SERDAR-I EKREME İHANET – ASKERİN İSYANI

Osmanlı Dönemi Girit Türk Tarihi
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

SERDAR-I EKREME İHANET – ASKERİN İSYANI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 16 Haz 2021, 13:39

SERDAR-I EKREME İHANET – ASKERİN İSYANI

‘’Ey Kari:
Cemiyet-i milliyesine, gayret-i diniyesine, hamaset-i şehâmetine peyda ettiğin itla’ ile hayrât ve sitâyiş-hânı bulunduğun Serdar-ı Ekrem Gâzi Hüseyin Paşa’ya şu sırada ne sanialar ne ihanetler kurulduğunu dinle, acı. Sonra o muazzez mübeccel kumandana niyâz-ı ihtirâmını takdim et, rûh-ı revanını tuhfe-i rahmetle yad et’’

Rumeli birliklerinin başkumandanı Vezir Küçük Hasan Paşa’nın şehir olmasından sonra, Sadrazam Sofu Mehmet Paşa’nın iltimasıyla Zurnazen Mustafa paşa adında biri Küçük Hasan Paşa’nın yerine tayin olunarak Kandiye ordugâhına gönderilmişti. Gelişecek olayların detaylarına girmeden önce Zurnazen Mustafa Paşa’nın kim olduğunu anlamak için Hadikatul Vüzera’da yazılan yaşam öyküsünden şu son satırlara göz atmakta bir fayda var: ‘’ Tartışılan görevi, Rumeli askeri kuvvetleri başkumandanlığını alıp ordugâha geldiğinde kendini beğenen gururlu bir tavır takındı. Üstünde serdarın bulunmasını içine sindiremedi ve bir gün çıkışarak, ‘’ Elbette eyâletim defterhanesi (emlak ve arazi işleri ile ilgili daire) bana teslim olunmak lâzımdır. Eyaletimde düşen mahlûlâtı (vakıf malları) ben tevcih ederim’’ diye karşı gelmeye başladı.
Serdar da ‘’Ben serdarım, Mahlûlât (gelir) ve teveccühâtı (yönetimi) bana verilmiştir. Benden sual olunacak. Senin alâkan yoktur. Edebinle yerinde otur’ cevabıyla haddini bildirdi.’’ Bunun üzerine Zurnazen’in kalbindeki düşmanlık ateşi içten içe tutuşmaya başladı. Serdarın emri altında olduğunu hatırladıkça üzülüyor ve her zaman serdarlığı nasıl elde edebileceğini düşünüp duruyordu. Sonunda kendince bir yol buldu. O da serdarı ordu içindeki saygın yerinden indirmekti. Oradan ötesi artık çok kolay olacaktı.
Koruması altında bulunduğu Sofu Mehmet Paşa kendisinin serdarlığını da destekleyecekti. Kurduğu tertibi gerçekleştirmek için bir yardımcıya ihtiyaç duydu. Aradı, taradı, ordu içinde, cins cinsi çeker, sekbanbaşı Murat Ağa’yı bulduve fesadına ortak etti.
‘’….Murat Paşa (daha sonra sadarete geçmişti) her zaman fitne ile uğraşırdı. Hatta Girit adasında Deli Hüseyin Paşa’nın hazinesinin yağmalanması ve İstanbul’daki Atmeydanı cengi, Hezar Pare Ahmet Paşa’nın öldürülmesive daha binlerce fitne ve fesad hep bu adamın düzenlemeleriyle olduğu Melek Ahmet Paşa efendimizin de malumu idi.’’
Bu iki kafadar, zurnazen ve sekbanbaşı, bir araya gelince, içten içe orduda fitneyle bir isyan çıkarmak için tertiplerine başladılar. Serdar üzerine şüphe çekmeyecek kadar iyi bir isim sahibi olduğundan, ileri sürecekleri suçlamalara göre ortam bulamadılar. Bunun için sinsice hareket etmeye başladılar ve serdar hakkında. ‘’ Düşen mahlûlâtı satar, parasını kendisine alıkor müstehakına (hakettiği cezayı) veriniz.’’ diye cahil askerleri kışkırtmaya başladılar.
O sırada sadrazam ağalarından biri İstanbul’dan Kandiye ordugâhına gelip kaptanlık makamının Bıyıklı Mustafa Paşa’ya verilmiş olduğunu belirten kararnameyi getirir. Divan toplanarak kararname ileri gelen askerlerin huzurunda okunur. Kararnamede şöyle bir ifadeye de rastlanmıştır:
‘’ Bu yıl güçlü bir donanma gönderilmiştir. Cezayir, Tunus ve İskenderiye’den yeteri kadar burton ile diğer savaş aygıtı da gönderilmiştir. Gayret gösterip Kandiye’nin zaptına çalışınız.’’
Divandakiler bu söze cevaben, ‘’ Donanma ile bize ne kadar yeni asker ve cephane ve lağımcı geldi ki, asitâneye defaatle arzeyledik. Bize asker, cephane ve lağımcı gönderilmediğinden güçsüz durumdayız. Bu durumda siperlere girilemez. Donanma bize asker getirmediği gibi, düşmanla savaş bizden bir hayli asker alıp götürdü’’ diye yazarlar.
Zurnazen ve sekbanbaşı ileri gelen askerlerin bu ifadesiyle aradıkları fırsatı yakaladıklarını fark ederler. Fesat tohumlarını ekip yetiştirmeye pek uygun gördükleri bu ortamı işleyerek işlerine hız verirler. Ordunun uzun süreden beri yardımdan yoksun bırakıldığını öne sürerek ve kaptan Voynuk Ahmet Paşa’nın takip ettiği yolu benimseyerek, ‘’ Hüseyin Paşa’nın içeri Kandiye’ye gider şâtırın ( vezirin emiri) tuttuk. Serdarın küffar ile gizli sözü vardır’’ diye, yeniçeri ve Rumeli askerlerinin zihinlerini karıştırarak sonunda o cahil halkı kör bir alet gibi evire çevire istedikleri noktaya getirirler.
Recep’in 22. gecesinde bir askeri topluluk ordugâhta ayaklanır. İlk olarak, hedef yanıltmak için, sekbanbaşının konutuna giderler. Kapısına yığılarak taşlarlar. Ondan sonra serdarın sarayına hücum ederler. Serdarın, yardım gelmemesi nedeniyle zaten öteden beri korktuğu, askerin isyan etmesi ihtimalidir. Payitahta ardı ardına özel görevlilerle telhisler göndererek durumu bildirerek yardım istemiştir. Fakat o ana kadar netice alamamıştır. O geceki başkaldırıyı da başlangıçta kötüye yormaz, fazla önemsemez. Meselenin yardım gelmediğinden kaynaklandığını düşünerek saldırganlara, ‘’ Muradınız ne ise yarın görülsün. Bu vakit cemiyeti giderin’’ diyerek heyecanı yatıştırmaya çalışır.
Durdurulmaları mümkün olmayan gözleri kararmış, kulakları tıkanmış kalabalık sonunda serdarın sarayını ateşe verir, ardından da serdarı öldürmek için içeriye hücum ederler.
Serdar içinde bulunduğu durumun ciddiyetini anlar. Misillemede bulunmaktan başka çaresi olmadığını görerek saldırganları defetmek için yanındakilere ‘’ Urun’’ diye emir verir. Kendisi de kılıcını eline alarak hem kendini, hem maiyetlerindeki korumak için ileri atılır. İçoğlanları ve diğer yakınları oklara, tüfeklere sarılır. Kıyasıya bir çarpışma başlar. Hücum edenlerden birçok yeniçeri ve tımar sahibi yere serilir. Yeniçerilerden biri serdara saldırır ama avlayacakken avlanır. Serdar, o harikalar yaratan kılıcını kaldırıp saldırganın üzerine indirir.
‘’ Şöyle muharref çaldı kibir omuzundan geçüp cânib-i âhire uyluğuna inince ayrılıp iki pare eyledi. Hakka ki, bu darb-ı hayret-efzâyile pehlivân-ı cihân idüğü müşâhede-i sagir ve kebir oldu.’’
Serdar orada bulunduğu müddetçe kendi din kardeşlerini öldürmeye mecbur kalacağını anlayarak hemen saraydan ayrılır. Rumeli kethüdasının otağına çekilip gizlenir.
Gazavat-ı Girit’te ise serdarın, yeniçeriyi hakladıktan sonra sarayın ateşe verildiğini görünce arkasındaki pencerelerden birinden atlayarak kırlara doğru gidip ücra bir yerde saklandığını yazmaktadır.
Çatışma devam ederken, diğer birlikler gürültüyü duyarak Venedikliler kaleden çıkıp saldırdılar zannıyla serdarın sarayına doğru koşarak durumu anlamaya çalıştıklarında isyanı çıkaranlar, ‘’Bizim paşamız küffâr ile bir olup bizlere imdâd ve leşker götürür deyü söyler. Meğer saklıca haberler verip. Dursun bizim askerimiz çok ve mühimmatımız ziyâde. Me’külattan zarüret yoktur, askerimiz dahi çoktur, ve tutan kâfirleri koyverir. Bizler ise burasına aç zelil ulüfesiz çıplak leyl ve nehâr kâfirlerle cenk edip helâk oluruz diye serdara yönelttikleri hainlik iftirasını onlara da aktarırlar.
Gelenler de ‘’ Gerçek söylersiz. Biz dahi işittik’’ diyerek haydutluğa karışırlar ve böylelikle ortalığı yağma ettikten sonra saray adamlarından birkaç oğlanı katledip, birkaçını da yaralarlar: Taze yollu olanların erâzil-i asker birer birer alıp götürdüler. Sonunda da sarayı ateşe vererek yok ederler.
Haydutlar bununla da yetinmeyerek ardından serdar kethüdası Veli Bey ile reisülküttap vekili paşazade ile yakınlarının evlerini ve mallarını yağma ederler.
Yeniçeri ve diğer askeri topluluklardan oluşan bu seviyesiz kimseler vezirin bunca hazine ve eşyasını, köle ve cariyesini yağmalayıp en kötü günahları işleme hususunda kusur geri kalmazlar: ‘’ Bu cemiyetteki bir iki müfsid ve münafık yoluna sipehsâlâr arzını böyle hetkedip belki namusu-ı devleti berbâd edegelmiştir.
Fitnebaşılar- tarihlerin yazdığına göre- kışkırtmaların bu kadar dehşetli bir sonuç getireceğini beklemediklerinden yaptıklarına pişman olmuşlardır. Zurnazen serdarlık fikrinden vaz geçerek sekbanbaşı ile beraber ortalığı yatıştırmaya, fitneyi uzaklaştırmaya çalışır. Trajedinin ertesi gününde kendileri ve diğer paşalar ile beyler, yanlarına beşer onar kişi alarak serdarın bulunduğu yere giderek, asker ile serdar arasında oluşan uçurumu kapatmaya çalışırlar.
Serdar tarafından tayin olunan paşalar ile sekbanbaşı, askerin huzuruna çıkıp şu hitabede bulunurlar:
‘’ Yoldaşlar; muradınız nedir, düşman içinde arz-ı devleti pây-mal mı edersiz?’’
Asker bir ağızdan, ‘’Bizim şimdiden sonra durmaya dermanımız yoktur. Elbette şimdi hemen kalkıp gidelim’’ diye bağırırlar.
Bunun üzerine askerlere şu ihtar yapılır:
‘’ Müslümanlar; bu ana dek çekilen zahmet ve meşakkat hebâ olur ve kabza-i teshire giden memleketler de kâfire verilip bu kadar cephâne ve toplar nice olur?’’
Velhasıl o gün sabahtan ikindiye kadar aracılar gidip gelerek karşılıklı konuşmalar yapılır, en sonunda askerler, ‘’Cephane ve toplar Resmo kalesine naklolunup rüz-ı kasıma dek bekleriz. Dahi ziyâde oturmaya kadir değiliz’’ cevabını verir.
Bunun üzerine kendilerine, ‘’içlerinde makul gördükleri kimseyi bu haber ile âsitâneye gönderip varup gelince donanma gitmesine râzı olmazız’’ teklifinde bulunur ve birçok mücadeleden sonra kabul ettirilerek bu karar üzerine meclis dağıtılır. Hatta bu fitnelere başkanlık edenler de masum bir edayla kararı tasdik edercesine askere, ‘’Yoldaşlar; bu cemiyeti giderin, rüz-ı kasımda sizi İstanbul’a göndermeye ben dahi taahhüd ederim. Elem çekmen’’ diyerek olayı kapatır.
Varılan karar ordu kadısı tarafından tescil edilerek belgelendiği gibi, asker tarafından seçilen Çatabaş Bey ile Alay beyi İstanbul’a gönderilir. Uzlaşma sağlandıktan sonra cariyeler ve oğlanlar aratılıp, göğüs ve boyunlarından öpüp kokladıkları, bir durumda durduruldu. Bunun üzerine serdar asker tayfasını davet ederek çok etkileyici bir hâlde ağladı ve yüksek sesle bir nutuk söyledi:
‘’Ey Muhammed’in ümmeti, ey İslam gaz,ileri,
Siz Allah’tan utanmaz mısınız? Siz devlet ve vekilinin namusunu bilmez misiniz? Bu yaptığınız edepsizlik neyin nesidir? Ben İslam padişahının vekili ve veziri, hepinizin serdarı ve amiri değil miyim? Benim suçum ve kusurum nedir ki bu eziyet ve hakareti hak etmiş olayım? Kâfire casus gönderdiğimi ve esirlerini koy verdiğimi söylüyorsunuz. Hele ele geçirdiğimiz casusu getirin ki bir de ben göreyim. Ben esirlerin bir kısmını bekletmeden pey der pey İstanbul’a gönderdim. Bir kısmını da bir süre burada mahpus tuttuktan sonra İstanbul’a gönderdim. Ve de, bu zamandır ki din ve devlet uğruna tüm mal varlığım ve canımla hizmet etmiş emektar bir vezir iken böyle çirkin ve yakışıksız ve olmayan bir suçu bana yakıştırıp iftira ediyorsunuz. Allahtan korkmaz mısınız? Din düşmanına karşı ırzımı ve namusumu ayaklar altına attınız. Dine karşı olan sizin gibi bir zümrenin dışında serdar ve subaylarına ve otoriteye ihanet eden başka bir asker görülmüş müdür? Ama siz bunu bize yaptınız. Malımı yağma edip benden yine ulufe istiyorsunuz. Bu ne denli bir insafsızlık ve edepsizliktir?
Bütün kaynaklar serdarı bu nutku ağlayarak söylediğini, ve nutkun etkisinde kalarak son sözünden sonra hüngür hüngür ağladığını yazmaktadır.

Devam edecek !

GİRİT FETHİ TARİHİ
Editör: Ali Ekrem ERKAL
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Re: SERDAR-I EKREME İHANET – ASKERİN İSYANI

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 16 Haz 2021, 17:17

Fesadın mayası olan sekbanbaşı serdarın etkili konuşmasından kuşkulanıp korku ve bunun için serdarın kendisi hakkında beslediği hainlik töhmetinden kurtulmak için ayaklarına kapanarak:
‘’Devletli vezir,
Asker tayfası kendini bilmez bir alay delikanlı kullarındır. Bilmeden işledikleri suçlardan dolayı utanmakta ve pişmanlık duymaktadırlar. Af etmenizi rica ederler. Bu sınıfın böylesine küstahlıkları geçmişte de vezirlere, hatta devlete karşı olageldiği sizin de yüksek bilgilerinizdendir. Af ediniz. Bundan böyle emriniz dışında hareket etmeyip, tümü uğrunuzda can ve başlarını feda edeceklerine dair ben kefilim,’’ diyerek ayağını öptü ve yakarıp yalvararak gönlünü almaya çalıştı.
Fitne başı bir taraftan askere şefaat ediyor gibi görünürken, öbür taraftan işlenen suçu sanki çok önemsiz ve evvelden beri olagelmekte olan basit bir şeymiş gibi gösterip çok da üzerinde durulmaması lâzım demek ister gibi bir tavır takınmaktaydı.
Sonunda, yeniçeri tayfası bundan böyle serdara sadakatle tardımdan geri kalmayacaklarına söz verdiler ve bu şekilde ortalık yatışarak herkes yerli yerine çekildi.
Halbuki fitne ve fesat ocağı bütünüyle sönmüş değildi. Ertesi gün de bazı fitneciler, kim olduğu belli değil, Rumeli askerini kışkırtmaya başladılar:
‘’Yeniçeri serdarıyla birleşip suç ve töhmeti sizin üzerinize yıktılar,’’ diye ayaklandırdılar. Bu defa da Rumeli askeri yeniçerilere hücum etti. Yeniçeriler bu hücuma silahla karşılıkta bulunurken, sözü geçen bazı ihtiyarlar Rumeli askerine nasihat ederek sakinleştirdiler. Böylece ateşin parlamasına meydan vermediler.
Serdar bu olaydan sonra ordunun maneviyatının tamamen dağıldığını yakından görüp anladı ve bunun üzerine:
‘’Bundan sonra bunlara söz söylemenin faydası yoktur. Hemen Resmo kalesine fazlaca adam koyup cephane korunsun ve askere izin verilsin, uygun olan da budur.’’ Dedi ve saltanat makamına da durumu bildirdi.
Daha sonra aldığı emre uygun olarak, Suda kuşatmasında şehit düşmüş Voynuk Ahmet Paşa’nın terekesinin yazılı olduğu defteri ordu kadısına mühürleterek geride kalan eşyasıyla kaptan paşanın kethüdasında teslim edip iki çektirme ile İstanbul’a gönderdi.
Gazaname bu hususta diyor ki: ‘’Kaptan Paşa’nın kethüdasıyla bir telhis daha göndermiş ve bunun içeriğinde Resmo’nun tahkimi ve askere izin maddelerini de tekrarlamıştır.
Fezlekenin, cilt 2, sayfa 351’inde yazılı olduğuna göre, şabanın 14’ünde Konakçı Ali Ağa aracılığıyla serdara hatt-ı hümayun ile hil’at geldi. Kaptan Ahmet Voynuk Paşa’dan defalarca yardım istendiği halde, onun bu talebi uygun bulmayarak Hanya’ya gittiği ve bu nedenden askerin öfkeye kapılıp serdarın mal varlığını yağma ettiği maddelerinin saltanat makamınca bilindiği hatt-ı hümayun içeriğinden anlaşılıyordu.
Bu hatt-ı hümayunun olaydan sonra gönderilen birkaç telhisten hangisine cevap olarak geldiği anlaşılmıyor.
Ordunun isyanı Hanya’da bulunan donanma reislerine yansıdığında kaptan paşa kaymakamlığında bulunan tersane kethüdası Kara Hoca Paşa ile derya beyleri bir araya gelip durumu görüştüler.
‘’Kapudan Paşaya kabahat düştü. Bari bu seferimiz zâyi olmayıp bir hizmette bulunmaya bizlere lâzım olur ver hizmetimiz zuhura gele’’ diyerek Kandiye’ye gelip orduya yardım etmeye karar verdiler ve derhal şu anlamda bir mektup yazıp Sarı Ali Kaptan’a gönderdiler:
‘’Devletlû efendim taşra çıkıp sizlere imdat etmekle metrise girip sizler bir gayret idesiz. Bizler dahi gemi leventlerimiz ile kürekçi ve Cezayir ve Tunus gemilerinden bir miktar asker ve birkaç balyemez topları çekip sizlere imdâd ederiz. Hemen bir iş görülmeye şüru (başlama) ve ihtimam olunsun.’’
Serdar bu mektubu alınca yeniden hayat bulmuş gibi oldu. Çok sevinen serdar, ileri gelen askerlere mektubu göstererek şu konuşmayı yapar:
‘’Ey Ağalar, Beyler:
‘’Çün sizler beni kâfirim, gayri din tutarım dirsiz.
Heman bu demde hâzır olun, metrise girelim ve kale almak isterseniz dem bu demdir. Hemân hâzır olun. Taraf-ı Kapudan Paşa’dan donanma gemilerinde bulunan asker ve gemi levendleri taşra çıkıp karada olan leşker ile beraberce metrise girip ve sefinelerden toplar taşra çıkarıp metrislere getirip asker görüp sonra demesinler ki bizlere yine metrislere koyup hiçbir taraftan imdatlarımız yoktur.
‘’Metrislerde ehl-i İslâm nahak yere telef olmak isterler.’’
Naima, serdarın mektubu ileri gelenlere gösterdiğinden söz etmiyor. Bu husustaki ifadesi şöyledir:
‘’Çün beni kâfirle müttehittir dirsiz. Siz kale almak isterseniz metrise hazır olun. Kürekçi ve cenkçi imdâdına muhtacız dirseniz donanma gemilerinde olan kürekçiler taşra çıkıp metrise maa girerler ve sefineler top nakline iâne ederler. Bundan sonra özür ve bahane etmesinler.’’
Gazaname ise kendi sunuş şekliyle olayı şu şekilde anlatmaktadır:
‘’Nihadınızda meknuz olan celâdet ve şecaat ve zatınızda meftur ve mezbûr olan salâhat Necdet müsted’asınca melâheme-i küffar-ı sîret ve mücâhede-i serâr-ı pür küdûrete kendiniz bizzat miyân-ı himmete akd-ı zeyl ve bu birkaç eyyâm-ı meserret-i ibhâmda ihyâ-yı pür diledip mübâşeret eylen ve şeb-i rûz cuşiş gösterip ilâ-i ilm-i şeriat ve irtifa-i râyet, Muhammediyet içün binihaye sa’y ve kifayet edin ki fehebây-ı (?) şeşerat mu’da-yı ( ve men yükâtilü fi hünereler izhâr ve hüveydâ idesiz.’’
Mecliste bulunan sakbanbaşı ve asker ileri gelenleri buna karşı ağız açıp söz etmediler. Durum serdarın emri üzerine askere tebliğ edildiğinde onlar da suskun kalıp rıza gösterdiler. Ve bir kısmı yani siperlere girmenin mümkün olmadığı bir zaman olduğu kadar rıza gösterdiler.
Büyük hizmetleriyle vatanseverliğini kanıtlamış olan o büyük kumandan Kandiye fethini niyetten eyleme dönüştürmekteki çabasının uğradığı zorluk ve bundan ileri gelen etik göz önüne alınınca, kaptan paşa kaymakamı tarafından aldığı mektubun kendisini hoşnut ettiği kolayca anlaşılır. Bu mektuba cevap yazıp yazmadığı hakkında bir kayda rastlanmıyorsa da, göreve karşı olan büyük bağlılığı ve ordunun durumu göz önüne getirildiğinde, yazmış olsa da, hüzünle yazmış olduğu anlaşılıyor.
Kaymakam Kara Hoca Hasan Paşa şabanın 20’inde donanma ile çıkageldi. Ordugâha şu armağanları sundu:
İki bin gemi levendi, dört bin kürekçi, on adet balyemez top. Ayrıca zaharcıbaşı da 2527 levendi ile önemli miktarda erzak ve para getirdi. O gün ordu için ve bilhassa ordunun kendisi demek olan serdar için bir bayram sevinci yaşanmış, daha doğrusu bir yevmül basül badel mevt, yani ‘’yeniden diriliş günü’’ olmuştur.
Devam edecek!
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Cevapla

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir