RESMO’NUN FETHİ 2

Osmanlı Dönemi Girit Türk Tarihi
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

RESMO’NUN FETHİ 2

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 05 Şub 2021, 16:38

RESMO’NUN FETHİ 2

Fermandaki ‘’ Askere Padişah Selamı ‘’ büyük bir memnuniyet uyandırarak kuşatmaya olan arzu ve gayreti büyük ölçüde artırır. Bu arada Musa Paşa tarafından getirilen toplarla büyük sonuçlar elde edilir. Osmanlı askerinin burada gösterdiği kahramanlık ve özveriyi Gazavat-ı Girid şöyle nakletmiştir:
‘’

Kamâ…..sübüt sahife-i vekâyi kılınması daire-i ….. melâike-i kirâm arş-ı berrinden sipas-ı firâvan ile guzât-ı müslimine şâpâş-hân olmuşlar.
Birkaç günlük arazi araştırmasından sonra, zamanın meşhur soylularından Satırbaşı Mehmet Zaman Bey’in gözetimi altında, kale kapısına yakın ve Zağarcıbaşı Mustafa Ağa’nın metrisi karşısında bulunan kulenin ‘’ Kûşebend ‘’ i altında bir lağım hazırlanıp doldurulur. Şevval’in 5’ine rastlayan kuşatmanın 19. gününde, askerlere durum bildirilerek kulenin düşmesiyle beraber hücuma geçileceği ve bu nedenle herkesin yerli yerinde hazır bulunması için emir verilir.
Sabah erkenden ateş emri verilir. Müthiş bir patlamanın ardından kule yerinden sökülerek devrilir. Bu anı beklemekte olan serdengeçtiler, Serdar-ı Ekrem ile beraber hücuma geçerler. Diğer birlikler de arkadan yetişirler. O gün akşama kadar hendek içinde ve kule enkazı üzerinde iki hasım kıyasıya dövüşür.
6 Şevval tarihinde vuruşma yine aynı şiddetle başlar. Öğleüstü Serdar-ı Ekrem hazretleri, Küçük Hasan Paşa ve yeniçeri kethüdası İbrahim Ağa, hep birlikte savaşmaktayken, serdarın başına bir sapan taşı gelerek ağır yaralar. Yaradan şiddetle kan akmaya başlar. Bu durumda Hüseyin Paşa, kumandayı Hasan Paşa’ya devrederek savaş alanından ayrılıp otağına çekilir. Olay esnasında savaş alanında bulunan Gaza-name yazarı, Serdar-ı Ekrem’in savaş alanında sergilediği yiğitliği şu şekilde anlatıyor:
‘’ Bu fakir râkım ul hurûf ki ol rûz-ı zafer berûze değir kerrâren serdar binefsihi cenk ettiğin müşâhede etmiş idim. Lâkin bu gün gördükte kemlâl-i şecâat ve savletin-i inâyet-i feyyâz-ı mutlak ile kuvvet ve kudretin gördüm. Kırküç metris gördüm. Yeniçeri ocağı devletiyle nice hizmet ve izzete erdim. Bunu tahkîk ve tasdik ederim ki buna mânend dilâver-i şücâan rumda değil rüzgâr-ı gaddâr (?) da gelmez. Gelecek var ise Allah bilir.’’
Velhasıl muharebe dakikadan dakikaya şiddetlenmekte, her iki taraf da gittikçe kızışmakta, var güçleriyle ateş püskürtmektedir. Aralıksız atılan toplardan ortalık ateş, duman ve gürültüden ileri gelen dehşet içinde kalmıştır.
Öğleden sonra serdengeçti ve Rumeli gazileri tabya üzerine zaferle çıkıp sancak dikerler. Savaşın en şiddetli anı tabya üzerine hücum edildiği dakikada meydana gelir. Yeniçeri ağası İbrahim Ağa, savaşın en kanlı anında ve tam ortasında bulunmakta, yalın kılıç sağa sola seğirtip, ‘’ Padişâh-ı alem penâh uğrunda ve din-i mübin yolunda can baş vermek sermâye iftihârımız ve kılıç yüzünden rûgerdân olmak murdâr-ı kâr-zâr arasında arımızdır’’ diye savaş naraları atmaktadır.
Ağa bu şekilde savaş ateşinin ortasında dolaşarak askeri harbe teşvik edip cesaret vermekteyken bir kurşuna hedef olarak şehit düşer. Na’şı meydandan alınıp ordugâha götürülür. Aynı anda yol alaybeyi de şehadet mertebesine ulaşmıştır. Bu savaştaki Osmanlı ve Venedikli kayıpları tam olarak tespit edilememiştir.
Yalnız Evliya Çelebi diyorki: ‘’ Peçperen oğlunun taburu dağıtıldı ‘’ Cilt 1 Sayfa 288
Yaralanıp otağına çekilen Serdar-ı Ekrem’in yaraları pansuman edildikten sonra bir danışma meclisi toplayarak burada şehit düşen amirlerin yerlerine yenilerinin atanmasını sağlar. Görüşme sırasında, tam ikindi vakti, Üsküp alaybeyi Kara Mustafa Paşa gelerek müjde getirir:
‘’ Eğerçi zahmet bisyâr ve müteakip bîşûmâr ile girildi, amma ilel-ân serdengeçti bayrakları ve Rumeli elviyesi (mutasarrıflık) sancakları tabiyeye urûc ve tezyin-i burûc idüp asla askerin ikdâm-ı sebâtı zelellûl bulmayup haliyen gedik başındaki asker tezelzül bulmadı. Metrisler ihfârına ihtimam edüp yerlerin vermediler ve pâların (ayak) bâlâyı burçtan ayırmadılar.’’
Serdar bu müjde üzerine paşayı armağanlarla onurlandırarak savaşla ilgili bazı hususları da müzakere ettikten sonra onu gazilerinin yanına gönderir. 6 Şevval’e denk gelen o gün savaş karşılıklı hücumlarla geçer. İki taraf askeri de ölülerin üzerinde gün boyu kahramanca savaşır. Güneş batarken Venedikliler’in cephesinde bir Arnavut, kale üzerine çıkarak beyaz bir bayrak dikerek yüksek bir sesle, ‘’ Paçe, paçe’’ diye bağırmaya başlar. Askerin hâl ve tavrından aman dilediği anlaşılmaktadır. Durum derhal Serdar-ı Ekrem’e bildirilir. Serdar da hemen kethüdası Veli Bey’i, Küçük Hasan Paşa’yı, yeniçeri kethüdası Mustafa Ağa’yı, tımar sipahilerini ve daha bazı amirleri seçerek, sulh şartlarını müzakere edip mütareke yapmak yetkisiyle oraya gönderir. Veli Bey, serdarın murahhas azası olarak görevlendirilmiş bulunmaktadır.
Osmanlı ve Venedik heyetleri bir araya gelerek uzlaşmayı hazırlarlar. Bunun ardından her iki taraftan üçer kişi karşılıklı olarak rehine verilir. O andan itibaren sulhun başladığı kabul edildiğinden kale kapıları bütün gece açık bırakılır.
7 Şevval sabahı, Osmanlı ordugâhında divan kurulur. Anlaşmanın karşılıklı olarak alınıp verilmesi ve kale anahtarlarının teslim töreni yapılacaktır. Fatihler anlaşmanın önemini dikkate alarak iki tarafında katılacağı tören için Serdar-ı Ekrem’in otağını hazırlarlar. Her iki taraf da itina ile süslenir. Şeref kıtaları otağın önündeki yerlerini alır. Çorbacılar, ihtiyarlar, dervişler ve iş erleri otağın içinde kendilerine ait makamlara yerleştirilir. Herkes heyecanlı bir sevinçle beklemeye başlar.
Kuşluk vakti elçi heyetinin kaleden çıktığı görülür. Karşılama alaylarına, teşrifat memurlarına haber verilir. Ordugâha derin bir sessizlik hakim olmuştur. Gelen heyet üyeleri otağa alınır.
Murahhas aza olduğu anlaşılan Venedikli bir subay, büyük bir olgunluk ve vakar içinde, sözle anlatılması mümkün olmayan güzellikteki zarfından sözleşmeyi çıkararak, bir gümüş tabak içine konulmuş kale anahtarları ile birlikte Serdar-ı Ekrem’e sunar ve o arada bu büyük fethin mübarek olması ve tamamlanması dileğiyle Serdar-ı Ekrem’i kutlar.
Muzaffer serdar, törenin ardından anlaşmayı okutturup genel içeriğinden herkesi haberdar eder. Daha sonra Venedikli murahhas, önceki savaşlarda esir tutulmuş olan ‘’Krotal’’ adındaki bir generalin serbest bırakılması ricasında bulunur. Paşa bu ricayı kabul ederek hemen yerine getirir. Heyet ayrıldıktan sonra, tellallar aracılığıyla sulh ve barışın kurulduğu, kalmak veya göçmek isteyenlerin hareketlerinde serbest oldukları ilan edilir. Venedikliler’in kılıç artıkları tamamen, halkın da önemli bir bölümü gemilere binerek Kandiye’ye göç ederler.
Öğleye yakın muzaffer serdar otağından çıkarak, bütün vezirler, ümera, subaylar ve diğer ileri gelenler beraberinde özel olarak hazırlanan bir alayınönünde kaleye doğru harekete geçer. Kale kapısına yanaştıkları sırada kurbanlar kesilerek kanları kapı ve duvarlara sürülür. Ardından, içeriye girilerek kale gözden geçirilir. Daha sonra kale içinde ‘’Bir dil-küşa hane ve lâtif menzil ve kâşâne’’ ye, yani oturulduğunda gönle ferahlık veren şipşirin bir köşke inerler.
Kale içindeki evler, birer birer gözden geçirilir, kale etrafını da araştırmak için ‘’arayıcılar’’ görevlendirilir. Aramalar esnasında, içinde seksen kantar barut bulunan patlamaya hazır bir lağım keşfedilip boşaltılır. Ayrıca bir çok top, silah ve diğer mühimmat da tesbit edilerek defterlere kaydedilip, mühimmatçı ve diğer sınıf subaylarına teslim edilir.
Böylece Resmo muhasarası 26 Şaban Cuma günü başlayıp 15 gün sonra 11 Ramazan Pazar günü sona ermiştir. Böylece dış kale yani Resmo kasabası fethedilmiş olur. İç kale yani Forteça Hisarı da 25 gün sonra ele geçirilmiştir. Onun fetih tarihi ise, 7 Şevval Cuma gününe rastlamaktadır.
Gazaname muharriri şu mısraı tarih olarak düşürmüştür ki, sonraları kale tamir edildiğinde, kale kapısı üzerine de yazdırıldığı nakledilir.
‘’ oldu lütf-i amîm ve feth-i kebir’’
1056 Sene

Fetihten beş gün sonra kalenin muhasara esnasında yıkılan yerlerinin Tamirine başlandı. Bu arada fetihten bir hafta sonra savaş esnasında esir alınanlardan on kadar kapudan, yirmi önemli kişi ve on cariye serdar tarafından saltanat makamına fethi müjdeleyen bir sunu olmak üzere uygun bir üslupla yazılmış mektupla güvenilir bir görevliye teslim edilerek resmi ulak beraberliğinde payitahta gönderildi. 15 Şevval.
Daha sonra öğrenildiğine göre fetih haberini getiren müjdeciler saltanat makamı tarafından olağanüstü armağanlarla ödüllendirildikleri gibi üç gün üç gece şenlik yapılmasına ve zaferin tüm Osmanlı ülkesine duyurulması için padişah buyruğu çıkarıldı.
Söz konusu kale tamiratı yapıldığı gibi, gerekli görülen noktalarda da yeni duvarlar inşa edilerek önemli berkitilmeler yapıldı.
Bu yapılanların ardından büyük hizmetleri ile fütühat tarihimizde önemli bir yer edinmiş olanlardan Rum ümerasından Hüseyin Şah Bey tarih belirtmek üzere şu beyiti yazdı:
‘’ Çünkü tecdid eyledin tamirini tarihtir,
Hamdulillah yıktın ve tamir’âbâd eyledin.’’
( Tamir ederek yenilediğin tarihtir
Elhamdülillah yıktın amma tamir ederek yeniledin.)

Tamiri ve berkitildiği bilinenlerden başka iç kale yani forteça üzerindeki büyük ve hayret uyandıran, döner merdivenle üst katlarına çıkılan sarayın tamirine başlanıldığı gibi bunun karşısındaki ‘’ kilisâ-yı atîk ( eski kilise) de zamanın hakanı Sultan İbrahim adına, beş köy de vakfedilerek camiye çevrildi.

Kasaba içinde Serdar-ı Ekrem Gazi Hüseyin Paşa adına bir büyük cami ve civarında bir medrese, bir hamam ve bir imaret meydana getirildi. Bundan başka bir hayli kilise de yıktırılarak yerlerine zaviyeler, imaretler yapıldı. Ümera ve subaylara da konaklar ayrıldı. Serdar-ı Ekrem caminde o yılın zilhiccesinin dördünde Cuma namazı kılındı.
Önemli bir sorun da fetih sonrası ordunun nerede kışlayacağına dair bir karara varılmasıydı. Çünkü bazı kumandanlar her nedense kışı geçirmek üzere Anadolu’ya gidilmesini, ilkbaharda da tekrar Girit’e dönülmesi fikrinde olup o doğrultuda bir takım gerekçeler ileri sürmekteydiler. Kamuda bu konuda oluşan bölünmeyi önlemek ve ordunun Venedik donanmasının savaş alanı olan Adalar Denizi’nde saldırıya uğrayacağı kuşkusuz olan bir tehlikenin çaresini aramak için tüm ümera ve ocak zabitleri toplanarak bir harp şurası yaptılar, kaynaklardaki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla bu doğrultuda yapılan konuşmalar sonunda Girit’te kışlanmasına oy birliği ile karar verilmişti. Bu görüşmelerden yalnız Küçük Hasan Paşa’nın şu sözleri elde edilebilmiştir:
‘’ Her ne kadar ada taşlık ve bataklık olup iaşe sorunu varsa da, bu şiddetli kış ortasında böyle kalabalık bir ordunun gemilerle götürülüp getirilmesi denizin muhalefeti nedeniyle zor olacağı gibi askerin de bu sefer esnasında baş kaldırmaları kaçınılmazdır. İslam askerinin bu gibi tehlikelerden korunması gerekir. Benim bildiğim budur.’’
Başka bilgi sahiplerinin de bu doğrultuda fikir belirttikleri yazılıdır.
‘’ Bu ada geçim kaynakları ile meşhur bir bayındır ülke olup bulundurduğu gemilerden de etraf şehirlerden de kolaylıkla erzak temin edebilir ve burada askeri kışlatmak akla en yakın olanıdır. Kahraman ordunun bu kışta kıyamette gemilerle denizden gönderilmeyip kışın ve denizin tehlikelerinden korunması gerekir. Akla uygun olan da budur. Denizle göndermek fikrinden derhal vazgeçilmelidir.
Sonuç olarak ordunun Girit’te kışlatılmasına ve ilkbaharın başlamasıyla beraber Kandiye’ye doğru askeri harekâtın başlatılmasına oy birliğiyle karar verildi. Bunun üzerine ileriye dönük olarak tedbirler alınarak bunların yerine getirilmesine bakıldı. Yeni altı aylık maaş, erzakın temini Bey gemileri ile yirmi üç adet Cezayir, Tunus ve Trablus burtonlarının kumanyası ve navlunu kesilip dağıtıldı. Bu doğrultuda hazırlanan defterin (tutanak) saltanat makamına gönderildi. Kapudan Musa Paşa da aynı zamanda Hanya’ya erzak nakli için, donanmayla Rumeli kıyılarına gönderildi.
İşler bu şekilde düzenlendikten sonra Serdar-ı Ekrem’e henüz görmemiş olduğu Milopotamu hisarını denetlemek ve gereken tahkimata karar vermek için ‘’ agavât ve hüddam’’ ( ağalar ve görevliler) ve baş imam Ramazan efendi ile Rumeli defterdarı Ahmet Paşazade Efendi’yi alarak Resmo’dan hareket ettiler. 20 Şevval.
Aynı gün içinde hisara vardılar. Serdar-ı Ekrem her tarafını denetleyerek tamire muhtaç noktaları gösterdiği gibi Venedikliler’in düşünülen tamiratı engellemek üzere yapacakları saldırıları önlemek üzere denize karşı cephede yeni bir burcun inşasını uygun görerek bu hususta gereken emir ve talimatı verdi. Öz evlâdı Sipahi İbrahim Bey’e de bölük ağaları ile beraber işi gözetme görevi verdi. Hisarın koruması olarak da İçel sancağı mutasarrıfı Sağır Mustafa Paşa’yı kendi sancağının askeri ile bırakarak ertesi Cuma günü (12 Şevval) Resmo’ya döndüler.
Resmo’ya vardıkları gün ‘’iskemlecibaşı’’ gelerek hatt-ı hümayun, bir top samur, övünç giysisi olarak bir parlak vaşak kürkü ve bir adet parlak kabzalı kılıç getirdi.
Bu gönderilenler Resmo kalesinin kuşatıldığı haberi üzerine gönderilmiş eşyalar idi. Fetih haberini müjdeleyen serdar telhisine cevap olarak gönderilmiş hatt-ı hümayun ve padişah armağanları bu tarihten sekiz gün sonra gönderilmişti.
Şöyle ki: fethin 23.gününe denk düşen Zilkadenin ilk günü Padişahın muhasibi ( özel adamı ) serdara bir adet çifte su verilmiş çelik kılıç, altın tellerle işlenmiş samur kürk ve Küçük Hasan Paşa ile Çiftelerli Osman paşalara, yeniçeri kethüdasına, mirmiranlara, ocak ağalarına ve diğer subaylara, rütbelerine göre, övünç giysileri getirdi. Adet olduğu gibi törenle karşılanarak hatt-ı hümayun okundu ve padişah armağanları sahiplerine dağıtıldı.

GİRİT FETHİ TARİHİ
EDİTÖR:Ali Ekrem ERKAL

Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir