Girit Nasıl Kaybedildi, Sebahattin İSMAİL

Osmanlı Dönemi Girit Türk Tarihi
Cevapla
Kullanıcı avatarı
eyuphuseyin
Site Admin
Mesajlar: 6926
Kayıt: 05 Haz 2019, 22:41
Konum: İstanbul
Teşekkür etti: 1098 kez
Teşekkür edildi: 27 kez
İletişim:

Girit Nasıl Kaybedildi, Sebahattin İSMAİL

Mesaj gönderen eyuphuseyin » 25 Eyl 2019, 17:23

Girit Nasıl Kaybedildi, Sebahattin İSMAİL

Bugün Akdeniz'de, Yunanistan'a bağlı bir ada olan
ve Muğla Deveboyunu Burnu'ndan 180 km uzakta bulunan GİRİT'te yaşayan halkın
kökeninin, Finikeliler olduğu bilinmektedir.
En eski tarihlerden beri Akdeniz'de bir ticaret merkezi
olan GİRİT, önce Bizans egemenliğine geçti. 823 yılında Müslüman Araplar
tarafından fethedilen Girit, 961 yılında yeniden Bizans egemenliğine girdi.
Daha sonra Ceneviz hakimiyetine giren Girit, 15 kilo
altın karşılığında Venediklilere satıldı. Venedikliler adada katı bir Katolik
idaresi kurdu. Ortodoks kilisesini kapattı.
Türkler, Girit'e ilk kez 1341 yılında ayak bastı.
1427'de Girit'e saldıran Osmanlı Donanması, bu saldırılarını 1538'de Barbaros
Hayrettin Paşa komutasında sürdürdü. 1567'de Türk akınları tekrarlandı.
1645'de Girit'i tümü ile fethetme harekatı başladı. Önceleri sadece Hanya
ve Retimno gibi şehirlerde kurulan Türk hakimiyeti, zaman içinde Kandiye
dışında tüm adaya yayıldı.
Batı, Kandiye'nin da, Türklerin eline geçmesini önlemek
için, Fransa, Malta Şövayeleri, Venedik, Almanya, İngiltere, İspanya ve
Papalığın da desteğiyle oluşturduğu bir Haçlılar Ordusu sayesinde, bu şehri
yıllarca savundu. Girit savaşı 24 yıl, 4 ay 16 gün sürdü. Venedikliler
daha fazla direnemeyerek teslim oldular. Böylece Kandiye, onbinlerce Türk
askerinin canı pahasına 27 Eylül 1669'da fethedildi. Böylece tüm Girit
kesinlikle Türk hakimiyetine girmiş oldu. Türklerin adayı Venediklilerden
alması, aynen Kıbrıs'ta olduğu gibi adada yaşayan Rumlar tarafından büyük
sevinçle karşılandı. Kapatılan Ortodoks kiliseleri açıldı.
Türkler, aynen Kıbrıs'ta yaptıkları gibi, Girit'in
boş topraklarının işlenmesi, üretimin artması, ticaret ve zanaatın gelişmesi
için adaya çiftçi ve esnaf Türk aileleri yerleştirdi. Ülkeyi yeni baştan
imar etti. Camiler, medreseler, köprüler, kütüphaneler, çeşmeler yaptı.
Ada denizcilik ve ticaret bakımından çok elverişli
olduğu için, o zaman Türk hakimiyetinde olan Yunanistan'dan birçok Yunanlı
da gelip adaya yerleşti. Girit, Türk yönetiminde gelişip zenginleşti.
İSYANLAR
1791 yılında ilk Megali-İdea haritasının çizilmesinden
ve bu hari-tanın 1796 yılında yayınlanmasından sonra Rus Çarı'nın teşvikiyle
kurulan Filiki Eterya ve Ethniki Eterya gibi örgütler, Rus ve İngiliz emperyalizminin
desteği ile yoğun isyan hazırlıklarına başlamışlardı:



Bu çerçevede 1821 yılında başlayan Yunan isyanının
etkileri, Megali İdeacı propagandistlerinin faaliyetleri sonucu, Yunanca
konuşulan ve Megali-İdea sınırları içinde gösterilen tüm bölgelerde yayılmaya
başladı.



İngiltere ve Rusya desteğindeki Megali İdeacıların
başlattığı isyanın başarılı olmasından sonra, Yunanlı yayılmacılar bu kez
gözlerini Ege adaları ile Kıbrıs'a diktiler.



Bilindiği gibi Yunan isyanının başladığı 1821 yılında,
Kıbrıs'ta da Başpiskopos Kiprianos yönetiminde "tüm Türkleri katletmeyi
hedef-leyen" bir isyan girişimi ortaya çıkarılmıştı. Dönemin Valisi Küçük
Mehmet'in isyan girişimini erken haber alarak başta Kiprianos olmak üzere,
ayaklanmanın elebaşlarını tutuklaması, bir kısmını idam edip, bir kısmını
da adadan sürmesi, Kıbrıs'taki Enosis faaliyetlerini İngiliz yönetiminin
başlangıcına kadar durdurmuştu.



Girit'e yönelik Yunan propagandası da, enosis (ilhak)
teması üzerinde yürütülmüştü.



1760 yılında Girit'te 200.000 Müslümana karşı 60
bin Hıristiyan yaşamaktaydı.



İlk Girit isyanı 1770 yılında Rusların tahrikleri
sonucu başladı ancak isyan kısa sürede bastırıldı.



1821 Yunan isyanına paralel olarak Girit'te yeni
bir ayaklanma başladı. Bu isyan sırasında binlerce Türk ve Müslüman katledildi.



İsyan, 1825 yılında 60 gemi ve 16 bin askerle adaya
gelen İbrahim Paşa tarafından bastırıldı.



Mora ve Girit isyanlarının bastırılmasından sonra
Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini isteyen Rus-İngiliz ve Fransız donanmaları,
savaş ilan etmeden ani bir baskınla, Navarin'de Türk donanmasına saldırdılar.
1827 yılında gerçekleştirilen bu saldırıda 57 Türk gemisi batırıldı, 8000
asker öldürüldü.



Bunun ardından 8 Mayıs 1828'de Rusya, Osmanlılara
savaş ilan etti. Savaş sonunda 1830 yılında imzalanan Londra protokolü
ile Batılı devletlerin himayesinde Bağımsız Yunanistan kuruldu.



Hemen sonra Girit'te ayaklanma başlatıldı. İlhak
amaçlı isyan kısa sürede bastırılmasına karşın, 1841 yılında yeni bir isyan
başladı. Bu isyanın da bastırılmasından sonra, bu kez 1859 yılında enosis
amaçlı yeni bir ayaklanma çıktı; ancak bu da bastırıldı. Bütün bu isyanlarda
perde gerisindeki kışkırtıcı güç İngiltere, Rusya, Fransa desteğindeki
Yunanistan'dı.



ENOSİS’İN İLANI
1864 yılında İngiltere tarafından Yedi Ada'nın Yunanistan'a
ve-rilmesinden sonra, enosis hevesleri artan Girit Rumları, Yunanistan,
Rusya, İngiltere ve Fransa'dan gördükleri silah ve para yardımına güvenerek,
1866 yılında yeniden ayaklandılar.
Bu sırada Batılı devletler bugün aynen Kıbrıs için
yaptıkları gibi konuyu bir Avrupa sorunu haline getirdiler. Batı basınında
Osmanlılar aleyhinde yazılar yayınlanmaya başladı. Batılı devletleri, Osmanlı
devletine protesto notaları vermek için sıraya girdiler.
Bugün hepsi de BM Güvenlik Konseyi'nde karşımızda
olan Rusya, İngiltere ve Fransa'nın desteğine güvenen Girit Rumları, Yunanistan'dan
aldıkları güçle 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazası müslümanlarını kılıçtan
geçirdiler.
Batılı ülkelerin bu katliam karşısında kılları bile
kıpırdamadı. Buna güvenen ada Rumları topladıkları bir Meclis aracılığı
ile 2 Eylül 1866'da enosisi ilan ederek Girit'in, Yunanistan'a bağlandığını
açıkladılar.
Bu esnada Girit'te 16 tabur Türk askeri olmasına
karşın, Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin müdahalesinden çekindiği
için bu askerleri kullanmadı.
Bu durumdan daha da cesaretlenen Girit Rumları, Hacı
Mihail adlı çetecinin başkanlığında 12 bin kişilik bir kuvvet oluşturarak,
Türk halkını katletmeye, etrafı yakıp yıkmaya başladılar. Bu sırada Yunanistan
da aynen, Albay Grivas'ı Kıbrıs'a gönderdiği gibi, Albay Koreneos adlı
bir gerilla uzmanını ve birçok Yunanlı subayı Girit'e göndererek, çetecileri
organize etti. Yunan gemileri adaya silah ve cephane taşımaya başladı.
Barbarlık derecesine varan katliamlardan kaçan Türkler,
Kandiya kalesine sığınmaya başladı. Eylül 1866 sonunda kaleye sığınanların
sayısı 50 bini bulmuştu. Bu arada 60 bin civarında Türk ise Anadolu'ya
göç etmişti.
Bu gelişmeler karşısında artık daha fazla suskun
kalmayan Osmanlı Devleti, Yunanistan'a bir protesto notası vererek, 40
bin askerini Girit'e gönderdi. Bu arada Yunanistan'dan yapılan silah, cephane,
gönüllü sevkini durdurmak için adayı donanma ile ablukaya aldı. Batılıları
kızdırmamak için ilk aylar sertlikle değil, yumuşak yöntemlerle çetecileri
durdurmaya çalışan Osmanlı Devleti, 1866 yılı sonuna doğru sert önlemlere
başvurarak ayaklanmayı bastırdı.












GİRİT’E MUHTARİYET VERİLİYOR





1867'de Fransız amiral Simon komutasındaki Fransa
donanması, dağlara kaçan çetecileri adadan kaçırmak için Girit'e geldi.
Diğer yandan Fransa ve Rusya, Girit'te plebisit yapılması için Osmanlılara
baskı yapmaya başladılar. Osmanlı Devleti bu baskılar karşısında, 6 Ekim
1867'de Girit'e muhtariyet vermeyi kararlaştırdı. Rumlar ise bunu kabul
etmeyip enosis istediler.



Bu arada, halktan vergi toplanmasına son veren Osmanlı
yönetimi, Müslüman ve Hristiyanların eşit şekilde katılacağı bir yerel
yönetim oluşturdu.



Yunanistan ise ada halkının Osmanlı Devleti ile ilişkilerini
düzeltmesini önlemek için yeni tahriklerde bulunmaya ve dağılan çeteleri
yeniden organize etmeye başladı.



Satın aldığı 3 gemiye ENOSİS, GİRİT, HELEN isimlerini
veren Yunanistan'ın yeni isyan hazırlıkları karşısında padişah, 11 Aralık
1868'de bu ülkeye sert bir nota vererek, tahriklerine son vermemesi halinde
tüm ilişkilerini keseceğini bildirdi.



Yunan tahriklerinin sürmesi üzerine iki ülke arasındaki
diplomatik ilişkiler kesildi.



Ocak 1868'de ise Girit'te idari ve adli yapıda yeni
reformlar yapıldı.



İsyanın basıtılmasına karşın, başta Fransa olmak
üzere Batılı devletlerin baskılarına boyun eğen Osmanlı Devleti, Şubat
1869'da Girit sorunu hakkında Paris Konferansı diye bir konferans toplanmasını
ve bu konferansa katılmayı kabul etti.



Konferansın 18 Şubat 1869'da aldığı kararlara göre,
Yunanistan ile Osmanlılar arasında yeniden diplomatik ilişkiler kuruldu
ve Girit'e verilen muhtariyet, Batılı devletler tarafından biraz daha genişletildi.
Ne ki, Batılı devletlerin baskıları bitmek bilmedi. Ba?ta Fransa olmak
üzere Avrupalı devletler, muhtar idarenin başına bir Rumun getiril-mesini
istemekteydiler.



Ekim 1878'de varılan bir anlaşmaya göre adanın valisinin
bir Rum olması kabul edildi. 1960'da aynen Kıbrıs'ta kabul edildiği gibi,
Vali muavini de bir Türk olacaktı.



Yine 1960 anlaşmalarında olduğu gibi Meclis'teki
Türk oranı da yaklaşık Rumların üçte biri olacaktı. Buna göre Meclis'te
80 Rum üyeye karşılık, 30 Türk üye bulunacaktı.



Türkçe yanında Rumca da resmi dil olacak, cinayetler
işleyen isyancılar için af ilan edilecek ve ada gelirleri ikiye bölünecekti.



Batılı devletlerin baskıları ile getirilen bu düzen
ancak 10 yıl yaşayabildi.



Bu süre içinde ada Rumları, Kıbrıs'ta 1974 öncesinde
Makariosçular ve Grivasçılar olarak görülen bölünmenin bir benzeri olarak,
muhafazakarlar ve liberaller olarak ikiye bölündüler.



İki grup arasında çıkan çatışmaları gerekçe gösteren
Yunanistan 1889 yılında Enosisçileri desteklemek için müdahale hazırlıklarına
başladı.



Saldırıların Türklere yönelmesi üzerine adaya 40
bin asker gönderen Osmanlı yönetimi, ayaklanmayı bastırdı.



Ayaklanmanın bastırılmasından sonra çeşitli önlemler
alan Osmanlı yönetimi, 1 Aralık 1889'da Girit Meclisi'ni tatil etti.



1895 yılında Osmanlı Devleti'nin çeşitli iç ve dış
sorunlarını fırsat bilen Yunanistan, Girit Rumlarını ENOSİS için yeniden
ayaklanmaya teşvik etti.



Osmanlı Devleti, 1895 sonbaharında başlayan ayaklanmayı
bastırmak için uğraşırken, Yunanistan, ada Rumlarının istekleri yerine
getirilmediği takdirde müdahale edeceğini açıkladı.



Osmanlı devletinin ayaklanmayı bastırmak üzere olduğunu
gören Batılı devletler olaya müdahale ederek, GİRİT için bir reform paketi
hazırladılar.



Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin baskılarına karşı
daha fazla direnemeyerek, Batı tarafından hazırlanan önerileri 4 Eylül
1896'da kabul etti.



Yapılan reformları fırsat bilen Enosisçi Rumlar kısa
sürede toparlanarak, 1897 Ocak ayında yeni bir ayaklanma başlattılar. Ocak
ayının 28'inden başlayarak 15 gün devam eden katliamda binlerce Türk kadını,
çocuğu, genci, yaşlısı vahşice katledilerek tuğla fırınlarında yakıldı.
Sikya ve Etya köyleri Türkleri toptan katledildi (1974'de Atlılar-Muratağa-Sandallar
katliamları gibi). Bu Enosisçi hareketin gerisindeki esas güç olan Yunanistan,
10 Şubat 1897'de donanmasını Girit'e gönderdi. 14 Şubat'ta karaya çıkan
Albay Vassos komutasındaki Yunan birlikleri adayı Yunanistan'a ilhak için
işgale başladı. Batılı devletler ise Osmanlı Devleti'nden Girit'e asker
göndermemesi ricasında bulundular. Buna karşılık Girit'te bulunan askerlerinin
Müslüman halkı koruyacakları konusunda söz verdiler. Ancak bu sözlerini
tutmayacaklar ve adadaki Türk halkının katledilmesine seyirci kalacaklardı.



Bu arada Osmanlı Devleti'nin harekete geçmesini önlemek
isteyen Batılı devletler, Girit'e tam bir muhtariyet verilmesi için padişaha
baskı yaptılar. Buna karşılık adanın hiçbir zaman Yunanistan'a bağlanmayacağına
dair güvence verdiler. Bu konuda verdikleri güvenceyi sağlamak için İngiltere,
Fransa, Rusya, İtalya askerleri de Girit'e üsleneceklerdi. Bu çerçevede
18 Aralık 1897'de Batılı devletler Girit'e özerklik verdiler. Böylece Türkler,
1897 savaşını kazanmalarına karşın Girit'i kaybetti.



Bir padişah fermanı olarak yayınlanan Haleba Mukavelenamesine
göre 80 üyeden oluşan bir meclis olacaktı. Bu meclisin 49 üyesi Hristiyan,
31 üyesi de Türk olacaktı. Rum bölgelerini Rum kaymakamlar yönetecekti.
Vali, Rum olduğunda muavini Türk, vali Türk olduğunda muavini Rum olacaktı.
Meclis ve mahkemelerde konuşmalar Rumca olacaktı. Jandarmaya Rumlar da
alınacak ve Rumlar da subay ve astsubay olabilecekti. Girit'te, Rumca gazeteler
yayınlana-bilecekti. Af ilan edilecek ve Rumların silahlarını yanında bulundurulmasına
izin verilecekti.












YUNAN VALİ GELİYOR





Bundan sonra Ethniki Eteriya Örgütü'nün yönetimindeki
Yunanistan'ın ana hedefi, Enosisci birini vali seçtirmekti.



İngiltere ve Rusya bu konuda yine devreye girerek,
Prens Yorgi'nin vali olarak atanmasını istedi.



İngilizlerin Rum yanlısı tutumları üzerine Kandiye
şehrinde, İngiliz askerleri ile Müslüman halk arasında çatışma çıktı. Bu
olayı bahane eden İngiltere, Osmanlı Devleti'nin adadaki askerlerini çekmesini
ve adanın İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya'nın ortak işgali altına alınması
için İstanbul üzerine büyük baskılar yaptı.



Baskılar altına gerileyen Osmanlı Devleti, Girit'ten
Türk askerlerini çekti. Durumdan yararlanan İngiltere ve Rusya, Osmanlı
Devleti'nin itirazlarına rağmen 21 Kasım 1897'de Prens Yorgi'yi Girit'e
getirterek vali yaptılar.



İngiltere, Rusya ve Fransa'nın girişimleri ve Osmanlı
Devleti'ne yaptıkları baskılar sonucu Girit'e vali yaptırılan Prens Yorgi'nin
esas amacı, enosisi gerçekleştirmekti.



Yorgi'nin Vali yapılması birinci aşamaydı.



Böylece Yunanistan ile ada Rumları hedefleri olan
enosise bir adım daha yaklaşarak, egemenlik Osmanlı Devleti'nde kalmak
koşulu ile, ada yönetimini ele geçirerek tam muhtariyet elde etmiş oldular.
Bundan sonraki adım, enosisi ilan edip, sadece kağıt üzerinde kalan Osmanlı
egemenliğine son vermekti.



Bu son adımı atmak için fırsat kollayan Girit Rumları
ile Yunanistan, bekledikleri fırsatı 1909 yılında yakaladılar.



1909'da, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini
açıklamasını fırsat bilen ada Rumları, Girit'in de Yunanistan'a ilhak edildiğini
açıkladılar. Yunanistan da ilhak kararını kabul ederek Girit'i sınırları
içine aldı.



Osmanlı Devleti, muhtar Girit yönetiminin bu kararını
protesto etti. İstanbul'da ilhak aleyhine büyük protesto gösterileri yapıldı
ama sonuç değişmedi. Adadaki Osmanlı egemenliğine dayalı muhtar idarenin
garantörü olan Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya ise, enosis girişimine
karşı çıkacakları yerde, adadaki askerlerini geri çekerek ilhakın gerçekleşmesine
olanak sağladılar.



Bu arada, Girit Muhtar Meclisi'ndeki Rum milletvekilleri,
Yunan Meclisi'ne katıldı.



13 Ekim 1912'de Balkan savaşının başlaması ile birlikte,
Ege'deki adaları bir bir ele geçiren Yunanistan, Girit'e de asker çıkararak
ilhak kararını hayata geçirdi.



Böylece Yunan isyanının başlamasından 91, ilk Girit
isyanının başlamasından (1770) 142 yıl sonra enosis gerçekleşmi? oluyordu.






BATI’NIN OYUNU





Bu sonuca ulaşılmasında başta İngiltere, Rusya, Fransa
ve İtalya olmak üzere, Batılı devletlerin büyük rolü oldu.



Batılı devletler, Osmanlı Devleti'nin zayıf anlarında
bazen yüzüne gülerek, bazen sahtekarlık yaparak, bazen de tehdit, şantaj
ve baskı yoluna başvurarak, ama her zaman Yunanlıları silahlandırarak Türklerin
üzerine saldırtmışlardır. Eğer Batı'nın bu desteği olmasaydı, onbinlerce
Türk katledilmeyecek, yüz yıllarca Türk olan topraklar Yunan işgaline uğramaycaktı.



Girit'te ayaklanmaların başlamasından ve ilhakın
gerçekleşmesinden sonra ada Türklerinin sayılarında katliamlar ve göçler
sonucu büyük düşüşler olmuştur. Bugün ise Girit'te Türk kalmamıştır.



1760'ta Girit'te 200 bin Türk, 60 bin de Rum vardı.
Göçler ve katliamlar yüzünden 40 yılda bu sayı 33 bine düştü. 1909 yılından
sonra adada kalan Türkler de öldürülmü?lerdi.












MEGALİ İDEA HEDEFLERİ





1791 yılında çizilen ve 1796 yılında basılan Megali
İdea haritasındaki hedefler yayılmacı Filiki Eteriya ve Ethniki Eteriya'nın
programını oluşturmuştur.



Bu program, ?u hedeflerin gerçekle?tirilmesini öngörmekteydi.



1. Yunanistan'ın bağımsızlığı



2. Batı-Doğu Trakya ve Selanik'in ilhakı



3. Kuzey Epir'in ilhakı



4. Ege adalarının ilhakı



5. Oniki adanın ilhakı



6. Girit'in ve Rodos'un ilhakı



7. Batı Anadolu'nun ilhakı



8. Kıbrıs'ın ilhakı



9. İmroz ve Bozcaada'nın ilhakı



10. Pontus Rum Devleti'nin kurulması



11. İstanbul'un işgal edilerek Bizans İmparatorluğu'nun
kurulması.



Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 30 Aralık 1918'de
Paris'te toplanan Barış Konferansı'na bir muhtıra veren Yunan Başbakanı
Venizelos da, Kuzey Epir, Trakya, Batı Anadolu, Rodos, Oniki Ada ve Kıbrıs'ın
Yunanistan'a verilmesi ve Pontus Rum Devleti'nin kurulmasını istiyordu.



O günlerden bu yana Yunanistan, Megali İdea hedefleri
içinde bulunan birçok toprağı ele geçirdi.



1829'da Mora'yı



1864'de Yedi Ada'yı



1881'de Teselya'yı



1897'de fiili olarak, 1913'de hukuken Girit'i



Balkan Savaşı sonunda Ege Adaları'nı, Makedonya'yı,
Epir'i (Yanya)



1.Dünya Savaşı sonunda



- Trakya'yı, Dedeağacı, (Lozan anlaşması ile Doğu
Trakya'yı geri aldık)



2. Dünya Savaşı sonunda



- Oniki Adayı



(Kıbrıs'ın bir bölümü 1974'de kurtarıldı).



- Ege'de deniz ve hava kontrolu fiilen gasbedildi.
Kıta sahanlığı ve FIR hattı tartışmaları var.



Yunanistan 1830'da bağımsız olduğunda nüfusu 1 milyondan
azdı. Yüzölçümü ise 50 bin kilometrekare idi. Yüzyıldan az sürede, Türkler
aleyhine genişlettiği topraklarını 3 kat büyütmüştür.



Tamamı ile İngiltere, Rusya ve Fransa'nın politik-askeri
desteğiyle sağlanan bu yayılmanın şimdiki hedefi KKTC'dir.



Ve, tarihi boyunca Yunanistan'a arka çıkıp, bu devletin
yayılma stratejisine destek veren Rusya, İngiltere ve Fransa, bugün BM
Güvenlik Konseyi'nin üyesidirler. Üstelik kendilerine ABD gibi, Türk düşmanı
lobilerin çok etkin olduğu bir ülke de katılmıştır.



Oynanan oyun, Girit oyunudur.



1963'de yapılamayan şimdi yapılmak istenmektedir.



Kıbrıs'ta yapılmak istenen, önce tüm adada Rum egemenliğinde
federal bir devlet kurdurtmak, daha sonra uygun koşullar geldiği zaman,
Rum çoğunluğun kararı ile adayı Yunanistan'a bağlamaktır.



Bu hedefleri doğrultusunda bugün Güvenlik Konseyi
üyesi olan aynı devletlerden yararlanmaktadırlar.



Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD'nin çıkarttıkları
birçok BM ve AB Kararı, bu yönde atılmış adımlardır.



Girit örneğinden ders almayıp Güvenlik Konseyi'nin,
AB'ın, ABD veya İngiltere'nin verdiği "güvencelere" inanır veya onların
baskılarına boyun eğersek, sonumuz Girit Türklerinin sonlarından farklı
olmayacaktır.



Bu senaryoyu bozacak tek olgu, iki devletli bir anla?ma
ve KKTC'nin sonsuza dek yaşatılmasıdır.



TC-KKTC Cumhurbaşkanları arasında 23 Nisan 1998 tarihinde
imzalanan Ortak Deklerasyon bunun güvencesidir.



Bu deklerasyonda belirtilen Milli politikadan geri
dönü?, Girit oyununa prim vermektir ve bu, asla gerçekle?meyecektir.















INAF Araştırma Ekim 1997 KIBRIS DOSYASI :2


GİRİT'TEN KIBRIS'A





Türkiye, Yunanistan gibi bir komşusu olduğu için
talihsiz bir ülke sayılabilir. Önce Osmanlı İmparatorluğu, daha sonra bu
İmparatorluğun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler, bütün hırçınlığına
ve düşmanca davranışlarına rağmen Yunanistan'a karşı daima hoşgörülü davranmış,
ona dostluk eli uzatmış, ama o, bu eli hiçbir zaman sıkmamıştır.



Yunanistan hakkında doğru bir değerlendirme yapabilmemiz
için önce, "Yunanlı'nın kim olduğunu, ne olduğunu?" bilmek gerekir.



"Yunanlı" dendiği zaman bir Avrupalı ya da Amerikalı'nın
aklına ilk gelen "Eski Yunan medeniyeti ve soyluluğu" oluyor. Oysa Yunanlı
Tarihçi Paparigopulos, çağımız Yunanlıları'nı şöyle belirler:



"Gerçek Yunanlılar, Milattan Sonra 146'da, Romalılar'ın,
Korent'i işgal ve tahrip etmeleriyle yeryüzünden silinmişlerdir. Milattan
Sonra 6. Yüzyılda, Kuzeyden ve Batıdan, Yunan Yarımadasına akan "Slav",
"Arnavut" ve "Ulah"lar bu topraklara yayılarak yerleşmişler ve "Yeni Yunanistan"ı
yaratmışlardır."



İşte bugün dünya sahnesinde, "Soylu Yunanlı"ların
torunları olduklarını iddia eden "Yeni Yunanlı"lar melezleşmiş bir ırkın
torunlarıdır.



"Yeni Yunanlı"ları yaratan, Çarlık Rusya’sıdır. Rusya,
Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak için Ortodoks Kilisesini kullanarak
İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Osmanlı vatandaşı Ortodoks halkı,
kilise kanalıyla örgütlemiş, devlete karşı isyana teşvik etmiştir.



Yunanistan her fırsatta, Rumların, Makedonların,
Giritlilerin, Ege Adaları ile Korfu’da yaşayan halkın ve daha birçok milletin
Yunan kökenli olduğunu öne sürerek bu insanların yaşadıkları topraklar
üzerinde hak iddia etmiştir ve etmektedir. Hiçbir hakkı olmadığı halde
değişik kökenli insanların bir bölümü binlerce yıl üzerinde yaşadıkları
toprakları oldu bittilerle sınırlarına katmıştır.



Bu Yunanlılaştırma hareketinde ise, 19. Yüzyılda
"Ellenizm"in Avrupa ve Rusya'daki yaratıcıları ile Ortodoks Kilisesinin
rolü büyük olmuştur.



Yunanistan'ı yönetenler her dönemde, "Büyük Yunanistan"ı
yaratmak amacıyla Balkanlar'da ve Anadolu'da Ortodoks Kilisesi’ni amaçlarına
alet etmişlerdir.



Yunanistan, bir Krallık olarak sahneye çıktıktan
sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve Ortodoks dininden
olan her Osmanlı vatandaşına Kilisenin zoru ve Konsoloslukları kanalıyla
Yunan pasaportu vermiş ve bu pasaporta sahip olanları Yunanlı saymıştır.



Giritlilere gelince, Girit Adası insanları kendilerini
hiçbir zaman bir Yunanlı gibi hissetmemişler ve Yunanistan'ı bir işgalci
olarak kabul etmişlerdir. Onların tek arzuları Yunan boyundurluğundan kurtulup,
bağımsız bir devlet olarak yaşamaktır.



"Yeni Yunanlı"ların psikolojik yapısına gelince.
Yunanlı Teorisyen Vezanis, günümüzün Yunanlı'sını şöyle tanıtır:



"Yunan Filotimo'su (onuru) her?eyden çok kendimize
saygı duymamız anlamına gelir. Başka hiçkimsenin bizden üstün olabileceğini
kabul edemeyiz. Bu bizi alındırır ve bizden üstün olanları hiçbir şe-kilde
affedemeyiz. Bize karşı her türlü üstünlüğü yok etmek için, onurluluğumuzun
içine düşmanlık ve bilgiçlik girer. Asıl inanılmaz olan, yalancılığın her
yanımızı sarmış olmasıdır. Her şeye karşı süphe duyarız. İşimize gelmeyen
herşey bizim için yalandır. Karşımızdakinin dürüst ve iyi niyetli olduğunu
hiçbir zaman kabul etmeyiz. Kabul eden olsa bile onu "aptal" hatta "hain"
ilan ederiz."



Her Yunanlının yaşamında iki yüzü vardır. Bunlar,
gerçek dünya ile düşler dünyasıdır. Gerçek dünya, onun bedeni ile yaşadığı
dünyadır. Hayal dünyası ise "Elenizm"in ölçüleri içinde yaratılan yaşamıdır.



Yunanlı, herkesin içinde yaşadığı ve bildiği olayları
göz göre göre kabul etmeyip, böyle bir şeyin hiçbir zaman olmadığını iddia
edebilecek bir yapıya sahiptir. Yunan hayranı olarak tanınan İngiliz şair
Lord Byron bile onları bir kitabında "Yunan milleti, gerçeği kavrama yeteneğinden
yoksundur." şeklinde tanımlamıştır.



Yunanistan 1832'de bir Krallık olarak dünya üzerindeki
yerini aldığı zaman sınırlarının yüzölçümü, 47.516 Km2'lik bir alanı kapsıyordu.
Bugünkü sınırları ise, 131.990 Km2'dir. Bütün bu topraklar bir damla Yunan
kanı dökülmeden diplomatik entrikalarla ele geçirmiş, adeta gasp etmiştir.



Bugün Yunanıstan'ı oluşturan toprakların, Korfu Adası
hariç, tümü bir Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'na aitti.



Yunan Krallığı'nın kurulması için Londra'da imzalanan
protokolde, Osmanlı İmparatorluğu ile Yunan Krallığı arasındaki sınırlar
belirlenmiş olduğu halde, Yunanlılar daha ilk kuruluş yıllarında yarattıkları
sınır olayları ile Osmanlı İmparatorluğu'na ve dolayısıyla Türk milletine
ciddi problemler yaratmışlardır.



Böylece Türkler 450 yıl üzerinde yaşadıkları toprakları,
kurulan Yunan Krallığı'na terkedip gitmek zorunda kalmışlardı ama, "Yunan
Varlığı"nın sahneye çıkmasıyla, bir bela halini alan problemleri bitmemiş,
bilakis artmış, tırmanmış ve bir çıkmaza girerek bugünkü duruma gelinmi?tir.



Yunan Devleti'nin kuruluşundan bu yana tam 177 yıl
geçtiği halde Yunanlıların Türklere karşı hislerinde en ufak bir değişiklik
olmadı. 1919'da "Büyük Yunanistan"ı yaratmak için Anadolu'yu işgal etmeye
teşebbüs eden Yunanlılar'ın, hamile Türk kadınlarını süngüleyerek doğmamış
yavrularını karınlarında öldürürken, "Bir Türk piçini doğmadan öldürdük.."
diye naralar attıklarına tanık olanlardan hala yaşıyanlar var. 1974'den
önce aynı "Yunan Barbarlığı" Kıbrıs Adası'nda da yaşandı.



1963-1974 yılları arasında Kıbrıs'ta yaşananlar ile
Girit'in Yunan topraklarına alınması sürecinde yaşanmış olaylar arasında
büyük benzerlikler vardır. Kıbrıs'ta da, Türk oldukları için kadın, çocuk,
ihtiyar ayırt edilmeden yüzlerce kişiyi acımasızca öldüren, sonra da üzerleri-ne
benzin döküp yakanların başında Yunanlı subayların bulunduğunu bütün dünya
biliyor. Bunlar İnsanlık tarihine mal olmuş acı olaylardır.



Yunanistan, 1840 yılının başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun
bir parçası olan Girit Adası'nı da sınırlarının içine almak amacıyla hazırlık
yapmaya başlamıştı. Atina'daki Osmanlı Elçisi Musuros, Yunan Hükümeti'nin
Girit'te başlattığı ayaklanmaya katılmaları için Ada'ya gizlice asker ve
silah yolladığını ortaya çıkararak bu durumu protesto etmi?ti. Yunan Dışişleri,
Türk elçisinin protestosunu kabul etmemiş, iddiayı asılsız olarak nitelemişti.



Oysa, Yunan milli ar?ivinde bulunan bir belgede,
20 Haziran 1841 günü Poros Adasındaki deniz üssünden 2.000 adet silah ile
1035 okka barut çalındığı belirtilmektedir. Yıllar sonra çalınan bu malzemenin
Girit'e gönderildiği gerçeği ortaya çıkmıştır.



Bunun bir tekrarı 1956'da kaydedildi. Yunanistan'ın
eski Dışişleri Bakanlarından Evangelos Averof, "Kaybolmuş Fırsatlar" adlı
kitabında, 1956'da Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Yunan Hükümeti'nin
Kıbrıs'ta EOKA terör örgütünü nasıl beslediğini, Türkler'i ve İngiliz-ler'i
öldürmeleri için hangi yollardan silah verdiğini, "Birleşmiş Milletler"i
nasıl kandırdıklarını, kelimesi kelimesine şöyle anlatır:



"1956 yılı başlarında Andreas Azinas ile Makarios'un
yakın çevresinden Papaz Papamiltiyadis'in kızı Marula, Atina'ya gelerek
yerleştiler. Bunlar, Kıbrıs'a gönderilecek silah ve cephaneyi sağlayacak
ekibi oluşturacaklardı. Bütün bu operasyonun en güç yanı, gizlilik konusunda
gösterdiğim hassasiyet ve ısrarımdı. Kıbrıs'a gönderilen silahların kaynağının
tesbit edilmesi halinde doğacak en ufak bir şüphenin ortalığı karıştıracağını
bildiğim için, böyle bir durumda, sevkiyatın derhal anında durdurulmasında
ısrar ediyordum. KIBRIS'A SİLAH GÖNDERDİĞİMİZİN ÖĞRENİLMESİ, BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER’İN, KAPILARINI YUNANİSTAN'A VE KIBRIS'A KAPATMASI DEMEKTİ Yasal
olmayan yollardan silah sağlamak kolay birşey değildi. Bu silah ve cephanelerin,
ordu depolarından gizlice alınması mümkün olamazdı. General Grivas'ın,
(Kıbrıs'ta EOKA terör örgütünü kuran Yunan subayı) Azinas'a tanıştırdığı
üç subay bu operasyonda çok önemli rol oynamışlardı. Bunlar Albay Eksindaris,
Binbaşı Gramatikos ve Yüzbaşı Stavros'dan kurulu bir hücreydi. BU ÜÇ YUNAN
SUBAYI ELLERİNDEKİ OLANAKLARI KULLANARAK YUNAN ORDUSUNUN YENİ SİLAHLARINI
KULLANILMIŞ MİADI DOLMUŞ, CEPHANELERİ DE YAKILMIŞ GÖSTEREREK KA-YITLARDAN
DÜŞÜRMEK SURETİYLE KIBRIS'A GÖNDERMESİ İÇİN AZINAS'A TESLİM EDİYORLARDI."



Yunanistan, ordusuna ait silahları "çalınmış" ya
da "hurdaya" çıkmış göstererek, 1841'de Girit Adası'na olduğu gibi 1956'da
da Kıbrıs Adası'na, Türkler'i öldürmeleri için gizlice kurduğu, terör örgütlerine
göndermişti. Bugün ise yıl 1997, Yunanistan gene aynı oyunu yeni bir görünümle
sürdürmeye devam ediyor. Atina bu kez dünya'yı "silahlar çalındı", "hurdaya
çıktı" şeklinde değil de, "Güney Kıbrıs Rum Toplumuna eski silahlarımızı
sattık, Kıbrıs’a gidenler paralı askerlerdir" şeklinde kandırıyor. Bu görünüm
altında Yunanlılar, Kıbrıs'a, Türkler'e karşı kullanmaları için 50 Adet
AMX tank'ı, "Leonidas" zırhlı araçları ve daha başka silah ve cephane gönderdiler.
Kısacası, devlet olarak dünya üzerinde yerini aldığından bu yana 163 yıl
geçmiş olmasına rağmen Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik melanetlerinde
değişen birşey yok, dün ne ise bugün de aynı, hatta daha da tırmanarak
bu kirli oyunlarını sürdürmeye devam ediyor.



Biz şimdi tekrar 1841'e dönelim. Osmanlı Hükümeti,
Yunanlılar'ın Girit Adasında yaşayan Ortodokslar'ı ayaklandırmak için silahlandırdığını
öğrenince, Ada'daki Türkler'i korumak için asker yolladı.



Atina'nın dayanılmaz tahriklerine rağmen, Türk tarafı
serinkanlılığını kaybetmemeye çalışıyordu. O devrin büyük devletleri bir
patlamanın her an yaklaşmakta olduğunu sezmişler, ipin ucunu fazla çekmemesi
için Yunanistan'a baskı yapmaya başlamışlardı. Tıpkı bugün olduğu gibi..
Yunanlı politikacıların Arnavutluk, Makedonya, Ege ve Kıbrıs'a yönelik
akıl almaz davranı?ları, bugün de Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği,
ABD ve dünya üzerinde söz sahibi ülkeler tarafından hoş karşılanmıyor,
sık sık kendilerini toparlamaları ve saldırganlığı bırakmaları için ısrarla
uyarılıyorlar.



Avusturya ve İngiliz elçileri, Yunanlı Bakan'ın önüne,
Girit'e hangi tarihte, sivil kıyafetle kaç subay ve asker ile ne kadar
silah ve cephane yolladıklarını gösteren belgeleri koyuvermişlerdi. Yunan
Kral'ı buna rağmen "Yabancı dostlarımız bizi korurlar," inancıyla Girit'e
asker yollamaya devam etmişti. Girit'teki Yunan Konsolosluğu ihtilalcilerin
karargahı durumundaydı.



Yunanistan, Girit'te olduğu gibi Kıbrıs'ta da Konsoloslarını
halkı Türkler'e karşı ayaklandırmak için kullanmıştı. Yunanlı Araştırmacı-Yazar
Vasos Mathiopulos, "Kıbrıs'ı Kayıp mi Edeceğiz?" adlı kitabında bu konuya
şöyle değinir:



"1931'de Lefko?a'daki Yunan Konsolos'u Aleksi Kiru'nun
tohumlarını serptiği Enosis'in en ateşli destekleyicisi Ortodoks Kilisesiydi.
Din adamlarının parolası, `Enosis ve yalnızca Enosis' idi."



Girit'teki olayların gitgide tehlikeli boyutlara
ulaştığı günlerde Osmanlı Dışişleri Bakanı Rıfat Paşa, İstanbul'daki Yunan
Elçiliği Maslahatgüzarını çağırarak, diplomatik bir dille; "Eğer Yunanistan
bir devleti savaşa tahrik etmek istiyorsa oraya Girit'teki Konsolosu Peroğlu'nu
atasın. O, savaş başlatmak için ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor.."
demiş ve bu şekilde bir savaşın eşiğine gelindiğini imalı bir şekilde anlatmıştı.



İngiltere, önceleri Girit Adası'nın Yunanistan'a
bağlanmasına karşıydı. İlk başlarda onun politikası, Ada'nın otonom bir
devlet olarak yönetilmesi şeklindeydi. İngiltere Başbakanı Palmerston,
İstanbul'daki İngiliz Elçisine, Bağımsız Girit konusunda Osmanlı çevrelerinin
görüşünü alması için talimat vermişti. Yunanistan, İngiltere'nin Girit'in
Bağımsız bir devlet olmasını istemesini ve bu yöndeki çabalarını kızgınlıkla
karşılamıştı. Atina bu gelişmeler üzeri-ne Girit'teki Ortodoks çetecilerden,
İngilizlerden uzak durmalarını ve otonomiyi bir yana bırakarak zaman kaybetmeden
"ENOSİS"i ilan etmelerini istedi. Atina'dan gelen bu istek, çetecileri
"OTONOMİ" ve "ENOSİS" isteyenler olarak ikiye ayırmıştı.



Bu arada Yunanistan'daki muhalif partiler, Türklerin,
"Giritli kardeşlerini" zorla adaya yolladıklarını iddia ederek bunu bir
sorun haline getirince, Başbakan Koletis, siyasi muhalifleriyle takışmamak
için Türk Elçisi Musuros'a bir yazı yollayarak ondan Giritli Ortodokslar'ın
Ada'ya zorla gönderilmemelerini istedi. Bu gülünç ve sahtekarlık dolu bir
hareketti. Yunanistan bir devletti ve bu devlet sınırları içinde görev
yapan yabancı bir diplomatın, o ülkede yaşayan ve himaye edilen bir kişiyi
zorla istemediği bir yere göndermesi mümkün değildi. Bu meselenin arkasında
yatan gerçek bir Yunan diplomasi düzenbazlığıydı. Amaç, Osmanlı İmparatorluğu'na
karşı savaşmak için Atina'da toplanan Ortodoks Giritliler’in, savaş olmayınca
Girit'teki Enosisçi çetelere katılmaları için geri gönderil-melerine zemin
hazırlamaktı. Osmanlı diplomatları, Yunan yanlısı bu Giritli Ortodoks gönüllülerin
Adaya dönmeleri halinde isyancılara katılacaklarını bildikleri için, onları
zorla geri göndermeleri söz konusu değildi, aksine bunların Yunanistan'da
kalmalarını tercih ediyorlardı.



Yunanlılar'ın, "Türkler, Giritli Hristiyanları zorla
Adaya yollu-yorlar" şeklinde bir yaygara ile ortalığı ayağa kaldırmalarının
bir diğer nedeni de, Enosis'çi çetelere katılmaları için Adaya kaçak sokma
hazırlığı yaptıkları Giritliler'in yakalanmalarını ve cezalandırılmalarını
sağlayarak "Türkler, Girit Hristiyan halkına işkence ediyor, öldürüyorlar"
şeklinde bir propagandaya zemin hazırlamak ve yabancı ülkeleri Türk devletine
karşı kışkırtmaktı. Bu akıl almaz bir davranıştı. Yunanistan, Türkiye aleyhine
propaganda yapabilme uğruna, kendi adamlarını kurban etmekten kaçınmıyordu.



Yunanistan'ın, bir oldu bittiyle sınırları içine
aldığı Girit’te oynadığı oyunun bir eşini bugün Kıbrıs üzerinde oynadığını
görü-yoruz. Kıbrıs konusuna çözüm arayan Uluslararası güçler ve temsilcileri
"Kıbrıs Meselesi"nin gerçek yüzünü bilmedikleri için Yunan-Kıbrıs Rum Yönetimi'nin
sergiledikleri duygu sömürüsü ve benzeri propagandalarının etkisi altında
kalarak, Kıbrıs Adası'na bir Yunan Adası gözüyle bakmaya meyilli gözüküyorlar.



Oysa ipleri, Atina'nın elinde bulunan Kıbrıs Rum
Yönetimi'nin, İngiltere'ye karşı izlediği politika bir "Şantaj Diplomasi"si
şeklinde geliştiği artık çok açık bir şekilde görülüyor. Özellikle 1997
yılı başından beri Güney Kıbrıs'ta Rumlar, Adadaki İngiliz Üslerine karşı
şantaj amaçlı bir saldırı politikası izlemektedirler.



Yunanistan'ın, bugün, PKK ve "İnsan Hakları" konusunu,
Avrupa Birliği içinde kullanarak, Türkiye'yi yıpratmaya çalışması da, komşusuna
karşı sürdürdüğü "kirli diplomasi"nin bir diğer yüzüdür. Görüldüğü gibi
Türk-Yunan ilişkilerinde değişen birşey yok.



1858'de Yunanistan tarafından beslenen ve kışkırtılarak
yönlendirilen Giritli Ortodokslar, Vali Mustafa Paşa'ya baş kaldırdılar.
İsyanı bastıracak kadar askeri bulunmayan Vali, zaman kazanmak için asileri
yatıştırmaya çalışmış, İstanbul'dan asker gönderilmesini istemişti. Osmanlı
İmparatorluğu'nun Başkenti olan İstanbul'dan gelen cevap: "Problemlerimiz
yeteri kadar fazla, Girit'te olay yaratmayalım, yumuşak davranmaya gayret
edin." şeklindeydi. Hatta Mustafa Paşa görevinden alınarak, yerine yumuşak
mizaçlı bir kişi olan Sami Pa?a gönderilmi?ti.



Adada gergin hava yatışmak üzereyken, 18 Haziran
1858 gecesi bir Ortodoks Girit'li, bir Türk bakkalı öldürünce, Türk halkı
vali ko-nağının önünde toplanarak, katili linç etmek için kendilerine veril-mesini
istemişti. Jandarmalar galeyana gelen Türkleri durduramıyacaklarını anlayınca,
alelacele kurulan bir mahkeme katili idama mahkum etmişti. Bu defa Giritli
Ortodokslar kızmış, silahlarını kapıp dağa çıkmışlardı. Girit'in Yunanistan'a
bağlanmasını isteyen çeteler gene eskisi gibi Türk köylerini basarak soyuyor,
önlerine çıkan Türkleri öldürüyorlardı.



Sami Pa?a Ada'ya geldikten sonra durum biraz sakinleşmişti.
Bu arada Osmanlı Hükümeti, Hanya şehrindeki Yunan konsolosunun, Ortodoks
halkı Türklere karşı isyana teşvik ediyor gerekçesiyle geri alınmasını
istedi. Yunanlılar onu geri çekmediler yalnızca süresiz izin verdiler.



Adayı yöneten Türkler, ortalığı sakinleştirmeye çalışırlarken,
Yunanlı ajanlar ve Kilise, Ortodoks halkı kışkırtmaya devam ediyorlardı.
Yunan konsolosluğunda Girit lehçesiyle yazılmış Türkleri hedef alan bir
bildiri havayı bir anda gene elektriklendirmişti. Bu bildiride; “MÜSLÜMAN
OLAN TÜRKLERİN GİRİT ADASINDA YAŞAYABİLMELERİ İÇİN ORTODOKSLUĞU KABUL ETMELERİ,
AKSİ HALDE ADADA TEK TÜRK KALMAYINCAYA KADAR ÖLDÜRÜLECEKLERİ” belirtiliyordu.



1965'te Kıbrıs'ta da Ada Türklerine karşı bir soykırıma
girişen EOKA terör örgütünün başında bulunan Yunanlı General Grivas da
buna benzer birçok bildirilerle Ada Türklerini, EOKA çetecilerinin öldürmeleri
için birer canlı hedef haline getirmi?ti.



Yunanistan, 1860'lı yıllarda Osmanlı İmparatorluğunu
parçalamaya yönelik faaliyetlerini hızlandırmıştı. Bulgar ve Sırp gençleri,
Atina'daki Harp okulunda eğitip subay yetiştiriliyor, İtalya'dan topladığı
işsiz güçsüzleri, katil ve sabıkalı canileri paralı asker olarak Girit'e
yolluyordu. Yunan Harp Okulundan çıkan Bulgar ve Sırp su-baylarla, İtalyan
paralı askerler, Girit'te sözde bağımsızlık savaşı veren "çete"ler olarak
cinayetler işliyorlar, soygunlar yapıyorlardı.



Türk askerleri bu çetecileri yakaladıkları zaman
İtalyan, Bulgar ya da Sırp vatandaşı oldukları için, bunlarla Yunanistan
arasında bir bağlantı kurulamıyordu.



Bu gelişmeler 1860'larda kaydedilmiştir. 1997'de
ise aynı oyunun Güney Kıbrıs'ta sahnelendiğini görmekteyiz. Ada Türklerini
saf dışı bırakarak bütün Kıbrıs Adası'nı büyük bir inatla sınırları içine
alma çabası içinde bulunan Yunanistan’ın, Sırp ve Ortodoks Arnavut su-bayları
ile PKK terör örgütünün militanlarını paralı asker olarak Türklere karşı
savaşmaları için Güney Kıbrıs'a yolladığını da Güney Kıbrıs'ta görevli
bütün yabancı diplomatlar görüyor biliyorlar.



Bu gelişmeler kaydedilirken, Yunanistan'dan Girit'e
büyük bir parti silah gönderildi. Osmanlı yönetimi buna büyük tepki gösterdi
ve Atina'dan, Girit üzerindeki oyunlarına son vermesi istendi. Yunanistan’ı
yönetenler her zamanki pişkinlikleri ile "Biz barışsever bir milletiz,
Girit'e silah göndermiş değiliz, yanlışınız var." şeklinde bir açıklamada
bulunmuşlardı.



Bu açıklamadan iki gün sonra Atina, Türklerle alay
edercesine Girit'e bir parti silah daha yollamıştı.



Osmanlı devleti oynanan oyunun farkındaydı, Girit'e
savaş gemileri ve asker gönderdi. Bu müdahele sonucu isyancılar 2-3 hafta
içinde dağıtılmışlardı.



İsyan'ın bastırılmasından kısa bir süre sonra Yunanistan
gene "Panellinion" adlı gemi ile Girit'e gönüllüler, silah, cephane ve
para yolladı. Ayrıca Kralın Yaverlerinden Zervudakis ile ihtilalcileri
yeniden örgütleyecek yüksek rütbeli Yunanlı subaylar da gizlice Adaya gönderilmişlerdi.
Yunanistan'ın tüm çabalarına rağmen, Türk Kuvvetleri, ihtilali bir kez
daha bastırmış, Girit'te ihtilal yapmaya çalışan subayları yakalayarak
cezalandırmak yerine Yunanistan'a iade etmişti.



Yunanistan, "GİRİT BENZERİ" bir entrika dizisini
yıllar sonra Kıbrıs Adasında da oynamaya kalkışmış, Türkiye, bu tahrik
edici oyunu yıllarca serinkanlılıkla izlemiş, ancak Kıbrıs Türk halkının
can güvenliği söz konusu olunca 1974'de Hukuki Garantörlük hakkını kullanarak
Adayı Yunanistana bağlamak amacıyla darbe yapan Yunan subaylarına karşı
müdahelede bulunmuştur.



TÜRKİYE, YUNANİSTAN'IN KIBRIS ADASI ÜZERİNDEKİ EMELLERİNİ
ÇOK İYİ BİLMEKTE VE YENİ BİR "GİRİT OLAYI"NIN YAŞANMAMASI İÇİN BUGÜN ÇOK
HASSAS VE KARARLI DAVRANMAKTADIR.



Yunan Kralı, Girit fiyaskosunun faturasını, dönemin
Başbakanına ödetmiş onu azlederek yerine Kumuduros'u getirmişti. Yeni Başbakan
kurduğu hükümet'te "Meğali İdea"cı olarak tanınan politikacılara özellikle
yer vermişti. Bu yeni Hükümetin aldığı ilk karar Girit İhtilalcilerine
destek vermek için bir yardım kampanyası açmak olmuştu. Dış ülkelerde yaşayan
Yunanlılarla İstanbul'da yaşayan Osmanlı vatandaşı Rum kökenli Yunanlılardan
28 milyon drahmi toplanmıştı. Bu para ile satın alınan silahlar alelacele
Girit'e gönde-rilmişti. Ayrıca Adaya gizlice yollanan Yunanlı subaylar,
çetecileri yeniden örgütlemeye ve eğitmeye başlamışlardı.



Kumuduros'un iktidarı çok kısa sürmüştü. Kral onu
görevden aldı ve yerine Anayasa Mahkemesi'nin Başkanı olan Moraitini'yi
atadı. Yunanistan'ın Girit Adası üzerindeki tahrik edici faaliyetleri Osmanlı
yönetimini ciddi şekilde sinirlendiriyordu. Kral George, Türk tarafını
sakinleştirmek için her zaman yaptığı gibi yabancı ülkelerin elçile-rine
sığınıyor, Yunanistan'ı Türklerden korumalarını istiyordu.



NE GARİPTİR Kİ ŞİMDİ DE YUNANİSTAN BAŞBAKANI, TÜRKİYE'Yİ
HEM TAHRİK EDİYOR, HEM DE TÜRKİYE'NİN YUNANİSTAN'A SALDIRACAĞINI İDDİA
EDEREK, DÜNYAYI AYAKLANDIRIYOR, ONLARDAN YUNANİSTAN'I TÜRK TEHLİKESİNDEN
KORUMALARINI İSTİYOR.



Yunan Parlamentosu, politikacı olmadığı için Moraitini'ye
güvenoyu vermedi, bu yüzden hükümeti kurma görevi Vulgaris'e ve-rildi.



Vulgaris, Girit konusunu bir politika malzemesi olarak
kullandığı halde, bunun kendisine problemler yaratacağını da çok iyi biliyordu.
Hükümetin Dışişleri Bakanı Deliyanis ise onun aksine, Girit'teki ihtilalin
körüklenerek, Türk tarafı için “KANAYAN YARA” haline geti-rilmesi gerektiğini
meclis konuşmalarında tekrarlayıp duruyordu.



Yıllar sonra 1974'de Yunanlılar, Türk müdahalesi
yüzünden Kıbrıs'ı sınırları içine alamayınca ülkenin Başbakanı Konstantin
Karamanlis aynı yılın sonlarında Selanik Fuarının açılışında yaptığı bir
konuşmada kelimesi kelimesine "KIBRIS'I, TÜRKİYE'YE KANAYAN BİR YARA HALİNE
GETİRECEĞİZ" demişti.



Başbakan Vulgaris, şimşekleri üzerinden atmak için
Girit konusunda Dışişleri Bakanı Deliyanis'e geniş yetki tanımıştı. Yeni
Yunan Hükümeti iktidara gelir gelmez Girit konusunda Osmanlı devletini
tahrik edici faaliyetlerin içine girince, Türk tarafı 29 Kasım 1868'de
Yunan Hükümetine bir Nota verdi. Notada “5 gün içinde, Girit'teki çetelerin
dağıtılması, Yunan subaylarının geri alınarak cezalandırılmaları, ayrıca
bir daha Girit'te Türk devletine karşı eylem düzenlenmeyeceği konusunda
söz verilmesi” isteniyordu.



20 Ocak 1869'da, Büyük devletler Türk-Yunan ilişkilerindeki
gerginliği görüşmek üzere Paris'te bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda
alınan karar, “TÜRKİYE'NİN HAKLI OLDUĞU VE YUNANİSTAN'IN GİRİT KONUSUNDA
KIŞKIRTMACI OLMAKTAN KAÇINMASI GEREKTİĞİ” şeklindeydi.



Ne var ki, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu çok ciddi
problemlerle yüzyüze bulunuyordu. Balkanlar bölgesinin halkları Rusya'nın
kışkırtmalarıyla, İmparatorluğa karşı ayaklanmışlardı. Balkanlardaki isyanlar
çığ gibi yayılmıştı. Osmanlı ordusu isyanları bastırmak için birkaç cephede
birden savaşıyordu.



Osmanlı Devleti sınırlarını korumaya çalışırken,
İsviçre'nin Cenevre şehrinde bir örgüt sahneye çıkmıştı. Bu örgütün adı
"DEMOKRATİK DOĞU FEDERASYONU" idi. Örgüt Rum, Bulgar, Sırp ve Romanyalılar
tarafından kurulmuştu. Yunanlılar dikkatleri üzerlerine çekmemek için örgütte
“Rum” adı arkasında yerlerini almışlardı. Örgüte maddi destek verenler
Yunanlı ve Ermeni zenginlerdi. Örgütün amacı Balkan ülkelerinin bir Federasyon
çatısı altında toplanmalarıydı. Bu federasyon kuruluncaya kadar da örgüt
Balkan bölgesinde Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başlayan ayaklanmaları
besleyecekti.



Yunanlı politikacılar, Balkan bölgesini Türk devleti
için bir yara haline dönüştüreceklerinden, bu arada Ermeni ve Kürtlerin
de Doğu Anadolu'da ayaklanacaklarından emindiler ve bu yönde faaliyetlerde
bulunuyorlardı. Böylece Girit'i ve Anadolu'da göz diktikleri Türk topraklarını
sınırları içine alarak "Büyük Yunanistan"ı yaratacaklarına inanıyorlardı.



Ne gariptir ki, Yunanistan bugün bile yine aynı oyunu
oynamaya devam ediyor. İşte bunun en açık bir kanıtı 1995 Mart ayı sonlarında
Türkiye ve dünya basınında yayınlanan "Uluslararası İlişkiler Ajansı"nın
aşağıdaki haberidir.



"Yunanistan, Türkiye'yi Parçalamak için Güney Kıbrıs'ı
Üs Olarak Kullanıyor" başlıklı haberin tam metni şöyledir:



"Güney Kıbrıs'ı Türkiye'ye yönelik yıkıcı faaliyetlerin
üssü haline getiren Yunanistan, Lefkoşa'da Türkiye'yi parçalamayı hedef
alan bir toplantı düzenledi. "KÜÇÜK ASYA HALKLARI TOPLANTISI" adını taşıyan
bu toplantının amacının, Türkiye Cumhuriyetini 47 parçaya bölmek olduğu
ilan edildi.



Türkiye'den suç i?leyerek kaçan Ermeni, Kürt, Suriyeli,
Arap ve Komünist teröristleri Atina'da toplayıp, Türkiye'deki bağımsızlık
hareketlerinin temsilcileri olarak Güney Kıbrıs'a götüren Yunanlılar'ın
başında bulunan iki isim dikkati çekiyor. Bunlardan biri kendisini PKK'nın
çete başı çocuk katili Abdullah Öcalan'ın Yunanistan'daki temsilcisi olarak
tanıtan Yunanlı Emekli Amiral Andonis Naksakis ile, Yunanistan'da iktidarda
bulunan Sosyalist PASOK Partisi'nin Merkez Komitesi üyesi Mihalis Haralambidis'dir.



Toplantının bir diğer ilginç yanı da sözde parçalanacak
Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde kurulacak hayali Rum, Kürt, Arap,
Ermeni devletlerinin uydurma bayraklarının asılmış olmasıydı. Bu toplantıya
Yunanlı Milletvekilleri de katıldılar ve konuşmalar yaptılar. Yunan anamuhalefet
"Yeni Demokrasi" partisi milletvekili Panayotis Kamenos'un konuşması şöyleydi:
"Bugün burada toplanan bizler, Türkler'e karşı tarihte yerini alacak ortak
bir mücadeleyi başlatmak için toplanmış bulunuyoruz. Bizi birleştiren,
bütünleştiren ortak bir düşmanımız var. BU DÜŞMANIMIZ TÜRKİYE'DİR.. İşgal
edilmiş topraklarımızı Türkiye'nin elinden kurtarmak için ortak bir mücadele
başlatmamızın artık zamanı gelmiştir."



Türkiye'yi "İnsan Hakları" ve "Demokrasi" konusunda
yargılayan yabancıların adil olabilmeleri için bu gerçekleri ve "Türkiye
üzerinde oynanan oyunları" çok iyi bilmeleri gerekir.



1870'lerde Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak
toprakları üzerinde Balkan Federasyonu kurma faaliyetleri içine giren Yunanistan'ın,
1998'de Anadolu'yu parçalayarak üzerinde Kürt, Ermeni, Arap, Rum Cumhuriyetleri
Federasyonu kurmaya çalıştığını görüyoruz.



Biz gene gerilere 1870'li yıllara dönelim. Osmanlı
Ordusu Balkanlardaki ayaklanmaları bastırınca "DEMOKRATİK DOĞU FEDERASYONU"
ortadan kayboldu.



Yunanlılar hiçbirşey olmamış gibi gene Girit'te yeni
bir isyanı kışkırtmaya başladılar. 15 Eylül 1877'de, 700 kadar Giritli
silahlarıyla Atina'da tarihi stadyumda toplanarak, Girit'i Türkler'den
almak için yemin ettiler.



Bu arada Girit'teki Enosis'çi ihtilalcileri eğitecek
olan Yunan subayları da, 1878'de Pire Limanı’ndan Girit'e hareket ettiler.
Ada'da yaşayan Yunanistan yanlısı Ortodoks halk, yine yollara dökülmüş,
Türkler aleyhine gösteriler yapıyorlardı.



Silahlar patlamadan önce "Girit İhtilal Komitesi"
Osmanlı yönetimine bir mesaj yolladı. Bu mesajda, Yunan yanlısı Ortodoks
halkın, Osmanlı devletinden, adanın bağımsızlığını tanımasını, kendi yöneticilerini
kendi aralarında seçmesini kabul etmesini, Otonom yönetime yılda 500 kuruş
vergi ödemesini ve yabancı ülkelerin garantörlüğünü kabul etmelerini istiyordu.
Osmanlı Devleti bu isteklere cevap dahi vermeyince, çeteler dağa çıkıp
saldırı hazırlığı yapmaya başladılar.



Girit Adasındaki Türk Kuvvetleri'nin komutanı İstanbul'lu
bir Rum olan Adosidis Paşa idi. Adosidis Paşa Ortodoks halk'a karşı yumuşak
davranıyor, onlara yakın olmaya çalışıyordu. Bunun nedeni onlara kendisinin
de Ortodoks olması değil, onları kontrolü altında tutmak istemesi idi.
Asilerin arasında ona bilgi taşıyan ajanları vardı. Bu şekilde onların
bütün hareketlerini izleyerek önlemlerini alıyordu.



Adosidis Pa?a, ajanlarından, ihtilalcilerin “Bağımsız
Girit” görünümü ile Avrupa ülkelerinin sempatisini kazanmaya çalıştıklarını,
asıl amaçları'nın "Enosis" olduğunu öğrenmişti. Elinde bunu doğrulayacak
belgeler de vardı. Bu sayede, Yunanistan'ın kont-rolünde bulunan ihtilalciler
etkisiz hale getirildiler.



1889'un Kasım ayında Girit'teki Yunan yanlısı Ortodokslar
yine ayaklandılar. Yunanistan'ın Adaya yolladığı ajanlar, Ortodoks halkı,
kiliseyi de devreye sokarak "Enosis"i ilan etmeleri için zorlamaya başlamışlardı.
Hatta Atina'da hazırlanan bir bildiri ile Girit Ortodoks halkının kendi
iradesiyle Yunanistan'a bağlanması konusunda karar aldığını açıklamıştı.



Yunanistan, aynı oyunu 1950'de Kıbrıs'ta oynadı.
Bir oldu bitti ile kilisenin içinde düzenlenen hile dolu bir plebisitle
Adada yaşayan Ortodokslar'ın Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını istedikleri
açıklandı. Girit'te olduğu gibi, Kıbrıs'ta yaşayan Türkler, tanınmak istenmemiş,
insan yerine konmamışlardı.



Atina'da hazırlanan Girit Adasının Yunanistan'a bağlanmasıyla
ilgili açıklama üzerine, Osmanlı Devleti duruma el koymuş ve Mahmut Celalettin
Paşa'yı Adaya yollamıştı. Paşa ihtilalcilere önce yumuşak muamele etti.
Onlar ise aksine kan dökmeye başlayınca, Celalettin Paşa sertleşmek zorunda
kaldı.



Ba?bakan Trikupis, Yunanistan savaşa hazır olmadığı
için Girit ihtilalcilerini durdurdu.
Türk-Yunan ilişkilerinin 1896-1897 bölümü, Yunanlı
tarihçi Yorgo Kordatos'un "Yunan Tarihi" adlı kitabında şöyle yer alır:
"31 Mayıs 1895'de seçimleri kazanan Deliyanis Başbakan
olur olmaz, her şeyi bir yana bırakarak ülkenin çok bozuk olan ekonomik
durumunu düzeltmek için dış krediler sağlamaya ağırlık verdi. Bu arada
Doğu Anadolu'da Ermeniler'in Osmanlı Devleti'ne baş kaldırdıkları haberi
Atina'ya geldi. Bu haberin duyulmasından onbeş gün sonra Girit'teki Rumlar
gene ayaklanmışlardı.
Ermeniler Berlin Anlaşmasının 61. maddesinden kendilerine
de pay çıkararak, Anadolu'da toprak talebinde bulunuyorlardı.
Ermeni ihtilali, Avrupa'daki Türk düşmanları tarafından
bir propaganda konusu haline getirilmişti. Yunanlılar, Türkler'i dünyaya
"Barbar caniler.." olarak tanıtmaya çalışıyorlardı."
Bugün de Yunanistan'ın, Türkiye'ye yönelik yüzü aynı
çirkinliği koruyor. Değişen hiçbir şey yok. Hatta propaganda malzemesi
olarak kullanılan sözcükler bile aynı. Yunanlılar'a göre "Türkler, barbardır",
"İnsan haklarını çiğniyorlar", "Yunanistan'ı, Ege'yi, Kıbrıs'ı işgale hazırlanıyorlar.."
ve buna benzer daha bir çok hezeyanları dünyaya yayıp duruyorlar. Türkiye'yi
parçalamak, Anadolu'yu yağmalamak için PKK ve benzeri kanlı terör örgütlerini
topraklarında barındırdıkları gerçeği ortaya çıktığı zaman ise, İnsan Hakları
savunucuları olarak ortaya çıkıveriyorlar.
Osmanlı Devleti, Ermeniler'le uğraşırken, Girit'te
de bir isyanla karşı karşıya gelmek istemiyordu. Bu yüzden, kendi yöneticilerini
seçmelerı için seçim yapmalarına izin vermişti. 8 Nisan 1895'de seçimler
yapıldı. Atina, Girit'li Ortodokslar'ın yatışmasını istemiyordu. Türklere
problemler yaratmaları için onları kışkırtmayı hızlandırdı.
Girit'e dağıtılan Atina'da hızırlanmış bildirilerde
"Ermeniler Türklere karşı isyan ettiler. Bağımsızlık savaşı veriyorlar.
Giritli kardeşlerimiz siz de Türklere karşı savaşın, onları adanızdan atın."
deniliyordu.
Girit Adasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Genel Komutanı
olan İstanbul'lu gerçek Rum kökenli Karatodori Paşa, Adadaki Yunan Konsolos'u
Yennadi'nin, Ortodoks halkı isyana teşvik ettiği ortaya çıkınca, seçim
sonuçlarını iptal etti ve yönetim meclisini kapattı. 7 Mayıs 1896'da Ortodoks
halk, Yunanlı ajanların ve papazların kışkırtmalarıyla Türk askerlerine
saldırdılar, silahlar patlamaya başlayınca 12 Mayıs'ta Yunan Başbakanı
Adaya savaş gemileri göndereceklerini açıkladı. 15 Mayıs'ta Atina'da Girit
için bir miting düzenlendi. 20 Mayıs'ta yapılan daha görkemli mitingde,
Girit'in Türklerden kurtarılması için bir "Savaş Komitesi"nin kurulduğu
açıklandı. Komite'nin başına Yunanlı General Koroneos getirilmişti. Ayrıca
bir de "Giritliler Merkez Komitesi" kurulmuştu. Bu komite Girit İhtilalcilerinin
propagandasını yapacak, yardım toplayacaktı.
Yunanistan'da Girit ile ilgili örgütlenmiş faaliyetler
başlayınca, Yunanistan'ın dostu olan yabancı ülkelerden bazılarının İstanbul'daki
elçileri, Padişah Abdülhamid'e Girit'te İsyanı bastıran Turhan ve Hasan
Paşa'ları geri alması için baskı yaptılar.
Bu iki paşa, Yunanlıların örgütlediği Enosisçi asilere
nefes aldırtmadıkları için Ada'da görevlerini sürdürmeleri işlerine gelmiyordu.
Onları Ada'dan uzaklaştırmak için yabancı dostlarını kullanmışlardı. Padişah
Abdülhamid, yeni problemlerle karşı karşıya kalmamak için bu iki paşayı
Girit'ten geri çekmişti.
Osmanlı yönetimi Adadaki, bütün görevlilerini değiştirdi.
Genel Komutan olarak Osmanlı vatandaşı İstanbullu bir Rum olan Yorgo Virovitis
Paşayı tayin etti. Asiler yatışmak üzereyken Atina her zaman olduğu gibi
ateşi körükledi. 27 Temmuz 1896'da Yunan ordusundan çok sayıda subay ve
assubay "Mina" gemisiyle ihtilale katılmak amacıyla Girit'e gittiler.
Aynı tarihlerde Kıbrıs'ta da Yunan faaliyetleri doruğa
ulaşmaştı. İngiliz Milli Arşivinde 883/6 numaralı dosyada bulunan belge
bu faaliyetler hakkında bilgi veren bir istihbarat raporudur.
Limasol'da bir üst düzey İngiliz görevlisi tarafından
hazırlanan raporda şöyle deniliyor:
"Toplantılarda, gösterilerde, sıradan olaylarda,
festivallerde, ku-lüplerde ve oyun alanlarında Yunan bayrağı taşınıyor
veya asılıyor.
Her ne kadar Kıbrıs İngiliz yönetimi altında, Osmanlı
İmparatorluğu'nun bir parçası olsa da, genelde belirgin bir şekilde görülen
Yunan bayrağıdır.
Bu tahriklere Müslüman nüfus geçen yıl anlayışlı
ve ılımlı davrandı. Eğer, Osmanlı Türkleri de, Ortodoks Hristiyanları örnek
almış olsalardı, onlar da kötü niyet gösterip taşkınlıklar yapabilirlerdi.
Osmanlı bayrağı hemen hemen hiç kullanılmıyor ve arada bir Vali konağında
asılan küçük sancaktan başka İngiliz yönetiminin hiçbir amblemi görülmüyor.
Bu aralarda, ?ehrin ucunda sahilde, neredeyse evimin
kar?ısında bulunan lisede sık sık çok büyük bir Yunan bayrağı yükseliyor.
Bu ve diğer bayraklar limana giren ve oradan geçen gemiler tarafından görülebiliyor.
Bu konuyla ilgili herhangi bir önlem almadım. Ancak durumu bilgi için size
aktarıyorum."
1897 Ocak ayında, Yunanistan "Meğali İdea" arzularını
açığa vurmuştu. Girit'teki Yunan yanlısı Ortodoks çeteciler, silaha sarılmışlardı.
Osmanlı Devletinin yeni maceralara sürüklenecek gücü kalmamıştı. En ufak
ayaklanmayı yayılmadan anında bastırması gerekiyordu. Girit'teki bu ayaklanma
da böyle hassas bir ortamda bastırılmıştı. Örgütlenmiş Yunan propagandası,
Avrupalıları, "Türkler Girit'te Hristiyan kardeşlerinizi öldürüyorlar."
diyerek Türkler aleyhine kışkırtıyordu.
Yunanistan'ın silahlandırarak, Türklere saldırttığı
çetecilerle, Yunanistan'dan Ada'ya kaçak giden Yunanlı subay ve askerlerin
Ada Türklerini öldürüp mallarını çalmalarına verdikleri isim "Bağımsızlık
savaşı"ydı. Tıpkı l963-1974 yılları arasında Kıbrıs'ta olduğu gibi, Türk
halkını Yunanlı eşkiyalardan korumaya çalışan devletin bu katilleri durdurmaya
çalışması ise, "Türk Barbarlığı" oluyordu. Yunan propagandası, yabancıları
yalanlarıyla etkilemekte ustadır. Avrupa ülkeleri hükümetleri de, o dönemde
Osmanlı devletiyle olan diplomatik ilişkilerine göre Yunan propagandasını
ya sahipleniyor ya da dikkate almıyordu.
Ne yazık ki 2000 yılına yaklaşırken Türk devleti
benzeri bir durumla gene yüzyüzedir. Yunan propagandasını kendi diplomatik
ve iç siyasi politikalarına alet eden bazı ülkelerin, 19. yüzyılda olduğu
gibi Türkiye'ye karşı cephe almış bulundukları görülüyor.
Girit’e dönelim:
Yeni problemler istemediği için Girit konusunu kapatmaya
çalışan Sultan Abdülhamid, Giritliler'e Bağımsızlık vermeyi kabul etmişti.
İngilizler de Girit Rumlarına bağımsızlık verilmesini istiyordu. Yunanlılar
ise "Enosis"ten başka hiçbir çözümü kabul etmiyorlardı.
28 Ocak 1897'de, Yunan savaş filosu Girit'e doğru
hareket etti. Yunan Veliahdı Yorgo, gemilerden birinin komutanı olarak
sefere katılmıştı.
31 Ocak 1897'de Yunan Kralı, büyük devletlere bir
çağrıda bulundu. Çağrı şöyleydi:
"Yunanistan, ‘Girit Yunanlıları'nı (Ortodokslar)
koruması altına almıştır. Siz Avrupa ülkelerinden, Türklerin Girit'e asker
göndermelerini önlemeniz için savaş filolarınızı Ada sularına göndermenizi
istiyoruz.
Yunanlılar, bir yandan Adaya saldırıp "Enosis" ilan
ederken, öte yandan Avrupalılara emrivaki ile savaş filolarını Girit'e
yollamaları için adeta emir veriyorlardı.
Yunan gemileri 1 Şubat'ta Suda limanını abluka altına
almış, Hanya'ya asker çıkararak adayı işgal harekatına başlamışlardı. 25
Şubat'ta Atina, Girit Adasını Yunanistan'a bağladığını dünyaya ilan etti.
Yunanistan'ın adayı işgale kalkışmasına ve "Enosis"i
ilan etmesine karşı, Osmanlı devleti'nin gösterdiği tepki, Yunanistan'ın
Avrupa ülkeleri nezdinde kınanması ve Anadolu'da asker toplanmaya başlanması
şeklinde olmuştu.
Yunanistan'ın bu hareketi "savaş ilanı" anlamına
geliyordu. Buna rağmen, Yunanlılar'ın Girit'i işgal etmeye kalkışmalarını
sempatiyle karşılayan Avrupa ülkeleri de vardı. Bunlar, Yunan Kralı'na
kutlama telgrafları yolluyor, onu adeta kışkırtıyorlardı. Bu ilgiden cesaret
alan Kral, yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde: "İstediğim anda 300
bin kişilik bir ordu çıkarır, Osmanlı Devleti'ni yeryüzünden sile-rim.
Bu, hedefimize ulaşmamız için yeterli bir güçtür." diyordu.
Yunan Kralı bir yandan, Türkiye'ye karşı savaş kışkırtmacılığı
yaparken, öte yandan Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ile gizli diplomatik
temaslar sürdürüyordu. Bu ülkelerin birbirleriyle olan diplomatik ilişkileri
toprak ve ekonomik çıkarlara dayanıyordu. Kral Yorgo, desteklerini kazanmak
için hepsine aynı şeyleri vaad edince oynadığı oyun ortaya çıkmıştı. Yunan
Kralı'nın iki yüzlülüğünü ortaya çıkaran Rus Çar'ı idi. Oyuna getirilmeye
çalışıldığını anlayınca Almanlarla birleşti ve Yorgo'yu tek başına bıraktı.
Bu gelişmelerin sonucunda Avusturya, Rusya, Fransa ve Almanya 1 Şubat'ta
Yunanistan'a birer Nota verdiler, Nota şöyleydi: "Girit Adasını işgal etme
teşebbüsünüz barışı tehlikeye düşürmü?tür. Bundan doğacak sorumluluklar
Yunan hükümetine aitti


http://www.tarihbilinci.com/konular/gir ... mail.3463/
Ma ida thelis na su ğo,oste va zis çe nase
Se hrisoprasina dendra,na thetis na kimase.

Sana ne dememi istersin,yaşayıp var olman için
Altın yeşili ağaçların altında,yatıp uyuman için

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir