinde dahi bir araya getirebilecek, her iki millet tarafından
sevilmiş roman kahramanları için dikkat çekici örneklerdendir.
Bu tip kişilikler, Osmanlı dönemindeki sakin ve huzurlu yaşamı hatırlatan unsurlar
olarak karş ımıza ç ıkar. Genellikle esnaf ya da kapı komşusu olan birleştirici nitelikteki
bu kahramanlar hümanist söylemi geliştirmek için anlatıcıya güçlü bir zemin hazırlar.
Anlatıcı, bu kahramanlardan hareketle oldukça geniş bir hümanist söylem yaratır. Bu
tarz roman kişilerinin ortak özelliği birlikte yaşama arzusunu diğer bağlayıcı unsurlara
tercih etmeleri, çevrenin eleştirilerine karşı umursamaz olmaları, huzur ve barış dolu
35
geçmişe özlem duymaları, diğer kahramanlara nispetle daha açık fikirli olmalarıdır. Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan’da en yak ın dostu bir Türk olan Stelyo, sözünü ettiğimiz
hümanist kişilerin yaşadığı ikilemi başarıyla yansıtan bir örnektir. Stelyo, mübadeleye
giden süreçte giderek artan mahalle baskısı nedeniyle Türklerle olan yakınlığını kendi
eşine dahi kabul ettiremez. Eşi Matia ile gerçekleşen aşağıdaki konuşma, söz konusu
hissiyatı yansıtması bakımından değerlidir:
Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir
şey görmedim. Şimdi bana onların düşmanımız olduğunu söylüyorlar. Acı tatlı
günlerimde benden uzak duran kokonalar, şimdi kapımı aşındırıyor. ‘Kes şu
Müslüman karılarının ayağını evinden’ diye başımın etini yiyorlar. Sen dostunu terk
etmiyorsun, diye dinine, soyuna ihanet ettiğini düşünüyorsan, ya bunların yaptığına
ne demeli? Asıl hainlik dost zayıf düşünce ona düşman kesilmek değil midir? (Ah
Bre Sevda, Ah Bre Vatan, s. 77)
2. Mübadele Romanlarında Türkler ve Rumlar
Türk romanında tarihî hadiselere bağlı olarak azınlıklara yer verildiği bir vakıadır
lakin bu etnik unsurlar ve azınlıklar romanımızda genellikle tali unsurlar olarak yer
almıştır. Bu bağlamda Türklerin temas hâlinde olduğu azınlıklara dair konular üzerinde
de ayrıntılı olarak durulmamış, bu tarz azınlıklardan roman kahramanlarının eserlerin
merkezine çekilmediği görülmüştür (Ayhan, 2008, s. 5). Sacit Ayhan’ın bu tespitine
genel anlamda katılmakla birlikte mübadele romanları söz konusu olduğunda ortaya
istisnai bir durumun ortaya çıktığını belirtmeliyiz. Mübadele romanları Türklerle
birlikte bir başka milleti de (Rumlar) merkeze almıştır. Her ne kadar Türk yazarların
kaleminden çıkmış olsalar da yazarların diğerini/ötekini yansıtmadaki özeni ve işçiliği
dikkat çekici boyuttadır. Yakın dönem mübadele roman ı yazarlarının, Mübadele
hadisesinin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra konuya eğilmeleri, Milas’ın işaret
ettiği gibi nesnel bir tutum benimseyebilmelerini sağlamıştır (Millas, 2005, s. 431).
Mübadele romanlarında iki aslî unsur olan Türkleri ve Rumları sosyo-kültürel
hususiyetleri ile görebileceğimiz sahneler belli alanlarda ağırlık kazanmıştır. Kurgu
içinde Türklerin ve Rumların temâsı “komşuluk” ilişkilerinde yoğunlaşır ve bu ilişkiler
vesilesiyle iki milletli olay örgüsü şekillenir. Aynı şekilde “din” olgusu bu farklı
milletlerin ayrıldığı ve özerk hususiyetlerinin teşhir edildiği bir alan olarak dikkat çeker.
Toplumların dine, din adamlarına, kültürel değerler ve sembollere karşı yaklaşımları bu
anlamda önem taşır. İki toplumun bir diğer temas noktası ise “çetecilik” faaliyetleridir.
Mübadele öncesi ve sırasında Türk ve Rum bölgelerinde kendiliğinden oluşan ve dış
desteklerle güçlenen bu silahlı düzensiz gruplar, Türkler ve Rumların keskin
ötekileştirme havası içerisinde birlikte resmedildiği önemli bir alandır. İki topluma ait
algıyı belirginleştirecek son unsur ise “aşk ve evlilik” meselesidir. Özellikle Türk ve
Rum aşkları/evlilikleri anlatıcının zihnindeki milliyet algısını yansıtması bakımından
önemli bir zemin teşkil eder. Bu bağlamda mübadele romanlarında her iki milletin
birbiriyle temas noktalarının yoğunlaştığı, söz konusu dört meselenin (komşuluk, din,
çetecilik, aşk/evlilik) romanlardaki yansımalarını daha ayrıntılı ele almak

gerekmektedir.
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: Yakın Dönem Mübadele Romanlarındaki “Türk” ve “Rum” Algısına Dair Mukayeseli Bir İnceleme

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 03 Eyl 2019, 00:10

2. 1. Komşuluk İlişkileri
Bir dostluk unutulmaz Matia, bir de düşmanlık. Ben bunlardan dostluktan başka bir şey
görmedim.
Mübadele romanlarında Türkler ve Rumlar arasındaki komşuluk ilişkileri genellikle
olumlu bir çerçevede ele alınmıştır. Yazarların her iki milleti olumlu bir ilişki içinde
resmederken kullandıkları fonda çoğu zaman Türklerin kapı komşusu olan Rumları
görürüz. Bu sahnelerde birbirlerinin düğünlerine, cenazelerine katılan birbirleriyle
daima yardımlaşan iki millet söz konusudur. Siyasi iradenin aldığı kararlar, devletlerin
yaptığı mücadeleler halk arasında topyekûn bir çatışmaya neden olmaz. Konuyla ilgili
benzer cümle ve durumları tekrar etmemek açısından eserlerde komşuluk ilişkilerinin
yansıdığı cümleleri bir tabloda toplu hâlde gösterdikten sonra değerlendirmelerimize
devam etmek istiyoruz:
Tablo 3
Mübadele Romanları – Komşuluk İlişkileri
Metin Alıntısı Eser adı
İki yana sıralanmış dükkânlarıyla, Hristiyan, Müslüman bütün esnafın, iş
erbabının toplaştığı, günün her vakti kaynaşan çarşısıydı.
Kritimu: 24
Hristiyanlarla Müslümanlar gergin zamanlarda atışır, çok seyrek de
dövüşürler, derken birbirlerini topluca ayıplayarak yatışırlardı.
Kritimu: 25
Bu yüzden meydandaki kahvesi cümle Giritlilerin gelip oturduğu, üç masa
ileride Hristiyanlar Girit’in Yunanistan’a ilhakını tartışırken, yan masada
Türklerin Osmanlı’nın fesada son vermek için daha ne beklediğini tartıştığı
bir yerdi.
Kritimu: 31
….Komşularım Artin’le Naum bozgun haberini bizden önce almışlar. Dün
ikisi de çekmecelerini açıp bana mavi Yunan bayrakları gösterdiler.
Çekmeye hazırlar. Aynı namussuzluğu Naim Bey’in çırağı da anlattı.
Kokuşmuş tacir ahlaksızlığı çarşıda kol geziyor.
Mübadiller: 191
Bizim oralarda Müslüman gomşularımız vardı. Gül gibi geçinir giderdik.
Nirden çıktı bu muhacirlik! Bizi de sizi de yirinizden ittiler! Dilimizi
bilmeyen Yonan içine düştük.
Mübadiller: 205
…Bu yara Yunan Balıkesir’e girdiği gün, dükkân komşum Rum’un
kasatura yarası. Kaçmasam beni öldürecekti. Kırk yıl bu Rum’a iyilik
yapmıştım. Yerli Rumlardan Yunan gâvuru kadar zarar gördük.
Mübadiller: 304
Evin önündeki taş döşeme sahanlık yolcu etmeye gelen dimili, şalvarlı yerli
İncesulularla dolmuştu. Onların bir kısmı sepetlerin içinde haşlanmış
yumurta, yufka, kete, iğde, kuru üzüm ve kayısı kurusu getirerek
Aleksia’nın kızlarının ellerine tutuşturuyordu.
Mübadiller: 712
Abacığım, biz gidiyoruz. Amma döneceğiz, amma dönmeyeceğiz! Ne
olacağımız belli değil. Bunlar kızlarımın çeyizleri! Size emanet! Gidip
gelmemek, gelip görememek var! Gelirsek verirsin kızlarıma. Dönemezsek
ver bir fukaraya, hayrımız olsun! Yeyip içtik birlikte! Çok yardım ettin bize.
Hakkını helal et!
Emanet Çeyiz: 15
Çok ekmeğinizi yedim. Bugünleri de görecekmişiz. Hakkın ı helal et
Didimov’un gelini! Haydi yolun açık olsun, Bizi birbirimize düşman
edenler Allah’ından bulsun.
Emanet Çeyiz: 88-89
Gitme! Kal burada Eleni… Kırk yıllık komşuyuz… Birlikte büyüdük…
Bakarız birbirimize. Emine’nin sesi ağlamaklıydı:
Mor Kaftanlı Selanik:
123-124
37
-Bakarız ya birbirimize…
Sanki yukarıda uyuyor hala nenesi, yanı başında karanfil kutusu ve iğne
oyası. Uyanıp yine sürüverse mangala kahve cezvesini(…) Lamis komşu
bahçeden bağırınca, “Nihal gelsin oynayalım!” diye keşke salmasa onu,
yanı başında tutsa geç oldu deyip.
Suyun Öte Yan ı: 14
Gelen tabağı boş çevirmez, evde ne pişirirse komşularına gönderir, kendi
mahallesindeki Müslümanları bitirdikten sonra, az ötedeki Müslüman
mahallesindekilere de yetişir (…)
Kritimu: 68
Hristiyan-Müslüman hepimiz başka yerlerden gelip yerleştik Girit’e. Kim
daha Giritlidir nerden bilecekler ki?
Kritimu: 100
Pontus’a kan düştü Andreas… Kan kokusu olan yere bereket gelmez! Artık
akan kanı durdurmak lazım… Bizim öldürdüklerimiz, beş asırlık
komşularımız. Bizi öldürenler de öyle
Çalı Harmanı: 44
(…) Yaşlı kadına Müslüman komşularının da büyük bir saygı gösterdiğine
defalarca tanık olmuştu. (…) Köylerde iç içe oturmayan Hristiyanlarla
Müslümanların şehirde birbirleriyle ne kadar kaynaşabildiklerine ilk kez o
zaman tanık olmuştu.
Çal ı Harmanı:111
Birbirleriyle evlerinin pencerelerinden yarı Rumca yarı Türkçe bağrış
çağırış sohbet eden kadınların yırtık sesleri de duyulmuyordu bugün.
Çal ı Harmanı: 109
Hani bak? Onca Rum geldi Anadolu’dan bu dağreye, bir tanesiyle ahbap
olabildim mi? “Sana bir şey dediğimiz yok be ya… Ne kabahatin var senin?
Biz de senden memnunuz; kilisemiz, camimiz başka ama Allah’ımız bir.
Daraştık ondan böyle söyleniyoruz.
Çalı Harmanı: 292
Bak Papaz Efendi, ben Terzi Abla’nın komşusuyum. Geçen hafta bize
uğradı, evinin anahtarını bana emanet etti. “Dönersem senden alırım” dedi
ve gitti.
Çalı Harmanı: 288
Andreas ve Dimitra’nın da uykuları kaçmıştı. Aynı evi paylaştıkları
Müslüman ev sahiplerine öylesine alışmışlardı ki sanki aileden birileri,
ebediyen ayrılacakmış gibi hüzünlüydüler.
Çalı Harmanı: 366
Ne diyeceğini bilemedi Dimitra. Başını önüne eğdi. “Siz gidince mezarları
bize emanet diyebildi.”
Çalı Harmanı: 368
Döndü Andreas’a: “Al bunu gızanım,” dedi, “Şavuk Mümün’ün evinde
kandiller söndü dedirtmeyesin sakın kimseye!”
Çalı Harmanı: 369
Yerli Rumlarla Müslümanların ilişkileri önceleri çok iyiydi. Bu Rum, bu
Ermeni, bu Türk diye bir ayrımcılık yoktu. Biz onlara “Gavur” derdik ama
bunu kesinlikle bir aşağılama ifadesi olarak söylemezdik.
Muhacirler: 129
Böylece aynı köyde, ayrı evlerde Rumlarla Türkler birlikte yaşamaya
başladılar. Köyde yerleşen Rumlar Sivas ve çevresinden gelmişlerdi. Orada
yaşadıkları kötü olayları anlatmakla birlikte Türkler hakkında olumsuz
düşünmüyorlardı. Zaten birlikte yaşadıkları altı ay boyunca bir sorun da
yaşamadılar.
Muhacirler: 80
Sahibi Rum Yorgo, her milletten insana dostlukla yaklaşan iyi bir adamdı.
“Siz benim velinimetimsiniz” derdi konuklarına. Türkler de severdi
Yorgo’yu. “Gavurun islası” derlerdi.
Muhacirler: 71
Daha sonra çevredeki Rumlar ve Bulgarlardan az çok yapı ustalığı
öğrenilmiş.
Muhacirler: 19
Balkanların değişik yörelerinde köylerde kentlerde yaşayan Türkler kendi
ulusal kimliklerini öne çıkarmazken, Rumlarda milliyetçilik giderek
Muhacirler: 23
saldırgan bir tarzda, öteki halklara, özellikle de Türklere karşı ön yargılı
tavırlara dönüşüyordu.
Ama mahallede ne kadar Müslüman evi varsa, hepsinin kadınları kırk gün
sinilerle, tepsilerle bize taşındı. Kırkım çıkana kadar elimi sıcak sudan
soğuk suya sokturmadılar.
Ah Bre Sevda, Ah Bre
Vatan: 76
Mor Kaftanlı Selanik’te, İzmir Rumlarından Philip ve eşi Eleni’nin mübadil olarak
Yunanistan’a gidecekleri gün yaşananlar, yıllar boyu devam eden bir dostluğun
göstergesi olması bakımından oldukça önemlidir. Seher Hanım, yola çıkacak komşuları
için erişteli tavuk çorbası hazırlar. Çorbadan içen Philip, Seher’e “Her zaman böyle
lezzetliydiler.” diyerek teşekkür eder. (Mor Kaftanlı Selanik, s. 122) Eleni, ayrılık vakti
geldiğinde komşusu Emine’ye sarılıp evinin anahtarlarını Emine’ye verir. Anahtarlar ı
verirken de şunları söyler:
“-Tam yirmi yıl her açışta kapayışta öper, başıma koyardım bu anahtarı… İncil gibi
yüceltirdim değerini. Bu anahtar artık Muhammed’in şefaatine teslimdir. (…) Bu ev
senin olsun Emine! Gözüm arkada kalmayacak…” Emine’nin bu sözlere verdiği cevap,
mübadelenin gerçekleşeceğine inancın henüz tam olmadığını gösterir: “Bu ev sizin
Madam Eleni. Geldiğinizde tertemiz bulacaksınız, söz!” (Mor Kaftanlı Selanik, s. 124)
Anlatıcı, bu hüzünlü veda sırasındaki duygu selini şu cümlelerle tarif eder: “İzmir,
yüzlerce yıllık evladını bilinmeyen bir adanın talihine gönderirken mahcuptu.”(Mor
Kaftanlı Selanik, s. 125) Bu duygusal ayrılık sahnesi çizilirken nereden geldiği belli
olmayan bir taş, bahsi geçen evin büyük camını paramparça eder. Bu saldırı azınlık bir
grup tarafından yapılmış olsa da komşuluk hukukunu büsbütün gözden çıkaran bir
zihniyetin varlığını da gösterir. Komşuluk ve beraber yaşama hukukunun hiçe sayıldığı
tek örnek bu değildir. Osmanlı Mebuslar Meclisi’ne bir şekilde girerek kendi milleti
lehine kararlar aldırmaya çalışan, nüfus sayımı sırasında çeşitli hilelere başvurarak
Balkanlardaki çeşitliliği kendi milleti lehine bozmaya çalışan siyasiler de vardır. Rum
vekil Boşo, Yahudi Karosso ve Arnavut İsmail Kemal’in bu yolda yaptıkları Mübadiller
romanında ayrıntılı biçimde ele alınır.
Yunanistan tarafında komşuluk ilişkileri Balkan Savaşları’ndan sonra bozulmaya
başlar. Mübadele Günlerinde Aşk isimli romanda Sare isimli Türk kızı ile Adras isimli
Rum genci arasındaki aşka itiraz eden Sare’nin babası Reşat Bey, Balkan
Savaşları’ndan sonra başlayan Yunan zulmünü itirazına gerekçe gösterir. Adras’ ın
babası yaşanan olaylardan dolayı kendisinin de üzgün olduğunu, elinden gelse bunlara
mani olacağını ifade etse de Reşat Bey, böyle bir birlikteliğin mümkün olamayacağını
kesin bir dille ifade eder. Oysa Balkan Savaşları’ndan önce bu iki aile birbiriyle oldukça
içli dışlıdır. Adras, iki aile arasındaki ilişkiyi şu sözlerle anlatır:
Aslında hiç böyle olacağını düşünmedim, nasıl düşünebilirdim ki? Hep bir
aradaydık, senin ailen, benim ailem. Her şey ne kadar güzeldi. Çocuktuk, bir Türk
düğününe gittik. Babanla babam karşılıklı zeybek oynadılar. Özenip illa ben de
oynayacağım diye tutturdum. Baban da beni kucağına alıp ‘Sana zeybeği ben
öğreteceğim, karşılıklı oynayacağız’ dedi. Sözünü tuttu. Bana zeybeği öğretti. Yıllar
sonra yine bir Türk düğününde damatla babası oynarken baban da karşısına beni
çağırdı. ‘Benim oğlum yok, sen geç karşıma’ dedi. (...) Bir gün dedim, bu bizim
düğünümüz olacak. Baban beni oğlu yerine koyacak kadar severken nasıl bu hâle
geldik? (Mübadele Günlerinde Aşk, s. 33-34).
39
Benzer bir durum da Mübadiller romanında anlatılır. Mürsel Bey’in yıllarca iyi
ilişkiler kurduğu Rum esnaf komşusu Yorgo, Mürsel Bey’e adı değiştirilen Hamidiye
Meydanı’nı anımsatacak biçimde “Mürsel Bey, Konstantin Meydanı’na mı gidiyorsun,
Hamidiye Meydanı’na m ı?” diyerek alay eder. Selanik henüz Osmanlı idaresindeyken
“Selanik bizim, Selanik elen olacak.” sloganlarıyla nümayiş yapan kalabalık da birlikte
yaşamanın artık imkânsız bir hâl aldığını gösterir (Mübadiller, s. 182). Yine aynı
romanda Türklerin mübadeleyle gideceğini öğrenen Rum tüccarların Türk mallarını
almak istememesi, (Mübadiller, s. 239) “nasıl olsa gideceksiniz” diyerek yıllarca
beraber yaşadıkları komşularının mallarına el koyma çabaları uzun uzadıya anlatılır.
Mübadele sonrasında Türkiye’de kalan Rumlar ve Türkler arasındaki ilişkinin nasıl
bir seyir takip ettiği romanların çoğunda ele alınmaz. İncelediğimiz romanlardan Suyun
Öte Yanı’nda bu ilişkiden ayrıntılarıyla söz edilir. Bu romanda, İstanbul’da kalan
Rumlar ile Türkler arasındaki ilişkiler oldukça iyi resmedilir. Romanın ana kahramanı
olan Nihal, sık sık Rum komşularıyla yaşadıkları güzel komşuluk ilişkilerini hatırlar:
Nihal bakıyor, iki katlı beyaz boyalı ahşap bir ev. Çocukluğumun geçtiği
Yeşilköy’deki evi anımsatıyor. Ne büyük görünürdü, sofası, mutfağı. Nasıl üzülmüştü
darlığa düşülüp zaten 6-7 Eylül’de son komşular ve Yuannalar da gidip ev satılınca.
Ne parmak kadar, üzerine yumurta sarısı sürülüp çörekotu dökülmüş mis gibi küs
çörekleri kalmıştı ne de ‘Nihalimu, Nihalimu oh vre pedimu, freskia, freskia”3 diye
bir tane daha alması için ısrar eden güleryüzlü, hamarat komşu teyzeleri (Suyun
Öte Yanı, s. 24).
Girit mübadili Sıdıka Hanım’ın, yine bir Girit mübadili olan Arap Mustafa’nın,
Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’ndan kaçıp Cunda Adası’nda bir müddet gizlenen
Yunan avukatın hikâyesi, Nihal’e hep Yeşilköy’deki komşularını hatırlatır. Çocukluk
yıllarından aklında kalan birtakım sahneler, Nihal’in romandaki geçmişle şimdiki
zaman arasında gidiş gelişler yaşamasını sağlar. Nihal, Sıdıka Hanım’a bir Rum şarkısı
olan Samyotissa’dan söz edince Sıdıka Hanım, Girit’te düğünlerde bu şarkı eşliğinde
oynadıklarından söz eder (Suyun Öte Yanı, s. 68).
Anadolu’dan giden Rumlarla Anadolu’ya gelen Türkler arasındaki kısa süreli
karşılaşma anlarında iyi ilişkiler geliştirildiğine şahit oluruz. Selanik Limanı’nda
kendilerini Anadolu’ya götürecek gemiyi bekleyen Halim Bey, Anadolu’dan gelmiş
sefil kılıklı bir Rum’a para verir. (Mübadiller, s. 412) İki mübadil topluluğu arasındaki
bu iyi ilişkiler iki grubun aynı kaderi yaşamaları nedeniyle bir duygudaşlık kurmalarıyla
izah edilebilir. Türklerin mübadele sırasında bir müddet beraber yaşamak zorunda
kaldıkları Rumlara karşı oldukça saygılı davrandıkları görülür. Türkler kendi evlerinde
misafir konumuna düşseler de yeni gelenlere yaklaşımları çoğu zaman insancıldır. Hatta
kimi romanlarda mübadil Rumlar, Türkleri kendi soydaşlarından üstün bile görürler.
Çünkü kendi soydaşları onları henüz kabullenememişlerdir. Yunanlılar onlara
Turkospoli ismini vermişler, çocuklarını “Türk piçi” diyerek aşağılamışlardır.
(Mübadiller, s. 401) Anadolu’da bir Rum ailenin evine yerleşen Halim Bey, evin sahibi
Bodos’un terk etmek zorunda kaldıkları kiliseyi seyrederken duyduğu hüzün ile
Üsküpler’deki camide kıldıkları son namazın hüznü arasında bir benzerlik hisseder.
(Mübadiller, s. 654) Aynı evde yaşamak zorunda kalan bu aileler yeni ortama al ışmak
konusunda birbirlerine yardımcı olurlar. Rumeli’de bir konak hanımı olan Halide
Hanım, Anadolu’nun zor şartlarında yaşam mücadelesi verirken üstelik yerli halk
3 (Rum.) Nihalciğim, çocuğum, taze taze. (Kitaptan)
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Google [Bot] ve 4 misafir